25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR 14 EDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Bülent Ortaçgil ve yol arkadaşları... Bülent Ortaçgil ilk kez bir konser DVD’si ile dinleyicileriyle buluştu. Ada Müzik’ten yayımlanan 2 CD ve 2 DVD’den oluşan çalışmada 2012 yılında Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda düzenlenen konserin yanı sıra sahne arkası ve röportajları, Ortaçgil ve yol arkadaşlarının arşivlerinden seçmeler de “Mavi Kuş”un ilk kez yayımlanan canlı performans görüntüleri ve sanatçının tüm video klipleri yer alıyor. kultur@cumhuriyet.com.tr Pazar 30 Nisan 2017 ‘İnsana şaşırmıyorum artık’ KURTULUŞ ARI Bülent Ortaçgil konser DVD’si ‘Senfonik Ortaçgil’ ile müzikseverlerin karşısına çıktı. ‘İnsanlarla ilgili şaşıracağım hiçbir şey kalmadı’ diyen Ortaçgil, insanları ikna etmeyi de hiç sevmediğini söylüyor CEREN ÇIPLAK Bülert Ortaçgil bu kez ‘Senfonik Ortaçgil’ olarak karşımızda. Ortaçgil’in albümü bana ilk olarak şarkı sözlerinin senfonikliği çağrışımı yapıyor ama buradaki espri sadece senfonik olması değil. DVD’nin ‘Sen’ albümünün bütün şarkılarını içermesi. O yüzden kapakta ‘Sen’ sarı harfli yazıyor. Ortaçgil ile buluşunca görüyorum ki kendine gayet iyi bakıyor, limonlu tarçınlı suyu, salatası hazır... Evet, dediği gibi pek kendini açmayan biri. Ortaçgil’in bariyerini geçmek de öyle kolay değil ama henüz umudumu yitirmiş değilim! Görüntülü müzik n ‘Senfonik Ortaçgil’ DVD’sini anlatırken hep görüntülü müzik diyorsunuz. Neden klip ya da çekim değil? Ve müzik seyredilebilen bir şey mi? Görüntülü müzik diyorum çünkü bir klipte müzik dinlenmiyor, müzik seyrediliyor. DVD’de de müzik seyrediliyor. İyi bir klip kötü bir şarkıyı kurtarabiliyor çünkü insanlar klipten etkileniyorlar ya da çok iyi bir şarkı çok kötü bir kliple kötü hale gelebiliyor. Müziğimizi seyredilebilir bir müzik haline dönüştürmek için çok uğraşmamızdan kaynaklı bu tabiri kullanıyorum. Televizyon tekniğiyle çekilmiş görüntüler ile bizim çektiğimiz görüntüleri karıştırdık. Sadece televizyon ya da klip mantığıyla çekilen görüntülerde mesela keman vurgusunun yapıldığı bir anda gitaristi çekebiliyorlar çünkü televizyon sadece güzel görüntüye odaklanıyor. Ama müzik dinleyici de o gitarın nasıl çalındığına bakmak istiyor. n 20 yıldır aynı kadroyla çalışmanızdan bahsedelim. Son yıllarda her şeyin çabuk değiştiği Türkiye’de biz 20 yıldır aynı kadro ile çalışıyoruz. Türkiye’de ana starların yanında çalan insanlar zırt pırt değişiyor. Çalan insanların adı, kişiliği falan da önemli değil! Ve kimse de merak etmiyor. Tarkan’ın davulcusunu merak ediyor mu kimse? Etmiyor. Türkiye’de uzun dönem ilişki kurulamıyor, uzun dönem süren dergi yok, uzun dönem apartman yok. Her şey yıkılıyor yeni baştan yapılıyor. Böyle bir devinim var ülkede. Ama biz popüler kültür dünyasında 25 yıldır aynı kadroyla çalmaya çalışıyoruz. ‘Egom yüksek değil’ n Şimdinin moda söylemi ‘sürdürülebilirlik’. Ama sürdürülebilir bir şey yok ortada. Bir şeyi sürdürebilmen için egolarını yutkunman lazım. İnsanlarla iyi ilişkiler kurman ve gerçek olman lazım. Menfaat peşinde olmamak gerek. n Siz egolarını törpüleyebildiniz mi? Evet. n Ben sizin egolu olduğunuzu duymuştum ama. Soğuk bir herifimdir. Doğru. Yaklaşılabilir bir herif değilimdir ama egosu yüksek bir insan değilimdir. Ben ortak çalışmaya yatkın biriyimdir. Başkasının fikrine saygı duyan, her türlü azınlığın fikirlerini gözeten bir yapıda oldum açıkçası. Müzikte de bunu gözettim. Ortak şarkı yazdım. Ben Fikret Kızılok gibi bir adamla ortak şarkılar yazmış adamım. Bunu yapabilmen için egonu yutkunman lazım. n Neden yaklaşılabilen bir adam değilsiniz? Soğuğum, herkese bulaşmayı sevmiyorum. Çok fazla insan yakınıma gel ‘türkiye’de insanlar GÜNÜN BİRİNDE hakKINI arayacak’ n Bu albümde şef İbrahim Yazıcı. Biliyorsunuz görevinden ihraç edildi. Bununla ilgili olarak ne söylemek istersiniz? Birileri yaptılar. Onlar da haklarını arayacaklardır. Onlar bir şekilde devlet memuru değil mi? Bir devlet memurunun da hak araması mümkün. Bu OHAL şartları altında ne zaman, nasıl hak ararlar bilemem. Ama günün birinde arayacaklar. Türkiye’de günün birinde insanlar haklarını arayacak. n Ortaçgil şarkıları bana göre çelişkileri anlatır. Zaten insanı insan yapan da çelişkileri değil midir? Ben cümle sonuna nokta koymayı sevmem. Çünkü hayatı öyle görmüyorum. Ben hiçbir şeye nokta koyacak kadar inanmadım. Herkesin gerçeği farklıdır ve o gerçeğe göre konuşur. Bunun bir doğrusu var mıdır? Bu korkunç bir felsefe. O yüzden bu belirsizlikleri anlatmayı kendi stilimin bir parçası olarak görüyorum. Ben zaten öyle birisiyim. Hiçbir şeye nokta koy madığım için insanlara dinlerken kendi özgürlük alanı tanıdığımı düşünüyorum. “Hayat budur” dediğin zaman daha sloganca bir şey oluyor. Ben “Hayat budur” demiyorum. Bu başka bir tavır, başka bir kişilik, başka bir algılayış, bende bu yok. n Siz ne kadar çelişkilisiniz? Müzisyen olma ya da olmama çelişkisi bile 30 yaşıma kadar sürdü. Ondan sonra “ben artık bu ülkede müzikle yaşamazsam kimse yaşamasın, o zaman açlıktan sürünür müyüm, sürüneyim anasını satayım” dedim. Bunu bile çok ileri yaşta çözebildim. n Hayattaki en büyük çelişkiniz ne oldu? Her şey çelişki. Aslında her an bir karar verme anı. Bir anlayışla, bir politikayla insanları zorlamak fikri bana hep uzak gelmiştir. İnsanları ikna etmeyi hiç sevmedim. İkna mekanizmasını sevmiyorum. Ama ikna ediliyor insanlar. Yani nasıl ediliyor bilmiyorum. (gülüyor) mesin istiyorum. Grup adamı değilim. Hiçbir gruba ait değilim. n Şarkılarınıza bakınca aslında tam tersi hissediliyor. İşte o mesele! O iç dünyamın kendi sorunudur. Sen benim hayatımın ayrıntılarıyla ilgilenmeyi bırak, şarkıda ne diyorsa ona bak. (Gülüyor) Sosyal medya çocukları... n O şarkılar hangi detaylardan ya da hangi çatlaklardan çıkıyor merak ediyoruz. Ama yakınıma ulaşabilen insanlarla son derece yakın ilişkilerim olmuştur. Hesap kitap yoktur. Ama herkesi yakınıma alan bir insan değilim. Tabii, şimdi yeni sosyal medya çocukları başka türlü... “Şu anda Ahmet’le kahve içiyorum” diye rapor ediyor dünyaya. Bundan hoşlanmıyorum. Ben akıllı telefonu bile ilk 10 yıl kullanmadım. Telefona şarkı yazdım. Eskiden öyle şeyler vardı. Her seferinde telefon ederim, bütün gün çıkmaz. Nerede bu kız, diye düşünürdün. Şimdi açmadığın zaman fırça yiyorsun. Niye açmadın diye. Sana bir şey söyleyeceğim. Bir de kullanılmak diye bir şey var. İnsanların hepsinin bu işe gönül verdiklerini düşünüyorum. Kullanılıyoruz! n Konserde çalarken seyircinin anlık paylaşımları sizi rahatsız ediyor mu? Konseri ertesi gün YouTube’da izlemek acıtıyor seni. Belki o konserde küfrettim, yanlış bir şey söyledim. n O zaman şöyle bir şey sormak istiyorum. Siz bugünün dinleyicisine sizin tabirinizle sosyal medya çocuklarına hitap ettiğinizi düşünüyor musunuz? Görüyorum. Benim konser dinleyicim 60 yaşında insanlar değil. Beni genç insanlar dinliyor. Neden onlar dinliyor? Muhtemelen kendine benzeyen, kendine özgü, ticari akımlardan ve güncel değişikliklerden en az etkilenen kim diye baktıkları zaman bana rastlıyorlar. Ondan dinliyorlardır. Hızlı yaşayan sosyal medya çocuklarının müzikleri de o hızda. Onlara diyecek bir şeyim yok. Müzik dinlesinler de ne dinlerse dinlesinler. ‘Referandum sonuçları güvenilir değil’ n Referandum sonuçlandı. Türkiye’nin bugünkü gündemine dair neler söylemek istersiniz? Bir seçim yaptık. Seçim sonuçları güvenilir mi, bence değil. Ama sonuç olarak bir seçim yapıldı. İnsanlar hak arayabiliyorlarsa arasınlar, arayacaklardır da zaten. Şimdi işin iyimser tarafını görüyorum. Çok yakın bölünme var. O bölünmede azınlıkta olmadığını hissediyorsun. O çok önemli bir güç. Bir cumhurbaşkanı seçimi yapıldığı zaman kimse garanti edemez o yüzde 51’in kazanacağını çünkü diğer tarafta yüzde 49 var. Ama hâlâ yüzde 51’in kabul ediyor olması korkutucu bir şey. Daha doğrusu üzücü bir şey benim açımdan. Üzücü olan başka bir şey de referandum sayımından gelen resimlerde ve videolarda alenen suç işlendiği görülüyor. Buna bir cevap vermek lazım. Ama sokağa çıkmanın her zaman bir çözüm olduğunu düşünmüyorum. Bunu yapacağımıza bir sonraki seçim için yüzde 49’u yükseltmeliyiz. İnsanlar demek ki birbirleriyle uzlaşmayı öğrenecek. Uzlaşmıyorlar, konuşmayı bile beceremiyorlar. Becerecekler başka çaresi yok. n Siz uzlaşma kültürüne sahip misiniz? Evet, bu konuda ukalayım, hiç alçakgönüllü değilim. ‘İstanbul’da insan ruh hastası olur’ n Peki insanlığın robotlaşmaya doğru evrilmesi sizi ürkütüyor mu? İnsanlarla ilgili şaşıracağım hiçbir şey kalmadı. Şaşırmam. Uzun dönemde dünyayı çözecek, açıklayacak fikirler üretmektense kısa dönemdekileri çözelim, en azından bugüne dönelim. n Siz nerede yaşıyorsunuz? 6 ay İstanbul’da 6 ay Bozburun’da yaşıyorum. Çünkü bu hızın dışında bir hayatın varlığını orada hissedebiliyorum. Allah’tan sabah 9 akşam 6 çalışan değilim. İnsan ruh hastası olur İstanbul’da. İstanbul dediğinde artık bir ülkeden bahsediyoruz! İsviçre nüfusu kadar. Şehirde çok iyi bir organizasyon olması gerekiyor ama yok... n İstanbul’da etrafınıza baktığınızda ne görüyorsunuz? İnşaat görüyorum. Her yer inşaat, her yer AVM. 5 bin kişilik konutlar var, oraya artık belediye başkanı falan lazım. Savcılar, polisler, Cumhurbaşkanı Kelebekten korkmaya utanmıyor musunuz? Canım arkadaşım Güray Öz’ün eşi Çağlayan Öz’ün dünkü Cumhuriyet’te yazısını okuduğumdan beri, hayat bir kez daha durdu benim için. O andan beri güneş, rüzgâr, gökyüzü, İstanbul’u saran mor salkımlar, soluduğum hava, hepsi bambaşka anlamlar taşır oldu... O andan beri genzimde bir yanık kokusu... Boğazımda düğümlenen bir kelebek... Çağlayan Öz, Silivri zindanındaki koşulları, yani işkence ve kötü muameleyi açık seçik madde madde tanımladıktan sonra bize minicik bir öykü anlatıyor. Öykü değil, bir yaşam parçası. Şiirden öte, müzikten öte eşsiz bir duyarlık taşıyan, çok yalın birkaç satır. Hukuk dersinde, vicdan dersinde, insanlık dersinde ele alınması gereken bir metin. Aynen paylaşıyorum: “4 yaşındaki torunu, dedesine bir kelebek resmi yaptı. Öyle güzel bir kelebek ki, Picasso görse kıskanır. Bakar bakar hayallere dalarsın. Rengârenk kanatlarını çırpar gibi. Baktıkça onunla birlikte uçarsın. Gökyüzü kafesinin içinden geçer göğe kanat çırparsın. Öyle anlatılmaz bir kelebek. Küçücük bir masum çocuğun yaptığı bir küçücük kelebek resmi, dedeye teslim edilmedi. Silivri eşya listesinde yokmuş kelebek... Bana iade de edilmedi. Kaybolmuş... Gördüler tabii tehlikeyi. O kelebek, dedeyi uçurup Deniz’e getirecekti. Dede sevinecek, Deniz sevinecekti. Kaybettiler kelebeği... O kelebek dünyada bir taneydi, eşi benzeri yoktu. Dedesi de ben de kaybolan kelebeğin yasını tutuyoruz o günden beri. Ama umudumuzu yitirmiyoruz. Biliyoruz... O kelebek saklandığı yerde özgürlüğü bekliyor.” Cumhurbaşkanı, savcılar, polisler, Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 4 yaşındaki çocuğun çizdiği kelebekten korkmaya utanmıyor musunuz? Bilesiniz ki, mevsim bahar... 710 günlük ömürleriyle kelebeklerin en çoğaldığı dönem. Biri ötekine benzemez... Sayenizde bu mevsim ve bundan sonraki tüm mevsimlerde her kelebek gördüğümde Deniz’in çizdiği o eşsiz kelebeği düşüneceğim. Yalnız onu değil, haksız yere tutsak tüm gazetecilerin, çocuklarının, torunlarının çizdiği kelebekleri, eşlerinin, sevgililerinin, annelerinin yüreğinde uçuşan kelebekleri düşüneceğim... Sizler bir kelebeğe baktığınızda... Yok, yok, zaten bakmazsınız ya, baksanız bile görmezsiniz ya... Bundan böyle ben yeryüzündeki tüm kelebeklerin o incecik kanatlarında o güzelim renkler arasında direnci, yiğitliği, cesareti göreceğim. Birbirinden çok farklı düşünen, farklı birikimlerden gelen insanların size “Hayır” haykırışlarını ve dayanışmalarını göreceğim. Zulüm, baskı, hainlik ve hukuksuzluk karşısında dik duruşu göreceğim. Dokununca toza dönüşen o kanatlarda çelik gibi iradeyi hissedeceğim. Hasreti, özlemi, ama en çok yok edemediğiniz umudu göreceğim. “Bir gün mutlaka”... “Daha güzel bir dünya” umudunun kanat çırpışını yaşayacağım... Ey vicdansızlar, ey hukuksuzlar, ey yalancılar! Siz Güray’ın, Turhan’ın, Kadri’nin, Musa’nın, Nazlı’nın, Ahmet’lerin, Mehmet’lerin, İlhan’ın, Ceren’in, Aslı’nın, Hülya’nın, Deniz’lerin ve daha nicelerinin eşlerinin, çocuklarının, torunlarının arkadaşlarının kelebeklerini tutsak alsanız da öldürseniz, yok etmeye çalışsanız da şu gerçeği aklınızdan çıkarmayın: Kelebeğin yaşamı birkaç evreden oluşur. Ömrünün bu en güzel aşamasında düşündüğü tek şey vardır, neslinin devamı. Sürüngen bir tırtıl olmaktan kurtulup havada özgürce dolaştığı bu kısa sürede amacı uğruna her şeyi göze alır. Ve neslini sürdürür. HHH Yarın 1 Mayıs... İçimde kapanmayan 40 yıllık bir yara... 1 Mayıs 1977 Taksim katliamının bir türlü kapanmayan yarası... O gün beni kalabalığın içinden çekip kurtaranları minnetle; hayatını kaybedenleri saygıyla, o gün o meydanı bir süreliğine de olsa dayanışma, sevinç ve umut dünyasına çevirenleri sevgiyle anıyorum. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle