22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA SAYFA SAĞLIK 5 KONUK YAZAR Prof. Dr. Kemal Emek Memorial Antalya Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü H ER ŞEYİ BAŞI SAĞLIK GUATR HASTALARI KANSER RİSKİNE KARŞI ÖNLEMİNİ ALMALI “Guatr”, vücudun “metabolizma” hormonlarını salgılayan tiroid bezinin, kanser olmayan büyümeleridir. Sıklıkla iyot azlığına bağlı olarak gelişen hastalık, Türkiye’de yaygın olarak Karadeniz ve Akdeniz Bölgesi’nin iç kesimlerinde, yakın coğrafyada da yine Akdeniz’e kıyısı olan İspanya, İtalya, Yugoslavya gibi ülkelerde ve Orta Avrupa ülkelerinde rastlanmaktadır. Hastalık genetik değildir. Ancak aile aynı bölgede yaşayıp, aynı şartlara maruz kaldığından, hastalığın, aile bireylerinde de görülme sıklığı artmaktadır. Hasta olan tiroid kendini belli eder Hastalığın başlıca belirtilerinden biri, oluşturduğu görüntüdür. Sağlıklı bireylerde dışarıdan fark edilmediği gibi; el ile de hissedilemeyen tiroid bezi, guatr hastalarında gözle görülmeye başlar ve boynun ön kısmında, yutkunma hareketi sırasında yukarı aşağı oynar. Her guatr “zehirli” değildir! Guatr hastalığının çeşitli türleri vardır. Toplumda yaygın ve yanlış olan kanı, her guatr hastalığının “zehirli guatr” olarak da bilinen “toksik guatr” zannedilmesidir. Zehirli guatr, düşünülenin aksine; diğer türlere göre daha az rastlanan bir tiroid bezi hastalığıdır. Tiroid bezinin aşırı miktarda hormon salgılamasıyla ortaya çıkan bu türde, hastanın metabolizması aşırı derecede hızlanır. Bunun sonucu olarak; kişide aşırı terleme, kalp atışlarında hızlanma, ellerde titreme ve kilo kaybı gibi belirtiler ortaya çıkar. Bazı bölgelerde iyot azlığına bağlı olarak görülen guatrlar çok nodüllü olarak adlandırılan türdendir. Sık rastlanan ve endemik bölgelerde görülen guatrlarda ortaya çıkan nodüller, hastalığın başlangıcında iyi huylu ve zararsız gibi görünse de; hastalığın ileri dönemlerinde otonomi kazanabilmekte ve fazla hormon salgılayarak zehirli guatra da dönüşebilmektedir. Tedavi şekli hastalığın türüne göre değişiyor Guatr tedavisi hastalığın türüne göre değişiklik gösterir. Örneğin toksik guatr olarak adlandırılan, halk arasında zehirli guatr olarak bilinen türünde ameliyatsız tedavi mümkündür. Bu kişilerde, artan tiroid fonksiyonlarını baskılayıcı, azaltıcı ilaç tedavileri uygulanarak, tiroid fonksiyonları normal seviyelere indirilir. Hasta ilaç kullandığı sürece dengelenen fonksiyonlar, ilaç bırakıldığında sıklıkla yeniden bozulmaya başlar. Bu nedenle cerrahi müdahale ile tiroid bezinin tamamına yakınının alınması veya radyoaktif iyot tedavisiyle organın tamamen tahrip edilmesi gerekir. Genellikle açık yöntemle yapılması tercih edilen tiroid cerrahisinde, hasta 1 gün içinde taburcu olabilmekte, normal yaşantısına kısa sürede dönebilmektedir. Ancak, ameliyat sonrası eksik kalan hormonal fonksiyonlar, ilaç tedavisiyle takviye ve düzenli takip edilmelidir. Kanser riskine karşı iğne biyopsisi Guatr hastalığının kanser riski taşıyıp taşımadığı düzenli yapılan biyopsilerle saptanabilir. “İğne biyopsisi” olarak bilinen yöntemle, hastanın tiroid bezinde bulunan nodüllerden parça alınarak, hastalığın iyi huylu olup olmadığı veya ileriki dönemler için risk teşkil edip etmediği anlaşılabilir. Biyopsi sonuçları doğrultusunda, kanser riski var ise cerrahi tedavi gündeme gelir. Ameliyatın amacı kanseri önlemek… Guatr ameliyatlarının çoğunda amaç kanser riskine karşı tedbir almaktır. Guatr hastalığı bir veya birden fazla nodüllü olabilir. Tek ve fonksiyon yapmayan nodüllerde kanser riski çok yüksektir. Bu hastalarda ameliyat biyopsi takibi gerekmeden bile düşünülebilir. Ameliyat sonrasında tedavi ve kontroller devam etmeli Guatrı olan hastalar ameliyat sonrasında bir daha asla hastaneye uğramayacaklarını düşünürler. Oysaki ameliyat olan hastalar daha sık kontrol edilmelidir. Alınan dokunun neden olduğu hormonal eksikliğin karşılanması için uygulanan hormon tedavisinin yeterli olup olmadığına en az 6 ayda bir bakılmalıdır; Çünkü geriye kalan tiroid dokusunda hastalık tekrarlayabilmektedir. Kanser riski taşımayan ve tiroidin alınmadığı guatr vakalarında ise, hasta hayatının sonuna kadar, doktorunun yönlendirmesi doğrultusunda, sadece takip edilmelidir. Bebeklerin yumuşak ve hassas cildi özel bir bakıma ihtiyaç duyar. Yetişkinlere yönelik ürünler, tahriş edici ve alerjik içerikli olabileceği için bebeklere özel ürünlerin tercih edilmesi öneriliyor Bebeğinizin cilt bakımını ihmal etmeyin larda deri PH’ı erişkinlerden yüksektir ve 1ay ile 1yıl arasında erişkin PH’ına ulaşır” dedi. N M emorial Antalya Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Lütfiye Çoban, yenidoğan bebeklerin cilt bakımıyla ilgili tavsiyelerde bulundu. Çoban, sağlıklı bir derinin, dış dünya ile vücut arasında bariyer görevi görerek denge oluşturduğunu belirterek, “Vücuttan dışarıya suyun çıkışını, dışarıdan toksin ve çeşitli ajanların vücuda geçişini engellemek de rinin en önemli görevlerindendir. Yenidoğan derisi pek çok bakımdan yetişkinlerin derisinden farklıdır. Derinin bariyer fonksiyonu tam gelişmediği için, yenidoğanlar enfeksiyonlara duyarlıdır. Ter bezlerinin aktivitesinin düşük olmasına bağlı olarak yenidoğanlarda deri daha kurudur ve su tutma kapasitesi düşüktür. Bu yüzden de kuru deri bariyer fonksiyonunu olumsuz etkiler. Yenidoğan Doğum sonrası hijyene dikkat edin “Yenidoğan bir bebek enfeksiyonlara duyarlı olduğu için doğum anından itibaren bebeğe dokunan kişilerin hijyen kurallarına dikkat etmesi gerekir” diyen Uz. Dr. Çoban, sözlerine şöyle devam etti:“Bebekle temas tan önce ellerin nötral PH’a sahip yumuşak sabunla yıkaması önemlidir” dedi. Bebeklerde nemlendiricinin önemine de değinen Uz. Dr. Çoban, “Derinin nemli olması, derinin bütünlüğü ve bariyer fonksiyonu için mutlaka gereklidir. Nemlendiricide doğru olmayan ürün seçimi önemli bir sorundur” dedi. Çoban, bez bölgesinin bakımının da ihmal edilmemesi gerektiğini anlattı. Baş dönmesi dünyanızı altüst etmesin B aş ağrılarından sonra, en sık doktora başvurma sebeplerinden biri baş dönmeleridir. Tıp dilinde “vertigo” olarak bilinen baş dönmeleri, beklemedik anda ortaya çıkıp, bazen saatlerce geçmezken, ciddi endişe ve korku kaynağına dönüşebilir. Memorial Antalya Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Bilge Çetin, baş dönmeleri ve tedavileri hakkında bilgi verdi. Nedeni beyin damarları olabilir: Uz. Dr. Çetin; “Baş dönmesi kulaktan kaynaklanan bir rahatsızlık olabildiği gibi, beyin ve sinir sistemiyle ilişkili bir bozukluk nedeniyle de meydana gelebilir. Hatta, kimi zaman, bazı sistemik hastalıklara eşlik eden bir şikâyet olan sersemlik haliyle de karıştırılabildiğinden, doğru tedavi için nedeni doğru tespit edilmeli. Santral vertigo olarak nitelendirilen baş dönmeleri beyincikteki damar tıkanıklığından veya beynin arka tarafı ve beyin sapını besleyen damarlardaki bir fonksiyon bozukluğundan kaynaklanır. Damarlardaki fonksiyon bozukluğu nedeniyle bölge oksijensiz kaldığında, göz ve kulaktaki denge ile tüm bedenin dengesini sağlayan bağlantılarda sorun olur” dedi. Hasta öyküsü önemli: Uz. Dr. Çetin, teşhiste hastanın öyküsünün en önemli veri olduğunu belirterek, “Hastanın yaşadığı baş dönmesinin süresi, niteliği, başka şikayet veya hastalıkların olup olmadığı hakkında verdiği bilgiler, doğru tanı için önemli verilerdir. Ayrıca sıklığı da ayırt edici niteliktedir” diye konuştu. Cerrahi girişim gerekebilir Hasta öyküsünün yanı sıra teşhis için bazı görüntüleme yöntemlerinin de kullanılmasının yardımcı olabileceğini ifade eden Çetin; “Beyine giden damarlarda herhangi bir tıkanıklık olup olmadığını tespit edebilmek için boyun ultrasonu uygulanabilir. Tedavide, kan sulandırıcı ilaçlar kullanılarak kanın damarlardaki akışı düzenlenir. leri aşamada cerrahi girişim gerekli olabilir” dedi. Haftada 3 kez banyo yeterlidir z. Dr. Çoban, bebeklerin doğumdan hemen sonra yıkanmalarına gerek olmadığını belirterek; “İlk banyo, tercihen göbek kordonu düştükten sonra, kısa süreli yaptırılmalıdır. Yaşamın ilk 2 haftasındaki banyolar, sadece su ile olmalı, daha sonra bebekler için uygun ürünler kullanılmalı. Haftada 3 kezden fazla banyo ve bazik PH’lı temizleme ürünleri, deri kuruluğuna ve derinin bariyer görevinin bozulmasına yol açar. Sabunlama elle ve ovuşturmadan yapılmalı bol su ile durulanmalıdır” dedi. U Y Tüp bebek uygulaması öncesi ‘plastik’ kullanımına dikkat yüksek çıkması halinde döllenme yüzdelerinin ciddi oranda düştüğünü gösteriyor. Fareler üzerinde yapılan araştırmalara göre BisfenolA DNA’yı etkiliyor. apılan araştırmalar, pek çok plastik ürünün içeriğinde bulunan “BisfenolA” maddesinin, üreme hormonlarını etkileyen özelliğe sahip olduğunu gösteriyor. Plastiklerde bulunan BisfenolA’nın, özellikle tüp bebek tedavisi gören kadınların kanlarında yüksek oranda bulunması, yumurta kalitesini düşürüyor, tedaviyi olumsuz etkileyebiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Sorumlusu Op. Dr. Batu Aydınuraz ve Laboratuvar Şefi Biyolog Doktor Enver Kerem Dirican, “BisfenolA”nın tüp bebek tedavisindeki etkilerini anlattı. Yapılan araştırmalar, tüp bebek tedavisi gören kadınların kanlarında bu maddenin Isıtılan plastik kaplar Plastik ürünlerde bulunan BisfenolA’nın, kadınların yumurta sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek için plastik kapların bilinçli kullanımı büyük önem taşıyor. Bunun için, ‘Yiyecekiçecek saklamak amacıyla kullanılan kaplarda plastik malzemeler yerine cam ürünler tercih edilmeli.Gıda saklanan plastik kaplar ısıtılmamalı. Sıcak gıdalar plastik kaplara yerleştirilmemeli.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle