25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 12 Eylül 2016 2 Resimdeki kızKONUKYAZAR Zülfü livaneli Meğer yaşlanmak, gövdenin ve ruhun yorulması anlamına gelmiyormuş; değişen dünyanın yeni değerlerine alışamamanın adıymış bu durum. Oysa ben hep tersini düşünürdüm. Şimdi bakıyorum da insan yorgun düşüyor ama gövdenin eskimesinden ya da ruhun yıpranmasından değil; dünyanın bazen kötüye doğru değişmesinden. Son günlerde bana bunu düşündüren pek çok gelişme var: Her olağanüstü dönemde olduğu gibi yine gerçek suçluların değil yazarların yakasına yapışılması, yılların dostluğunu paylaştığımız sanatçı arkadaşların cezaevlerine doldurulması. Diyelim ki bu Türkiye’nin fıtratında var. Yaşar Kemal’in 1956 yılında “Teneke” oyununda söylettiği cümle gibi; dünya değişir Ankara değişmez. Ne var ki dünya da iyi yöne doğru değişmiyor arkadaşlar. Son günlerde Facebook’la, bazı Batı gazeteleri arasında bir tartışma çıktı. Vietnam Savaşı’nın cehennemini yansıtan, o dönemin “Umran” ya da “Aylan” fotoğrafı gibi simgeleşen, napalmdan yanmış bir kız çocuğunun resmi tartışmanın konusu. O zamanlar, hiç kimsenin aklına, napalmdan yanmış bir çocuğa, seks nesnesi olarak bakabilecek bir sapık göz olduğu gelmemişti. Mümkün olabilir miydi böyle bir şey. Ama şimdi bazıları o resimde müstehcenlik görüyor. Ben de içimden, hiç kusura bakmayın, “Allah kahretsin sizi!” diyorum. Dünya ne zaman bu hale geldi, insan vicdanı ne zaman napalmden yanmış el kadar bir çocukta cinsellik görür oldu. İşte bu dünya bana yabancı. Ya ben bunları anlayamayacak kadar yaşlandım ya da bazı çevreler iyice sapıttı. “Resimdeki kız” diye tanınan Kim Phuc benim yakın arkadaşım. UNESCO’da yıllarca birlikte çalıştık, görev gezileri yaptık, yemeklere gittik. Yüzü iyi görünüyor ama boynundan itibaren yılan derisi gibi napalm yanıkları başlıyor. Kim bilir vücudu ne haldedir. ‘Dünya ne zaman bu hale geldi, insan vicdanı ne zaman napalmden yanmış el kadar bir çocukta cinsellik görür oldu’ ABD’nin 1972’de Vietnam’a attığı napalm bombasından kaçan çocukların fotoğrafı simge fotoğraflar arasına girdi. Fotoğrafta can havliyle kaçan kız çocuğu Kim Phuc. Facebook önceki gün fotoğrafı müstehcen bularak sansürlemişti. Kim Phuc’un yüzünde iz yok ama boynundan itibaren napalm yanıkları başlıyor. Zülfü Livaneli, Kim Phuc’la UNESCO’da birlikte çalıştı. Bana Amerikan uçaklarının gökten cehennem ateşi yağdırdığı o dehşet gününü anlattı. Arkadaşlarıyla oynarken birden napalm yağmış tepelerine. Yanmaya başlamış. Deli gibi koştururken Amerikalı bir savaş fotoğrafçısı resmini çekmiş, sonra çocuğu kucakladığı gibi hastaneye yetiştirmiş. O fotoğrafçının vicdanı olmasa, resim çekmeye devam etse Kim bugün hayatta olmayacaktı. Daha sonra ailesi, ağır yanıklar içinde bir hastanede yatarken bulmuş onu. Şimdi evli, çocuk sahibi, neşeli bir kadın. Bu olayla ilgili olarak da hep şunu söylüyor: “Affet ama unutma. Unutma ki bir daha tekrarlanmasın.” Ne yazık ki aynı bombalar şimdi başka çocuklarmızın başına düşmekte. Olmaz olası savaş belasından bir türlü kurtulamıyoruz. Ama her şey aklıma gelirdi de Kim’in yanmış çocuk bedeninin cinsel istismar konusu olacağı gelmezdi. Vietnam’la dayanışma yürüyüşlerinden, Franco’yu protes to gösterilerinden, Pinochet’ye karşı “El pueblo, unido, jamas sera vencido” haykırışlarından, Nâzım’lardan, Lorca’lardan, Neruda’lardan; Che’nin anısına hakaret edilen, Hrant’ın katilinin sırtı sıvazlanan dönemlere geldik. Evrensel değerlerdeki bu aşınmayı, yok oluşu, vahşeti gördükçe “ört ki ölem” demiyorum ama iyi ki bunları anlayamayacak, haklı göremeyecek yaştayım, iyi ki “eski moda”yım diyorum. Ne yazık ki yeni dünya cesur değil Huxley. RUSYA’DA GREENPEACE GÖNÜLLÜLERİNE SALDIRI Rusya’nın güneyinde silah, cop ve bıçak taşıyan maskeli kişiler, Greenpeace kampını basıp gönüllü itfaiyecilere saldırdı. Olayda iki Greenpeace gönüllüsü yaralandı. Saldırı, Rusya’nın Karadeniz yakınlarındaki Krasnodar bölgesinde meydana geldi. Bölgede çıkan orman yangınlarıyla mücadele eden Greenpeace gönüllüleri, geçen günlerde Çarlık dönemindeki ‘Rus Kazak’ süvarilerin soyundan geldiklerini söyleyen ve Kremlin destekçisi olan bir topluluk tarafından da taciz edilmişti. l Dış Haberler O hemşire hayatını kaybetti Times Meydanı’ndaki öpüşme fotoğrafı hafızalara kazınmıştı ABD birliklerinin Japonya’ya karşı kazandığı galibiyetin kutlandığı 14 Ağustos 1945 günü, New York’un Times Meydanı’nda bir bahriyeli, beyaz hemşire kıyafeti içindeki genç kadını kendine çekip dudaklarından öpmeye başlamıştı. Bu fotoğraftaki hemşire, Greta Friedman, 92 yaşında zatürreeden hayatını kaybetti. Amerikan CBS kanalına açıklama yapan oğlu Joshua Friedman, annesinin son iki yıl bir yaşlılar yurdunda kaldığını ve 92 yaşında hayata gözlerini yumduğunu söyledi. O dönem Life dergisi için çalışan fotoğrafçı Alfred Eisenstaedt’in çektiği fotoğraf, kısa sürede tüm dünyada tanınır hale gelmişti. Friedman, o günü şöyle anlatmıştı: “Öpüşme gibi değildi. Yalnızca zaferi kutlayan biriydi. Romantik bir olay değildi.” Fotoğraftaki New Jerseyli bahriyeli George Mendonsa ise o an savaşın sona erişinin coşkusuyla büyülenmiş olduğunu söylemişti. l Haber Merkezi haber EDİTÖR: ELİF TOKBAY TASARIM: ZARİFE SELÇUK Para ile akraba olanın kurbanı kabul olmaz! Kurban, Allah ile akrabalık kurmaktır. Arapça “krb” kökü, hem kurban, hem de akraba sözcüklerine doğuş verir. Ölüm, Allah’a ulaşmanın yolu olduğu için yaşayanlar, kendilerinden bir varlığa ölümü tattırarak onu Allah’la ilişik kılmış, böylece Allah’a yakınlaşmış, onunla “akraba” olmuş olurlar. Kur’an da ibadet anlamında kullanılan “kurbet” de aynı kökten çıkar ve Allah’a yakınlaştıran ibadetleri işaret eder. İslâm dışında da hemen tüm din ve inanç sistemlerinde böyle bir motif ve pratik, o ya da bu şekilde kendisini gösterir. Doğaüstü bir varlık ya da güçle yakınlık kurma yolunda “aracı”, kurbandır. O yüzden bazı eski toplum ve kültürlerin inanç sistemlerindeki insan kurban etme pratiğinin temelinde de böylesi doğaüstü yahut yaratıcı bir güçle “akrabalık” hedefinin gözetildiği söylenebilir. Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’in boğazına bıçağı gözünü kırpmadan dayayabilmesindeki motivasyon da böylesi “ilahi akrabalık” inancının tutkulu bir dışavurumudur. Bu doğrultuda denilebilir ki Kurban Bayramı’nda kurban kesen her Müslüman, İbrahim’in yaptığını yapabilmeye, Allah ile yakınlaşma uğruna en değerli varlığını bile gözden çıkarmaya hazır olduğunu simgesel olarak örneklemektedir. Kurban sözcüğüyle Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlarla ortaklaşır. İbranice, Aramice, Asurca dillerde Tanrı’ya yakınlaştıran anlamına gelen sözcük, Arapça ile aynı köktendir ve Eski Ahit’te “gorban” olarak geçer. Süryanicede “Kurbana”, Hristiyan Komünyon (“Evharistya”) ayini için kullanılan sözcüktür. İsa’nın havârileriyle birlikte yediği ve kendi kanının insanların günahının bağışlanması için döküldüğünü söylediği “Son Yemek”te ekmeğin onun bedenini, şarabın da kanını simgelediği inacından çıkış bulan ayin, bu dinde kurban ritüeline tek karşılık gibidir. Yani İsa’nın haç üzerinde ölümü, onun “TanrıBaba”sına kavuşmak üzere kendini kurban etmesi sayılır. İsa, Hristiyanlıkta ilk ve son “kurban”dır. Kurbanın insan toplumsallığının en temel ilkelerinden “karşılıklılık”la (“reciprocity”) bağlantısı üzerinde de durulur ki aynı ilke, sosyal bilimcilerce akrabalığın kurumlaşmasında da asli belirleyici olarak kaydedilmektedir. “Ben sana vereyim ki sen de bana ver” düşüncesi doğrultusunda Tanrı’ya hediye vermekle ondan rahmet, yardım, lütuf, bereket, af ve mağfiret talebinin de kurban pratiğinde içkin olduğu ileri sürülür. Ancak yaratıcıya yönelik bu türden “takdime”lerin, kurbandan farkına vurgu yapılması da söz konusudur. Nitekim Kur’an (Hac: 37), kurban kesildiğinde Allah’a ulaşacak olanın et ya da kan değil, kurban kesenin “takva”sı (dinin gereklerini yerine getirme konusunda hassasiyeti) olacağının özellikle altını çizmektedir. Dolayısıyla kurbanda aslolan karşılıklılıktan ziyade ibadet, yani bir anlamda karşılıksız vermektir. Tekraren ifade etmek gerekirse bu, Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi bir “imtihan”dır. Allah’la yakınlaşmak mı istiyorsun; o halde kendinden bir parçayı ona başka hiçbir niyet gözetmeksizin içtenlikle kurban et!.. Bu itibarla şu hususlara dikkat çekmek gerekir: Birincisi, her Kurban Bayramı’nda ortalıkta gördüğümüz bazı feci manzaralar, böylesi Allah’a yakınlaşmaya dönük bir ibadet niyetine halel getirmektedir. Ürküp kaçan kurbanlık hayvanların binbir türlü eziyete uğratılarak, sağasola sıkıştırılıp iplerle devrilip uyuşturucu iğnelerle kendinden geçirilip yakalandıktan sonra kesilmesi, onların kurban edilmesi değil, katledilmesi demektir. Benzer şekilde her yıl özellikle İstanbul’da sokakların kan deresine, denizlerin kan deryasına dönüşmesi de kurbanı ibadet olmaktan çıkaran bir başka feci görüntüdür. Bu görüntüye sebebiyet verenlerin de, engel olamayan yetkililerin de “hayvan katliamı yapılıyor” yorumlarına kızmayaköpürmeye hakkı yoktur. Ve son olarak şunu kaydetmek gerekir: Evet, kurban “malî bir ibadet”tir ve bir asgari zenginlik ölçüsü gerektirir. Ancak zenginliği ibadet haline getirmiş, paraya tapar hale gelmiş, servete servet katmak uğruna yeryüzünü, taşıtoprağı, ormanıdenizi talan etmiş olanların kurbanı ne kadar makbul, orası hayli tartışmalıdır. Hele ki Peygamber’in “şefaat”iyle yetinmekten uzaklaşıp ha bire “İnşaat ya Resulullah”, ondan öte “Nükleer ya Resulullah” deme noktasında olanların kurban kesmesinden hayır beklemenin hiç mi hiç âlemi yoktur. Ne demiştik en başta, kurban, Allah ile akraba olmaktır. O yüzden, “para ile akraba” olanların kurbanı kabul olmaz. Herkese iyi bayramlar!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle