21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 21 EKİM 2020 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cumhuriyetin yol göstericisi Ahmet Taner Kışlalı Cumhuriyetin ikinci yüzyılına doğru giderken bizlere düşen görev, Atatürk’e, onun kurduğu Cumhuriyete ve başta Kışlalı olmak üzere Cumhuriyet şehitlerine borcumuzu ödemektir. Bu borç, aslında aynı zamanda kendimize olan borcumuzdur. 2023’te Cumhuriyetçilerin, Kemalistlerin, Atatürkçülerin ve ilericilerin hedefi, fikri önderliği ele alarak Cumhuriyetin kurucu değerlerini yeniden iktidara taşımak olmalıdır. PROF. DR. HAKKI UYAR Ahmet Taner Kışlalı’yı tanıdığımda 1990’lı yılların başıydı. Üniversiteden mezun olmuş, kısa bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra araştırma görevlisi olarak üniversiteye geçmiştim. Akademik kariyerimin başındaydım. Bir taraftan önce yüksek lisans ve sonra da doktora eğitimiyle uğraşıyordum, diğer taraftan da ülkenin gündeminde yer alan tarihsel konular üzerine yazılar yazmaya çabalıyordum. ADD üyesiydim. Kendimce Atatürk’e ve Cumhuriyete olan borcumu ödemeye çalışıyordum. Kışlalı ve Türkan Saylan ile tanışmama vesile olan konu da o dönemde çıkmakta olan Altıok dergisindeki yazılarımızdı. Aynı dergide makale yazmamız ve onların İzmir’e birkaç kez panellere konuşmacı olarak gelmeleri, tanışmamıza imkân sağladı. Konak’taki Atatürk Kültür Merkezi’nin merdivenlerinden ikisinin arasında sohbet ederek çıkmak benim için unutulmaz bir andı. Bu anın bir fotoğrafı niye olmadı hiç diye yıllardır hayıflanırım. 90’lı yıllara damga vurdu Siyaset ve tarih melezi bir alanda çalışıyorum. Türk demokrasi tarihi, siyasal partiler tarihi özel ilgi alanım. Bu itibarla beni en çok etkileyen isim Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’dır. Toplumsal sorumluluk bilinçleri ve Atatürkçü kimlikleriyle de Kışlalı ve Saylan benim için idol insanlardı. Kışlalı’nın Atatürk ve Cumhuriyete ilişkin yazıları 1990’lı yıllara damgasını vurmuştu. Atatürk’ün ve kurduğu Cumhuriyetin, İkinci Cumhuriyetçilerin saldırılarına uğradığı bir dönemde “Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği”ne dikkat çekmişti. Hüseyin Avni Ulaş portresi 1996 yılında Birinci Meclis’teki muhalif İkinci Grup ve liderlerinden de Hüseyin Avni Ulaş üzerine Toplumsal Tarih dergisinde yayımlanan bir makalemi Kışlalı köşesine taşımıştı(*): “Tarihe her türlü yalan söyletilebilir, çünkü ölüler konuşamaz” sözü, ne yazık ki bir gerçeği yansıtır... Ölüler konuşamaz ama ölülerden kahraman yaratılabilir. Kim tarafından? Atatürk’ü kötülemek, yaptıklarını yıkmak ve “yeni mandacılığın” gereklerini yerine getirmek için her aracı yasal sayan, numaracı Cumhuriyetçiler tarafından. Nasıl mı? Gerçeklerin işlerine gelmeyen yanlarını saklayarak, yalan söyleyerek ve o yalanı bıkıp usanmadan yineleyerek... Vahdettin’i kahraman yapmak istediler, belgeler ortaya dökülünce rezil oldular. Mustafa Kemal’i Samsun’a götüren yarı hurda gemiyi transatlantikleştirip kahraman yapmak istediler, belgeler onları bir kez daha rezil etti. Şimdi sıra Hüseyin Avni Ulaş’ta. Atatürk diktatör, Hüseyin Avni, “demokrasi ve özgürlük kahramanı”. (!) Hüseyin Avni, ilk Meclis’teki İkinci Grup’un önderi... Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulunan İttihatçı fedailerle işbirliği yapan Ziya Hurşit de aynı gruptan. İkinci Meşrutiyet yıllarında “İttihatçı, Turancı ve Türk Ocağı” üyesi. Ancak Kafkas Cephesi’nde görev yaptıktan sonra bazı gerçekleri anlamış. Turancılıktan da ocaktan da vazgeçmiş. “Milliyet davasının Anadolu davası olduğu” sonucuna varmış. Kurtuluş Savaşı sırasında her bölgenin ya da ilin ayrı ayrı yönetimler kurması için çalışmış. Böyle bir uygulamanın savaşı başarısızlığa götüreceğini görememiş. Kurtuluş’tan sonra Kemalist devrime karşı çıkmış. Atatürk’ten tarihi uyarı “Dinsizler İmana Geliniz” türünden yazılarla dikkat çeken dergiler çıkarmış. Yeniden Turancılık düşüncesine dönmüş. İki meclisli bir yönetim biçimini savunmuş. Ve bu meclislerden birisinin “kısmen seçimle kısmen atamayla” belirlenmesini de. Çağdaşlaşmacı, köktenci Kemalizmi tümden yadsımış. Geleneksel, tutucu bir çizginin sözcülüğünü yapmış. Hakkında “Ebu Hanife, Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir” türünden övgüler yazılmış... Bunlarla ilgilı bilgi ve belgeleri, Hakkı Uyar, “Toplumsal Tarih” dergisinde sergileyeli aylar oldu. Peki, bu “demokrasi ve özgürlük havarisi”, kendinden farklı düşünenlere karşı hoşgörülü mü? Tüm ideolojilere açık bir demokrasiden mi yana? Bu soruların yanıtı da Ceyhan Mumcu’nun bir araştırmasında var. 22 Ocak 1921 günü, Birinci Meclis’te gizli bir oturum yapılır. Hüseyin Avni Bey ve arkadaşları, Mustafa Kemal’in cezalandırılmasını istemektedir. Niçin? “Komünist” Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya girmesine izin verdiği için... Doğu Cephesi Komutanı “komünist” Kâzım Karabekir Paşa’yı koruduğu için... Onlara göre komünistler, “bir mikrop gibi aç kalmış, memlekete saldırmak” amacındadır. Lenin ve arkadaşları, Hüseyin Avni ve arkadaşlarının en ağır hakaretlerinden nasiplerini alır. Mustafa Kemal verdiği uzun yanıtta şöyle deme gereğini duyar: “Bir milletin, bir hükümetin prensiplerini tahkir etmemek mecburiyetindeyiz... Fikir cereyanlarına karşı şiddetle mukabelede bulunmak, o cereyanı yok etmez. Herhangi bir insanla konuşulduğu zaman, onun herhangi bir fikrini kuvvet zoruyla reddederseniz o ısrar eder. Israr ettikçe de kendi kendini aldatmakta daha çok ileri gidebilir...” ‘Atatürk abartmamış’ Konuyu iki ay sonra bir kez daha Meclis önüne getiren... İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın oluşturduğu cepheye karşı Rusya ile işbirliği yapılmasına, sırf “bu ülke komünist olduğu için” karşı çıkan... Komünistlerin her görüldükleri yerde ezilmesini savunan tarihin ilk Mc Carty’si Hüseyin Avni Ulaş, “demokrasi ve özgürlük kahramanı.” Düşüncelerin üzerine baskı ve şiddetle gidilmesinin yanlışlığına inanan Mustafa Kemal “diktatör”... Ben yorumu okurlarıma ve Prof. Niyazi Berkes’e bırakıyorum: “Söylev’i okurken, bunlarla olan çatışmalarının çokluğunu gördükçe insanın neredeyse Atatürk’e inanmayacağı gelir; bu tür olayları, sevmediği kişileri batırmak için abarttığını sanır. Abartmamıştı, belki de kısaltmıştı onlardan çektiklerini. Çünkü bunların ne denli çok olduğunu, hele ölümünden sonra daha da çoğaldıklarını, bugün bizler de artık iyice biliyoruz.” Bizlere düşen görev Cumhuriyetin ikinci yüzyılına doğru giderken bizlere düşen görev, Atatürk’e, onun kurduğu Cumhuriyete ve başta Kışlalı olmak üzere Cumhuriyet şehitlerine borcumuzu ödemektir. Bu borç, aslında aynı zamanda kendimize olan borcumuzdur. 2023’te Cumhuriyetçilerin, Kemalistlerin, Atatürkçülerin ve ilericilerin hedefi, fikri önderliği ele alarak Cumhuriyetin kurucu değerlerini yeniden iktidara taşımak olmalıdır. (*) Ahmet Taner Kışlalı, “Ölülerden Kahraman Yaratmak”, Cumhuriyet, 29 Eylül 1996.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle