14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 26 Eylül 2016 EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: FUNDA YAŞAR ERDOĞDU Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York dönüşü uçakta gazetecilere açıklama yaptı. 1725 Aralık operasyonunun kilit ismi Rıza Sarraf’a sahip çıktı: ‘Suçsuz, ama ABD’de 6 aydır tutuklu’ Erdoğan’ın Sarraf savunması şaşırttı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York temaslarının ardından yurda dönerken uçak len bu ülkede yargılaması süren işadamı Rıza Sarraf hakkındaki açıklamaları ise tartışmalı. ları çalışmalara göre, bu kişinin bir suçu da bulunmuyor” dedi. Erdoğan, Sarraf ile ilgili İran’ın da aynı şeyleri ta kendisini takip eden gazetecile Erdoğan üstü örtülen 1725 söylediğini iddia ederek “İran da ay rin sorularını yanıtladı. Açıklamala Aralık yolsuzluk ve rüşvet so nı şeyi söylüyor. Ancak buna rağmen rında, ABD’de tutuklu bulunan yol ALİCAN suzluk operasyonunun kilit ismi Rı ULUDAĞ ruşturmasının kilit ismi Rıza HAZAL Sarraf’ı savunarak “Neticede bi OCAK bu kişi 6 aydır ABD’de tutuklu durumda” diye konuştu. za Sarraf’a sahip çıkan Erdoğan, Fet zim vatandaşımız olduğu için, Erdoğan’ın ABD dönüşü bir grup ga hullah Gülen’i iade etmeyen ABD’ye eleştiri hukukunu aramak zorundayız. Gerek Ada zeteciye yaptığı açıklamaların ayrıntıları ve lerini bir kez daha yineledi. Erdoğan’ın ha let, gerek Ekonomi Bakanlığımızın yaptık açıklamalardaki çelişkiler özetle şöyle: 1 ERDOĞAN: İRAN DA AYNI ŞEYİ SÖYLÜYOR 2 ‘İDDİANAMEDE ADIMIZIN GEÇMESİ ART NİYETLİ’ Rıza Sarraf’ın tutukluluğunu ABD’ye sorduğunu anlatan Erdoğan “Bu kişi (Rıza Sarraf) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Eşi ve çocuğu ile birlikte ABD’ye giriş yaptığı anda kendisi tutuklandı, eşi ve çocuğu da hemen Türkiye’ye gönderildi. Bu tutuklama hangi kurala göre yapıldı?’ diye sordum. Neticede bizim vatandaşımız olduğu için, hukukunu aramak zorundayız. Bu Rıza Sarraf değil de bir başka vatandaş da olabilirdi. ABD, Türkiye’de bir vatandaşının tutuklanmasına nasıl duyarsız kalamıyorsa, biz de herhangi bir vatandaşımızın bir başka ülkede tutuklanmasına duyarsız kalamayız. Kaldı ki gerek Adalet gerek Ekonomi Bakanlığımızın yaptıkları çalışmalara göre, bu kişinin bir suçu da bulunmuyor. İran da aynı şeyi söylüyor. Ancak buna rağmen bu kişi 6 aydır ABD’de tutuklu durumda” dedi. İRAN NE DİYOR? Erdoğan’ın bu açıklamasının aksine İranlı yetkililerden şimdiye dek gelen açıklamalar aksine işaret ediyor. İran Yargı Kurumu sözcüsü Gülamhüseyin Muhsini Ejei, martta yolsuzluktan idam cezasına çarptırılan işadamı Babek Zencani dosyasında Sarraf isminin geçtiğini, ancak kendisi hakkında şimdilik bir karar alınmadığını söylemişti. İran Meclisi’nde Zencani dosyasını soruşturan yolsuzluk komisyonu üyesi milletvekili Emir Abbas Sultani ise Zencani’nin parasının büyük kısmının Sarraf’ta olduğunu belirterek “Onu buraya getirmek için her fırsatı değerlendirmemiz lazım” demişti. İranlı vekil mayısta Al Monitor’a verdiği mülakatta da “Yargı yetkililerimiz Sarraf’ın davasını takip ediyor. Ankara ile Tahran arasında ilişkilerin gelişmesi nedeniyle Türkiye’deki koşullar, onun için iyi değildi. İran yargısı tarafından suçlu bulunsaydı Türkiye ile İran arasındaki anlaşma gereği, Tahran’a iade edilmesi gündeme gelebilecekti. İran ile ABD arasında suçluları iade anlaşması yok, bundan dolayı ABD’ye gitmeye karar verdi” diye konuşmuştu. Rıza Sarraf 3 SARAY’IN İNTERNET SİTESİ ‘TOGEMDER’LE İLGİMİZ YOK’U ÇÜRÜTTÜ ABD’de tutuklanan Rıza Sarraf, tahliyesi için mahkemeye verdiği kefalet dilekçesinde TOGEMDER’e, 2013 yılında 850 bin, 2014 yılında 1.5 milyon, 2016 yılında da 2 milyon 3 yüz bin ABD doları bağışta bulunduğunu belirtti. Basında bu bağışlar, “Sarraf, Emine Erdoğan’ın kurucusu olduğu TOGEMDER’e yüklü miktarda bağış yaptı” şeklinde haber oldu. Erdoğan çifti, uzun süre bu konuda sessiz kaldı. Bu konudaki sessizliğini önceki gün ABD dönüşü bozan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Enteresandır, mesela tutup iddianameye eşimin TOGEM’in kurucusu olduğu, benim o dernekle ilişkim olduğu falan yazılıyor. Ama o derneğin kurucuları arasında ne eşim var ne de ben. Buna rağmen söz konusu edilmesi adamların art niyetlerinin ne istikamette olduğunu gösteriyor” açıklamasını yaptı. Siteye göre kurucular arasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Ne ben, ne eşim, TOGEM’in kurucuları değiliz” sözlerini Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde yer alan Emine Erdoğan’ın özgeçmişi yalanladı. Özgeçmişte, Emine Erdoğan için “2005 yılında ‘Toplumsal Gelişim Merkezi’nin (TOGEM) kuruluşuna öncülük etmiş” bilgisi yer aldı. Emine Erdoğan’ın özgeçmişinde, ilgili bölüm şöyle: “İki kız, iki erkek dört evladı olan Emine Er doğan, sosyal ve siyasal hayatta daima aktif roller üstlenmiş, Başbakan eşi olduğu yıllar da da faaliyetlerini artırarak sürdürmüştür. Ai lesinden aldığı yardımseverlik mirasını ha yatının tümüne yan CUMHURBAŞKANLIĞI İNTERNET SİTESİNDE EMİNE ERDOĞAN’IN HALEN YER ALAN ÖZGEÇMİŞİ sıtarak binlerce insana yardım eli uzatmıştır. 2005 yılında ‘Toplumsal Gelişim Merkezi’nin (TOGEM) kuruluşuna öncülük etmiş, çocukların ve kadınların eğitimi ile ilgili önemli faaliyetle rin gerçekleştirilmesi ne destek olmuştur.” Erdoğan ve eşi Emi ne Erdoğan, TOGEM tarafından düzenle nen birçok açılışa ve programa katıldı. Vikipedi bile söylüyor Erdoğan ve eşinin yakınlığı internet sitesi Vikipedi’ye bile yansıdı. Derneğe ilişkin internet sitesinde yer alan bilgilerde “TOGEMDER (Toplumsal Gelişim Merkezi Eğitim ve Sosyal Dayanışma Derneği), 12. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın kurucusu olduğu ve halen himayesinde faaliyetlerini sürdüren dernek. Derneğin yönetim kurulunda eski AB Bakanı Egemen Bağış’ın eşi Beyhan Bağış da yer almaktadır” denildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD dönüşü uçakta iddianamede adının geçirilmesiyle ilgili olarak, “Halbuki Dışişleri Müsteşarımın da gayet güzel ifade ettiği üzere, ABD hukuk sisteminde ‘egemen bağışıklık’ diye bir madde var. Devlet başkanlarının herhangi bir mahkemeye konu yapılabilmesi mümkün değil. Buna rağmen iddianamede adımızın geçirilmeye çalışılması, işin içinde art niyet olduğunu ortaya koyuyor” dedi. Bu açıklama, Sarraf iddianamesinde Erdoğan’ın adının geçmesi “egemen bağışıklık” ilkesine aykırı mı değil mi tartışmasını başlattı. ‘SarrafErdoğan ilişkisi delil olarak kullanılabilir’ Uluslararası hukuk uzmanı olan ve Amsterdam Üniversitesi’nde “Doktora Sonrası Araştırmacı” unvanıyla görev yapan Kerem Gülay, Cumhuriyet’e Erdoğan’ın bu açıklamalarını değerlendirdi. Amerika’da devlet başkanlarının yargılanmasını düzenleyen iki ilke olduğunu anlatan Gülay, şöyle devam etti: “Birincisi egemen eşitlik ilkesidir. İkincisi devlet başkanlarının yargı bağışıklığı ilkesidir. Erdoğan’ın adının iddianamede geçmesi ne egemen eşitlik ilkesinin ne de devlet başkanlarının yargı bağışıklığı ilkesinin ihlali değildir. Çünkü sadece adı geçiyor. Kendisi sanık değil ve kendisine yöneltilmiş bir suçlama yok. Bu mahkemede yargılanan Erdoğan değil, Rıza Sarraf. Uluslararası hukuk açısından da hiçbir sakınca yok.” Dışişleri Müsteşarı’nın bu konudaki görüşünü hukuk açısından “safsata” olarak nitelendiren Kerem Gülay, ABD sisteminde sadece devlet başkanlarının yargılanamayacağını, bunun istisnasının ise insanlığa karşı suç ve savaş suçları olabileceğini kaydetti. Rıza Sarraf davasında Erdoğan’ın yargılanmasının uluslararası hukuk ihlali olacağını belirten Gülay, şunları kaydetti: “Ancak adının geçmesi ihlal değildir. Erdoğan’ın Sarraf ile olan ilişkilerinin delil olarak kullanılmasında hiçbir sakınca yoktur. Erdoğan, iddianamenin tarafı olamaz, ama olayla ilintilendirilebilinir. İddianamede adının geçmesi dışında kendisinden ‘delil’ almak tanık ifadesi için zorla mahkemeye çağırmak mümkün değil. Ama söz gelimi, eğer ellerinde Bharara Türkiye’ye 4varsa ErdoganZarrab ilişkisini gösteren fotoğ raf, banka dekontu vs. kullanabilirler.” gelmediğini söylemişti Erdoğan, Sarraf’ı yargılayan mahkemenin ve savcının FETÖ ile ilişkisinin olduğunu ve daha önceden Türkiye’de Fethullah Gülen cemaati tarafından ağırlandığını iddia ederek “Bi Savcı Bharara den ile görüşmemizde yargı konusu açıldığında Rıza Sarraf konusunu da gündeme getirdim. ABD Adalet Bakanlığı’nın bu davayı havale ettiği mahkeme de ilginç. Savcı Bharara da hâkim Richard Berman da Türkiye’de daha önce FETÖ tarafından ağırlanmış isimler. Yani Adalet Bakanlığı Sarraf’ı tutup orada FETÖ’nün yedirip içirdiği isimlere teslim ediyor. Biden’a bunları anlattım. ‘Ben bu kadarını bilmiyordum’ dedi. Hukukla değil, ilişkiler ağıyla başka işler çevirme peşindeler” diye konuştu. ABD’li Yargıç Berman’ın Türkiye’de Gülen cemaatine yakın bir kuruluşun davetine katıldığı basına yansırken, Bharara, daha önce Türkiye’ye gitmediğini açıklamıştı. haber 5 Abdülhamid Han ve Erdoğan Geçen hafta II. Abdülhamid’in 174. doğum yıldönümünü idrak ettik, Meclis Başkanı İsmail Kahraman “himayesinde” Dolmabahçe Sarayı’nda bu vesile ile bir sempozyum düzenlenmiş, ardından mevzu güncel siyaset çerçevesinde “Abdülhamid Han”, bildik sağİslamcı siyaset değerlendirmeleri ortalığı kapladı. Aslında, bizim geleneğimizde Peygamber dışında doğum yıldönümü kutlaması yoktur. Peygamberimizin doğum yıldönümü de yakın zamana kadar güneş (şemsi) takvimine göre sabitlenmiş olmayıp, geleneksel olarak ay (kameri) takvime göre Mevlit Kandili ile yâd edilirdi. Hadi “Kutlu Doğum Haftası”na “bidadi hasene” diyelim, tarihi şahısların doğumunu kutlamak büsbütün yeni bir icat. Doğrusu, Dolmabahçe Sarayı da iyi bir yer seçimi sayılmaz, zira Abdülhamid bu sarayı güvenlik açısından sakıncalı bulduğundan Yıldız Sarayı’nda ikamet ederdi. Ama zaten belli ki bu kutlamanın da tarihle, gelenekle pek ilgisi yok. Mevzu, Abdülhamid ile Erdoğan, dönemi ile bugün arasında paralellik kuran bir “tarih şuuru” oluşturma gayreti. Necip Fazıl’ın kitabı II. Abdülhamid merkezli “tarih şuuru” iddiası veya tarih yazımcılığı sağ/muhafazakâr/İslamcı siyaset ve ideolojinin ürünüdür. Bu ekolün en önde gelen düşünce babası da Necip Fazıl’dır. Nitekim, bu ekol çerçevesinde yazılanların hemen tümü, Necip Fazıl’ın tarihçilik ile alakası olmayan “Ulu Hakan” adlı kitabına yazılmış dipnotlarından ibarettir. Bu ekol zamanında, gerek Cumhuriyetin resmi tarih yazımı, gerek sol tarih yazımı II. Abdülhamid’i yine ideolojik kalıplar içinde “gerici” bir müstebid olarak resmetmesine tepki olarak doğdu ama konu tepkiden fazla olarak, Cumhuriyetin seküler modernleşmesine itirazın sembolü olarak pekişti. Aslında özellikle seksenli yıllardan itibaren, II. Abdülhamid ve dönemini “Kızıl Sultan” ve “Ulu Hakan” ikilemi içinde konu eden ideolojik bir mevzu olmaktan çıkaran, değerli tarih çalışmaları çoğaldı. Bunların başında, önemli tarihçilerimizden Engin Deniz Akarlı’nın öncü çalışması geliyor. Münhasıran Abdülhamid dönemine ait olmayan pek çok ciddi “Osmanlı modernleşmesi” çalışması da bu döneme ait önemli katkılar sundu, bunların başında bir diğer önemli tarihçimiz İlber Ortaylı’nın döneme ilişkin tüm çalışmaları vardır. Diğer önemli tarihçilerimizden, Kemal Karpat’ın “İslamın SiyasallaşmasıOsmanlı Devletinin Son Döneminde Kimlik; devlet, İnanç ve Cemaatin Yeniden Yapılanması”, Selim Deringil’in “İktidarın Sembolleri ve İdeoloji” başlıklı çalışmaları bu dönemi kavramak açısından vazgeçilmez kay naklardır. Batılı Osmanlı tarihçilerinden François Georgeon’un Abdülhamid üzerine çalışmasını zikretmeden geçemeyiz. Dahası, son yıllarda bu döneme ilişkin pek çok hatırat yayımlandı; Abdülhamid’in Paris Büyükelçisi Salih Münir Çorlu’nun “Geçmiş Zamanlar” başlıklı hatıra ve yazıları bunlardan biri. ‘Aydınlanmış despot’ Kim ne derse, ne yazarsa yazsın, son olarak AKP ile temsil edilen sağmuhafazakârİslamcı söylem Abdülhamid ve dönemini Necip FazılKadir Mısıroğlu popülerideolojik tarih yazımı çerçevesinde değerlendirmekte ısrarlı. Zira, onlar açısından konu II. Abdülhamid ve dönemi değil, onun üzerinden söylenmek istenenler; yani bu ülkede seküler modernleşme sürecinin “ihanet ve komplo”dan ibaret olduğu iddiası. Abdülhamid’in kendisi dahi “vehimli” fakat siyasetini “komplocu”luk üzerine kurgulamış değildi. Osmanlı modernleşmesini, otoriter bir siyaset çerçevesinde hayata geçirmiş, daha ziyade “Aydınlanmış Despot” tarifine uygun bir son dönem Sultanı idi. Dış polikası maceradan kaçan, temkinli ve oldukça dengeli idi, tüm bunlar Osmanlı Devleti’nin çökmesine çare olamadı veya olamazdı, o ayrı mevzu. İlla II. Abdülhamid dönemi ve güncel siyaset arasında ilişki kurulacak ve bugüne dair çıkarımlar yapacaksak, dış siyasetinde izlediği temkinlilikle işe başlayabiliriz. İç siyasete gelince, yine benzerlik kuracaksak, II. Abdülhamid’in vesveseden ibaret olmadığını teslim etmek gereken “tehdit”lere karşı seçtiği yolun baskı siyaseti olmasının sonuçlarına bakabiliriz. Bu baskıcı siyaset, İslamcısından, Batıcı’sına neredeyse tüm genç nesil Osmanlı bürokrat/aydınlarını, karşısına almakla neticelenmişti. O kadar ki, muhalefet neredeyse sadece Abdülhamid karşıtlığında birleşmiş, onun ötesinde de fazla bir fikir üretememişti, nitekim, büyük hayal ve iddialarla onun yerini alanlar, memleketi on sene idare edemediler. Diğer taraftan, Türkiye’nin mevcut iktidarının dış siyaseti, II. Abdülhamid döneminden ziyade İttihad ve Terakki çizgisine benzerlik arz ediyor, o da ayrı mevzu. Dolmabahçe sempozyumunda bunlar konuşuldu mu bilemiyorum, ama yankıları böyle bir izlenim vermiyor doğrusu. Bu vesile ile, bir mikro alan çalışması olarak, döneme ait çok yeni bir kitabı dikkatinize sunmak istiyorum. Sevgili dostum Adil Baktıaya’nın, “Bir Osmanlı Kadınının Feminizm Macerası ve Hamidiye Modernleşmesi’ (h2o Yayıncılık) başlıklı çalışması, hem iyi hikâye, hem iyi tarihçilik örneği, mutlaka göz atın. REDHACK Deyince ‘olağan ŞÜPHELİ’ YİNE KULAÇOĞLU RedHack yöneticisi olduğu iddia Albayrak’ın eposta hesabını ele geçirmiş, bin sıyla 2013 yılında tu lerce yazışmanın yayım tuklanan, ardından de lanacağını açıklamıştı. lil yetersizliği nede RedHack tarafından niyle serbest bırakı yapılan her eylemden lan Taylan Kulaçoğlu, üçüncü kez gözaltı Kulaçoğlu sonra Kulaçoğlu’nun gözaltına alındığını söyle na alındı. RedHack, önceki ak yen avukat Fırat Durak, müvek şam Cumhurbaşkanı Recep Tay kili ile görüşmelerinin hukuk yip Erdoğan’ın damadı Enerji ve suz ve keyfi olarak engellendiği Tabii Kaynaklar Bakanı Berat ni de kaydetti. l İSTANBUL Demirtaş: Kürtçemin düşük düzeyi Türk devletinin ayıbı HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Kürtçe bilmediği eleştirilerine yönelik, “Evet, bu bizim için bir eksiklik olabilir. Kürtçe konuşamamam bir ayıptır, ama bu benim değil, Türk devletinin ayıbıdır” dedi. Demirtaş başkanlığındaki parti heyetinin, Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi yetkilileri ve diğer temsilcilerle yaptığı toplam 13 görüşmede tercümanlık görevini HDP Şanlırufa Milletvekili Osman Baydemir yaptı. HDP Eş Genel Başka nı Selahattin Demirtaş, Kürtçe bilmemesine yönelik eleştiriler için, “Ben Zazayım, Zazaca biliyorum. Kürtçe ve Soranice’yi de biliyorum. Ama siyasal değerlendirme yapmada zorlanıyorum. Bundan dolayı Türkçe değerlendirme yapıyorum. Evet, bu bir ayıptır. Ama, bu benim değil, Türk devletinin ayıbıdır. Onların asimilasyon politikalarının ayıbıdır. Bu bizim için bir utanç değildir, bu onların utancıdır” dedi. l DİYARBAKIR/DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle