28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 11 21 MAYIS 2020 PERŞEMBE Gergedanlar sesleniyor: İnsanlar durun artık! Dünyada birçok canlı gibi gergedanların da soyu tükenmek üzere. Çünkü biz insanlar doğayı yok ettiğimiz gi bi hayvanları da para uğruna katlediyoruz. Oysa gergedan gübresi dünyanın ekolojik döngüsü için ÖZNUR önemli. OĞRAŞ ÇOLAK Şimdi size neden gergedanları anlatıyorum diye merak ediyorsunuz. Çünkü “Gergedanlar Şehre Geri Dönüyor”... Bir sergi ve belgesel ile... “Farklı, etkili bir şeyler yapmalıydım ki ne kadar çok insan dünyanın 6’ncı büyük kitlesel yok oluş evresinde olduğunu, “insan”ın bu gezegene verdiği tahribatı bilir, anlarsa gezegenimizi korumaya yönelik farkındalığımız o kadar artar diye düşündüm” sözlerinin sahibi ise sanatçı Özge Günaydın... Peki, gergedanlar şehre nasıl geri geldi? Şöyle: 1 gerçek boyutlu dev gergedan (kompozit heykel), 14 tablo, 10 dijital manipülasyon tablo, 7 bronz heykel, 18 kompozit heykel, bir belgesel, 2 video art ve çeşitli enstalasyonlar ile... Günaydın ile gergedanları ve insanları konuştuk. İklim değişikliği... n Fikir nasıl oluştu? Hayatı, dünyayı sürekli gözlemlerim ve bir sanatçı olarak doğa Özge Günaydın hep ilgi odağımdadır. Benim için sanatım bir ifade biçimini temsil eder. Çevre ve hayvan haklarıyla ilgili uzun zamandır araştırma yapıyorum ve yazılar yazıyorum. Soyu tükenen canlılardan, hatta en asillerinden biri olan gergedanlara çocukluğumdan beri ayrı bir bağım vardı. İki sene kadar önce gezegenimizin insan soyu tarafından bu kadar hırpalanmasına isyanımı gergedanlar üzerinden iletmek istediğime karar verdim. Farklı, etkili bir şeyler yapmalıydım ki ne kadar çok insan dünyanın 6’ncı büyük kitlesel yok oluş evresinde olduğunu, “insan”ın bu gezegene verdiği tahribatı anlarsa gezegenimizi korumaya yönelik farkındalığımız o kadar artar diye düşündüm. Ve gergedanların şehre geri dönmesi gerektiğine karar verdim. Serginin küratörü ve birlikte “land art” çalışmaları yaptığımız Denizhan Özer Hocamızla kurguladık bu sergiyi. nTüm bunlar için büyük bir me kana ihtiyaç duydunuz tabii ki... Evet, bize dev bir mekân lazım dı. Masterpiece HallMaslak ve yöneticisi Ayça Okay devreye girdi. Belgesel de tüm konseptin bir parçası idi. Görüntü yönetmenliğini Ersan Bayraktar’ın, müziklerini ise Fransız besteci Charles Mondon’un üstlendiği belgeselde gergedanın neden şehre geri döndüğünü simgesel görsellerle ve gerçek boyutlu (2x4 metrelik) dev gergedanı tüm İstanbul’da gezdirdiğimiz karelerle ifade ediyoruz. nNerelere gitti bu dev gergedan? Dev gergedan vapura bindi, çarşıda mola verdi, insanlar ona dokundu, şaşırdı, düşündü... Gergedanlar şehre geri döndü, çünkü insan kendi eliyle doğayı katletti ve gezegen yok oluş aşamasında. Biyoçeşitliliğin hasar görmesi, ekosistemin çökmesi, beraberinde bu KAPSAMLI BIR SERGI n Sergi alanının kapıları açıldığında sanatseverleri ne bekliyor olacak? Tabii şahsen hayat normale döndüğünde haziran ayında sergi alanının kapıları açılacak ve eylüle kadar açık kalacak herkesin gelip, bizzat sergi alanında bu sergiyi deneyimlemesini çok isterim. İçeri girdiğinizde sizi sadece gergedanlarla çevrili bir dünya karşılayacak. Yağlıboya ve akrilik tablolar, bronz ve kompozit heykeller, doğal malzemeden enstalasyonlar, dijital olarak manipüle ettiğim fotoğraflar, eski monitörlerde dönen özel efektlerle hazırladığım filmler gibi farklı farklı disiplinlerden eserlerimi göreceksiniz. Gerçek boyutlu (2x4mt) dev gergedan, kendi doğal alanında yaşıyormuşçasına özgürce karşılayacak konukları... n Yani bu sergi beş duyuya birden hitap ediyor diyebilir miyiz? Evet, özellikle böyle olmasını istedim. İzleyicilerin; göreceği, özel bestelenmiş müzikler duyacağı, dokunacağı, tadacağı ve belki de bir sergi için ilk kez yapılan bir uygulamayı, koku uzmanı Bihter Türkan Ergül tarafından sergiye özel olarak tasarlanan kokuyu koklayacağı bir proje bu. Günaydın, “Gergedanlar şehre geri döndü, çünkü insan kendi eliyle doğayı katletti ve gezegen yok oluş aşamasında” diyor. gün yaşadığımız salgınları, afetleri, kıtlığı getiriyor. Göz ardı edemeyeceğimiz gerçekler yüzümüze tokat gibi çarptı. Gergedanlar “Uyanın ve durun artık!” diyor. Oyuncak gergedan n Neden gergedanlar? 10 yaşında bana hediye edilen bir gergedan oyuncak ile başladı onlarla bugüne kadar hiç kopmayan bağım. Annemi kaybettiğimde korkumu, acımı, yalnızlığımı o oyuncak sayesinde yenmiştim. Büyüdükçe incelemeye başladım ve sevgim, sempatim giderek arttı. Gergedanlar tek eşli ve sadece otoburlar. Anneleri bebeklerine 4 yaşına kadar bakıyor. Hiçbir canlıya zarar vermiyorlar ama hantal gözüktüklerine bakmayın, eğer bir bebek gergedana zarar vermeye kalkarsanız saatte 55 km. hızla koşabiliyorlar, çok korumacılar. Ve maalesef diğer pek çok canlı türü gibi gergedanların da soyu tükenmek üzere. Yok etmeye odaklı, vicdansız insanlar boynuzlarını keserek onları katlediyor, hem de bir hiç uğruna. n Mevcut izolasyon döneminde bu mesajların duyulması için neler yapıyorsunuz? Sergimizi 15 Mart’ta ana sponsorumuz Nef’in desteğiyle Masterpiece HallMaslak’ta kurmuştuk, 20 Mart’ta açılış olacaktı. Evlere girince boş durmadık ve mesajımızı iletmeye devam ettik. Belgesel filmimiz National Geographic Türkiye’de yayımlandı. Ardından online sergimizi açtık. Geçen hafta “Korona Yalnızlığı”nda Ferhat ile Şirin’den de söz edince değerli dostum, şair, çevirmen, çağdaş Türk edebiyatını yarım yüzyıl Almanya’da temsil eden Yüksel Pazarkaya’nın sahne yapıtı Ferhat’ın Yeni Acıları’nı anmamak olmaz. Ferhat’ın Yeni Acıları, 1992/93 sezonunda Devlet Tiyatroları İstanbul Sahnesi’nde oynandı, Ankara’ya turne yaptı, yılın en iyi oyunu seçildi, İsmet Küntay Ödülü aldı. Kitabı da 1993’te Kültür Bakanlığı’nca 10 bin adet basıldı. 2016’da da Trabzon Sanat Tiyatrosu’nda bir kez daha sahnelendi. Dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar, kitaba yazdığı önsözde bugün de gündemde olan “kitap” ve “okumak” kavramlarının önemini anlatıyor, dileğini de “KİTAP ALIN... AYDINLANIN...” biçiminde sloganlaştırıyordu. 1990’lı yıllarda bakanlık bir tiyatro yapıtını 10 bin adet basabiliyordu! Günümüzde ise aynı bakanlık, örgüt yapısına turizmi de kattı, ama benzer bir kitabı bin 2 bin dolayında basıyor (mu?). Türk edebiyatında Ferhat ile Şirin Bir halk hikâyesinden bir aşk masalına dönüşen Ferhat ile Şirin, 10. yüzyıldan önce Arap ve İran edebiyatından Türk edebiyatına geçti, birçok yazar, yapıtı yeniden yazıp çeşitlendirerek zenginleştirdi. Baleden sinema filmine, çizgi filmden dizi filme, oyundan senfonik piyese kadar birçok dalda yapıtlar ortaya kondu. Edebiyatımızda yeniden yazanlardan biri Nâzım Hikmet oldu. Onun Ferhad ile Şirin’i diğer yapıtlarıyla birlikte 1965’te yayımlandı. Kitap olarak okundu, İstanbul Şehir ve ‘Ferhat’ın Yeni Acıları’ Devlet Tiyatroları’nda, üniversite ve özel tiyatrolarda sahnelendi ve son olarak 1 Eylül 2018’de, Dünya Barış Günü’nde Bilkent Üniversitesi Bilkent Senfoni Orkestrası’nca Arif Melikov’un bale müzikleriyle tasarlandı, iki anlatıcı ve orkestra için senfonik piyes olarak oynandı. Sanatçı Mert Fırat ile Aslı Tandoğan öyküyü anlattılar. Yeniden yazan yazarlarımız arasında Yüksel Pazarkaya’nın yanı sıra, Talip Apaydın (1965) ve Ferit Öngören de (2003) bulunuyor. Ferhat’ın görevi Yüksel Pazarkaya’nın Ferhat’ın Yeni Acıları’nda geleneksel hikâyede olduğu gibi, aşk üçgeninde Şirin’in ablası Mehmene Banu’nun yerine annesi Mehlika, nakkaş Ferhat konumunda ise ressam Volkart yer alır. Mehlika, İstanbul’da Akademi son sınıftayken Şirin’e hamiledir, okulu bırakır. Eşinden ayrılır. Almanya’ya gelir. Şirin’i yanına alır, onu büyütür. Yirmi yıl konfeksiyon atölyesinde çalışır. Akademiyi bırakmanın acısını hem kızını sanat tarihine yönlendirerek hem de Galeri Sevgi adıyla bir sanat galerisi açarak dindirmek ister. Bir kültür köprüsü, bir sevgi köprüsü olsun ister. Galerinin boya işlerini Alman genç Vol kart yapar. Açılış öncesi Mehlika Volkart’la tanışır, ondan etkilenir, yemeğe davet eder. Yemek onları biraz daha yakınlaştırır. Ancak ertesi gün açılışta Şirin’le Volkart, birbirlerini görür görmez âşık olunca Mehlika’ya çekilmek düşer. Ama Şirin’le Volkart’ın görüşmesini de yasaklar. Ayrıca Volkart’ın galeriye gelmemesini ister. Mehlika ile kızı Şirin, galerinin açılış gününde dazlakların saldırısına uğrarlar. Volkart, Şirin’e kavuşmak için annesine yalvarır; “Onu kendi yaşamımla korurum... Ölünceye kadar...” dese de Mehlika’nın bir koşulu vardır: “Bu ülkede yabancı düşmanlığını, insan düşmanlığını ortadan kaldıracaksın. Yabancı düşmanlığını bu ülkeden söküp atacaksın... Kökünü kazıyacaksın... O zaman Şirin’i alabilirsin” der. Yüksel Pazarkaya sevgiyi bayrak eden bu hikâyenin çeşitlemesini, Almanya’daki yabancı düşmanlığını, ırkçılığı protesto için yazmış. Şirin’e âşık olan Volkart, önce Ferhat adını alır, ırkçılığa karşı savaşır, bu arada dazlakların saldırısına uğrar, trenden atılır. Dazlaklarla savaşan grupları destekler, televizyonların tartışma programlarına katılır, anayasaya ırkçılığın suç olduğunun konulmasını ister. Şirin’ine kavuşur mu dersiniz! Kitabı okurken Türkiye’de iktidardaki partilerin kendi gibi düşünmeyen kişilere, inançlara, gruplara, partilere, gazetecilere, yazarlara, öğrencilere reva gördükleri bir anlamda ırkçılığı/ayrımcılığı düşündüm, üzüldüm. Belki de bu nedenle olacak SODEV’in araştırma sonuçlarına göre her 100 gençten 62.5’i olanak olsa yurtdışında öğrenimi ve yaşamayı amaçlıyor… Ferhat’ın Yeni Acıları’nı sahnelemenin, Ferhat ile Şirin’i yeni çeşitlemelerle yeniden yazmanın tam zamanı değil mi? Mustafa Kemal’i anarken Önceki gün, 19 Mayıs coşkusunu, evlere hapis yaşarken, yeniden yeniden aynı sözcüklerle kanatlandık. 19 Mayıs’ı tanımlayan sözcükler... Atılan ilk adımın adıdır 19 Mayıs... Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarıyla bağımsızlığın ilk adımı... Emperyal güçlere karşı verilen mücadelenin adı... Kararlılık. Cesaret. Azim. İmkânsızı olur kılmak. Zülme, baskıya tehditlere biat etmemektir. Devrim düşüncesi, devrim umududur 19 Mayıs. Gençliktir. Özgürlüktür. Biraz “gezi” gibidir. Kulluğu reddetmek, özgür vatandaş, birey olmaktır. Aynı zamanda, dayanışma, sevgi, duygu birlikteliğidir. Hak, hukuk, adalet tutkusudur. Anayasaya saygıdır. Akıl, ilim ve bilim yolunda ilerlemenin, yaratıcılığı kışkırtmanın, özgür ve eleştirel düşüncenin de ilk adımıdır 19 Mayıs... Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşmada Mustafa Kemal önderliğinde atılan tüm adımlardır.     Önceki gün bir kez daha gördük ki, bunca yıl karalama, unutturma, çabalarına karşın milletin bilinçaltından asla silinmeyecek olan Mustafa Kemal Atatürk sevgisi ve saygısı, öyle kolay kolay yok olmuyor... Gençliğe, geleceğe armağan ettiği bayramı, aydınlığın karanlığı, ilerinin geriyi, çağdaşlığın bağnazlığı, özgürlüğün biat etmeyi, eşitliğin adaletsizliği alt ettiği gün olduğunun bilinciyle yaşadık ve sonsuza dek yaşayacağız. Evlerimizde hapis, kâh balkonlarda marşlar söyleyerek, tiyatrocuların yorumladığı şiirleri (hele hele Kuvayi Milliye Destanı’nı), müzisyenlerin konserlerini dinleyerek, beğendiğimiz paylaşımları daha da çoğaltarak coşkumuzu dışa vurduk. (Boğaziçi Caz Korosu’nun Gençlik Marşı ve Murat Karahan’ın öğrencilerle söylediği “Dağbaşını Duman Almış” beni bol bol ağlattı... Yaşıma verin... Ben mutlu olunca da ağlayan kuşaktanım!) Ancak en çok paylaşılanlardan biri Süleyman Apaydın’ın yıllar önce 2000’lerin başında yazdığı “Yıkın Heykellerimi” adlı şiiriydi. Giresunlu yazar, şair, 1944 doğumlu Süleyman Apaydın, 1973’ten beri Almanya Nürnberg’de yaşıyor. Nürnberg Türk Tiyatrosu’nu kurdu, yönetti, hâlâ ders vermeyi sürdürüyor. Onunki ne müthiş bir öngörü... Çok söze gerek yok. İşte o şiir: Yıkın Heykellerimi     “Ey milletim, Ben, Mustafa Kemal’im... Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim, Hâlâ en hakiki mürşit, değilse ilim, Kurusun damağım, dilim. Özür dilerim... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın diktiğiniz tüm heykellerimi. HHH Özgürlük hâlâ, En yüce değer Değilse eğer... Prangalı kalsın diyorsanız, köleler... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı, Baş tacı edebiliyorsanız Sanatın içine tüküren adamı... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... HHH Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın. Anlamı kalmadıysa Yurtta sulh, dünyada barışın. Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın. Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... HHH Özlediyseniz fesi, peçeyi. Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi. Hâlâ medet umuyorsanız Şıhtan, şeyhten, dervişten. Şifa buluyorsanız, Muskadan, üfürükçüden... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... HHH Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek... Kara çarşafa girsin diyorsanız, Yobazın gazabından ürkerek... Diyorsanız ki, okumasın Kadınımız, kızımız; Budur bizim alın yazımız... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... HHH Fazla geldiyse size, hürriyet, cumhuriyet... Özlemini çekiyorsanız, Saltanatın, sultanın... Hâlâ önemini anlayamadıysanız, Millet olmanın... Kul olun, ümmet kalın, Fetvasını bekleyin, şeyhülislamın... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi. RAHAT BIRAKIN BENİ...” SANATTA BÜYÜK EROZYON MAHMUT LICALI CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi’nin resmi verilerden hazırladığı çalışma, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı opera, bale, orkestra, koro ve toplulukların seyirci sayısının 816 binden yüzde 27 oranında azalarak 597 bine gerilediğini ortaya koydu. CHP’li İlgezdi, TÜİK’in resmi verilerinden derlediği raporunda AKP iktidarının kültür ve sanatı dışlayan tutumunun istatistiklere de yansıdığını gösterdi. İlgezdi’nin çalışmasında şunlar yer aldı: Bale seyircisi azaldı: 20132014 sezonunda seyirci sayısı 400 bin 420 olan seyirci sayısı, 20182019 sezonunda 322 bin 189’a geriledi. Gösteri sayısı düştü: Devlet Opera ve Balesi’nde 4 genel müdür değiştiren iktidarın tutarsız politikaları, kurumun performansına yansıdı. 20182019 sezonunda 20132014 sezonuna kıyasla gösteri sayısında yüzde 26, oynanan eser sayısında yüzde 5 ve salon sayısında yüzde 13 azalma meydana geldi. Sanatçı sayısı da düştü: 20142015 sezonunda 2 bin 737 olan sanatçı sayısı, 20182019 sezonunda 321 kişi azalarak 2 bin 416’ya geriledi. 20182019 itibarıyla kurumda görev yapan sanatçı sayısı 20142015 sezonuna göre yüzde 12 oranında azalmış oldu. Dikkat çeken ayrıntı ise kurumdan ayrılan 321 kişiden 273’ünün kadın sanatçılardan oluşması oldu. Buna göre 2014’ten günümüze kurumda boşalan kadroların yüzde 85’inde daha önce kadın sanatçılar görev yapıyordu. Orkestra ve korolarda da gerileme: Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı orkestra, koro ve toplulukların seyirci sayısında da azalma oldu. 20132014 sezonunda 416 bin 153 olan seyirci sayısı 275 bin 343’e geriledi. Seyirci kaybının yüzde 34’e ulaştığı düşünüldüğünde daha önce orkestra, koro ve topluluk gösterilerine giden her 10 kişiden 3’ünün sanatsal faaliyetleri takipten vazgeçtiğini gösterdi. l ANKARA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle