22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

c 11 HAZİRAN 2012 PAZARTESİ EGE PATİKA HALUK IŞIK halukisik@gmail.com Üniversitede Dokuz Eylül ve Ege üniversitelerinde 14 Haziran’da gerçekleştirilecek seçimlerle YÖK’e bildirilecek üç isim belirlenecek İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İzmir'in iki köklü üniversitesinde 14 Haziran'daki rektörlük seçimlerinin heyecanı yaşanıyor. Ege Üniversitesi'nde bin 600, Dokuz Eylül Üniversitesi'nde bin 409 öğretim üyesi rektörlük seçimlerinde oy kullanacak. Yarışta en çok oyu alan üç isim YÖK'e bildirilecek. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, YÖK'ün kendisine göndereceği isimler arasından rektör atamasını gerçekleştirecek. EÜ'de Candeğer Yılmaz ve Cüneyt Hoşcoşkun arasında iki dönemdir süren seçim yarışına Mustafa Özbaran da katıldı. Cumhurbaşkanı Gül, geçen dönem en çok oyu alan Yılmaz'ı rektör olarak atamıştı. Prof. Dr. Candeğer Yılmaz: Görev süremde oldukça deneyim kazandım düşünüyorum. Bu sistemi yürütmek için görevime devam etmek istiyorum. Prof. Dr. Cüneyt Hoşcoşkun: Göreve geldiğimizde şeffaf, adaletli, üniversite öğretim üyelerinin saygınlığını koruyan, özlük haklarını koruyup iyileştiren, sorunlarını çözen, herkese eşit mesafede yaklaşan bir yönetim anlayışı sergileyeceğiz. Prof. Dr. Mustafa Özbaran: Yüksek öğretimin yeniden şekillendiği günümüzde üniversitemizin bu süreçte fikirleri ve tecrübesiyle söz sahibi olması, hem ülkemiz hem de üniversitemiz için hayati öneme sahiptir. Master plan dahilinde ülkemizde veya dünyada ilk defa yapılacak olan uygulamalar öncelikle desteklenecektir. DEÜ'de geçen dönemki yarışta Prof. Dr. Sedef Gidener en çok oyu almış, ancak Cumhurbaşkanı Gül, şu andaki rektör Mehmet Füzün'ü atamıştı. Bu durum üniversitede protestolara neden olmuştu. Füzün, bu dönem yeniden aday. Karşısında bu dönemin iddialı ismi Prof. Dr. Oğuz Dicle var. DEÜ'nün üçüncü adayı Prof. Dr. Nurullah Akkoç oldu. Adayların, rektörlük seçimlerine ilişkin düşünceleri şöyle: Prof. Dr. Mehmet Füzün: Üniversitemizde kadrosu gelip de doçent ve profesör olamayan yok. Herkes kadrosunu zamanında aldı. Üniversitem yapı ve tesis anlamında son 4 yılda üçte bir oranında büyüdü. Üniversitenin yeni tesis alanı 597 bin metrekareden 804 bin metrekareye çıktı. Başarının devamı için rektörlüğümü sürdürmek istiyorum. Prof. Dr. Oğuz Dicle: Birinci olmazsam çekileceğim ve atama sürecine girmeyeceğim. Yeni vakıf üniversiteleri açılıyor. Özel üniversitelerin açılma ihtimali de çok yüksek. Böyle bir pozisyonda rekabet olacaktır. DEÜ potansiyelini çok iyi kullanmalı. Üniversitemizin bu anlamda yeterince hazır olmadığını düşünüyorum. Rekabete hazırlanmalıyız, bilgi üreten bir üniversite olmalıyız. Prof. Dr. Nurallah Akkoç: Projelerimi anlattım, toplantılar yaptım. Bundan sonra bekleyeceğiz. Dokuz Eylül Üniversitesi'nin en iyi duruma gelmesi için çalışıyoruz. Üniversitenin en büyük sorunlarından biri hastanenin borcunun çok fazla olması. KONUK Günlerin Ardından “Aristokrat köşeci” olmadığım için değer bulunmuyorum ki, kentteki kimi etkinliklere çağrılma inceliğini yaşayamıyorum. Hal böyle olunca, “Bizi yazmadın” kinayelerinin nedenini de anlayamıyorum ve itiraf edeyim ki, uygun yanıtı vermemek için, kendimi tutuyorum. İlle çağrılınca mı gider insan, ne münasebet. Her yere yetişilir mi, elbette hayır. O zaman niye söyleniyorum? Belki de “inceliklere” olan hasretimdendir. Neyse... İzninizle, bu patikada son günlerin tanıklıklarını ve bende kalanları paylaşmak istiyorum. Konak Belediyesi'nin saygı, minnet, vefa anlayışının ürünü olan “Ustalara Saygı” etkinlikleri, gelenekselleşmiş bir kentlilik duruşudur. Sanatçı bir aileden gelen, şiir, çeviri oyun gibi verimleriyle bu mirasa eklenen Hakan Tartan dostumuzun, geleneğin sürdürülmesinde çok büyük payı var. Değerlerimizin, onları yitirmemizden sonra ve genellikle samimiyeti kendinden menkul sızlanmalarla anılması, coğrafyamızın garipliklerindendir. “Ustalara Saygı”, bu nedenle daha da önem kazanıyor. Son etkinliğin “Usta”sı, gazeteci, şair, yazar, örgütlenme savaşımcısı ve hepsinden önemlisi “68’li” Okan Yüksel’di. İzmir’in vazgeçilemez renklerinden biri olan Okan Abiyi anlatan filmi izlerken, hakkında söylenenleri dinlerken ve nihayet sahnedeki duruşuna bakarken... Uzun yıllara dayanan dostluğumuzun sevgisi, onuru ve keyfiyle, “İyi ki varsın, sana nice ve dilediğince yıllar” dedim. Katıksız devrimciyi, bir de buradan selamlıyorum. Merhaba! Mayısın son günü, İzmir Sanat’ta Cem İdiz ile Evrim Özkaynak’ın “Cem’i Cümle”si vardı. Tiyatro müziği denince, ülkemizin önde gelen adlarından olan Cem, bir ömrün birikiminden yaptığı seçkiyi, Evrim’in güzel yorumu, Alper Akdeniz’in ara metinleri ve Gürol Tonbul’un sahne düzeniyle sundu. Geçmişte Cem’e benim metinlerim ve Hülya Savaş’ın yorumu eşlik etmişti. Bu açıdan da özlem giderip, kimilerinin sözlerinişiirlerini yazma şansı bulduğum şarkıları dinlerken, Haldun Taner’den Turgut Özakman’a, Nazım Hikmet’ten Tagore’a birçok ustayı da, sevgiyle andık. Yaşadığımız parazit ve kakofoni ikliminden uzaklarda, ne güzel bir geceydi. İzleyemedinizse, bir dahaki dinletiyi sakın kaçırmayın. İZFAŞ Genel Müdürü arkadaşımız Mehmet Şakir Örs’ün “İzmir usulünce kahvaltı” çağrısına uyarak, Kültürpark’a gittik. Yapıtlarına İzmir kokusu sinmiş bir grup yazar, Sancar Maruflu abimin gözüyle, Kültürpark’ı gezdi. Amaç, hepimizin ömründe yeri olan bu kent simgesinin, geleceğine dair düşünce alışverişiydi. Bu konuya, özel bir Patika ayıracağım. Siz, İZFAŞ’ın internet sayfasına girerek, görüş ve önerilerinizi paylaşabilirsiniz. Neden? Çünkü Kültürpark İzmir’indir, Ege’nindir, kısaca hepimizindir de ondan. Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif, Şair Eşref... Haziran, onları sonsuzluğa yolcu etti. Büyük anılar ve yapıtlar bırakarak, insanlık belleğindeki yerlerini aldılar. 3 Haziran’da Nazım Hikmet’i “Elveda dünya, merhaba kainat!” demesinin 49. yılında anarken, ona en çok yakışan kentlerden İzmir’i düşünerek, üzüldüm. Örneğin Kültürpark’taki harika anıtı önünde, peş peşe ve birbirinden ayrı 3 anma etkinliği düzenlenmesine, ne bir anlam verdim, ne de bir ad koyabildim. Nicedir gözlemlediğimiz dil, duruş ve eylem dağınıklığı, İzmir’e yakışmıyor. Durumu ciddi biçimde tartışmalı ve toparlanma yolları aramalıyız. Patikayı güzel bir haberle bitirelim. “Yeryüzü Sahnesi, İzmir”, “Ölü Kadınların Şarkısı” oyunuyla, XII. Direklerarası Seyirci Ödüllerinin Ege bölümünde, “Ümit Veren Yeni Topluluk Ödülü”yle onurlandırıldı. Henüz birinci yaşını tamamlamamış topluluk, ödülünü, izleyicisine ve yalnız bırakmayanlara armağan etti. “Yaşasın sanat, inadına tiyatro!” diyerek... seçim heyecanı EÜ’de mevcut Rektör Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, Organ Nakli Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cüneyt Hoşcoşkun ve Kalp Nakli Grubu Sorumlusu Prof. Dr. Mustafa Özbaran rektörlük için yarışacak. CANDEĞER YILMAZ EGE ÜNİVERSİTESİ DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ İzmir, İstanbul, Ankara’daki satış noktalarımızda ve Türkiye’nin her yerinden havale ile siparişlerinizde MEHMET FÜZÜN DEÜ'de mevcut Rektör Prof. Dr. Mehmet Füzün, Radyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Oğuz Dicle ve Ramatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nurullah Akkoç, akademisyenlerden oy isteyecek. Le Spectateur Oriental’in (18211827) yayın sürecinde, Osmanlı yönetimi, Yunan İsyanıyla, sonuçlarıyla uğraşmaktadır. İsyanla kurulan Yunan Devletine, Fransa’nın, İngiltere’nin, Rusya’nın bakışıyla, Osmanlı’nın bu devletlerle olan ilişkileri, haberlerde belirleyici olmuştur. Özellikle, İzmir’e gelen tüccarların Akdeniz’de, Ege’de, uğradıkları korsan saldırıları, yağma ve hırsızlık ile İzmir ticaretindeki etkileri, gazetedeki yazıların çoğunluğunu oluştururlar. Le Spectateur Oriental’de, İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı en sert eleştirileri yazan, gazetenin gerçek başyazarı, kısa bir süre sonra da ortağı ve sahibi olacak olan, yazılarında, “Bornova’nın yalnız adamı” tanımlamasını imza olarak kullanan, Alexandre Blacque’tır. A.Blacque, özellikle Yunan sorununda, Fransız hükümetinin politikasından ayrılarak daha çok Osmanlı Devleti'nin çıkarlarını savunmuş, bu nedenle de İstanbul’daki Fransız Elçiliğiyle İzmir'deki Fransız Konsolosluğu, kapitülasyonlara dayanarak gazeteyi sık sık kapattırma yoluna gitmişlerdir. Örneğin Le Spectateur Oriental, 17 Mart 1824 tarihinde, uzun süreyle kapatılır. Bu yasaklama sürecinde, gazetenin ilk sahibi, C. Tricon’un, 3 Temmuz 1824 günü, Le Smyrnéen [ İzmirliE.S.] adıyla, toplam 11 sayı çıkan, İzmir’in ikinci ga kitap.cumhuriyeti.com.tr %30 yup konsolosluğuna taşıttığı gibi kendisini de gözaltına aldırır. Bu kaba güç gösterisiyle de Le Spectateur Oriental’in yayın süreci noktalanır. İzmir’deki levantenlerin, tüccarların sesi olarak geniş bir üne ulaşan Blacque Bey, yılgınlığa düşmeden, Osmanlıların da desteğiyle, 5 Ocak 1828’de, İzmir basın tarihinin üçüncü gazetesi Le Courrier de Smyrne’i [İzmir PostasıE.S.] çıkarır. Le Courrier de Smyrne, Ruslara karşı Osmanlıları destekleyen, haftalık bir gazetedir. Benzer sorunları, sıkıntıları, bu gazetede de yaşayan A.Blacque, sağlığının da bozulması üzerine, 1831 yazında, gazetesini satar, Sultan II. Mahmut’un davetiyle, İzmir’den ayrılıp İstanbul’a yerleşir. Ülkemizin, Türkçemizin, ilk resmigazetesi Takvimi Vekâyi’nin (1 Kasım 1831), Fransızca basımı Le Moniteur Ottoman’ı ( 5 Kasım 1831 ) yayımlayarak basın tarihimizde çok özel bir yer edinen, Osmanlı tarihinde, Blak Bey / Bulak Bey adıyla tanınan, İzmir’in, Türkiye’nin ilk gazetecisine biz İzmirlilerin, bugün, sadece kuru bir teşekkür borcumuz olmadığına inanıyorum... Sizler ne düşünürsünüz, bilemem... Ancak ben, yöneticilerimizin, A.Blacque ile tanışmaları gerektiğine inanıyorum...Tıpkı Nassıf Mallouf gibi... Yanılıyor muyum? indirim EFDAL SEVİNÇLİ İzmir'in İlk Gazetecisi 1820’li yılların İzmir’i. Osmanlı, ulusçuluk akımının sarmalında. Mora’da, Yunan isyanı patlak veriyor. İmparatorluk, isyanlarla sarsılıyor. Toprak kayıplarıyla birlikte ekonomik anlamda hızlı bir çöküş sürüyor. Direnmek, karşı koymak için değişim sancıları yaşanıyor. Gavur padişah II. Mahmut’un iktidar günleri. Yeni ordu, yeni düzen uğraşları Tanzimat sürecini hızlandırıyor. İzmir, bu sıkıntılı günlerde de Osmanlı’nın en önemli ticaret limanı. Yetmişiki millet limanda. Kaçgunu, göçgünü, uğrusu, uğrusuzu iş peşinde. İngilizi, İsveçlisi, Hollandalısı, az Fransızı da var. Kapitülasyanlardan güç alan Avrupalı tüccarlar, gemilerle, kervanlarla, mal alıp mal satmaya uğraşıyorlar. Gümrükçülerin değeri, bugünlerde pek parayla ölçülmüyor. Dragomanlık en önemli iş kolu. Rum, Yahudi ve Ermeni milletinden biraz mürekkep yalamışları, “lingua franca” öğrenmiş, limanda yatıp limanda kalkıyor, gizliden ticarete bulaşıyorlar. Levan C MY B C MY B tenler , Gül Sokağı’nı çoktan mekân tutmuşlar bile. XVIII. Yüzyılda, Akdeniz’deki ticari üstünlüğünü, Fransız Devrimi sonrasındaki kargaşa ortamında, İngilizlere kaptıran Fransa, Marsilya Ticaret Odası aracılığıyla İzmir’de eski günlerini sorguluyor olabilir. Nasıl ve neden oldu demeden, Alexandre Blacque ( Paris1797/ Malta1836 ) adlı bir genç avukatın, Marsilya’dan İzmir’e geldiğini, 1820 yılı başında da İtalyan kökenli bir levanten bayanla evlenip Bornova’ya yerleştiğini görürüz. Basımevlerinin yaygınlaşması, kağıdı, bir iletişim aracına dönüştürür. XVII. yüzyılda Avrupa, “Gazette” ile tanışır. Hızla çoğalan kağıtlar, isyanları, savaşları, barış haberlerini, kentlere, ülkelere taşırken XIX. yüzyılda, tüccarların, gazeteleri okumadan güne başlamadıklarını hepimiz biliyoruz. İşte Yunan İsyanıyla birlikte korsanların, soyguncuların saldırılarından nasibini alan İzmir tüccarlarının imdadına da bir gazete yetişir: Le Spectateur Oriental [Doğulu SeyirciE.S.]. İlk sayısı, 24 Mart 1821 günü çıkan, Fransızca bilenlere, İzmirli tüccarlara, levantenlere seslenen, basın tarihimizin bilinen ilk gazetesi olan Le Spectateur Oriental, küçük boy, toplam dört sayfa olarak basılan, son sayfası ticari ilanlara ayrılan bir yayındır. zetesini yayımladığını görürüz. Le Spectateur Oriental’deki yazılarında, korsan saldırılarının önlenmesi konusunu işleyen, İzmirli tüccarların temsilcisi olarak diplomatik girişimlerde bulunan Blacque, tüccarların ve diplomatik çevrelerin saygı duydukları önemli bir ad olsa da gazetesinin kapattırılmasını önleyemez. 23 Ağustos 1827'de, Rusya Elçisinin başvurusuyla, Fransa Elçisi, İzmir'deki konsolosu aracılığıyla gazetedeki saldırgan üslubunu değiştirmesini ister. Gazetesi kapattırılan A. Blacque, bu isteği ve uygulamayı bir sansür olarak görür. İzmir basında, daha doğru sözle, basınımızda, bilinen, ilk sansür uygulaması da böylece gerçekleşir. 8 Aralık 1827'de, Rusya, İngiltere ve Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki siyasal ilişkiler kesilir. Bu üç devletin elçileri İstanbul'dan ayrılırlar. Gazetenin, 22 Aralık 1827 tarihli son sayısında, "Türkiye'de sahipsiz kalan Fransızları, Osmanlı hükümetinin bir baba şefkati ile himaye ettiğini, Fransa'nın gereksiz bir davranışla, geleneksel ilişkileri bozduğunu” yazarak Fransa yönetimini açıkça eleştirmeyi sürdürünce, Fransa adına, Hollanda Konsolosu, eleştirilere yönelik şikâyetleri gerekçe göstererek Blacque Bey'in İzmir'deki basımevine zorla girer, baskı makinalarına el ko
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle