23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR AÇLIK, SAVUNMA SİSTEMİNİ HAREKETE GEÇİRİYOR Bedenimiz kalori ve enerji kıtlığı karşısında, hastalık etkenlerinin ulaşabileceği her yerde antibakteriyel etkili savunma maddeleri üretiyor. Sonuç Bonn Üniversitesi’nde Michael Hoch ile çalışan araştırmacılara ait. Savunma sisteminin diğer etkinliğinden bağımsız olarak işleyen bu strateji, bağışıklık sistemini bakterileri ve virüsleri daha düşük enerjiyle savunması için uyarıyor. Açlık durumunda Thücreleri, Bhücreleri ve antikorlar gibi klasik silahlarla savunmak bedene fazla yorucu gelir. Gerçi bunlar ciddi durumlarda çok etkilidir ancak uzun vadeli çözüm veya enfeksiyondan korunmak için uygun değildir. Güçlü koruyucuların devamlı kullanılması kronik enfeksiyonları da beraberinde getirir ki bu şekilde beden dokusu da zarar görür. Bedenimiz bu yüzden dış dünyayla doğrudan temas halinde olan akciğer veya cilt dokusunda daha yumuşak bir taktik uygulayarak, bir tür ev yapımı antibiyotik gibi bakterileri zararsız hale getiren antibakteriyel peptitler üretir. Anlaşıldığı üzere beden ve çevre arasındaki bariyer organizmanın enerji ihtiyacıyla bağlantılı ve açlık zamanlarında güçleniyor. Yorgunluk veya açlık döneminden sonra hücrelerdeki enerji miktarı dolayısıyla da ensülin seviyesi düşüyor. Bu durumda antibakteriyel peptitlerin (AMP) yapı planlarını kontrol eden ve ihtiyaç halinde çalıştırabilen ana kumanda geni FOXO etkinleşmekte. Bunun üzerine hücrelerde daha fazla antibakteriyel peptit üretilerek, potansiyel hastalık etkenleri daha bedene girmeden zararsız hale getirilmekte. Kocaeli’nde Ağustos 1999 yılında 20.000 kadar kişinin ölümüne yol açan 7,4 büyüklüğündeki deprem, Türkiye’nin doğusunda 1939 yılında başlayan büyük deprem silsilesinin sonuncusuydu. Birbirini takip eden kırılmalar Anadolu ve Avrasya arasındaki levha sınırında sığ depremlere yol açtı ve bu depremler dizisi 1999 yılında Kocaeli’ne ulaştı. Fakat Kuzey Anadolu fayının İstanbul’un güneyinde kalan kısmındaki gerilim henüz boşalmadı. Bu yüzden deprem silsilesinin tam da burada devam etmesi bekleniyor. Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü’nden Tobias Hergert ve Alman Yerbilimleri Araştırma Enstitüsü’nden (GFZ) Oliver Heidbach Kuzey Anadolu fayındaki hareketliliği bilgisayar simülasyonuyla canlandırdılar. Araştırma CEDIM’in (Felaket Yönetimi ve Risk Düşürme Teknolojileri Enstitüsü) Megacity İstanbul projesi çerçevesinde gerçekleştirildi. Hergert ve Heidbach, kırılma sisteminin kinematiğini üçboyutlu olarak belirleyebilmek için bölgeyi 640.000 parçaya bölmüşler. Model sonuçları ana faydaki hareket oranlarının bugüne kadar tahmin edilenden yüzde on ila yüzde kırk beş daha düşük olduğunu gösteriyor diye açıklıyor Heidbach. Ayrıca hareket oranları ana fay boyunca yüzde kırk kadar değişkenlik göstermekte. Bilim insanları bu değişkenliği, yerkabuğunda biriken gerilimin büyük bir deprem yerine daha küçük iki veya üç depremle boşalabileceği şeklinde yorumluyorlar. Ancak ana fayın İstanbul’a çok yakın olması nedeniyle depremin İstanbul için hâlâ büyük bir tehlike olduğu da bildirilmekte. Nitekim fayın kente olan uzaklığı 20 km. kadar. Ayrıca daha küçük depremlerin de yediden daha büyük şiddette gerçekleşmesi de mümkün diyor deprembilimciler. EN ESKİ TOZ GALAKSİLERİNDEN BİRİ BULUNDU Bir astronomi ekibi on iki ışık yılı uzaklıkta bugüne kadar bilinen en eski toz galaksilerinden birini buldu. Evrenimiz henüz 1.5 milyar yıl yaşındayken bile söz konusu galaksi vardı diyor Bonn Üniversitesi astronomu Kirsten Knudsen. Ekip, uzayın çocukluk odasında bir tür “doğal teleskop” ile ulaşmış. Yeni keşfedilen toz galaksisi tesadüfen yoğun kütleli ön plan galaksilerinden oluşan bir formasyonun arkasına gizlenmişti. Bu galaksilerin kütle çekimi sayesinde toz galaksisisin görüntüsü sanki bir dürbünle büyütülmüş gibi olmuş. Yeni keşfedilen galaksi zayıf ışıyan toz galaksilerinden ve Samanyolumuzun sadece onda biri kadar olmasına rağmen yine de daha üretken. Yıldızlar sanki yürüyen bantta üretiliyormuş gibi oluşmakta. Yani bizim galaksimizdekinden yüz misli daha hızlı oluşuyor yıldızlar. Yıldız sistemi submilimetre galaksilerine dahil. Bu tür galaksiler, içlerindeki yıldızlararası tozun büyük miktarda zengin kütleli genç yıldızlarca ısıtıldığı zaman görülürler sadece. Bundan sonraki çalışmalar, yeni keşfedilen toz galaksisinin bir istisna olup olmadığını gösterecek. Bilim insanları Şili’deki Atacama Large Milimeter Array gibi yeni teleskoplarla çalışabilmeyi umuyorlar. Son gözlemler Hawaii’deki dört teleskop ve Hubble uzay teleskopuyla gerçekleştirilmiş. BEDENDE HIZLA YAYILAN VİRÜSLERİN GİZİ ÇÖZÜLDÜ Virüsleri kamerayla takip eden Londra Imperial College araştırmacısı Geoffrey Smith, bazı virüslerin bulaşık hücrelere saldırmak için birbirlerini destekleyerek daha hızlı çoğaldıklarını buldu. Science dergisinde yayımlanan araştırma yazısına göre virüs, bir hücreye başka bir virüsün bulaştığını fark ederek, “temiz” hücre arayışını gidiyor. Bilim insanları araştırmada çiçek hastalığına karşı kullanılan aşı virüsünden yararlanmışlar. Bir virüs bulaşık olmayan bir hücreye rastladığında içine gömülerek dış zarda bir protein işareti bırakıyor. İşte bu “tutulmuş işareti” diğer virüsleri, sağlıklı hücrelere yönlendirmekte. Virüsler hücreye girerek çoğalıyorlar. Büyük miktarda kopya oluştuğunda hücre patlıyor ve bu sürecin yakındaki hücrelerde tekrarlanmasını sağlayacak yeni virüsleri serbest bırakıyor. Bilim insanları, bazı virüslerin, çoğalma oranı bu hıza eşit olmamasına rağmen nasıl bu kadar çabuk yayılabildiklerini merak ediyorlardı. Bir hücreye birden fazla virüsün girmesi savurganlık olurdu. Bu yüzden birçok virüs birden fazla bulaşmayı önleyecek olanaklara sahip. Ancak İngiliz bilim insanlarının incelemiş olduğu virüs çok daha becerikli. Virüs hücreye girerken yüzeyde iki viral protein bırakıyor. Başka bir virüs yaklaştığında ise yılanımsı uzantıları (aktinler) serbest bırakıyor. Bu şekilde diğer virüsler bulaşık olmayan hücrelere sıçrayabiliyorlar. Smith diğer virüslerin de bu yeteneğe sahip olduğunu ve bu keşfin yayılmayı yavaşlatacak stratejilerin geliştirilmesinde yardımcı olabileceğini düşünüyor. Nilgün Özbaşaran Dede İSTANBUL’DA BÜYÜK BİR DEPREM YERİNE, BİRDEN FAZLA DEPREM Alman bilim insanlarına göre, İstanbul’da bir büyük deprem yerine birkaç tane deprem olabilir. Kuzeydoğu Anadolu fayı üzerinde yer Araştırma 1,2 MİLYON YIL ÖNCE DÜNYADA YALNIZCA 20.000 İNSAN YAŞIYORMUŞ Utah Üniversitesi bilim insanlarının Proceeding of the National Academy of Science dergisindeki yazılarına göre insanoğlu günümüzden 1,2 milyon yıl önce Afrika’dan Asya ve Avrupa’ya kadar yayılmasına rağmen sadece 20.000 Homo erectus bulunuyordu dünyada. Sadece Homo sapiens değil, Homo erectus insanı da uzun bir süre tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı diyor araştırmayı yöneten Lynn Jorde. Sonuçlar yüz binlerce yıl boyunca yalnızca 10.000 kadar üremeye yatkın insanın bulunduğunu göstermekte. Genetikçiler bu tür gelişmeleri hesaplayabilmek için rastlantı ilkesine göre kendi kendine kalıtıma yerleşebilen Alu sekanslarından yararlanmışlar. Bu durum çok ender olarak meydana gelse de geriye çok sağlam mutasyonlar kalıyor. Bunların iki insan kalıtımında karşılaştırılmasıyla da atalarımızdaki çeşitlilik ve nüfus büyüklüğü Homo erectus’a kadar hesaplanabilmekte. Bilim insanları, sonuçların, geze CBT 1194/ 4 5 Şubat 2010 alan İstanbul’da er veya geç büyük bir depremin yaşanacağı konusunda deprembilimciler neredeyse hemfikir. Uzmanlar kırılmanın, fay hattının kentin güneyi yakınındaki kısımda meydana geleceğini tahmin ediyor. Nature Geoscience dergisinde yayımlanan son bir araştırma yazısında fayın bu kısmında gerilimin büyük bir deprem yerine birden fazla sarsıntıyla boşalabileceği bildiriliyor. genimizde bir zamanlar çok az insanın yaşadığına dayanan teoriyi desteklediğini söylüyorlar. Kimi bilim insanlarına göre Neandertal dönemindeki (100.000 yıl öne) nüfus da oldukça küçüktü. Nitekim zorlu yaşam koşulları nüfus artışına engel oluyordu. Bununla birlikte günümüzdeki altı milyarlık nüfusun genetik çeşitliliği, 1,2 milyon yıl öncesinden daha zengin değil. Son iki bin yılda insanın yeni mutasyonlar yaratmaya zamanı olmamıştır. Çeşitli cilt renklerine rağmen genetik açıdan birbirimize çok benziyoruz. Homo erectus ve Neandertal zamanındaki nüfus daha büyük olsaydı günümüzdeki genetik çeşitlilik de daha zengin olurdu diyor antropologlar. Modern insan ve tüm ataları hayatta kalabilmelerini uyum sağlama ve değişme yetisine borçlu. Geçen son bin yıllar içinde ne kadar çok sosyalleşme ve avlanma biçiminin gelişmiş olması inanılmazdır. Bu tür çeşitlilik ne şempanzelerde ne de gorillerde gerçekleşmiştir. Fakat yine de bireylerin azlığı biyolojik açıdan hayatta kalma için bir engel değildir diyen bilim insanları, balinaların da insanlar tarafından sadece birkaç yüz tane kalana dek avlanmalarına rağmen yeniden çoğalabildiklerine dikkat çekiyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle