22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 12 Eylül 2016 12 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] yorum İki ‘kara’ gün Bugün Kurban Bayramı’nın ilk günü; kutlu olsun. Bugünün bayram olması bir takvim rastlantısı; oysa bugün, 12 Eylül günü, biri 1980, öbürü 2010’da olmak üzere Türkiye’nin en karanlık iki günüdür! Birinci kara gün sonrasında özgürlükler ve özgürlük savunucuları boğazlandı. Tam otuz yıl sonra gelen ikinci kara günde, 12 Eylül 2010’da, ülkenin adalet düzeni tümüyle siyasallaştırıldı. Böylelikle özgürlükler ve özgürlük savunucuları AKP iktidarının baskıcı anlayışının tutsağı oldu. Birincinin yaptığı... Birinci kara gün 12 Eylül 1980, öncülü olan 12 Mart 1971’i izleyen en büyük sıçrama tahtası olarak, ülkenin bugünlere gelmesinin birinci derecede belirleyicisidir. Siyasal İslamın iktidar yolunu ardına kadar açan 12 Eylül 1980’in, sayısal ve niteliksel büyük yıkımları içinde, özellikle iki uygulaması uzun dönemli ve kalıcı etkileriyle öne çıkıyor. Bunlardan biri, 1982 Anayasası’nda din kültürü ve ahlak eğitimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır (m.24) hükmünün yer almasıdır. Burada dersin içeriği kadar önemli sorun anayasa ile zorunlu kılınmasıdır. Bu anlayış, demokrasinin temeli olan düşünce özgürlüğüne tümüyle terstir. İkincisi de üniversitelerin Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) cenderesine alınarak, önce çok sayıda üniversite öğretim üyesinin işlerinden çıkarılması, sonra da bunun ve diğer baskıcı uygulamaların bir sonucu olarak bu kurumların bilimsellikten daha da uzaklaştırılmasıdır. Bilimden uzaklaşan toplum, kaçınılmaz olarak, karanlığa gömülür. İkincisinin yapmakta olduğu... 12 Eylül 2010 anayasa değişikliğiyle sonuçta, Cumhurbaşkanı’nın bile birkaç gün önce, at izi it izine karıştı dediği karanlık bir hukuk ortamı oluştu. Oysa anayasa değişikliği öyküsü özgürlük türküleri söylenerek çok coşkulu başlamıştı. AKP’nin halkoylamasında evet sonucu alınması için varınıyoğunu ortaya koyması iki koldan destekleniyordu. Birinci kol, bugünlerde, devletin tüm olanakları seferber edilerek, çok büyük çabalarla ABD’den Türkiye’ye gönderilmesi istenen F. Gülen ve çevresiydi. O kadar ki Gülen, halkoylamasında evet demeleri için gerekirse mezarlıktan adam getirin anlamında kutsal çağrılar yapıyordu. İkincisi de, AKP iktidarının sekiz yılı boyunca, yani 20022010 arası, bu ülkeye siyasal İslamı yerleştirmek için nasıl uğraş verdiğini göremeyen, kimi özgürlükçü geçinen, bilinçsiz okumuşlar, yetmez ama evet diye kamuoyunu sürüklüyor; yeri göğü inletiyordu. Sonuçta 12 Eylül 2010 halkoylamasıyla Türkiye’nin adaleti, hukukun evrensel kurallarına göre işleyen bir adalet olmaktan çıktı; AKP iktidarına teslim edildi; adalet iktidarın oyuncağı oldu. 1980 sonrasında hukuksuzluğa uğrayanların gidebilecekleri bir hâkim vardı; 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uygulamasıyla kamudaki görevlerinden hiçbir gerekçe gösterilmeden, sorgusuz sualsiz uzaklaştıranlar örneğin bu satırların yazarı gibi Danıştay’a gidiyor ve yargı kararıyla eski işlerine dönüyorlardı. AKP iktidarı, Danıştay’ı ve yetkilerini sıfırladı. Bugün kamudan kovulanlara, bütün iç hukuk yolları tamamlandıktan sonra, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru olanağı tanınıyor; ancak o yol da OHAL ile kapanınca, insanlar hukuksuzluğun acımasız ve korkutucu yalnızlığını iliklerine dek yaşıyor. Bu ülkenin on binlerce insanı, adı adalet ile başlayan bir partinin 12 Eylül 2010 düzenlemeleri sonucu, 12 Eylül 1980’den de beter, kopkoyu bir adaletsizliğin kurbanı oluyor. 12 EYLÜL 2016 SAYI: 33213 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler Mine Esen Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.06 04.53 05.18 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 06.35 13.07 16.38 19.27 06.20 12.52 16.23 19.11 06.43 13.15 16.46 19.35 Yatsı 20.49 20.31 20.52 ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI ‘Subliminal’ Kanıt Gazetecilere, akademisyenlere yönelen cadı avı sürüyor. Hükümet yetkilileri tarafından süreceği, vazgeçilmeyeceği açıkça dillendirilen “av”ın son kurbanları Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler oldu. Altan’ların gözaltına alınması gazetelerde ve sosyal medyada yoğun bir şekilde tartışıldı. Ahmet Altan’ın Taraf gazetesi yönetiminden ayrıldığı tarihe kadar bu gazetenin dalgalar halinde yüzlerce kişinin tutuklanmasına, işini, kimilerinin hayatını yitirmesine yol açan Ergenekon ve Balyoz vb. davalarla ilgili yayınının gazetecilik olarak görülemeyeceği konusunda yaygın bir kanı vardır. Taraf gazetesi yönetiminin şimdi Cemaatçi oldukları bilinen ya da iddia edilen asker ve sivil kişilerden gelen “bilgileri”, sahte olduğu sonradan belirlenen “kanıtları” irdelemeden yayımladıkları, yine Cemaatçi oldukları artık şüphe götürmeyen savcılara ilettikleri bilinen bir gerçektir. Ama bu gerçek, yalnızca Ahmet Altan’ın gazeteciliğini yine gazetecilerin, aydınların, bu konuya kafa yormuş kişilerin değerlendirmesine yol açmalıdır, başka bir şeye değil. Ergenekon, Balyoz davalarında hayatları kararmış, zarar görmüş olanlar da bu türden bir değerlendirmenin yapılmasından ve Taraf türü gazeteciliğin kabul edilemez olduğunun saptanmasından mutluluk duyacak ama büyük çoğunluğu konuya intikamcı duygularla yaklaşmayacak, gözaltı kararlarını kınayacaklardır. Bu arada Taraf gazetesinin yaptığı “gazeteciliğin” iktidarca hoş karşılandığını, iktidar yanlısı ya da “zamanın ruhu”na uyan gazeteler, TV kanalları tarafından aynıyla sürdürüldüğünü, Ta raf lokomotif işlevini yerine getirse de o tür gazetecilikte Taraf’ın yalnız kalmadığını bilmekte yarar var. Bütün bu gerçekler ya da iddialar Ahmet Altan’ın “subliminal”; gizli, ima yoluyla, üstü örtülü bir şekilde darbeyi öngördüğü, desteklediği iddiasını, gözaltı kararını haklı çıkarmaz. Bu türden iddiaların sağlam kanıtlara dayanması gerektiği ortadadır. Nihayet bir TV programında beğenin beğenmeyin görüşlerini açıklayan, gazetecilerin, konuşmacıların gözaltına alınması sürdürülen cadı avının çapının gittikçe genişlediğini gösterir. Haksız, hukuksuz bir şekilde gözaltına alınan yazarların, gazetecilerin mağduriyetinin kısa zamanda sona ermesini dilemek, (umarız Altan kardeşler, tutuklu gazeteci ve yazarlar bu yazı yayımlandığı saatlerde serbest kalmış olsunlar) bunun için çaba göstermek aydın, demokrat olmanın gereği, boynumuzun borcudur. Bu arada Altan kardeşlerin mağduriyeti, etik olmayan, ilkelere uymayan gazeteciliğin, pek çok konuda Türkiye’nin geriye gidişine destek olmuş “görüşlerin” aklanmasına yol açmamalı, o konuda epeyce eksik kalmış ciddi eleştiriler daha kapsamlı olarak sürdürülmelidir. Cadı avının terör bahanesiyle yaygınlaştırılacağı tahmin edilebilir bir gelişmeydi. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın tutuklanması, akademisyenlerin hiçbir şekilde ilgilerinin olamayacağı iddialar öne sürülerek üniversitelerden uzaklaştırılmaları darbe soruşturmalarının başka amaçlar için kullanıldığını gösterdi. Umarız ana muhalefet de bu konu üzerinde duracak ve zararların giderilmesi için çabasını yoğunlaştıracaktır. [email protected] Futbol olunca dil önemini yitiriyor mu? Futbol yazarlarının tribün ve tartışma dilini anlamakta güçlük çekiyorum... “Tekerrüre iptilayız” başlığı Türkçeye saygılı Cumhuriyet’e yakışmıyor. İslam Çupi’nin “tekerrür iptilamız”, “tekrarlama tiryakiliğimiz” ya da “yineleme bağımlılığımız” olabilir; sıfat ve isimden fiil de yapılabilir ama isimler fiil gibi çekilemez, gözlemci hakemler ihtar değil faul vermeli. Saygılarımla... Bozkurt Güvenç Filmlerin sonunu yazmasanız Son zamanlarda Sungu Çapan, yazılarında eleştirdiği filmin komple konusunu ve sonunu da yazmakta. Bu durumda, o filmi seyretmemiş olan bir kişi için artık bu filme gitmenin bir anlamı da kalmamaktadır. Halbuki, yazıda filmin komple konusu ve sonu yazılıyorsa; okuyucunun önceden uyarılması gerekir. Bu durumun dikkate alınmasını rica ederim. Saygılarımla... Cem Sağmanlı Markalar marka olarak kalsa 09Eylül 2016 Cuma günü 09.41’de yayımlanan “AKP’den Atatürk’e Meclis’te Ambargo” başlıklı haberde, muhalefet kulisindeki locanın hiltiyle kırılmasından bahsedilmiştir. Hilti, beton kırıcıları ile ünlü bir markadır ve bu sebeple “hilti” ifadesi yerine “kırıcı” ya da “beton kırıcı” ifadesi kullanılması daha doğrudur. Bahsettiğim ilişki halk arasında tüpün Aygaz, kâğıt mendilin Selpak şeklinde söylenilmeye alışılmış olunması gibidir, zararsız ancak yanlıştır. İyi çalışmalar dilerim. Saygılarımla. Ahmet Güler Yüzde hesabınız yanlış Sevgili Cumhuriyet ekibi, gazetenizin yıllardır okuyucusuyum ve severek, güvenerek haber aldığımı düşünüyorum... Ancak gazetenizin yaptığı bir haber maalesef bazı haberleri ciddiyetsizlikle yaptığınızı gösterdi. “KPSS alan bilgisi” sınavı için yaptığınız haberde “Öğretmenler sınavda kaldı” demişsiniz. “En yüksek ortalamayı yüzde 30’larda Türkçe en düşük ortalamayı yüzde 9’lar ile matematik aldı” diye yazmışsınız. Verdiginiz sayılar yüzde başarıları değildir... 50 soruda branş branş adayların yaptığı ortalamadır. Bu bağlamda bir matematik öğretmeni olarak gerçekten endişe duyuyorum. Ya yüzde hesabını bilmeyen, matematikten gerçekten anlamayan ya da okuduğunu kavrayamayan, Türkçe bilmeyen bir ülkeyiz... Ayrıca alan sınavında matematik için ayrılan süre 50 soru için 75 dakikadır. Akademik sorular için bu süre son derece yetersizdir... Sınavda 32.25 alan neti yapan bir öğretmenim, yine de sistemin yanlış olduğunu söylüyorum. Yorum sizin... Serap Tırampetçi Bir çocuk daha okusun diye... 21. YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212.274 15 02 0212. 213 74 02 Fax: 0212.275 52 44 www.yekuv.org [email protected] Gündüz Vassaf’tan yarına atıflar... Gündüz Vassaf, alışılagelmiş tarihçilerden değil. O, tarih üzerine düşünen bir düşünür. O nedenle de tarih ve tarihçilik üzerine bütün saptamaları doğaları gereği klişeleşmiş, kalıplaşmış bütün tarihçilik tutumlarına karşı açılmış birer savaş niteliğinde. Tarih boyunca tarih üzerine düşünenler, alışılagelmiş tarihçiler karşısında hep azınlıkta kalmışlardır. O yüzden de örneğin geçen yüzyılda Orta Avrupa’nın yetiştirdiği en büyük düşünürlerden Avusturyalı kültür tarihçisi Egon Friedell’in (18781938) “Yeniçağın Kültür Tarihi” (“Kulturgeschichte der Neuzeit”) adlı başyapıtının girişindeki “Tarihin tamamı, aslında felsefedir...” şeklindeki savı, geleneksel tarih anlayışına hep ters düşer. Çünkü tarihin aynı zamanda bir bilim olduğu gerçeğine amacını aşan bir ağırlık tanıyan tarihçiler bir kez oluşturdukları bir tarih görüşüne neredeyse bir yasanın değişmezliğinden kaynaklanma bir güç tanırlarken, Friedell tarihe ilişkin bütün yorumların felsefenin kurucu sorusu olan “Nedir?” sorusunun sürekli denetimi dışında kaldığı takdirde gerçeklik değerinden çok şey yitireceği görüşündedir. Bir ‘tarih düşünürü’ olarak Gündüz Vassaf... Bu noktalar göz önünde tutulduğunda, Gündüz Vassaf karşımızda gerçek bir tarih düşünürü kimliğiyle somutlaşır. Bu kimliğin ilk habercisi, Vassaf’ın 2007 yılında İletişim Yayınları arasında çıkan “Tarihi Yargılıyorum” adlı kitabı olmuştur. Yazar, 2006 yılında Harvard Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde ve Sofya Üniversitesi’nde düzenlenen Kriminoloji Kongresi’nde yaptığı konuşmaları genişleterek oluşturduğu bu eserinin önsözünde, andığımız tarih düşünürü kimliğini şu sözlerle dile getirir: “Tarihin zaman tünelinde geriye doğru yolculuğumuz hepimiz için aşağı yukarı aynı. Lafı uzatmaya gerek yok. Dünyanın neresinde, ne zaman doğmuşsak doğalım, annelerimiz, babalarımız, dinlerimiz, devletlerimiz bize bir geçmiş giydiriyor. Onlar giydirdikçe biz de ha babam giyiniyoruz. Çoğumuz, geçmişin elbiselerini günümüz terzilerinin dikmesini yadırgamadan kabullenmekle kalmayıp elbiselerimizi bedenimizden ayırt bile edemiyoruz. – Tarih, giydiklerimizin, bize giydirilenlerin, üstümüzdekileri yenileyip, değişmemiş sandığımız eskilerimizi sandıklardan çıkarıp tekrar giyinmemizin öyküsü...” Büyük soru: Ne yapabiliriz? Gündüz Vassaf’ın bir tarih düşünürü kimliği, kısa süre önce yine İletişim Yayınları arasında çıkan “Ne Yapabilirim? – Geleceğe Kartpostallar” başlıklı eserinde iyice somutlaşıyor. Kitabın arka kapağındaki alıntıda yazarın dile getirdiği soru ise, yazdıklarının günümüz bağlamındaki geçerliliğini en çarpıcı biçimde dile getiriyor: “Rüyalarımız tekdüzeleşir, bölyönet düzeninde birey yüceltilip bencilleştirilirken aidiyetlerimizin gönüllü köleleri, belirlenmiş seçeneklerin kalebentleriyiz. Her gün yeni felaket haberiyle uyanıyorum. Ne yapabilirim? Vicdanın sızlarken sen ne yapabilirsin? Biz ne yapabiliriz?” Okurlarıma tavsiyem, bu kitabın başına oturduklarında Gündüz Vassaf’ın “Tarihi Yargılıyorum” adlı eserini de ellerinin altında bulundurmaları. Çünkü Vassaf, kültürümüzün, yaşadıklarımızın hangi evresiyle hesaplaşırsak hesaplaşalım, bu işi tarih bilincinden yoksun yapamayacağımıza inanan ender düşünürlerimizden biri! Anneden oğula böbrek Adana’da kronik böbrek yetmezliği nedeniyle 4 yıldır diyaliz tedavisi gören imam Süleyman Ceyhan (25), Antalya’da Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Hastanesi’nde annesi Cennet Ceyhan’dan (46) nakledilen böbrekle yaşama döndü. Cennet Ceyhan, “Oğluma bayram hediyem olsun” dedi. Cami cemaatine zaman zaman “Cennet anaların ayağı altındadır” diye vaaz verdiğini anlatan Süleyman Ceyhan, “Adı Cennet olan annem bu sözün anlamını gerçek manada bana yaşattı” dedi. Cennet Ceyhan da “O benim canım, ciğerim, ona 10 canım olsa feda ederim. Önemli olan sağlığına kavuşması. İkimiz de iyiyiz” diye konuştu. Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Başhekimi ve Organ Nakli Merkez Müdürü Prof. Dr. Bülent Aydınlı ise kadavradan nakillerin artırılmasını hedeflediklerini vurgulayarak “Amaç canlıdan canlıya nakil olmamalı. Kadavradan bağış ülkemizde az” dedi. lDHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle