06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 4 Kasım 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, OHAL’E SON VERİLMESİ İÇİN KAMPANYA BAŞLATTI ‘Demokrasiyi kazanacağız’ haber 11 DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olağanüstü hal koşullarına karşı “OHAL değil, demokrasi istiyoruz” kampanyası başlattı. Emek ve meslek örgütleri, kampanyanın öncelikli amacının, OHAL’in 20 Ocak 2018’de bir kez daha uzatılmaması olduğunu açıkladı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, 20 Temmuz 2016’dan itibaren 471 gündür devam eden olağanüstü hale karşı başlattıkları kampanyayı Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleştirilen ortak basın toplantısı ile duyurdu. Sendikalar, “Bu 16 aylık sürede anayasa fiilen ilga edilmiş, yasama, yürütme ve yargı tamamen tek bir kişinin emrine verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti artık hiçbir biçimde anayasada iddia edildiği gibi ‘Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti’ değildir” ifadelerini kullandı. Yapılan ortak açıklamada “Hayatı darbelerle, Gülen Cemaati gibi cemaat ve tarikatlarla mücadele içinde geçmiş olan emek ve meslek örgütlerinden binlerce kişi darbe ile ilişkilendirilerek işlerinden atılmıştır. Bugün DİSK üyesi 2 bine yakın işçi, KESK üyesi 4 bin 99 kamu emekçisi, 3 bin 315 hekim ve TMMOB üyesi 3 binin üzerinde mühendis, mimar ve şehir plancısı ihraç edilmiş durumdadır. Devletin tüm sosyal yönleri tasfiye edilirken, direnen/direnecek olan herkes etkisiz Mehmet Bozgeyik/KESK Aysun Gezen/KESK Kani Beko/DİSK Emin Koramaz/TMMOB Raşit Tükel/TTB leştirilmek istenmektedir. İşe iade talebiyle açlık grevine başlayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın haklarının iadesi bir yana, tutuklanmaları, Gülmen’in tutukluluk halinin halen devam ettirilmesi, emeği için, işi için mücadeleyi düşünen herkese karşı bir gözdağı olarak gündeme gelmiştir” denildi. Ortak açıklamada OHAL’in iş güvencesinin yanı sıra işçilerin en temel haklarına da bir tehdit olduğu belirtilerek “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, grevleri engellemek için OHAL’i kullandıklarını açıkça söylemiştir. Bu sözlere uygun olarak 2017 yılı boyunca beş grevi engelleyerek yaklaşık 25 bin işçinin hakkı gasp edilmiştir” ifadeleri kullanıldı. Görevden almalar nedeniyle Türkiye nüfusunun yüzde 43’ünü seçilmemiş atanmış belediye başkanları tarafından yönetildiği vurgulanan ortak açıklamada şöyle denildi; “TBMM onayından geçirilmeyen KHK’ler, yargı süreçleri ile de denetlenememekte, tek bir kişinin akşam aklına gelen, sabah kanun olabilmektedir. Yaz saati uygulamasından, kış lastiğine kadar darbe girişimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan hemen her konu, KHK’ler ile düzenlenmektedir. Sadece TBMM değil, yerel yönetimler de tek adamın atadığı seçilmemiş kişilere devredilmiştir. 83 belediyeye kayyım atanması ve 6 belediye başkanının “görevden alınması” sonucu Türkiye nüfusunun %43’ünü seçilmemiş, atanmış belediye başkanları tarafından yönetmektedir.” OHAL ile hukuksuzluğun arttığını belirten ortak açıklamada, “Mahkemeler açıkça emirle çalışmakta, savcılara talimatla soruşturma açmakta, hâkimler ‘yukarıdan gelen telkinlerle’ tutuklama kararları almaktadır. Ülkenin Cumhurbaşkanı yargıya açıktan kamuoyu önünde talimat vermekte, yargı kararlarını ilan etmekte, hüküm kesmektedir. Kimin niye tutuklandığının, niye serbest bırakıldığının hukuki gerekçelerle açıklanmadığı, tamamen bir kişinin politik hedeflerine göre karar veren bir yargı sistemi yaratılmıştır” denildi. 81 ilde yürütülecek “OHAL rejimine son vererek demokrasiyi kazanacak olan biziz. Laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyeti inşa edecek olan biziz” denilerek başlatılan “OHAL değil demokrasi istiyoruz” kampanyasnını, 81 ilde yerel demokrasi güçleriyle birlikte yürütüleceği aktarıldı. l ANKARA / Cumhuriyet CHP’yeçağrı Emniyette işkence ‘faili meçhul’ kaldı Durakoğlu Moroğlu Kanadoğlu ‘Müftü nikâhını AYM’ye götürün’ İstanbul Barosu “Anayasa referandumu ve sonrası uyum yasaları” başlıklı bir konferansta konuşan avukat Nazan Moroğlu, geçen günlerde yürürlüğe giren Nüfus Hizmetleri Kanunu ile ilgili CHP’ye çağrı yaparak, “Bu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürün, laik, demokratik sistemimizin ortadan kaldırılmasına mani olun” dedi. ‘Hukuki değil’ İstanbul Barosu tarafından kendi binalarında “Anayasa referandumu ve sonrası uyum yasaları” başlıklı bir konferans gerçekleştirildi. Konferansın açılış konuşmasını İstanbul Barosu Başkanı avukat Mehmet Durakoğlu yaptı. Durakoğlu referandum ile ilgili Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunduklarını hatırlatarak, “Bu tablo karşısında geldiğimiz noktada yapılacak değişikliklerin kanun hükmünde olsa bile hukuk hükmünde olmayacağının açıkça ortaya çıkacağı bir ortamdayız” dedi. Mücadele edeceğiz Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı avukat Nazan Moroğlu ise müftülere nikâh yetkisi veren kanunla ilgili “Bu kanun sadece ‘müftülere nikâh kıyma yetkisi verme’ olarak algılanıyor. Ama daha vahim maddeler de var içinde. Laik hukuk ve medeni hukuk aile hukuku dışına çıkarıldı. Bugün hukuka kimse güvenmiyor. Ama biz hukuka sahip çıkacağız ve mücadele edeceğiz” diye konuştu. Demokratik rejim hayal Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu ise yapılan referandumun bazı yöntemlerle meşrulaştırılmaya çalışıldığına değinerek, “Bu tür bir rejimden demokratik başkanlık rejimi beklemek hayal olur. Burada yarı çökmek üzere bir devlet görmek mümkün. İnsanların yargıya güvenmemeye başlaması bunun göstergesidir” ifadelerini kullandı. l İSTANBUL/Cumhuriyet Emniyet binasını gözetlediği iddiasıyla tutuklanan Mehmet S., 4 ay cezaevinde kaldı. Beraat eden Mehmet S.’nin kendisine işkence yaptığını öne sürdüğü polislerin dosyası ise kapatıldı Üniversite öğrencisi Mehmet S, (23) Bursa’da, ge çen yıl, Emniyet bina HİLAL KÖSE sını gözetlediği iddiasıyla gözaltına alın dı. Emniyet’te, işken ce gördüğünü söyleyerek suç duyu rusunda bulundu. Mehmet S’nin 4 ay tutuklu yargılandığı örgüt davası ise bir yıl sonra beraatle sonuçlandı. Mahkeme, dosyada cezalandırmaya yeterli delil elde edilemediğine hük metti. Polislerin işkence dosyası ise faili meçhule gönderilerek kapatıldı. Mehmet S., 4 Mayıs 2016’da, Em niyet Müdürlüğü yakınlarında, yol da yürürken gözaltına alındı. Terör le Mücadele Şubesi’nde 4 gün tutul du. Avukat yardımı alması engel lendi. Baronun atadığı CMK avuka tı ise ifade tutanağını imzalamaktan başka bir işlem yapmadı. Emniyet’te susma hakkını kullanan Mehmet S., PKK üyesi olduğu iddiasıyla tutuk landı. Dosyasına gizlilik kararı ko nuldu. Tutuklandıktan sonra, aile sinin ulaştığı avukatlarla cezaevin de görüştü. Emniyet’te yaşadıklarını anlattı. Avukatları, polisler hakkında işkence iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. İşkence raporda Savcılık soruşturma başlattı. Mehmet S., Adli Tıp’a sevk edildi. S’nin Adli Tıp raporundaki ifadesi şöyle: “İlk gün 23 kişi geldi. Tokatlarla vurmaya başladı. Bodrum katına indirilirken başıma çuval geçirildi. Bilerek duvarlara çarpa çarpa götürüldüm. Başımda çuval varken boynumu nefessiz bırakacak kadar sıktılar. Bayılacak gibi olunca sıkmayı bıraktılar. Sonra beni yere yatırdılar. Ellerim arkadan bağlıydı. Metal olduğunu tahmin ettiğim boru gibi bir cisimle tacizde bulundular. Cismin makatıma girdiğini hissettim. Muayeneye götürdüklerinde tacizde bulunduklarını söylemeye korktum.” Adli Tıp’ın raporunda, izlerden birinin, mağdurun travmatik eylem ifadesiyle uyumlu olduğu belirtildi. Şüpheli görülmüş... İddianamede, Mehmet S’nin Foma ra Emniyet Müdürlüğü çevresinde şüpheli haraketlerle gözetleme yaptığı öne sürüldü. İddianamede, farklı yerlerden gözaltına alınan 3 kadın da şüpheli olarak yer aldı. Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde savunma yapan Mehmet S., Hatay’da öğrenci olduğunu, HDP üyesi olduğunu, Bursa’ya partisinin göndermesi üzerine geldiğini, olay günü HDP il binasına giderken gözaltına alındığını söyledi. Emniyet’i gözetlemediğini, polisten kaçmadığını belirterek, cep telefonunu kaybettiği için bir buçuk aydır telefon kullanmadığını ifade etti. Mahkeme heyeti, 28 Mart 2017’de davayı bitirdi. Tüm sanıklar, yüklenen suçu işlediklerinin sabit olmaması nedeniyle beraat etti. Hiç ifade alınmadı Mehmet S’nin avukatı Umut Beyaz, işkence soruşturmasını yürüten savcının, hiçbir polisin ifadesini almadan dosyayı faili meçhule gönderdiğini belirtti. Beyaz, “Polisler hakkında soruşturma açıldı ama hiçbir işlem yapılmadı. Sürüncemede bırakıldı, dosya kapatılmış oldu” dedi. PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ: Sizde FETÖ’cü yazar var mı? Pamukkale Üniversitesi Rektörlüğü, yayınevlerine, FETÖ ve diğer terör örgütleriyle bağlantısı kanıtlanmış yazarların kitaplarının olup olmadığını sordu. Üniversite kütüphanesine, terör örgütleriyle bağlantısı kanıtlanmış yazarların eserlerinin alınmayacağını bildirdi. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erdinç Duru, Cumhuriyet Kitapları’na gönderdiği yazıda, “Pamukkale Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı olarak kütüphane koleksiyonumuzu artırmak için kitap ihalesine çıkılması düşünülmektedir. FETÖ/PDY ve diğer terör örgütleriyle ilişkisi veya resmi olarak bağlantısı kanıtlanmış yazarların eserleri ihale dışı bırakılacaktır. Yayıneviniz bünyesinde söz konusu kişilere ait yayınlardan bulunuyorsa bu yayınların tarafımıza bildirilmesini rica ederim” dedi. l İSTANBUL/Cumhuriyet Avukatlar şiddete karşı yürüdü Avukatlara yönelik şiddet Bursalı avukatları sokağa döktü. Geçen temmuz ayında avukat Özgür Aksoy’un uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesinin ardından geçen haftada avukat Ahmet Cem Fırat’ın bıçaklı saldırıya uğraması üzerine Bursa Barosu bir yürüyüş düzenledi. Dün sabah saat 09.30’da Bursa Adalet Sarayı önünde toplanan avukatlara CHP Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu ile Sakarya Barosu Başkanı Zafer Kazan da destek verdi. Kent Meydanı’nda basın açıklaması yapan Bursa Barosu Başkanı Gürkan Altun, “Geçen hafta avukat Ahmet Cem Fırat 3 ayrı yerinden bıçaklandı. İddia makamı şüpheliyi adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk etti, bir de uzlaştırma talep etti. Bütün bunlar avukata karşı yapılan eylemlerde failleri cesaretlendirmek ve savunmanın direncini kırmaya çalışmaktır. Adliyeden buraya kadar haykırarak geldik. Savunma susarsa adalet ölecek çünkü” diye konuştu. l BURSA / Cumhuriyet Devlet terörü ve adli cinayet 20. yüzyılda örneklerini gördüğümüz totaliter rejimler, iktidarın ideolojik nedenlerle aykırı bulduğu kişi ve çevrelerin, siyasal muhaliflerin bütünüyle keyfi gerekçelerle tutuklandığı rejimlerdi. Hitler’in iktidara gelmesini izleyen aylarda, ceza yargı usulüne getirilen yeni bir yorumla, “tedbir amaçlı tutuklama” doğrudan cezalandırmaya dönüştü. Nazi terminolojisine göre “tutuklama”, rejime muhalif olanların veya muhalif olma potansiyeli taşıdığından şüphelenilenlerin polis ve yargı işbirliği içinde hapsedilmeleri demekti. İşbirliğinin altını çizmek gerekiyor. Nazi hükümetinin attığı ilk adımlardan biri, “koordinasyon politikası” olarak tanımladıkları, yargının Nazi hedeflerine uyumunun sağlanmasıydı. Alman Hukuk Akademisi yargıçları bundan böyle karar alırken “halkın sağlıklı duygularıyla” hareket etmeye çağırdı. Bu “sağlıklı duygular”, Nazi ideologlarının ve onların medya, okul, üniversite gibi alanlardaki yandaşlarının beslediği, kışkırttığı hınç ve nefret duygularıydı. 1934’te kurulan Halk Mahkemeleri, bu duyguların ışığında, hiçbir somut delil olmadan, ihanet, casusluk, komplo, iktidarı devirmeye teşebbüs ve benzeri suçlamalarla katıksız siyasal yargılamalar yaptı. Sanıkların “haşarat” olarak tanımlandığı bu mahkemeler, Nazi terör sisteminin önemli bir parçasıydı. On binlerce kişi komplo, bu tür suçlamalarla bu mahkemelerde mahkum oldu. Bir kısmına verilen ölüm cezaları hemen infaz edildi. “Tutuklama”, genellikle, halkın sesi olduğu iddia edilen çevrelerin başlattığı kin ve nefret kampanyalarının arkasından geliyordu. Bu kampanyaları ise Nazi yönetiminin propaganda sorumluları yönetiyor ve ideolojik veya fırsatçı nedenlerle yeni rejime biat eden gazeteciler, hukukçular, aydınlar, öğretmenler, akademisyenler tarafından yaygınlaştırılıyordu. Stalin mahkemeleri olarak tarihe geçen yargı düzeni de bundan pek farklı değildi. “Yüksek ihanet” suçlamasının hemen telaffuz edildiği, ajanlık, komploculuk, sabotajcılık, casusluk gibi suçlamaların ya bütünüyle NKVD’nin (dönemin Sovyet gizli servisi) ürettiği delillere ya da ağır işkence altında alınmış itiraflara dayandırıldığı davalardı bunlar. Stalin, 19341938 arasındaki Moskova davaları aracılığıyla, Bolşevik Devrimi’nin ilk kuşak yönetici ve militanlarının çoğunu tasfiye etti. Diğer taraftan, üç davadan oluşan Moskova davaları, perdenin arka tarafında yürütülen çok daha kitlesel bir siyasal temizliğin örtüsü olarak kullanıldı. Stalin davaları olarak tarihe geçen bu davalar, devlet terörünün önemli önemsiz herkesi hedef aldığını, hiç kimsenin, iktidardakilerin en yakınlarının bile bu terörden muaf olamayacağını ilan ediyordu. Stalinizm ve Nazizm birer terör rejimiydi. Bu terör rejimlerinin bir ayağında polis ve yargı tarafından yürütülen operasyonlar, diğer ayağında halkın kin ve nefret duygularını bir beka endişesine yöneltip, bunları besleyen, çoğaltan propaganda aygıtı vardı. Devletin zirvesinden yöneltilen bu aşırı şiddetin hedefi, düşmandı. Düşman görünüşte dış düşmandı ama devlet şiddetinin yöneldiği hedef, bu dış düşmanı içeride temsil edenler, iç düşmanlardı. İç düşmanlar toplumun çeşitli katmanlarında yer alabilirlerdi. Nazilerin Yahudilerle ilgili “radikal yabancı” kategorisinden farklı olarak, diğer “iç düşmanlar” dönem dönem değişen toplumsal kategorilerdi. Genel olarak, rejimin bastırılmış korkularının, biriktirdiği hıncın, kaybetme endişesinin beslediği öfkenin yüzeye çıkmasına tekabül ediyordu. Buna toplumun bir kesiminin değer dünyasının altüst olmuş olması eşlik ediyordu. Korku, hınç, nefret ve belki en önemlisi haset, bu devlet terörünün toplumda karşılığını bulmasına yol açan etmenlerdi. Stalin terörü, yargılanmadan, Stalinizmden arındırma kampanyası içinde geçiştirildi. Buna karşılık Nürnberg mahkemelerinde Nazi liderlerinin yanında Nazi hukukçuları da yargılandılar. Onlara yöneltilen suç “adli cinayet”ti. Devlet terörüne her yerde ve her zaman adli cinayet eşlik eder. Türkiye’de tutuklu bir Alman daha serbest Alman Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’de siyasi nedenlerle tutuklu bulunan bir Alman vatandaşının daha serbest bırakıldığını bildirdi. Bakanlık sözcüsü dün Berlin’de söz konusu Alman vatandaşının yurtdışına çıkış yasağı getirilerek tahliye edildiğini bildirdi. Açıklamada serbest bırakılan kişinin kimliğine ilişkin ayrıntı verilmedi. Alman Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, söz konusu kişinin 22 Ekim’de serbest bırakıldığını, Türk makamlarının da tahliyeyi teyit ettiğini belirtti. Böylece siyasi nedenlerle Türkiye’de tutuklu bulunan Alman vatandaşlarının sayısının dokuza düştüğü kaydedildi. Türkiye’de halen tutuklu bulunan Alman vatandaşları arasında “Die Welt” gazetesi muhabiri Deniz Yücel ve çevirmen Meşale Tolu da bulunuyor. l Haber Merkezi C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle