Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YÜCEL ERTEN’DEN “AKINTIYA KÜREK” (Ş)Araplar Köyü’nün Yücel’i... Bizim tiyatro tarihimiz, yazılmamış olmakla maluldür. Refik Ahmet Efendimiz olmasa köklerimizden dahi mahrum kalırdık korkarım. Aşot Madat olmasa kurucu ustalarımızı, Ermeni tiyatrocularımızı da bilemeyecektik belki. Borcumuzun büyük olduğu ustalarımız, Ertuğrul Muhsin, And, Nutku, Şener, Yüksel, Karadağ dahi kapatamıyor bu maluliyetin gediğini. Sırf bu nedenle bile iyi ki yazdı, anlattı Yücel Erten. orhan alkaya Y ücel Erten’in Akıntıya Kürek kitabını heyecanla bekliyordum. Yücel iyi bir yönetmendir, işlerini hep merakla takip ettim. Hayranlıkla izlediğim işleri oldu; Barış, Martı ve Arturo Ui gibi... Kafkas Tebeşir Dairesi gibi yöntemini tartıştığım işleri de... Ne olursa olsun, Yücel özel bir adamdır, nadir bir yönetmendir bizim coğrafyada ve arkadaşımdır. Hatta Yücel Scorpio votkası getirmişti bana, birini alır öbürünü imzalatırım diyordum. Bir gün arayla iki marazamız oldu. Kitabı almayı biraz erteledim. Sonra, elbette dayanamayıp bir oturuşta okudum. Ne mühim bir kitap. OYUN SEVİNCİ Muş doğumlu, Yücel. Bir memur çocuğunun dolanıp durmuş hâli, benim gibi. Mefkure sahibi adamların çocukları ol mamız hasebiyle iliklerime kadar hissettim onu. Odun sobası, mangal, kuzine, geç gelen telefon, televizyon, olmazsa olmaz radyo... Yücel, okul müdiresi teyzesinin ofisinde daktilo makinesine âşık olmuş, ben babamın çalıştığı adliyelerde. A klavye daktiloların boş olanını kullanmak için en yakın arkadaşlarım zabıt kâtipleriyle hep çok iyi geçindim. Antalya’da iklim bulmuş Yücel. Ben İstanbul’a rücu ettiğimde gurbette bulmuştum kendimi ve hep ilkokulu bitirdiğim kasabamı özledim, bir de çocukluğumun Istanbul’unu. Giderek hep üstüne katarak ustalaştığı tiyatro serüveninden bahsederken (s. 31), çok mühim bir kavram kullanıyor Yücel: Oyun sevinci. Oyun, âmir kuralları olan bir eğlentidir. Oyunbozanlık yaparsanız oyunun dışında kalırsınız, ki bu durumda, Huizinga’ya atıfla dünyada meydana gelen her şeyin temel faktörü sizi ıskalamayı seçer. İşte o sevinç keyif yahut coşku da diyebilirsiniz bu âmir kuralların tözüdür. Aile Ankara’ya gelince Yücel iki büyük “okul”la buluşuyor, sene 1964: TRT Ankara Radyosu ve Halkevi (s. 4446). Akıntıya Kürek kitabını edinmenizi kışkırtmak için bu iki kurumdaki hocalarının ve kursiyer arkadaşlarının adını vermiyorum. Yücel’le ikinci marazamızın travmatik kökeni de bu sayfalarda! İkinci girişinde, parasız yatılı olarak kazandığı Cebeci Konservatuvarı (Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı) sınıf ve dönem arkadaşlarını incelikli vurgularla anlattığı bir “resmigeçit bölümü” (s. 60100) son derece etkiledi beni. Hele Çetin Bağcıer’den bahsederken yazdıkları: “Tiyatro, bir dayanışma, bir sağaltım, bir yücelme, bir hümanizma ortamı olabilecekken biz onu çok kıyıcı bir ortam haline getirebiliyoruz. Kim bilir, belki Çetin’e biraz da biz kıydık?”(s. 61). Konservatuvar öğrencilerinin, 1967 Aralık ayındaki “yemek boykotu”nu, yüksek bölüm öğrencilerinin alt sınıf lara (bale, müzik bölümleri ilkokuldan başlayarak talebe alır) ihtimamını ve müdür değiştirmekle sonuçlanan kararlılıklarını, memleketin zart zurt günlerinde okumak da biliyorum ekstra heyecanlı olacaktır. 126. sayfaya kadar süren ve ciddi tarihyazımı boyutu da olan (Yücel’in hafızası hâllicedir) okul bölümünü şöyle özetlemiş Yücel Erten: “Cebeci Konservatuvarı” benim için bir cümbüş, bir şarkı, bir şölendi... “(Ş)Araplar Köyü” bölümü (s. 128180) birçok açıdan ayrı bir kitap olmayı hak ediyormuş, buna niyetlenmişler. Devlet Tiyatrosu stajyeri bir grup yeni mezunun, bendenizin hayatında da derin bir hikâyesi olan Avşa Adası, Araplar (Şaraplar şahane bir dönüştürüm olmuş) Köyü’nde bir oyun yazıp sahnelemelerinin anlatıldığı bölümü, burnumun direği sızlayarak okudum. Köyün TİP’li muhtarı bu genç tiyatrocuları, köyde tatil yapan Vedat Türkali’yle tanıştırıyor ve ustanın tecahüli arifane yön göstermesiyle müthiş bir serüven başlıyor. Bu bölümde Sönmez Atasoy ve Alpay İzbırak’ın Yücel’e yazdığı iki mektup da var ki burnumun direği iki kere sızladı. (Ş)Araplar Köyü hikâyesini iyi süzen, Türkiye tiyatro ortamının tıkanık damarlarından birinin kökenine inebilir. GENÇ TİYATROCULAR İÇİN... Pek çok ortak konuşma zemininde, aynı masada bir arada olduk Yücel’le. Değişik memleketlerde tiyatro nasıl sübvanse edilir, kamusal tiyatrolar nasıl yapılandırılır, işleyebilecek bir model nasıl üretilir benzeri, esasen hayati konular bizi buluşturup durdu. Hatta bu oturumlardan birinde, kısa bir yabancılaşma yaşamıştım; Rutkay (Aziz), Yücel ve ben oturuyorduk masada. Boşluğa takılıp bir an, “Ya’u biz bu konuşmayı yirmi yıl önce yapmamış mıydık? Tek fark Beklan’ın oturduğu iskemlede şimdi Rutkay var, deyiver miştim. İzleyenler çok gülmüştü... Yücel Erten, 1946 Federal Almanya Tiyatro Yasası’nı bir model olarak Türkiye’ye taşıyan ve bu haseple fevkalade bir yasaya sahip olan Devlet Tiyatroları’nı yönetti. Ben, 104 yıllık ömre sahip ve hâlâ bir yasası olmayan İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu aşağı yukarı benzer kısalıkta bir dönem yönettim. Bize tahammül edilme süresini öngörebildiğimiz için az zamanda çok iş yaptık. Yetmedi. (Ş)Araplar Köyü serüveni, Akıntıya Kürek kitabını okuyacak genç tiyatroculara ilham verse keşke. İkinci cildini sonunda müjdeleyen kitabın kalan 147 sayfasında 1980’lerin başlarına uzanan zengin ve lezzetli bir hayat hikâyesi var. Devlet Tiyatrosu’yla başlayıp burslu gittiği “Benim Almanyam”daki yaşantısını, aşklarını, pikapsız plaklarını, seyahatlerini ve hocalarını, eğitim sürecini anlatıyor Yücel Erten. Okuyucu için büyük bir zenginlik barındırıyor bunlar. Yasasında olmasına rağmen hiç kurulmayan Konservatuar Reji Eğitimi Bölümü’nü kurma ümidiyle 1974’te Almanya’yı iteleyip Türkiye’ye dönen “memleketçi” Yücel Erten’i tanıyabilirsiniz kitabın bu tarafında ve ümidin 1975 Haziran’ında akamete uğratılışını... O yılın mezuniyet töreninde, çocukluğundan kalma “su” travmasını sahnelemelerinde yaratıcılığıyla aşan Yücel’in öğrencilerinin geleneksel minyatür havuz ritüeline maruz kalıp havuza atılışını da bizzat görebilirsiniz. Bu ânın fotoğrafı kitabın kapağında. Tadı damağımda bitirmek üzereyken Akıntıya Kürek’i, 327328. sayfalara sıkışmış bir Schaubühne hikâyesine içerlediğimi söylemek zorundayım. Belki, bahsedilen insanların hepsi arkadaşım olduğu için alınganlık gösteriyorumdur ama ne gerek vardı allasen bu bir buçuk sayfalık sıkıştırmaya? Bizim tiyatro tarihimiz, yazılmamış olmakla maluldür. Refik Ahmet Efendimiz olmasa köklerimizden dahi mahrum kalırdık korkarım. Aşot Madat olmasa kurucu ustalarımızı, Ermeni tiyatrocularımızı da bilemeyecektik belki. Borcumuzun büyük olduğu ustalarımız, Ertuğrul Muhsin, And, Nutku, Şener, Yüksel, Karadağ dahi kapatamıyor bu maluliyetin gediğini. Sırf bu nedenle bile iyi ki yazdı, anlattı Yücel Erten. Sahiden, mühim bir kitap Akıntıya Kürek. İkinci belki ve hatta mutlaka üçüncü cildi hevesle, heyecanla bekliyorum sevgili dostum. n Akıntıya Kürek / Yücel Erten / Doğan Kitap / 336 s. 14 20 Aralık 2018 KItap