Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Onur Yazarı ¥ Günümüze gelindiğinde kimileri yaşananları bir gençlik heyecanına bile bağlıyabiliyor, daha neler! 1968, ideolojisi olan siyasi bir hareketti! 68’LİLER78’LİLER TARTIŞMALARI Şimdilerde belli bir kesimden oluşan ‘78 kuşağı temsilcileri, ’68’lileri sıkça eleştirir hale geldi. Bunu siz de hissediyor musunuz? O yıllar dayanışma içinde olan topluluklar, şimdilerde gruplaşmaya başladı ve sürekli birbirleriyle çatışır hale geldiler. ‘78’liler neden karşı çıkıyorlar ’68’lilerin söylemlerine? ‘78’lilerin eleştirisindeki en geniş bağlamda ana noktayı ulusalcılık oluşturuyor. Bunun anlamı, sanırım ’68’lilerin anti emperyalist çıkışları, “Türkiye” demeleri. Elbette bu içerikle yapacaklardı protestolarını, “Tam Bağımsız Türkiye” diye. Ulusalcılık, milliyetçilik sözcükleri Türkçemizde aynı anlamı taşıyor olsalar da, kavramlaşarak iki ayrı anlamda içerikler edindiler. Kimi benzer sözcüklerin vurguladığı anlamlar başkalaşabilir. Bu da dilin hallerindendir, dikkat edilmeli. Üçüncü, dördüncü, beşinci vb bölünmelere gelince… Bu tartışmalarda ’68’lileri suçlama niteliği taşıyanlar var ise bu kabul edilemez. Teoride ciddi açılımlar getirilirse, bunlar kitaplaşabilirse, ancak bu bir kazanım olabilir. Böylece de karşıtlar arasında zengin bir tartışma zemini oluşturabilir. O yıllar, pek çok konu romanlarda, öykülerde ve şiirlerde işlenirdi. Bakınız 68 üzerine ne çok yazıldı, çizildi… İşte ondan sonra bir dara düştü Türk edebiyatı. Sizi takip eden kuşak hâlâ doğru düzgün metinlerine aktaramadılar dönemin getirdiklerini. Bu kısırlığı neye bağlıyorsunuz? Evet, 12 Mart dönemiyle ilgili edebiyat çalışmaları değişik türlerde yerini aldı. 12 Eylül’e gelince… Onu da konu alan bazı çalışmalar olsa da yaygın bir etki alanı yaratamadı sanırım. Fakat bu, belli bir tarihte ülkemize vurup geçmiş ağır yılların çalışmaları kimi durumlarda sonra da ortaya çıkabilir. Acaba şu olabilir mi: 12 Eylül’ün bir anlamda suskunlukla geçiştirilmesinde 12 Mart’ın ağır baskısının, ölümlerin, idamların, işkencelerin verdiği gözdağı etkili midir? Bilemiyorum, benim açımdan yorumlanması güç, kesinlikle birçok nedeni vardır, biri de benim değindiğimdir sanırım. Geçen şubat ayında İzmir’de düzenlenen öykü günlerinin onur yazarıydınız. Oradaki etkinliklerin birinde eleştirmenin yokluğu üzerine bir tartışma yapıldı ve siz, günümüzde eleştirmen yetişmediği, Türkiye’nin artık karizmatik eleştirmenini beklememesi gerektiği gibi tartışmalara karşı çıktınız! Bunu biraz açıklar mısınız? Söyleşimizin başından bu yana konuştuklarımızı, tüm edebiyat ve edebiyat dışı metinlerde bir eleştiri kurumunun varlığına, buna bağlı eleştirmenin eksikliğine bağlamak söz konusu olabilir mi? Türk edebiyatının çok seçkin eleştirmenleri oldu. En geriden Ataç’ı anarsak kimler yok ki! Rauf Mutluay, Memet Fuat, Fethi Naci, Mehmet H. Doğan, Tahir Alangu v.b. Onlar donanımları olağanüstü insanlardı. Eleştiriyi de bir maddi beklentiden çok, ülkeleri edebiyatına, kültürüne, diline duydukları ciddi bir sorumluluğun sevgisinden alıyorlardı. Günümüzden Semih Gümüş’ü, Füsun Akatlı’yı unutmayalım, unutulamazlar. Çünkü onların dürüst emeklerinin, derin bilgilerinin, estetik düzeylerinin değeri yüksektir. Eleştirmen yok denebilir mi? İLK DENİZİN İLK GEÇİLİŞİ Son olarak, geçen söyleşimizde, roman yazdığınızdan söz etmiştiniz. Aradan iki yıl geçti; ne zaman yeni eserlerinizle buluşacağız sevgili Füruzan? Romanın başlama tarihi, sizin anımsadığınız gibi keşke iki yıl öncesi olsaydı, değil! ‘80’lerin sonunda neredeyse yüz elli sayfası bitmiş bir metindi. Yirmi yıldır sessizce bekliyor. Araya Sevda Dolu Bir Yaz girdi, İç Denizde’yi öteleyerek. Şimdi romanın adı da yeni bir ek aldı, İlk Denizin İlk Geçilişi oldu. Onu bitirmeden kafamda itişip duran ikiüç öyküye artık yüz vermiyorum. Bu kez onlar beklesin. “Kent Düşerken” öykümün kitaplaşmasını sağlayacak olanlar bir süre daha beklemedeler. Sabırlı olmak zorundalar. ? erdemoztop@yahoo.com ürkiye’nin ’68’le ilişkisi yakın tarihimizin sivil sayfalarında kara bir nokta gibi durmaktadır. Canları ipe göndermekle, ilerici aydınları T tutuklayıp işkence etmekle, sokağa çıkma yasaklarının üşütücü geceleriyle korkunun ayak seslerinin kentlerimizi kapladığı yıllarla bu resimler grilerle karalardan ibaret. Kötücül yıllardı. Üç gencin bitirilen ömürlerine selam yollayan şair Can Yücel’in dizeleri ne zaman anımsasam içimi yakar: “Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun…” İşte Türkiye’yi o yılları yönetenler ve sonra da yönetmekte olanlara sık sık okunacak bir şiir. ’68 kanımca, tüm dünyada bir Rönesans olarak yaşandı. Bu tarih, dünya gençlerinin ortak tarihi oldu. Bu slogan da o tarihin ilk satırı: “Devrim, hemen şimdi! CUMHURİYET KİTAP SAYI 976 SAYFA 5