17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 20 TEMMUZ 2020 PAZARTESİ [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: ECE KURTULUŞ DURSUN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER KKTC 46 yıldır ayakta... Artık tüm dünya şunu bilmeli ve gerçeği kabul etmelidir ki Kıbrıs Adası, iki farklı halkın, Kıbrıs Türklerinin ve Rumların ortak vatanıdır. Okluk Koyu’na 4 kat! N. İSMET HERGÜNŞEN EMEKLI DENIZ KURMAY ALBAY Kıbrıs bunalımı, Türkiye’nin barışçı bir ülke olduğu halde gerektiğinde hak ve menfaatlarını korumada nasıl kararlı bir devlet olduğunu dünyaya göstermesi açısından önemli bir sınav olmuştur. İngiltere’nin Kıbrıs’tan çekilmesi sonrasında 1959 Londra ve Zürih, 1960 tarihli garanti andlaşmaları çerçevesinde Kıbrıs Türk ve Rum halkları tarafından bir ortaklık temelinde kurulmuş olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” Yunanistan ile birleştirmek hedefi güden Kıbrıslı Rumlar tarafından 1963’te yıkılmıştır. Soruna çözüm bulunması amacıyla uluslararası girişimler yapılmış ve adada BM Barış Gücü konuşlandırılmış olmasına rağmen Türkler yıllar boyu acımasız saldırılara ve katliamlara maruz bırakılmıştır. Barışın mimarı 1974 Yunan darbesinin hemen ardından 20 Temmuz18 Ağustos tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iki aşamada gerçekleştirdiği harekât, Kıbrıs’ta günümüze kadar yaratılan barış ikliminin mimarı olmuştur. Bu harekâta zemin hazırlayan ise “megali idea”sı bağlamında her daim Enosisi gerçekleştirmek isteyen Yunanistan’ın, Ada’da yapmış olduğu darbe harekatından sonra Türk ve Rum bütün ada halkının can güvenliğinin ortadan kalkmış olmasıydı. Öyle ki, ada halklarının günümüze kadar barış içerisinde yaşamalarını mümkün kılan harekâtı zamanın başbakanı Bülent Ecevit dünya kamuoyuna açıklarken “Biz adaya sadece Türkler için değil, aynı zamanda Rumlara da barış getirmek için çıkıyoruz” diyecektir. Kıbrıs’ta sağlanan bu başarının dip lomatik ve askeri girişimlerin temelinde, yalnız Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını gözetmek değil, dünya ve bölge barışı ile bölgedeki dengelerin göz önünde bulundurulmasının da rolü vardır. Düşmanca tavır Kıbrıs’ın neredeyse tamamına yakınını Rumlara öneren “Annan Planı”nın 24 Nisan 2004 tarihinde Rumlar tarafından reddedilmesi, hayat arkadaşı Yunanlılarla birlikte Türkiye ve Türklere karşı bıkmadan usanmadan yürüttüğü düşmanlığın alenen ortaya konması açısından önemlidir. Ayrıca, Türkiye’nin uyarılarına rağmen Rum tarafının 1 Ocak 2008 tarihinde “Euro Bölgesi”ne kabul edilmesi, her fırsatta Rumların yanında olduğu izlenimi veren, adadaki çözümsüzlüğün bir parçası da Avrupa Birliği’ni yok farz edemeyiz. Doğu Akdeniz’de sürdürülmekte olan hidrokarbon arama ve sondaj faaliyetleri, adanın dünyada ki öneminin boyutundan çok daha büyük ve bölgemizde kurulmaya çalışılan dengenin adeta bir düğüm noktası konumunda olduğunu birkez daha ortaya koymuştur. Denktaş haklı çıktı Yunanistan ve Rumların, Türkiye ve KKTC’yi dışlayacak şekilde aynı enerji çanağında bulunan ülkelerle yapmış olduğu ittifaklar ve bu çerçevede enerji şirketlerinin bölgedeki hareket tarzları oldukça dikkat çekicidir. Şimdilerde ise ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) uyguladığı silah ambargosunu şartlı kaldırması ve Uluslararası Askeri Eğitim ve Talim (IMET) programına dahil etmeye çalışması, adada tesis edilmeye çalışılan güven ortamına hiçbir şekilde katkı sağlamayacaktır. Bir taraftan, Yunan ve Rum devlet adamlarının barışı istismar edecek açıklamalarının yanı sıra adanın huzuru ve Türkiye’nin bekasına büyük bir tehdit oluşturacak olan savunma maksadını aşan silahlanma ve ittifak oluşturma faaliyetleri. Diğer taraftan, KKTC’nin ilan edildiği 15 Kasım 1983’ten beri üzerinde yıllardır uygulana gelen haksız, adaletsiz ve izolasyon içerisinde yaşamaya mahkum edilen ve var oluş mücadelesinin simgesi Toros kod adlı Rauf Denktaş’ın izinden gitmeye çalışan Kıbrıs Türkleri. Doğu Akdeniz’de son zamanlarda yaşanan gelişmeler, Kıbrıs Türklerine “Devletinize ve bağımsızlığınıza sahip çıkın, anavatan Türkiye’ye güvenin” çağrısı yapan, ikili ve çoklu görüşmelerde egemenlikten asla geri adım atmayan Rauf Denktaş’ı tarih bir kez daha haklı çıkarmıştır. Neticede, Kıbrıs küçük bir adadır. Çözüm arayışları sonuçsuz kalsa da, son yıllarda Kıbrıs Türkleri güç koşullar altında Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği destek doğrultusunda kendi kendilerini yönetmeye alışmışlardır. Bu yönetim tarzı sadece Türlerin değil, aynı zamanda Rumların da barış, huzur ve güven içinde yaşamasına olanak sağlamaktadır. Dünya kabul etmeli Artık tüm dünya şunu bilmeli ve gerçeği kabul etmelidir ki Kıbrıs Adası; iki farklı halkın, Kıbrıslı Türklerin ve Rumların ortak vatanıdır. Bugün, adada bu iki halkı temsil eden iki ayrı, eşit ve egemen devlet bulunmaktadır. Türk milleti de Kıbrıs Harekâtının barışçı anlamını ve amacını bir milli ödev ve tarihsel bir görev olarak görmeye devam ederek, 46 yıldır kendi ayakları üzerine durmaya çalışan Kıbrıs Türklerine her daim azim, cesaret ve kararlılıkla sahip çıkmaya devam etmelidir. KUTSAL BİLGELİK A.CELAL BİNZET Mimarlar İsidoros ile Anthemios binayı 532537 yılları arası yaptıklarında çevresinde yaşanacak onca olayı düşünememişlerdir mutlaka. Her yapıda olduğu gibi bunun çevresinden politika hiç eksilmedi. Daha doğru deyişle her dönem, politikacıların dini bir kaldıraç gibi kullanarak toplumu yönlendirme güdüsü hep var oldu. Etrafında oluşan söylemlerle bir başka varlığa kavuştu. O nedenle ortaya çıktığı günden bu yana sayısız insan ve olaya tanıklık yapacaktı. Savaşlar, yangınlar ve kıyımlarla birlikte her döneme inat bir anıt oldu. Müze yapılma sebebi İçten yakarılara kucak açtı kimi zaman. İnancın saflığında arınmak isteyenler için umut kapısı. Anadolu kültürünün bir parçası olarak Ayasofya’yı (Kutsal Bilgelik) Atatürk’ün müzeye dönüştürme gerekçesi bu. Evrensel düşünüş. Günümüzde ise kendi safsatalarını gizlemek isteyenlerin günah keçisi olarak gördükleri bir Bizans varlığı kol geziyor. İktidarında elini kardeş kanına bu layan Sultan II. Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra üç gün yağma ve talan izninden ardından kente girer. Kılıç hakkı denen şey. Ayasofya’ya bir söylentiye göre bu kez de öldürdüğü düşmanının kanını eliyle kapısına sürerek girmesi egemenliğin simgesel göstergesi. (Jean François Solnon Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa) İstanbul’un alınışıyla kaçan bilim ve sanat insanları ise İtalya’daki Rönesans hareketinin ivmesini etkileyecektir. Fatih Sultan Mehmet’in yaşamı klasik Osmanlı geleneğinde. Yenilikçi ama çıkardığı buyrukla annebabakardeş ve çocukların öldürülebileceği kararı. Onun sanat tutkusu, oğlu (Sofu) II. Bayezid’le çevresindeki dinci hocalarca tepkiyle karşılanır. Dinsiz olduğu yolundaki yakıştırmaların çokça işlediği biliniyor. Bu ortamda sultanın 1481’de 49 yaşında beklenmedik ölümü yıllardır bu nedenle sorular barındırır. Oğlunun ilk işi saray duvarlarına Bellini’nin yaptığı resimleri yok etmek. Ölümü üzerindeki kuşkuları dağıtmak amacıyla Elif Naci, 1964 yılında yetkili bilim kurullarına başvurur. Fatih’in gerçek ölüm nedeninin sapta nabilmesi adına açılan mezardan alınacak bir toprak parçası sultanın zehirlenme kuşkusunu açıklayacaktır kuşkusuz. İçlerinde üniversite profesörleri de olmak üzere belli çevrelerin bu öneriye şiddetle karşı çıkışını anlatır Elif Naci: “Her işimiz bitti de bu mu kaldı?”, “Hazreti Fatih’in mezarı açılamaz, bu büyük saygısızlıktır” benzeri bağnaz görüşlerin ortalığı kaplaması sonunda olayın üzeri kapatılır. (Sanat Olayı 1981) Gerideki kaygının dincilerin cinayetini açıklığa kavuşturmamak olduğu belli. Hiç kuşkusuz Fatih gibi ileri düşünceli, sanata yatkın bir sultanın yok edilmesi en çok onların işine yarar. Büyük tehlike Şimdi gündemdeki en önemli sorun bu evrensel yapıtın üzerindeki fresk ve mozaiklerin korunması. Çünkü yok etme eylemlerinin zamana yedirerek yapıldığı bir düşünce iklimi içindeyiz. Yüzyıllar öncesinde Avrupa anakarasında yaşanmış belli kültür ve sanat yapıtlarının yok edildiği ikonoklazm dönemi benzeri uygulamalar hiç de uzağımızda değil. Adem Zeybekoğlu Osman Gürün Abdullah Gürsel Uçar Tam 1480 kilometre kıyı şeridi... Bu kıyıları yeşiliyle saran yüzde 68’lik orman varlığı... Akdeniz’e komşu 9 ülkeden daha uzun kıyı şeridine sahip bir kent... Halikarnas Balıkçısı’nın literatüre kazandırdığı mavi yolculuğun hikâyesinin başladığı yer: Muğla!.. Kısa bir mola için Datça Palamutbükü’nde, ağabeyden öte Mehmet Tekbacak’layım. Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, CHP Muğla İl Başkanı Adem Zeybekoğlu, Datça Belediye Başkanı Abdullah Gürsel Uçar’la, Mavi Beyaz’da akşamüstü buluşuyoruz. Hem Türkiye’nin hem dünyanın gündemi ağır. Muğla’nın gündemi ise yağmalanmak istenen “kıyılarımız...” HHH Muğla’nın kıyılarını “korumak, geleceğe miras bırakmak için büyük uğraş verdiklerini” söyleyen Osman Gürün, “artık kararların Ankara’da bakanlıklarda alındığına” dikkat çekiyor... “Bakanlıklarla onlarca davamız devam ediyor. Yetki ve sorumluluk olarak Ankara’da alınan kararlar yerel yönetimlere sorulmadan uygulanmaya çalışılıyor. Kısmen de olsa görüşlerimizin alındığı konu ve durumlar da oluyor. İlimizin yüzde 75’lik kısmında plan onama yetkisine sahibiz. Yüzde 25’lik kısım yani kıyılarında bulunduğu özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları, milli parklar, tabiat parkları vb. korunan alanlar ile turizm merkezleri, kültür turizm koruma ve gelişim bölgeleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın plan onama yetkisindedir. Buradaki yetkiler yerelde olmalı, denetim bakanlıklar tarafından yapılmalıdır.” Osman Gürün’e zaman zaman gündeme gelen “Gökova Körfezi ve Okluk Koyu”ndaki son durumu soruyorum. Yanıt düşündürücü... “Değişiklik üzerinde görüş bildirmemize rağmen körfezin büyük bölümü ve deniz üzerinde yapılacak imar değişikliğine itiraz ettik. Bunun içerisinde Okluk Koyu’nda bulunan Cumhurbaşkanlığı Yazlık Konutu da bulunuyor. Muğla Büyükşehir Belediyesi olarak Marmaris Okluk Koyu’na yapılan Cumhurbaşkanlığı Yazlık Konutu için iki dava açtık. Ormanın içine yapılan konutun imar planlarına uygun olmaması nedeni ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na açılan davamız reddedildi. İkinci dava ise iskele ve kıyı düzenlemesi ile ilgili imar planı onayınadır. Büyükşehir belediyemizin Muğla’yı korumak için açtığı dava sayısı 104, 39 dava aleyhte, 36 dava lehte sonuçlandı, 29 dava ise sürüyor. Okluk Koyu’nda sit derecesi düşürülen bu alanın 20 hektar lık kısmında kamu hizmet alanı amaçlı imar planı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca onaylandı. Plan alanı 20 hektar yani 200 dönüm. İnşaat alanı 40 dönüm ve 4 katlı bina yüksekliğinde. Ayrıca iskele ve kıyı düzenlemesi amaçlı 1/5000 ve 1/1000 ölçekli nazım ve uygulama imar planı yapıldı. Söz konusu alanda planlanan kamu hizmet alanı büyüklüğü ve yapılaşma yoğunluğu itibarıyla bölgenin doğalekolojik yapısını etkileyici nitelikte. Bu planlara ilişkin itiraz ettik ve itiraz gerekçemize dair hukuki süreci başkanlığımızca başlattık.” HHH Muğla’da kıyılarla ilgili MUÇEV adında bir şirket yetkilendirilmiş. Eşsiz güzellikteki 14 kıyı, bu şirketin yönetimine bırakılmış. Osman Gürün, bu konuda “Büyükşehir Belediye Başkanı” olarak isyan ediyor: “2014 yerel seçimlerinden hemen sonra Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmesi gereken kıyı tesislerinin yerele bırakılmaması için apar topar kurulan, geliri, gideri ve kazancının nereye harcandığı belli olmayan bir yapılanma MUÇEV. Milletvekillerimizin TBMM’de verdiği soru önergelerinden öğrendiğimiz kadarı ile 20142018 kazancı 18 milyon denilmiş. Bu kazancın Muğla’da çevreyi korumak için harcandığı sadece bir cümle ile vekilimize iletilmiş. Büyükşehir belediyesi olarak bu şirkete tam 20 dava açtık ve hukuk yoluyla Muğlamızın hakkını arıyoruz. MUÇEV himayesine verilen 14 kıyı tesisinin yerel belediyelerimizde olması gerektiği yurttaşlarımız tarafından da dillendirilen ve talep edilen bir durum. Çünkü bu şirketin açıklamalarını AKP il ve ilçe başkanları yapmakta. Son olarak ormana ait 25 dönüm arazi bu şirkete şartsız, ihalesiz, habersiz verilebilmekte. Aynı şirket kıyı tesislerini istediği kişi ve kurumlara kiralamakta, bundan yerel yönetimlerin hiçbir zaman haberi olmamaktadır.” HHH Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün dediği gibi, “Toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer.” Şimdilerde ise bir büyükşehir belediye başkanı “kıyılar betona teslim olmasın” söylemiyle yüzlerce dava açıyor. Açtığı davalardan ikisi Cumhurbaşkanlığı’nın Okluk’taki yazlık konutuyla ilgili. Evet, düşünebiliyor musunuz... Cumhurbaşkanlığı’nın Okluk Koyu’ndaki yazlık konutu için “imar planlarına” aykırı diyerek hukuki mücadele yürütülürken ormanın içine, denizin kıyısına “4 kat izni” çıkıyor. Sahi!.. Tek derdi temiz bir denize girip şöyle bir serinlemek olan yurttaş bu durumda ne yapsın!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle