05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Pazartesi 4 Aralık 2017 Deniz Müzesi’nde ‘Barok Konserleri’ İstanbul’da Beşiktaş Rıhtımı’nda bulunan Deniz Müzesi, aralık ayından itibaren barok topluluklarının konser serisine ev sahipliği yapacak. “Deniz Müzesi Barok Konserleri”, 8 Aralık’ta Macaristan’dan “Contraston Baroque” grubunu ağırlayarak başlayacak. Ardından 26 Aralık’ta İzmir Barok, 21 Ocak 2018’de “Masques”, 2 Şubat 2018’de ise La Cicala Baroque, Deniz Müzesi’nde konser verecek. EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] 15 İstanbul, aşk ve hüzün... 2012 yılında aramızdan ayrılan usta oyuncu Cüneyt Türel’in anısına bir şiir dinletisi hazırlayan Atilla Birkiye, “Cüneyt Türel bize çok destek verdi, dinletilerimizi kaçırmaz, provalarımıza bile katılırdı; gösterimizde yer alır mısın dediğimizde de bizi kırmadı. Onun sesini nasıl tanımlamak gerek, bu kadar etkileyici bir ses gelmiş midir yeryüzüne?” diyor. “Mutluluklar şehri bir İstanbul’du, / şiirler, buluşmalar, aşklar... şimdi / Akşam olan bir gün gi Usta şairlerin dizelerinin okunacağı, Atilla Birkiye’nin bi son buldu; / Ne şiir kaldı, ne aşk, hazırladığı, Mehmet ne beklenti...” Tilbe Saran ve Cüneyt Türel yıllar önce İş Sanat’ta bir şi Birkiye’nin sahneye uyguladığı “Aşk ve ir dinlesinde okumuş Hüzündür İstanbul” ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK lardı Ahmet Muhip Dıranas’ın “Yağma” adlı şiirini... Bir kere bir şiir dinlediniz mi sesinden unutmanız imkânsız o sesi... Bu adlı şiir dinletisi  11 Aralık’ta saat 20.30’da İş Sanat’ta gerçekleşecek. gün bu yazıyı yazarken yine o etki Usta şairlerin İstanbul’a dair en güzel şiirlerini usta oyuncular Tilbe Saran ve Hakan Gerçek seslendirecek. leyici ses kulaklarımda... Artık aramızda olmayan Cüneyt en güzel şiirlerini usta oyuncular Til Nisan 2010’da yapmışız; şimdi üçün için, sanırım bu sorunun cevabı din Türel anısına bir şiir dinletisi düzen be Saran ve Hakan Gerçek seslendi cüsünü yapıyoruz, ne yazık ki bu letiden sonra değişebilir biz şiirse lenecek. Türel’in sesinin de dış ses recek. Şiirlere, Sema Subaşı akorde arada Cüneyt Türel’i yitirdik. Şimdi verler için. olarak verileceği bu dinletiyi kaçır on ile Turgut Aktaş ise klarneti ile kinde Tilbe Saran ile birlikte Hakan Birkiye, “Cüneyt Türel bize çok mayın, çünkü yine o etkileyici ses eşlik edecek. Gerçek yer alıyor. Daha öncekilerde destek verdi, dinletilerimizi kaçır ten Tevfik Fikret’in “Sis”inden parçalar, Yahya Kemal Beyatlı’nın Müzikle iç içe şiir... canlı müzik yoktu, banttan veriliyor maz, provalarımıza bile katılırdı; gösdu; bu kez müzik yönetmenimiz Ser terimizde yer alır mısın dediğimizde “Siste Söyleniş”i, Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiirlerini dinleyeceğiz. Usta şairlerin dizelerinin okunacağı, Atilla Birkiye’nin hazırladığı, İş Sanat’ta şiir dinletilerine 2002’de başladıklarını söyleyen Atillar Birkiye, “Son yıllarda sezonda yedi gösteri yani ayda bir gösteri gerçekleştiriyoruz. Müzikle iç içe geçen dar Yalçın canlı müzik tasarladı, dolayısıyla sahnede akordeon ve klarnet şiirlere eşlik ediyor” diyor. ‘Cüneyt Türel de bizi kırmadı. Onun sesini nasıl tanımlamak gerek, bu kadar etkileyici bir ses gelmiş midir yeryüzüne? Şiirle çok ilgiydi; verdiği sahne derslerinde, bildiğim kadarıyla yoğun bir Mehmet Birkiye’nin sahneye uyguladığı “Aşk ve Hüzündür İstanbul” adlı şiir dinletisi 11 Aralık’ta saat 20.30’da İş Sanat’ta gerçekleşecek. Etkinlik, eski bir iskeleyi imleyen dekorda ve Serdar Yalçın’ın müzik yönetmenliğinde sunulacak. Yahya Kemal Beyatlı, Orhan Veli, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Can Yücel, Nâzım dinletilerimizi o günden bugüne, yirminci yüzyıl doğumlu ve aramızda olmayan çok sayıda şairimizden seçerek gerçekleştirdik. Biriki yıl sonra kolaj da yapmayı tasarladık ki ilk gerçekleştirdiğimiz ‘aşk şiirleri’dir; ardından İstanbul için de yapalım dedik. Dinletide Cüneyt Türel ile Tilbe Saran birlikte yer aldı. Aslında bir çok destek oldu’ “Aşk ve Hüzündür İstanbul”, başlığı Birkiye’nin hazırladığı 1999’da Özgür Yayınları’ndan çıkan “İstanbul Şiirleri” seçki kitabının da başlığı ve metin de aynı başlığı taşıyor. Neden ‘Aşk ve Hüzündür İstanbul?’ diye soruyorum Birkiye’ye, “Sizce İstanbul, aşk ve hü şekilde şiir işlerdi” diyor. Birkiye’ye en çok etkileyen ya da onda hikâyesi olan hangi usta şairin İstanbul şiiri diyorum. “Bunun yanıtı o kadar güç ki diye yanıtlıyor ve devam ediyor, “Çok sayıda İstanbul şiiri derinden etkiler beni; birçoğunun da bir şekilde bir öyküsü vardır. Soruyu şöyle noktalayayım: Cüneyt Hikmet, Turgut Uyar, Edip Canse bakıma Cüneyt Türel için tasarladık zün değil mi” diye cevaplıyor. Türel’in dış ses olarak okuduğu Or ver, Cemal Süreya, Melih Cevdet An ‘İstanbul Şiirleri’ni. İlkini 17 Mayıs Aslında İstanbul hüzünlü ama bir han Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” day gibi kalemlerin İstanbul’a dair 2004’te sergilemişiz, tekrarını da 5 o kadar da mutlu, umutlu benim başlıklı şiiri, bir başyapıttır... Haluk Çetin’den ‘Yürüdüm Sana Doğru’ ‘Hepsi benim bestelerim’ ORHUN ATMIŞ Müzisyen Haluk Çetin’in üçüncü solo albümü “Yürüdüm Sana Doğru”, Ada Müzik etiketiyle çıktı. Albümde Ataol Behramoğlu, Nâzım Hikmet, Hüseyin Haydar, Tuğrul Keskin, Namık Kuyumcu, Oğuz Mucurluoğlu, Ruhan Odabaş ve Gökhan Hoştürk gibi isimlerin şiirlerinden bestelediği 10 şarkı bulunan Çetin, aynı zamanda gazetemiz yazarı, şair Ataol Behramoğlu ile 23 yıldır şiir dinletileri gerçekleştirdiklerini söylüyor. Çetin, “Yurtiçi ve yurtdışında sayısı 500’ü buldu bu dinletilerin, hâlâ da devam ediyor. Bir klasik oldu artık Türkiye’de” derken, Behramoğlu’yla ortak olarak “Aşk İki Kişiliktir” albümü yaptıklarından da bahsederek, “Da ha sonra iki tane de solo albüm yaptım. Bu da üçüncü solo albümüm. 10 tane şarkı var, hepsi benim bestelerim” sözleriyle albümünü anlatıyor. Aslında baro üyesi bir avukat olan Haluk Çetin, mesleğini yapmadığını, hayatını müzikle sürdürdüğünü söylüyor. Halk TV’de “Şiir İçi Şarkılar” adlı bir müzik programı da gerçekleştiren sanatçı, “Yürüdüm Sana Doğru” albümün de Hüseyin Haydar’ın Türkan Saylan için yazdığı bir şiiri bestelediğini vurgularken, “Dinle Kardeşim” adlı şarkının da engellilere adandığına dikkat çekiyor. Albüm fotoğrafları Doğan Kemancı, grafik tasarımı ise Ragıp İncesağır imzası taşıyor. Antalya Piyano Festivali Pekineller ile sona erdi Bu yıl 18. kez düzenlenen Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nin kapanış konserini, 2 Aralık Cumartesi akşamı, ünlü şef Leonard Slatkin yönetiminde Akdeniz Filarmoni Orkestrası verdi. Orkestra, şiirsel müzik anlayışları ve özgün stilleriyle, uluslararası müzik dünyasında özel yerleri olan Güher ve Süher Pekinel piyano iki lisine eşlik etti. Sanat Yönetmenliğini şef Gürer Aykal’ın üstlendiği festivalde bu yıl ünlü şefler Slatkin, Aykal ve Hakan Şensoy ile klasik, caz ve folk müzik dünyasından Manolo Carrasco, Stéphane Blet, Cem Esen, Emre Elivar, Ariadna Castellanos, Çağ Erçağ, Nurkan Renda, Luz Casal, Pekineller gibi ünlü solistler yer aldı. ‘İşe Yarar Bir Şey’e Tallinn’den senaryo ödülü Tallinn Siyah Geceler Film Festivali’nin ana yarışmasında yer alan “İşe Yarar Bir Şey” en iyi senaryo ödülünü kazandı. Aralarında yapımcı Zeynep Atakan’ın da yer aldığı jüri, Pelin Esmer’in yönettiği ve senaryosunu Barış Bıçakçı’yla birlikte yazdığı, başrolleri Başak Köklükaya, Öykü Karayel ve Yigit Özşener’in paylaştığı filmi “Anadolu’ya yapılan bir tren yolculuğunu şiir, acı, karşılıklı anlayış ve iyileşmeye dair bir öyküye dönüştürme becerisinden” dolayı ödüle layık gördüklerini açıkladı. Dünyanın sinemasını iki haftayı aşkın süreyle Estonya’nın başkentine taşıyan festivalin 3 Kasım akşamı gerçekleşen ödül töreninde en iyi film ödülünü Kırgız yapımı “Night Accident / Tunku Kyrsyk” kazandı. Temirbek Birnazarov’un yönettiği film, yaşlı bir adamın kaza sonucu yaraladığı kadını tedavi etmeye çalışırken kendi sorunlarından uzaklaşarak hayata tutunma çabalarını anlatıyor ve arka planda da ülkedeki yozlaşmanın ipuçlarını veriyor. Festivalin Estonya Filmleri Yarışması’nda ise folklorik bir öykü anlatan siyah beyaz “November” kazandı. Bu yıl Türkiye’den katılımın yüksek olduğu festivalin İlk Filmler yarışmasında Erkan Tunç’un yazıp yönettiği “Martı” vardı. Onur Saylak’ın yurtdışında ödüller kazanan “Daha” adlı filmi de yan bölümde izleyiciyle buluştu. Çekilen acıyı duymak Çocuk cezaevinde, sıkça kullanılan diğer adıyla “sübyan koğuşu”nda isyan çıkıyor. Gördükleri kötü muamele hepsini canından bezdirmiş. Ölümü bile göze alarak isyan ediyorlar. Bir tek talepleri var: Başka bir cezaevine nakledilmek. Korkunç bir kargaşa yaşanıyor. Ölenler, yaralananlar... İsyan kırılıyor, feci bir dayak yiyor çocuklar ama sonunda istedikleri oluyor. Başka cezaevlerine naklediliyorlar. Peki bir şey değişiyor mu? Hayır, gittikleri yeni cezaevinde de aynı kötü muamele, aynı baskı sürüyor. ‘Duvar’ Yılmaz Güney’in 1983 yapımı “Duvar” filminin son karelerini İletişim Topluluğu’nun düzenlediği etkinlik kapsamında ODTÜ’de öğrencilerle birlikte izlerken, yaşadığımız ülkenin koca bir hapishane haline geldiği bundan güzel anlatılamazdı diye geçiriyorum içimden. Zaten filmden sonra yapılan ve Ali Berktay ile birlikte katıldığımız söyleşide de bu fikrimi dile getiriyorum. Ben, Yılmaz Güney’in “Duvar” filminin, çok namuslu bir tanıklık olmasının yanı sıra, memleketini ve çağını içinde hissetmiş yaratıcı bir sanatçının öngörü ve sezgi gücünün de iyi bir örneği olduğunu düşünüyorum. ODTÜ İletişim Topluluğu ODTÜ’lü genç arkadaşlarımla filmi tartışıyoruz, Yılmaz Güney’i, cezaevlerini, özellikle de çocuk cezaevlerini konuşuyoruz. İletişim Topluluğu bu yıl cezaevlerindeki, ıslahevlerindeki çocuklarla ilgili etkinlikler yapmayı programlamış. Bu konuda bilgi ve fikir alabilecekleri kurumlarla, kişilerle ilişki kurma yönünde çaba gösteriyorlar. Zaten “Duvar” filminin gösterimi ve bizimle temas kurmaları da bu çerçevede gerçekleşmiş. Şimdi cezaevlerindeki çocuklarla mektuplaşma kampanyası başlatmaya hazırlanıyorlar. “Bunlar belki çok önemsiz görünebilir, ama biz onların içerideki zamanlarının çok küçük bir bölümünü bile dört duvar arasına hapsolmadan, başka şeyler düşünerek geçirmelerini sağlarsak, bu bile önemli” diyorlar. Ülkenin geleceği olan gençlerin temel sorunlarımızdan biriyle böyle içtenlikle uğraşmaları, onu dert edinmeleri, kendilerince çözümler arayıp üretmeleri insana ümit veriyor, güven veriyor. “Yaptığımız başvurularda hep bir engel çıkıyor önümüze, bir noktaya geliyoruz tıkanıyoruz” diyorlar. Ben de onlara filmdeki kadınlar koğuşu bölümlerinin aslında benim anılarım olduğunu anlattıktan sonra, Adapazarı Cezaevi’nde yatarken yandaki “Sübyan Koğuşu”ndan zaman zaman gelen dayak seslerini, çığlıkları duyup meraklanınca, kalorifer borusunun yanında nasıl delik açıp oradan ince kağıt rulolarla çocuklarla haberleştiğimizi anlattım. “İsterseniz her engeli aşabilirsiniz” dedim ve bunu inanarak söyledim, çünkü aşacaklar biliyorum. Hallacı Mansur’a atfedilen çok düşündürücü bir söz var: “Cehennem acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.” Eğer vatandaşına dolayısıyla kendisine saygılı, onurlu bir ülke olarak yola devam etmek niyetindeysek, yukarıdaki sözün cezaevlerinin, hele de çocuk cezaevlerinin durumunu akla getirmeyeceği koşulları sağlamak zorundayız. Çünkü Adapazarı Cezaevi’nde bizzat tanık olduğum şiddet, Yılmaz Güney’in anlattıkları (bir basın toplantısında filmi çok sert ve abartılı bulan bir gazeteciye, filmde izlenenin kendi tanık olduklarının ancak onda biri olduğunu söylemişti ve bu doğruydu), son zamanlarda basına sık sık düşen Pozantı gibi haberler, cezaevlerindeki eziyeti aktaran haberler bende doğrudan doğruya bu çağrışımı yaratıyor: Acı çektiklerini kimsenin duymadığı bir cehennemde yaşamak zorunda bırakılan çocuklar... Bu cehennemlerden kurtulmak lazım, hiç değilse çekilen acıyı duymak lazım. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle