Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D Ş eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN caktır. Kendini ölümsüzlükle sınayan, yenilgilerden kurtulamayan insanı. Her eski söz yeni bir söze kapı açar. Talât Sait Halman’ın yorumlu çevirileri “Eski Uygarlıkların Şiirleri” ile çağdaş şiirimize ivme kazandırıyor. SONELER Bu geniş çalışmanın ışığında, Talât Sait Halman’ın bir başka çalışmasına, Shakespeare’den çevirdiği “Soneler”e değinmenin de gerekli olduğunu unutmayalım (Soneler, Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 6. Basım, 2012) İngiliz soneleri de Fransız soneleri gibi 14 dizeden oluşmuştur. Fransızlar 2 dörtlük, 2 üçlük biçiminde, İngilizler 3 dörtlük 1 beyit biçiminde düzenler soneleri. Gene de bu kurala tam bağlı kalınmaz. Önemli olan neyin anlatılmak istendiğidir. Talât Sait Halman diyor ki: “Soneler, salt şiir olarak, Shakespeare’in lirik dehasını dramatik eserlerinde sezinlediğimizden çok daha yoğun bir güçle karşımıza çıkarıyor. Üstelik Shakespeare’in birçok kişisel yaşantıları hatta yer yer iç dünyasının gizli köşeleri sonelerde gözler önüne seriliyor.” Talât Sait Halman, Shakespeare’in 154 sonesini dilimize çevirmiş. İngilizce bilenlerin karşılaştırma yapmasına olanak sağlamak için, asıllarıyla birlikte yayımlamış. “Bütün dünya bir sahnedir” diyen Shakespeare için biz insanlar kendimize göre bir oyunun içindeyiz. Bu soneler, Shakespeare’in içtenlikli sesiyle bize iç dünyamızı gösteriyor. İngiliz ozan William Wordwort’un yorumuyla açarsak: “Bu anahtarla Shakespeare gönlünün kilidini açmıştır. Yalnız kendi gönlünün kilidini mi? O soneleri okuyan bunca insan, içine çekilerek kendini yeniden keşfetmiş olmuyor mu? Alışılmış sözleri yinelemek yerine, sevi ilişkisinin sonsuzluğuna doğru, öyle hiç sezilmeyen ayrıntılar da vardır ki, Shakespeare sonelerinde onları bulursunuz. Bu soneler 400 yılı aşkın bir zamanın gerisinde kalmış. Talât Sait Halman sonelerin içiyle yapısı üzerine geniş bir inceleme düzenleyerek nice ayrıntıları görmemizi kolaylaştırıyor. Bu sonelerin önemli bir bölümü bir sarışın gence, bir bölümü de bir esmer kadına yazılmış. Belki hepsi de Shakespeare’in eseri. Şu dizeler Shakespeare’e yakışmıyor mu: “Tanrı bilir, gözümle sevmiyorum ben seni; Çünkü sana baktıkça gözüm bir kusur bulur. Ama yüreğim sever gözün sevmediğini, Görünüşe aldanmaz, sevgiye teslim olur.” Soneler neden önemli? Talât Sait Halman’ın yorumu şöyle: “Soneler salt şiir olarak, Shakespeare’in lirik dehasını dramatik eserlerinde sezinlediğinden çok daha yoğun bir güçle karşımıza çıkarıyor. Üstelik Shakespeare’in birçok kişisel yaşantıları hatta yer yer iç dünyasının gizli köşeleri sonelerde gözler önüne seriliyor.” Uygarlık şafağından sevi şafağına doğru bize kendimizi öğreten şiirler bunlar... “Şifa bulmaya geldim ve gördüm ki gerçek şu: Sevgi suyu kaynatır; sevgiyi söndürmez su” diyen Shakespeare’e inanmamız gerekir. Talât Sait Halman’ın şiir çevirileri yalnız eski uygarlıklarla barıştırmıyor bizi, Türkçenin gücünü yoklayarak şiire ivme kazandırıyor. Şiir çevirileri şiir dilinin yapısını yeniden kurmaya yarıyor. Talât Sait Halman’ın emekleri olmasa bu gelişmenin ayrımına varacak mıydık? ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Şiir çevirileri iir dili anlatıdan uzaklaştıkça sezilebilen bir derinlik kazanır. Edebiyat anlatı hüneri sayılsa da şiir dili, öykülemeden kurtuldukça kendine özgü kişiliği bulur. Şiir anlatısının sınırlarını belirlemek kolay değildir. Her ozan kendine özgü bir hünerle bu işin üstesinden gelmeye, şiirine kişilik kazandırmaya çalışır. Bir şiiri bir başka dile çevirmek gerektiği zaman o özgün kişiliği korumak kolay olur mu? Anlamı kurtarmaya çalışırken yeni bir biçem özeni geliştirilebilir mi? Dil içi çevirilerde bile, örnekse divan şiirindeki bir şiir; dize uyumu, anlam derinliğiyle günümüze kazandırılabilir mi? Şeyh Galip gibi öyle söz ustası divan ozanları var ki, “Sultanı Sühan menem diğer nist” diyecek kadar kendini önemseyen kişiliklerdir. Kendilerini sözün ustası sayıp başka ozanlara aldırmayan böyle bir ozanın şiirini dil içi çeviriyle günümüze kazandırırken neleri yitirdiğimizin ayrımında mıyız? “ÇEVİRİ KOKUSU” Yıllar önce “Sözüm Büyüsü” diye bir televizyon izlencemiz vardı. Talât Sait Halman, Erendiz Atasü ile birlikte düzenlediğimiz bir izlenceydi bu! “Şiir Çevirileri”ni tartıştığımız bir izlencede konuğumuz Erdoğan Alkan’dı. Onu Mülkiye’de okuduğu yıllardan anımsarım. “Güvercin curnatası” olarak yorumlanan “İkinci Yeni” anlayışı içinde değeri yeterince bilinmeyen ozanlardandı. Şiir çevirisinde “aslına sadık kalmanın önemi” üzerinde durulurken Cahit Sıtkı Tarancı’nın Baudelaire’den çevirdiği “Balkon” şiirinin bu gerçeğe ne kadar uyduğu da tartışılmıştı. Erdoğan Alkan’ın oğlu Tozan Alkan “Varlık”ta “Çevirdim Dilim Yandı” başlığı altında çeviri sorunlarını irdeleyen bir ozan. “Ç.N.” (Çevirmenin Notu) dergisini de yönetiyor. “Sana Şehir Gelcek” (Yasakmeyve Yayınları, 2012) kitabıyla Kırmızı Yayınları’nın kurduğu “Metin Altıok Şiir Ödülü”nü kazandı. Gökben Derviş’le yaptığı söyleşide, bütün ozanların şiir çevirisi üzerine kafa yorması gerektiğini söylerken şu gerçeklerin de altını çiziyor: “Şiir çevirisinin güçlükleri esas olarak anlatımcı şiir, imge şiir gibi ayrımlardan kaynaklanmıyor. Çok daha karmaşık parametreleri var bu işin. “Gün olur alır başımı giderim” gibi yalın bir dizeyi bir başka dile çevirmek, “Göğe bakma durağı” dizesini çevirmekten daha zordur. Yani sanıldığının tersine, imge yoğunu bir şiiri çevirmek sözcüklerin kastettikleri her şey kendilere olabileceği için, ya da sözcükleri bir başka dile olduğu gibi aktardığınızda hedef dildeki okurda da farklı da olsa bir imge yaratacağı için daha kolay olabiliyor.” “Kimileri için ‘çeviri kokusu’ nahoş bir kokuyken kimileri için ‘olmazsa olmaz’ olarak görülebiliyor. “(VARLIK, Tozan Alkan ile Söyleşi, Aralık 2011). Bir başka dilin şiirini kendi dilimize kazandırırken şiir dilinde yeni bir yapılanmanın gizlerine ulaşırız. ŞAFAKTAKİ UYGARLIK Devlet olmanın sıkıdüzeni içinde yaşama anlayışına biçim veren nice insan var. Dünya kurulduğundan bu yana nice uygarlıklar geldi geçti. Devlet olmak kolay değil. Ama kendi dilinin alışkanlığı içinde yaşamanın gizlerini bulan nice insan var. Zamanın belirsizliğinde binlerce dilin uğultusu duyulur. Kimileri çoktan yitip gitmiştir o dilllerin. Kimileri emekleyerek yaşama koşullarına uymaya çalışmaktadır. O dilleri kullanan insanların nasıl bir yaşama serüveni vardı? Zamanın akışı içinde kendilerini tanımaya çalışırken bize neler anlatmak istediler? Şiire dönüşen o sözlerin güncel anlamı nedir? Günümüz insanı o şiirlerden kendi yaşama düzenine nasıl bir kolaylık sağlar? Talât Sait Halman, Mezopotamya’dan Uzak Doğu’ya, Kızılderililerden Eskimolara kadar eski uygarlıkların şiirini günümüze kazandırırken Goethe’nin sözünü de anımsatıyor. “Gitgide daha iyi anlıyorum ki şiir bütün insanlığın ortak malıdır...” (ESKİ UYGARLIKLARIN ŞİİRLERİ, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Basım, 2011). Sözlü edebiyat dilden dile geçerken yeni anlam yükleri, yeni biçem özellikleri kazanır. Cahit Külebi’nin dizesinden yola çıkarak, “Taşları düzleyen rüzgâr gibi” dilin azizliğine uğrar, ortak anlayışla gelişme gösterir. Yüzlerce eskil dili bilmek, şiirleri aslından dilimize kazandırmak olanaksızdır. Şiir çevirileri de dilden dile geçerken değişik anlam yükleri kazanabilir. Daha önemlisi her okuyan onları kendince yorumlayarak yeniden keşfedebilir. Afrika’daki Hotento kabilesinde bile 17 etnik grup olduğu düşünülürse insanların nasıl bir ayrışma içine düştüklerini anlamaya çalışmalıyız. Pigme, Yerube, Zulu, Soto, Bantu gibi kabilelerin sözlü kültür geleneği günümüz insanına da görmeyi öğretebilir. Talât Sait Halman’ın Hotento şiirinden çevirdiği “Güneşe Türkü” şiirinden bir bölümü anımsayalım: “Ateş kararıyor, kütük kapkara artık. Alev sönüyor... Felaketler karşımızda. Güneşi aramaya çıkıyor Tanrı, elinde ışıl ışıl gökkuşağı, kutsal avcının yayı.” Eski uygarlıklar Mezopotamya’dan İnka’lara bütün dünyayı kuşatırken o şiirlerden günümüz insanına gönderilen gizli bir selam var. Evrenin oluşumuna dinsel inanışla da, bilimsel yorumla da bakılabilir. Önemli olan ölümsüzlüğün gizlerine varabilmektir. “Gılgamış Destanı” Milattan Önce 2000 yılında Akadça yazıldı. Sonra Asurcaya Hititçeye çevrildi. Yaşamanın anlamını öğreten bir destan bu! Alınyazımızı değiştirebilir miyiz? Ölümsüzlüğün izlerini öğrenebilir miyiz? Her insan kendine göre bir ölümsüzlüğün izini sürebilir. Gene de o bilinmez sondan kendini kurtaramaz. Gılgamış, GüneşTanrı Şamaş’a diyor ki: “Bozkırları aşmışım bir baştan bir başa, Başımı toprağın yüreğine sokmasam olmaz mı? Yıllar yılı uyumak zorunda mıyım? Gözlerim baksın da güneşe Işıkla dolup taşsın varlığım! Aydınlığın gücü varsa karanlık kaçar. Gerçekten ölen artık göremez ki Güneşin aydınlığını!” DİZENİN HAKKINI VERMEK Talât Sait Halman, düzenlediği “Önsöz”de yurdumuzdaki şiir çevirisi çalışmalarına genişçe yer verirken eski uygarlıkların şiirlerini “Şafaktaki Şiirler” olarak nitelendiriyor. O “şafak” günümüz şiirini aydınlatırken insanın ruh yapısını da biçimlendiriyor. Uygarlığın şafağı Mezapotamya ile Eski Mısır’dan başlar. Ama her şiir atılımı yeni bir şafaktır. Arap şiiri ile Fars şiirinin şafağı divan şiirine de yansımıştır. Talat Sait Halman o şiirleri dilimize çevirirken aruz ölçüsünü de denemiştir. Ebu’l Atahiya’nın 828’de öldüğü düşünülürse, eski uygarlıkların 1200 yıl gerilerde kalan bu yeni şafağında şiirinin her dizesi bir başka aruz ölçüsüyle yorumlanmıştır: “Her özdeyişin yepyeni bir gerçeği vardır; Sorduğun bir soru elbette cevapsız kalmaz.” “Eski Uygarlıkların Şiirleri”ni kendi dilimizde yaşatabilmek için Türkçenin olanaklarını yeniden keşfetmek gerekecektir. O zaman hem şiir dilinin yapısını geliştirmek, hem eski bir uygarlığın şiirini benimsemek daha kolay olacaktır. Yazılı şiirlerden sözlü şiir geleneğine doğru, dünyanın dört bucağından, Mezapotamya’dan Eskimo’lara, Kızılderililere kadar uzanan “Şafaktaki Şiirler” bize insanı tanıta26 Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1171 TEMMUZ 2012 ? SAYFA 15