22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ üzümlü kek, sabunla yer değiştiriyordu.” BELLEK HANIM Grass’ın hafızanın sınırlarını zorlamasına gerek kalmaz; çünkü yazar hafızanın sınır tanımazlığının farkındadır ve bu farkındalığını hissettirdiği pek çok cümleden birinde: “Zaman, tabakaları üst üste yığıyor. Ama yarıklardan bakarak örttüğü şeyleri görmek mümkün” der. Grass, bu yarıklardan belleğe sızmak için kayıtlara, belgelere ihtiyaç olmadığını gösterir. “Benim ilk zamanlarıma ait hiçbir belge yok” dedikten sonra belleğin derinliklerine ulaşmak için yine bellekten güç almaktadır. Onun ailesi de, anıları da sürgündür ve roman yazarlığını elden bırakmadan sürgünlüğün edebiyatını satırlara döker: “Bodensee’de, Nürnberg’de ya da Almanya’nın kuzeyindeki düzlüklerde büyüyen, yani okul karneleri ve gençliklerinde yaptıkları her şey ellerinde bulunan kendi kuşağımın yazarlarıyla karşılaştırılınca, savaşın bitiminde yurdundan sürülen bir ailenin çocuğu olan benim, elimde gençlik yıllarımdan kalma hiçbir şey olmadığından, sadece tanıklığı en kuşkulu kişiyi, Bellek Hanım’ı yardıma çağırabilirim, huysuz ve çoğu zaman baş ağrısı çeken bir hayalettir o, ayrıca kim en çok parayı verirse ona gidebilir, derler onun hakkında.” Böylece, Bellek Hanım, onun anlatısının/romanının en güçlü karakteri olmuştur. Grass’ın geçmişte, bavulların içini karıştırması bir başka tanıdık Nobelli yazarı çağrıştırır. Orhan Pamuk’a babasının bıraktığı içi yazıyla, defterle dolu bavuldan farklı olsa da Günter Grass’ın karşısına da bir bavul çıkar. Yazar, o günü şöyle aktarırır: “Tarihi konmamış bir günde –on dört yaşına gelmiş miydim, yoksa hâlâ on iki miydim? Labesweg’de on dokuz kiracıdan biri olduğumuz binanın çatı katındaki odasında bulunan gizli okuma köşeme, tavan penceresinin altında duran ve oturulmaktan aşınmış koltuğuma gittiğimde ve o arada evdeki öteki kiracılara depo yeri olarak ayrılmış tahta perdeyle çevrili bölmelerden bize verilenin içinde iple bağlanmış bir bavula toslayınca ben ya da erken yaşlardan beri içinde anlatılacak malzeme birikmiş olan çocuk, kendisine yön değiştirtecek bir keşifte bulundu. Ivır zıvırın altında, kullanılmayan mobilyaların arasında beni özel bir bavul bekliyordu: En azından ben bulduğum şeyi böyle yorumladım.” Yazar bulduğu bavulu bir işaret saymaktadır. Bavulu çakısıyla açınca duyduğu koku bellekte iz bırakacak ve aynı zamanda bir hareketlenme yaratacak türdendir. “Sanki aile kabri açılmıştır” ve bu bavul onu, ancak şimdi yorulmaya başladığı, bir ömürlük yolculuğa yönlendirmiştir. Bu bavulu, yazma yolculuğunda/serüveninde yanında taşır. Günter Grass ile Orhan Pamuk arasında çağrışımlar yaratan ve okurun ortaklık kurmasına yol açan şey, elbette ikisinin de Nobel ödülünü almış olması değildir sadece. Bunun nedeni öncelikle ikisinin de imzalarının çok keskin olmasıdır. Bavul görüntüsünün Pamuk’u hatırlatması, onun bıraktığı etkiyle ilgili olduğu kadar, iki yazarın da belleğin ve hafızanın sınırsızlığının farkında olmalarıyla da alakalıdır. İkinci olarak, her iki bavulun da yazarların yazmasıyla ilişkilenmesidir. Pamuk, kendisine emanet edilen bavulun içindeki yazıları ve defterleri kucaklamak konusunda tereddüde düşmüştür. Grass içinse ailesinin tarihini, anılarını bulduğu bu bavul, yazma serüvenin hazırlığıdır; yazma yolculuğuna bu tek bavulla çıkacaktır. Pamuk da Günter Grass gibi, İstanbul (1) adını CUMHURİYET KİTAP SAYI 971 verdiği otobiyografisinde, anılarına ve bellek üzerine kurulu bir metne yaslamıştır. Walter Benjamin’in de ifade etmiş olduğu üzere, “yaşanmış olay sınırlıdır, hiç değilse tek bir yaşantı bölgesiyle sınırlıdır; hatırlanan olaysa sınırsızdır, çünkü kendinden önce ve kendinden sonra olup biten her şey için bir anahtardır sadece.” (2) Günter Grass da, yazma serüvenine bavul dolusu hatırayla atılarak bu sınırsızlığın imkânlarından yararlanmıştır. Her ne kadar yazar, “Kaybolan onca şey arasında not defterleri özellikle içimi acıtıyor. Onlarda yazılı olanlardan alıntı yapabilseydim sözlerim daha inandırıcı olurdu” demiş olsa da kamptaki yemek kursunda, aşçıbaşının anlattıklarını yazdığı defterini ve Waffen SS’teki ilk günlerinde, yürüyüş malzemesi ve kaputuyla birlikte günlük benzeri notlar tuttuğu hatıra defterini kaybetmesi, tesadüfün dışında anlamlandırılabilir. Çünkü yazar, not defterlerinin kaybı için hissettiği acıyı gelgitli ruh halinin savrulmaları sayesinde unutmuş gibidir ve bir başka sayfada şunları söyler: “Not defterlerini kaybetmiş olsam da soğanın belleği aşçıbaşının zihnime kazınmış cümlelerini burada kelimesi kelimesine aktarmama yardımcı oluyor.” Grass, bellekle imtihanının ortasında, belleğin imkânlarını şu şekilde açıklığa kavuşturmuştur: “Bellek boşlukları deşmekten hoşlanır. Yapışıp kalan şeyler, kendiliğinden, değişik adlar altında ortaya çıkar, kılık değiştirmeyi sever. Çoğu kez belirsiz ve her anlama çekilebilen bilgilerdir verdiği. Kâh iri eler, kâh ince. Duygular, düşünce kırıntıları kelimesi kelimesine akar elekten.” ? (1) Orhan Pamuk da kendi hayatını anlattığı İstanbul kitabında, belleğin sınırlarını yazarın belirlediğini ifade etmektedir. Ağabeyinin ve annesinin, Orhan’ın ağabeyiyle ettiği kavgalar üzerine yazdıklarını abartılı hatta gerçekdışı bulmaları üzerine yazar şu cümlelerle karşılık verir: “…bir ressam için şeylerin gerçekliği değil biçimi, romancı için olayların sırası değil düzeni ve hatıra yazarı için de geçmişin doğruluğu değil, simetrisi önemlidir.” Pamuk, Orhan, İstanbul, Hatıralar ve Şehir, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007, s. 273 (2) Benjamin, Walter, Son Bakışta Aşk, çev. Nurdan Gürbilek, İstanbul: Metis Yayınları, 2001, s. 102 Soğanı Soyarken/ Günter Grass/ Çev:İlknur Özdemir/ Turkuvaz Kitap/ 360 s. SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle