23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 16 Şubat 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: İLKNUR FİLİZ Haklar göz göreAvrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nden çarpıcı tespitler göre ihlal ediliyor Türkiye’nin ifade ve medya özgürlüğü konusunda geldiği durumun alarm verici olduğuna dikkat çeken Muiznieks, hazırladığı raporda gazetemize geniş yer ayırdı Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’in ifade ve medya özgürlüğü konusun da yayımladığı rapor, Türkiye’nin 2011’e kıyasla ne kadar geriye gittiğini gözler önüne serdi. Muiznieks, “Ne darbe giri şimi, ne Türkiye’nin kar şı karşıya olduğu diğer te rör tehlikeleri alınan bu tedbirleri mazur göstere mez” sözleriyle hükümeti DUYGU GÜVENÇ eleştirdi. Referanduma sunulan anayasa değişiklikleri için çok ciddi endişe duyduğunu belirten Komiser “Bu deği şiklik Türk yargısının yürütme ve yasa ma erkleri karşısındaki özerkliğinin da ha da azaltılmasını öngörmektedir” dedi. Muiznieks’in saptamaları şöyle: Özellikle Cumhurbaşkanı: Yetkililerin medya ve ifade özgürlüğüne yönelik tutumlarında bir katılaşma oldu. Seçilmişlere ve onların politikalarına yö nelen meşru eleştirilere karşı halihazır da var olan hoşgörüsüzlük daha da arttı. Özellikle Cumhurbaşkanı, eleştirel med yayı, tanınmış yerli ve yabancı gazeteci leri, akademisyenleri veya insan hakları ihlallerini raporlayan STK’leri damgala yan, onların cezalandırılması için çağrı da bulunan, hatta AİHS’ye uygun karar lar aldığı için AYM’yi hedef alan çok sa yıda tartışmalı beyanda bulundu. Hızı endişe verici: Medya ve ifa de özgürlüğü ile ilgili durumdaki kötü leşmenin boyutunun ve hızının son de rece endişe verici olduğu görüşündedir. AİHS ve AİHM içtihadında korunan ilke ler göz göre göre ihlal edilmektedir. Sa dece hükümet taraftarı olmayan medya yı değil aynı zamanda sıradan vatandaş ları da etkilemektedir. Bu, gazetecilik için son derece elverişsiz bir iklime ve giderek kuraklaşan tek taraflı bir tartış ma ortamına yol açmaktadır. Mahkemeler AYM’ye direniyor: Türkiye’deki savcılar ve mahke melerin, muhalif görüş ve eleştiriyi sık sık devletin bütünlüğüne yönelik bir teh dit olarak algıladıklarını ve esas rolleri nin, bireylerin insan haklarını korumak tan ziyade, devletin çıkarlarını korumak olduğunu düşündüklerini gözlemler. (...) Cesur gazete Cumhuriyet Raporunda 151 gazetecinin hapiste olduğunu anımsatan Komiser, Cumhuriyet’in MİT tır’ları haberinden bu yana yaşadığı ve son olarak 11 ismin tutuklanmasına neden olan mahkeme kararlarına “Türkiye’nin en eski gazetelerinden biri olan ve farklı siyasi hareketlere mensup Türk hükümetlerine karşı eleştirel ve araştırmacı cesur gazetecilikte istikrarlı bir karnesi bulunan günlük Cumhuriyet gazetesi” diyerek geniş yer ayırdı: n Tipik gazetecilik: Cumhuriyet yazar ve yöneticileriyle ilgili 9. Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutuklama kararında tipik gazetecilik faaliyeti örneklerine atıf yapılmıştır. n Delil yok, suçlama tutarsız: Hâkimin değerlendirmesinde ifade özgürlüğünü hiçbir şekilde göz önüne almaması, birbirleri ile devamlı surette karşı karşıya gelmiş olan örgütler FETÖ ve PKK için aynı anda propaganda yapma suçlamasındaki tutarsızlık, ayrıca hükümeti eleştiren gazete yazılarının bağlamlarından koparılarak okunması dışında, sanıklar ve bu örgütler arasında herhangi bir irtibat ortaya koyan maddi delillerin yokluğu karşısında şaşkınlığa uğramıştır n Tutuklama haksız: Bu kararlar, tutuklamaların haksız olduğunu göstermektedir. Bunlar aynı zamanda, tutuklamaların arkasında yatan amacın medyada geride pek az sayıda kalan eleştirel ancak aynı zamanda da ana akımdan saygın sesleri susturmak olduğunu kuvvetle ima ediyor. n İnandırıcılıktan yoksun: Bu sonuç, gazeteden Ahmet Şık’ın, PKK, DHKPC ve FETÖ propagandası yapmaktan gözaltına alınması, ardından tutuklanması ile daha da güçlenmiştir. Şık’a yönelik bu suçlamalar ciddi olarak inandırıcılıktan yoksundur. Şık, 2011’de Gülen hareketinin devlet organlarına sızışını açığa çıkarmasına misilleme olarak Gülenci savcıların sonradan uydurma olduğu anlaşı lan suçlamalarından ötürü tutukluydu. n Doğru bilgi casusluk değildir: Yine AİHM içtihadında ortaya konan ve Türk mahkemeleri tarafından nadiren dikkate alınan bir başka ilke, gazetecilerin haber kaynaklarının korunması ihtiyacıdır. Bu, Can Dündar ve Erdem Gül’ün Türk istihbaratı tarafından Suriye’ye silah gönderilmesinde kullanılan tır’ların haberleştirilmesi sonrasında Cumhurbaşkanı tarafından hainler ve casuslar olarak hedef gösterilmesi ve Kasım 2015’te casusluktan gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları örneğinde net bir şekilde görülmektedir. Kamuoyunu yakından ilgilendiren doğru bir bilginin yayımlanmasını bir tür casusluk olarak ele almak, düpedüz gazetecilik mesleğine yönelik bir tehdittir. n Sanki zarar gördüler: Mahkeme kararında ayrıca açık açık AYM kararını eleştirmiş; Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın sözlerine endişe verici şekilde benzeyen ifadelerle AYM’nin yetkisini aştığını iddia etmiştir. Bir başka endişe verici husus ise, ilk derece mahkemesinin hem Cumhurbaşkanı’nı hem MİT sanki zarar gören taraflarmış gibi savunma avukatlarının itirazlarına rağmen davaya müdahil olarak kabul etmesidir. Mahkeme, ayrıca, nitelemeyi tamamıyla yetkililerin takdirine bırakarak neredeyse sınırsız bir “devlet sırrı” tanımı ortaya koymuş ve devlet sırlarını koruma gereği ile bunları bilmekteki kamu yararı ve adı geçen makalelerin kamusal tartışmaya katkısı arasında herhangi bir denge tesis etme yoluna gitmemiştir. n Kamunun bekçi köpeği olamaz: Bir gazetecinin gizli olduğu veya sır teşkil ettiği addedilen bilgiyi yayımlamaktan mahkum edilmesi medyada çalışanların halkı kamu yararı ile ilgili konularda bilgilendirmek bakımından cesaretini kırabilir. Bunun sonucunda, basın hayati ni telikteki “kamunun bekçi köpeği” rolünü artık oynayamaz hale gelebilir ve basının doğru ve güvenilir bilgi sağlama kabiliyeti olumsuz bir biçimde etkilenebilir”. n Dündar’a taciz devam ediyor: Dündar’ın uğradığı taciz, eşinin pasaportunun keyfi şekilde iptal edilerek seyahat etmekten mahrum edilmesi ve bir KHK ile vatandaşlıktan çıkarılma riskinin doğması gibi şekillerde devam ediyor. n Gazetecilik suç değil: Türk yetkililerin sıkça ileri sürdüğü “gazetecilerin gazetecilik faaliyetinden ötürü değil diğer suçlardan yargılandığı veya tutuklandığı” yönündeki savunma inandırıcılığını kaybetmektedir. Elbette ki “gazetecilik suçu” diye bir şey yoktur; gazeteciler her zaman başka birtakım suçlardan yargılanmakta, fakat çoğu zaman bu suçları kanıtlamak için mevcut olan tek “delil” onların gazetecilik faaliyetleri olmaktadır. n Gazetecilere kart yok: Yetkililerin sık sık ileri sürdüğü bir diğer nokta da bu kişilerin gazeteci olmadığıdır. Bu, Türk makamlarınca basın kartı verilmesi sisteminin aşırı derecede sınırlandırılmasıyla alakalıdır. Sistem bütünüyle keyfi idari bir niteliğe kaymıştır. Neticede, gazetecilerin yalnızca bir kesimi basın kartı sahibidir.Son alınan önlemler sonucunda, sayıları 3 bine kadar ulaşan medya çalışanı işini kaybetti. Tutukluluğa alternatif tedbirlerin teşvik edilmesi çabası artan yargılama sayısı ve alt derece mahkemelerinin AYM’nin ilerici kararlarına gösterdikleri direniş ile gölgelenmiştir. Bunda yeni ihdas edilen sulh ceza hâkimlikleri belirleyici bir rol oynuyor. Kriterler muğlak: Ciddi anlamda alarm sinyalleri verme noktasına gelmiş olan medya ve ifade özgürlüğünün kötüye gidişi, 15 Temmuz ardından OHAL’de daha da şiddetlenmiştir. Alınan tedbirler, yürütmeye; sadece kamu sektöründe değil, aynı zamanda medyada veya STK’lerde de fark gözetmeden sert umumi tedbirler uygulamak ve bunları herhangi bir delil şartı veya yargı denetimi olmaksızın bir terör örgütü ile “irtibat” veya “iltisak” gibi muğlak kriterlere binaen yapmakta neredeyse sınırsız bir takdir yetkisi vermekte. Sonuçta, 150’den fazla medya organı hiçbir yargı kararı olmadan kapatılmıştır; tutuklu gazeteci sayısı 151’e ulaşmıştır. BASIN İLAN KISKACI: Baskının doğrudan doğruya haber merkezlerine veya Hürriyet’i kontrol eden Doğan Medya Grubu’nun sahibi Aydın Doğan’a açılan ceza davaları gibi, medya sahiplerine uygulandığı birçok olay duyulmuştur. Bu baskılar Radikal’in kapatılmasının da esas sebebidir. (...)Basın İlan Kurumu’yla ilgili istatistikler bu ajansın hükümet yanlısı gazeteleri tirajlarına bakmadan büyük ölçüde kayırdığını, bu şekilde muhalif medyayı bastırdığını açıkça gözler önüne sermektedir. İMC’yi böyle kapattı: 24 Şubat 2016 tarihli bir savcı tarafından imzalanan ve TÜRKSAT’a hitaben yazılan bir belgede, bu yönde herhangi bir mahkeme kararı bulunmamasına rağmen, İMC TV’nin PKK hesabına terör propagandası yaptığı kanaatiyle TÜRKSAT’tan çıkarılması talep edilmiştir; uydudan çıkarılmıştır. Böyle bir inisiyatif alarak savcı yetkisinin sınırlarını ağır bir şekilde aşmış, bu eylemiyle geri dönülemez sonuçlara sebebiyet vermiştir. Soldan sağa: Ahmet Şık, M. Kemal Güngör, Bülent Utku, Önder Çelik, Musa Kart, Turhan Günay, Hakan Kara, Güray Öz, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Akın Atalay. Eşi benzeri yok Zaten alarm veriyordu: Darbe girişimi olmadan önce, medya özgürlüğüne yapılan doğrudan müdahaleler Nefret, şiddet, terör bu ortamda serpilir zaten alarm veren bir seviyeye ulaşmıştı. Kayyım atanması Türk hukuk düzenine göre hukukiliğine ve Türk Anayasasına uygunluğuna ilişkin soru işaretleri de doğurmaktadır. Bu önlemlere derhal bir son verilmelidir. Genel seçimlere bir hafta Terörizm kavramı her şeyi içine alan bir etiketmiş gibi kullanılmamalıdır. Bu uygulama, hakaret davalarının bariz bir biçimde aşırı kullanılması ile birlikte, Türkiye’yi çok tehlikeli bir yola sokmuştur. Bu yolda, meşru görüş ayrılığı ve dan az kala, Türk kamuoyuna ve hükümet politikalarının eleş gazetecilere son derece caydırıcı bir mesaj verilmiş olup bu sebeple büyük bir zarar vuku bulmuştur. 11 Ocak 2017 itibarıyla toplam 158 medya şirketi kapatılmış durumdadır. tirilmesi hedef gösterilmiş, bastırılmış, doğrudan doğruya Meclisteki de dahil demokratik kamusal tartışmanın kapsamı daraltılmış ve böylece toplum kutuplaştırılmıştır. Tecrübeyle sabittir ki tam da Ne darbe ne de terör mazur gösteremez: Ne darbe girişimi, ne Türkiye’nin karşı Nils karşıya olduğu diğer terör tehlike leri alınan bu tedbirleri mazur göstere böyle ortamlarda nefret, şid Muiznieks det ve terör örgütleri serpilir. Medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün temelini teşkil ettiği insan haklarının korunması, sosyal barışın ve sağlıklı bir demokrasinin tesisi mez. Bu tedbirler Komiser’in tecrübesi için mutlak surette ön şarttır. ne göre medya özgürlüğünün eşi benzeri olmayan bir ihlalini sergilemekle kalma li hâlâ tutukludur. DTP ile ilgili AİHM makta, aynı zamanda hukukun üstün kararı, “partinin savunduğu ilkeler lüğünün ve hukuk güvencesinin açıkça le PKK’nin savundukları arasında pa inkârı anlamına gelmektedir. ralellikler olması, partinin politikaları O madde kalkmalı: Cumhurbaş nı hayata geçirmek için güç kullanımını kanına hakareti düzenleyen 299. madde onayladığı hükmüne varmak için yeterli yürürlükten kaldırılmalı, AİHS’ye aykı değildir.” demiştir. rı. Komiser, AYM’nin, 299’ncu maddeyi ifade özgürlüğü hakkının özüne dokunmadığı gerekçesiyle anayasaya uygun bulmasını üzüntüyle karşılar. Sorunlu kararlar Sulh Ceza’dan: Yargı tacizinde sulh ceza hâkimlikleri, tutuklamaların, yayın yasaklarının, medya şirketlerinin devralın İfade özgürlüğü seçilmişler için şart: Zorla ifade verdiril ması için kayyım atamasının veya internette erişim engellemelerinin de dahil dikten sonra bile, 11 HDP milletveki olduğu kimi en sorunlu kararların tam ortasında bulunmaktadır. İfade özgürlüğü hakkının en bariz ihlallerinin ekseriyetinin kaynağında, hâkimlerin AİHM İnternete erişimin bütünüyle engellenmesinin ifade özgürlüğü hakkının bir ihlali olduğunu tespit etmiştir. Yavaşlatmada ihlal: Türk makamların, ayrıca, yerel kriz zamanlarında giderek artan bir şekilde bant genişliğini azaltma (yavaşlatma) yoluna başvurdukları, böylece bazı sosyal medya ve haberleşme platformlarını fiilen erişilemez hale getirdikleri yaygın olarak bildirilmektedir. İnternet yavaşlatmaları ve kesintileri haber alma hakkının ağır bir ihlalilidir. Sulh Ceza tacizci: Özellikle sulh ceza hâkimleri, eleştirel seslerin hedef alınmasında hiç olmadığı kadar faal hale gelen savcılar ile işbirliği içinde, muhalefeti ve Türk hükümetine yönelik meşru eleştiriyi bastırmak ve ayrıca internet vasıtasıyla kamuya verilecek bilgiyi kontrol etmek için bir taciz vasıtasına dönüşmüş görünmektedir. Yargı bağımsızlığı temel: Son zamanlarda alarm veren bir seviyeye ulaşan yargının bağımsızlığına ilişkin köklü sorunların halledilememesi, ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğünü iyileştirmeye yönelik bütün çabaları boşa çıkaracaktır. Komiser, TBMM’de bir süre önce kabul edilen anayasa değişikliğine dair duyduğu çok ciddi endişeyi ifade eder; çünkü bu değişiklik Türk yargısının yürütme ve yasama erkleri karşısındaki özerkliğinin daha da azaltılmasını öngörmektedir. haber 11 Devletin bekası böyle mi korunur? Kaderin cilvesi; yıllardır siyasi yelpazenin farklı uçlarında dolaşan Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek, hayatlarının ileri yaşında aynı yerde buluştu. Buluştukları yer, başkanlık sistemi değil; zira Bahçeli, geçmişteki tüm demeçlerini hiçe sayıp ateşli bir başkanlık sisteminin savunucusuna dönüşürken, Perinçek başkanlığa karşı. “Ulusalcı” denilen eski solcuyeni milliyetçi ideolojinin Türkiye’deki en önemli ideoloğu, uzunca bir süredir “Hayır” diyeceğini söylüyor. Perinçek ve Bahçeli’nin buluştuğu yer, başkanlık değil Tayyip Erdoğan’ın şahsı. Siyasette 40 yılı deviren iki koca kurt da, farklı biçimlerde yandaşlarına bir süredir Türkiye’nin tehlikeli bir sürece girdiğini, “devletin bekası” diye kutsanan soyut kavramın tehlike altında olduğunu, buradan çıkış için de şu ya da bu biçimde Erdoğan etrafında kenetlenmek gerektiğini söylüyor. “Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan” meselesine girmiyorum. Evet, Türkiye ciddi bir fetret devrinden geçiyor. Ama bu dönemde “devletin bekasını” koruma adına yapılan birçok hamle, geleceğimizi daha da tehlikeye atıyor. Türkiye’deki kötü gidişatın nedeni, dış mihraklar, Kürtler, Amerikalılar veya kapıdan, bacadan giren her türlü alçak basınçlı rüzgâr mı, yoksa iktidarın 2011’den bu yana kurumları ve demokrasiyi geriletme pahasına bir güç konsolidasyona gitmesi mi? Allah aşkına, tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan? Bunu sonsuza kadar tartışabiliriz. Ama şu tartışma götürmez: Türkiye’yi bu cendereden çıkarmak için gücü daha fazla, daha daha fazla merkeze topladığınız noktada, devleti ve toplumu daha da güçsüzleştiriyorsunuz. Sıkıntılarımız zaten böyle başlamıştı. Sistem zayıf çünkü toplum zayıf, sivil toplum zayıf, kurumlar zayıf, siyaset zayıf; hak dağıtmıyor, ihtiyaç karşılamıyor. Eminim ki Sayın Bahçeli, “dış mihraklar” deyip işin içinden çıkamayacak kadar dış dünyayı takip ediyordur. Neden bu dış mihraklar hep bizi buluyor? Örneğin neden Almanya’da bir klik çıkıp Yargıtay’ı ya da orduyu ele geçirmeye çalışmıyor? Ya da neden ABD’de birileri silaha sarılıp Meksika’da dağa çıkmıyor? Neden İspanya’da dil meselesi artık konu bile değil? Ya da neden Fransa’da Katolik polisler kendi aralarında komplo yapıp diğer polis müdürlerini elemeye çalışmıyorlar? Çünkü ihtiyaç duymuyorlar. Çünkü insanlar şu ya da bu biçimde hakkının korunduğunu hissediyor. Çünkü bütün bu ülkelerde hak, hukuk, mülk, bireysel özgürlükler gibi konular hallolmuş. Vatandaş, sağlam bir anayasayla devletle ilişkisini tanzim etmiş ve devletin sahibi olduğunu düşünüyor. Devletin bekası diye bir dert yok çünkü ulvi bir devlet kavramının yerini toplum almış. Şimdi bu insanların tek derdi, sahip olduğu huzur ve refahı akın akın gelen mültecilerle paylaşmak istememesi... Bize dönelim. Biliyorsunuz, şu devletikutsama sporuna, öteden beri karşıyım. Al MGK’sini vur müsteşarına. Bana hiçbiri kutsal gelmiyor. Hiçbirini vatandaşın huzurundan, özgürlüğünden, eşitlikten daha önemli bulmuyorum... Ama diyelim ki Bahçeli haklı ve bu biricik devlet, tehlike altında. O zaman çözüm belli. Gerçekten güçlü bir devlet istiyorsanız, güçlü bir milli şef değil, bağımsız kurumlar, güçlü bir sistem, temsili bir parlamento ve huzurlu bir toplum hedefleyin. Mevcut anayasa taslağı, Türkiye’de gücü bir lider etrafında topluyor ancak parlamento dahil diğer kurumları zayıflatıyor. Bugün Bahçeli ve Tayyip Erdoğan, milliyetçilik konusunda aynı noktada olabilir. Ama ileride başka biri geldiğinde ne olacak? Örneğin Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan’ın olmadığı bir düzende, dengedenetim sistemi ve fren mekanizması olmayan bir sistemin, devletin bekasını koruyabileceğini düşünebiliyor mu? Diyelim ki ileride bir tarihte, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek cumhurbaşkanlığı makamına geldi. Neden olmasın? Devletin bekası ne olur o zaman? Mısır’da Abdülfettah El Sisi’nin elinde muazzam yetkiler var. Ama ülkesi yönetilemez durumda. Sizce Mısır’da mı beka sorunu var, liderinin daha az yetkilerinin olduğu Hollanda’da mı? Başa dönelim. Otoriter rejimler, doğası itibarıyla istikrarsızdır. Sorunu böyle tanımlamak yerine, bizzat bu sorunun neden olduğu semptomlara karşı otoriteyi güçlendirmek; hiçbir derdimize çare olmaz. Ve maalesef dönüşü de olmaz. CHP’li Budak iddianameyi sordu CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak, Cumhuriyet’in yazar ve yöneticilerinin 109 gündür özgürlüklerinden yoksun olmasına karşın iddianame hazırlanmamasını TBMM gündemine taşıdı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yazılı olarak yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren Budak, Bozdağ’a şu soruları yöneltti: “İddianamenin ortaya konulamamasının gerekçesi nedir? Hâlâ delil mi aranmaktadır? Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticileri ile diğer gazetecilerin, haklarında işlem yürüten savcı ve hâkimlerle ilgili şikâyetleri olmuş mudur? Kaç şikâyet yapılmıştır? Bu şikayetlerle ilgili hangi işlemler yürütülmüş, ne sonuç çıkmıştır? Hukuka aykırı işlemleri nedeniyle yaptırımla karşılaşan hâkim ya da savcı olmuş mudur?” l Yurt Haberleri C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle