19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 21 Mayıs 2016 AKP TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN [email protected] SELİN ONGUN TUNCER N E Y D İ , ne o l d u , n E o l a c a k söyleşi 15 ‘AKP’den dinbaz kuşak çıktı’ P Arof. Dr. Tayfun Atay: “Hiçbir dönemde din bu kadar sıradanlaştırılmadı. Düzenbaz dindara dinbaz denir. Din adına dinbazlığı meşrulaştırdılar. Dini açıdan alternatifler tay’a göre “AK Parti’nin rakibi artık kendi içinden çıkamaz. Tayyip Erdoğan onu yok etti. Erdoğan partiyi de kendine mahkum ve mahpus etti. 22 Mayıs kongresinden so o kadar sıfırlandı ki, çok zor bir dönemden geçeceğiz.” nun başlangıcına imza atacak bir parti çıkacak.” n AK Parti’nin eksen kaymasının miladı neydi? 2011 sonrası artık “yeni AKP” ile karşılaştığımız dönemin başlangıcı. Bu parti, tabii esas cemaatin Emniyet ve yargıdaki gücüyle askeribürokratik vesayeti tasfiye etmiş, yüzde 49 oy almış, Suriye iç savaşına bulaşmış ve artık kendisini emperyal güç haline getirme derdinde. Şimdi siyasi hayatı sona eren Ahmet Davutoğlu Hoca, 2010’da eski Osmanlı topraklarındaki ülkeler arasında liderliğe soyunacak bir Türkiye’den bahsediyor, adeta bir “Osmanlı Milletler Topluluğu” ima ediyordu. Böylesi bir emperyal hedef ve yüzde 50’ye yakın oyla politikalarındaki İslami vurguyu artırdılar. Dış politikada eksen kayması denilen olay bu.  Yeni Türkiye’nin perde arkası İçeride ise seküler toplumdaki baskının itici gücü şu: Gülen Cemaati ağırlıklı olarak ülkede kültürelpolitik bir muazzam İslami mobilizasyon söz konusu. CHP kıyılara sıkışmış, Anadolu’da muhafazakâr yerlerde MHP ve diğer sağ partilerin esamisi okunmuyor, AKP kazanıyor. Güneydoğu’da muhafazakâr seçmen dolayımıyla Kürt hareketi karşısında bir tek o var. Tam bir egemen parti. Bu ortamda başta Erdoğan olmak üzere her gittikleri yerde dindarlaşmaya dair yükselen sesler de duyulmaya başlıyor artık. Sözgelimi, “Artık Emirül Müminin oldun, sen müminlerin, inananların liderisin, gereği neyse onu yap! Bak, memlekette günah yuvaları çok. Müslüman ülke böyle olmaz” gibi baskılar gelmeye başladı. Ben bunu düne kadar Davutoğlu’nun ekibinde yer alan bir genç isimden duydum. Bu dindartoplumsal baskı, 2011 sonrası vesayet sisteminin tasfiye edilmesiyle de bağlantılı. Suriye iç savaşında Amerika’nın güdümünde Ortadoğu’da mevzi kazanma ve emperyal güç olma arzusu da eklenirse tüm bunlardan karşımıza yeni bir AKP çıktı. Bu, “yeni Can erok PORTRE / PROF. DR. TAYFUN ATAY Okan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Atay, kültürel kimlik, din, etnik yapı ve siyaset ilişkileri üzerine çalışan Türkiye’nin kıdemli sosyal antropologlarında biri. Atay’ın başlıca eserleri arasında “Batı’da Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği”, “Din Hayattan Çıkar”, “Yaşasın Meşhuriyet Çağı”, “Göl ve İnsan”, “Türkler, Kürtler, Kıbrıslılar: İngiltere’de Türkçe Yaşamak” yer alıyor. AKP’nin siyasal performansını değerlendirdiği yeni kitabı ise yakında yayımlanacak. AKP”lerini “Yeni Türkiye” diye satmaya çalıştılar. n Mevcut AK Parti’den nasıl bir AK Parti çıkacak? “Sonun başlangıcı”na imza atacak bir AKP çıkacak! Bu sona gidişin faturası sadece AKP’ye mi, onu yürüten iradeye mi, yoksa bütün topluma mı çıkar, o da ayrı konu. Ne yazık ki hepimiz için zor bir dönem yaşanacağı açık. Evet, 22 Mayıs kongresi sonun başlangıcıdır. Gidilecek yer kalmadı. Herkesi dışlayarak, güvenlikçi politikayı çok daha sert noktalara çekerek, içe doğru daraldığı ve içe patlama noktasına geldiği görünüyor AKP’nin. Karşımızda bir muktedire ruhlarını ve zihinlerini bağlamaya hazır bir zümre var. O benzetmeyi yapacağım: George Orwell’ın totaliteryanizmi resmettiği 1984 romanında insanlar içseslerini bile “Big Brother”a göre ayarlamak durumundadırlar. Kendinden vazgeçme hali. Bu siyasi hareketin ilerleyişi de bir “Big Brother”ın çevresindeki herkesin kendi benliğine yönelik “özyıkım” yaratması noktasında. n Yıllar önce Erdoğan’ın eski danışmanlarından Hüseyin Besli ile söyleştiğimizde “AK Parti’nin rakibi AK Parti’den çıkacak” demişti. Bu yapı dan nasıl bir rakip çıkar? AKP’nin rakibi artık kendi içinden çı kamaz. Tayyip Erdoğan onu yok etti. AKP’nin Türkiye’deki yükselişi üç flört ile oldu demiştik. Liberallerle, cemaatle ve Kürtlerle flört. Belki dördüncü bir flörtü unuttuk: Lider, kendi eviyle flörtü, daha doğrusu muhabbeti de bozdu. Sonuçta AKP’nin içinden rakip çıkma durumu kalmadı. Erdoğan, eşini eve kapatan bir koca gibi AKP’yi de kendine mahkum ve mahpus etti. ‘Bakaramakara’ süreci n AK Parti’den nasıl bir dindar kuşak çıktı ya da çıktı mı? AKP’den “dinbaz” bir kuşak çıktı. AKP dönemi bu ülkede dinin en çok rencide edildiği, ayaklar altına alındığı bir dönem oldu. “Bakaramakara”yı nasıl açıklarsınız?! Kuran’dan hareketle yakınlara iltimas geçmeyi haklılaştırmaya çalışarak ortalıkta dolaşıp ekranlarda boy gösterenleri nasıl açıklarsınız? Ensar Vakfı’nı nasıl açıklarsınız? Din, daha doğrusu kutsal ve kutsallık, hiçbir dönemde AKP dönemindeki kadar sıradanlaştırılmadı, kredi kaybına uğratılmadı ve ağır olacak ama ayağa düşürülmedi. n Yıllar sonra dine atıf yapmayan yeni AK Parti’ler olabilir mi? AKP dini açıdan da alternatifleri o kadar sıfırladı ki! Bir beşeri iktidar makinesi ve teknolojisi olan AKP’ye rağmen, bu “makine” karşısında din ayakta kalabilir ise yeni gelecek bir iktidarın en büyük meselesi, bu toplumda insanları hala dinde güvenilir, sığınılır, maneviyatı güçlendiren, yani insanın anlam krizini çözecek bir şeyler olduğuna ikna etmek olacak. Yazık ki en büyük problem bu olacak. Düzenbaz dindara dinbaz denir ve din adına dinbazlığı meşrulaştırdılar. Bu iktidar, dine referansla hayatın her alanına müdahale etti. ‘İnşaat ya Resulullâh’ Dine referansla hayatın her alanında çalışmalar yürüttü. Böyle yapıldığında sorun şu ki hayat hem iyi hem kötüdür, hem güzeldir hem çirkindir, hem mükemmel hem rezildir. Sen böyle yaparak, hayatın bu olumsuz yönleri, kötülükleri, çirkinlikleri, rezillikleriyle de dini hemhal ettin!.. O yüzden olumsuz, çirkin, rezil bir dolu şey, dinle ilintili şekilde ortaya çıktı. Mesela “Bakaramakara”lar, milletin, affedersin ama, “şeyini şey etmeler”, ayakkabı kutuları, yolsuzluklar, şunlar bunlar... Sonra da ha bire 28 Şubat’lara falan göndermede bulunup eski mağduriyetlerle bugünkü pislikleri örtmeye çalışmalar! Ama ne yaparsanız yapın, ayakkabı kutularını ikna odalarına sığdıramıyorsunuz! Her köşe başına bir cami yaparak, temiz inanç sahibi insanların gözlerini boyuyorlar, ama yükselen minarelerin üzerine çıkan inşaat vinçleri, AKP’nin gerçek yüzünü de, nereye yürüdüğünü de çok daha güzel yansıtıyor. Burası, inşaat vinçlerinin cami minareleriyle yükseklikte yarıştığı bir ülke haline AKP ile geldi. Cami, “Şefaat ya Resulullâh” sesinin yükseldiği yer. AKP’nin Türkiyesi ise “İnşaat Ya Resulullâh, hatta ondan öte “Nükleer ya Resulullâh” seslerinin yükseldiği bir ülke. ‘Bizken de üç beş kişiydik’ A ÜK Parti’nin kurucularından Fatma Bostan Ünsal, Bülent Arınç’ın “Eskiden bizdik, artık ben olduk” sitemine dikkat çekici bir rezerv koyuyor: “Bülent Bey’in ifadesi par nsal kritiğini şöyle açıklıyor: “‘Biz’lerin sayısı hep çok sınırlıydı. O ‘biz’lerin neden üç beş kişi ile sınırlı olduğunu, o sınırlı üç beş kişinin nasıl belirlendiğini tartışma ti örgütlenmesi başlangıçta idealmiş sonra sapma olmuş gibi.” dan, bugün ‘ben’e dönüşü tartışmak çok anlamlı değil.” n Arınç’ların “bizdik, ben olduk” sitemleri eşliğinde soralım: Bundan sonra AK Parti için ufukta ne var? Bülent Bey’in söz konusu ifadesi parti örgütlenmesi ile ilgili başlangıçta ideal durum varmış sonra sapma olmuş gibi bir anlama geliyor. Belki tepedeki birkaç kişinin bugüne nazaran daha etkin olduğu bir yapıydı. Yani “bizler”in sayısı hep çok sınırlıydı ve kısa sürede sitemin de ifade ettiği gibi “ben”e dönüştü. Ama o “biz”lerin niye üç beş kişi ile sınırlı olduğu, bu sınırlı üç beş kişinin nasıl belirlendiği, belirleyici üç beş kişinin her dönemde değişmesinin dinamikleri tartışılmadan bugün “ben”e dönüşümünü tartışmak anlamlı değildir. Çünkü kişiselleştirmeye götürür bizi. Yapıya odaklanmayı bu ortamda daha doğru buluyorum. Faydacı bir siyaset teorisyeni olan “hangi siyasi sistem iyidir” sorusuna John Stuart Mill’in verdiği cevap beni çok etkilemiştir: “Yöneticinin ahlakı ve kaderini mahvetmeyecek” bir siyasi sistem. İyi siyasi sistem, yöneticiler esasen iyi, hoşgörülü, namuslu olmasa da yöneticiyi öyle olmaya mecbur kılan mekanizmalara sahip sistemdir. Partinin entelektüelleri n Neden AK Parti tabanından ya da partiden şu ses tok çıkmıyor: ‘Yüzde yüz değil yüzde 99 biat nedeniyle tasfiye edilenler içimize sinmiyor?” Daha önceki kopuşlar hususunda yüksek sesle eleştiri olmadığını biliyoruz ama Sayın Davutoğlu ile ilgili durum biraz farklı. Bu konuda parti tabanının değerlendirmelerini bilebilecek bilimsel bir araştırma yok ama parti tabanının bu durumu çok içlerine sindirmiş ve “normal” gördükleri kanaatinde değilim. Ayrıca Türkiye’de siyasi partilerin hepsi katılımcılık konusunda benzer kusurla malul olduğundan AK Parti tabanının da eleştirel olmasını beklemek çok doğru değil. Kendimize, fikrimize, kurumumu NECATİ SAVAŞ PORTRE / FATMA BOSTAN ÜNSAL Yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yaptı. Georgetown Üniversitesi bünyesindeki Center for MuslimChristian Understanding’de Türkiye ve Amerika’nın laiklik anlayışlarını karşılaştırmalı olarak çalıştı. Dani Rodrik’in “Küreselleşme Sınırı Aştı mı?”, Noam Chomsky’nin “Korsanlar ve İmparatorlar” ve Roy Mottahade’nin “Peygamber Hırkası” kitaplarını çevirdi. AKP’nin 64 kurucusundan biri olan Ünsal, Muş Alparslan Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor. za güvenirken aynı zamanda kendimize yönelik “şüphe”ye yer bırakabilmek Nobel ödüllü İngiliz şair Kipling’in de dediği gibi paha biçilemez bir değerdir. n 17Aralık sonrasını Gülen Cemaati ve AK Parti arasında bir ölüm kalım savaşı olarak yorumlayan dünün “Müslüman ittifakı”, bundan sonra nasıl bir siyaset tesis eder, edebilir? Türkiye’de her şeyin politik rüzgârlara bağlı olduğunu gösteren bir örnek de 1725 Aralık iddianameleri sonrası yaşananlar. Var olan kanunların nasıl farklı yorumlanabileceğini, duruma uygun kanunların hemen çıkarılabildiğini, en ziyade müsaadeye mazhar grupların nasıl birden tehdit olarak görülebileceğinin bir örneğini daha yaşadık. 28 Şubat’la ilgili en unutmadığım hatıram, çok başarılı başörtülü bir öğretmen arkadaşımın şaşkınlığıydı. Bu arkadaşım bir yıl önce en başarılı öğretmen olarak ödül alırken bir yıl sonra başörtülü olması nedeniyle görevine son verilmişti. Bu durum “hukuk devleti” anlayışına zıttır. Politik rüzgârların bu kadar ani ve dramatik ölçüde değişen bir yargı ve yürütme uygulamalarına kapı açması hangi konumda olursa olsun kimse için “güvenilir”, “tahmin edilebilir” bir ortam içinde yaşamasının garantisi olamaz. n AK Parti kendi siyasi teorisyenlerini, entelektüellerini yaratabildi mi? Bu soruya cevap vermek çok zor. Birincisi, Türkiye’de klasikleşen bir gelenek içinde partiler kendi siyaset teorisyenlerini üretmiyorlar. Tabii ana birkaç damar var entellektüel gelenek içinde. AK Parti zaman içinde kendisinden önce de var olan ana damarların birikiminden faydalandı. İkincisi genel olarak AK Parti o kadar büyük bir çekim gücü oluşturuyor ki AK Parti’li sosyal bilimciler partide politika yapmayı bilim yapmaya tercih ediyor. Bu da bilim insanının taşıması gereken mesafeyi yitirmesine yol açıyor. Aslında entelektüel, yani etrafının şartlandırmasından olabildiğince otonom bir şekilde hür kanaat sahibi olan ve bu durumunu daima koruya bilen anlamında alıyorum bu kelimeyi, toplum hayatımızda sürekli var olması için çaba göstermemiz gereken bir gruptur. İnsanlık tecrübesi ile ilgili olarak bizim camianın sık sık referans verdiği olay ise hür fikirli entelektüel Sartre’ın, Fransa’nın Cezayir’i işgal politikasını eleştirirken ihanet içinde, “zararlı fikirlere” sahip olduğu için gözaltına alınması hususunda dönemin yöneticisi asker kökenli De Gaulle’e baskı yapılınca onun verdiği cevap, “Sartre Fransa’dır, Fransa hapsedilemez” sözleridir. Bağımsız fikre sahip âlim, entelektüel gruplara davranışlarımızın bu ideale uygun olduğunu iddia edemeyiz. Taban için dindar nesil iddiası n Geçen 13 yılda AK Parti kendi dindar neslini yetiştirdi mi, nasıl bir kuşak geliyor? Cumhuriyet kurulduğundan beri bir ideal toplum yaratma ideali hep olagelmiştir. Bu ideal bazen “Atatürk ilkelerini” benimsemiş, bazen “Batılı görünümlü” ve son dönemde olduğu gibi “dindar bir nesil” olarak öne sürülmüştür. Fakat devletlerin böyle bir toplum yaratabilme imkânları kısıtlıdır. Atatürk ilkelerine bağlı bir gençlik ne kadar yetiştirilebilmişse o nispette dindar nesil yetiştirme imkânı vardır, diyebilirim. Aslında bu iddiaları AK Parti’nin kendi politik tabanını konsolide etme çabaları olarak görüyorum. Özellikle bu ifadelere karşı muhalefetin çok şiddetli tepkiler vermesi dini inaçları nedeniyle uzun yıllar baskı altında olduğunu düşünen insanların “işte bakın dindarlara, bize karşılar” anlayışını bir kez daha pekiştirmiş ve tabanın bütünleştirilmesi amacı başarıyla gerçekleşmiş olmaktadır. Bu tür zıtlıklara dayanan bir siyasetten Türkiye’nin çıkması gerektiğini düşünen biri olarak bu tür ayrımların üstesinden gelecek bir siyaset için bence AK Parti’nin olduğu kadar muhaliflerin de yapacağı çok şey var. BİTTİ AKP hegemonyası ve dış belirleyenler AKP hegemonyasını besleyen etmenlerin bu siyasal harekete içkin olanlarından bazılarını geçen yazıda ele aldım. AKP’nin artık bariz biçimde Erdoğan Partisi’ne dönüşmesini izliyoruz. Buna rağmen, bu hegemonyanın kendini yeniden üretmesinin nedenlerini sadece Tayyip Erdoğan’ın şahsına indirgemenin yetersiz kaldığı bir toplumsal olayla karşı karşıyayız. Bu hegemonyanın oluşumunu, gelişimini ve kendini yeniden üretmesini sadece içsel etmenlerle açıklamak yeterli değil. Etki tepki ilişkisi içinde, Erdoğan/ AKP hegemonyasının yeniden üretimi ve kendini konsolide etmesinin dışsal belirleyenleri de var. Dışsal derken ülke dışı etmenleri değil, Türkiye toplumunda AKP’nin karşısında yer alan toplumsalsiyasal kesimlerin ideolojileri, davranış biçimleri, söylemlerinden oluşan etmenleri kast ediyorum. Bu dışsal etmenlerin başında, AKP’nin seçmen topluluğunun yarısının desteğini alan bir blok oluşturmasına karşılık, bu topluluğun diğer yarısının üç veya dört parçadan oluşması geliyor. Bu parçaların kendi aralarındaki mesafe, her birinin AKP’ye karşı mesafesinden genellikle daha fazla. MHP ile HDP arasındaki uçurum kadar derin olmasa bile, CHP ile HDP arasındaki mesafe de büyük. MHP tabanı, CHP ile AKP arasında seçim yapmak gerektiğinde, AKP’yi tercih ediyor. Erdoğan, TürkKürt çatışmasında, SünniAlevi gerginliğinde, yaşam tarzları merkezli muhafazakârmodern kavgasında hep çoğunluğun sözcülüğünü yapma olanağına sahip. ‘Tek dişi kalmış canavar’ CHP’nin kâh Alevi kimliğinin asli partisi konumuna sıkışması, kâh Türk milliyetçiliğinin sularında kulaç atmak zorunda kalması ya da bunu tercih etmesi, kâh otoriter bir modernleşme ve laikliğin nostaljik savunuculuğuna sırtını vermesi, onu seçmen topluluğunun dörtte biriyle sınırlı, ne küçülür ne büyür bir alana sıkıştırıyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda aldığı zavallı tavır, demokrasi cephesi oluşturulması niyet kırıntılarını da un ufak etmeye yetiyor. Bu partinin daha uzun yıllar esas işlevi, Erdoğan’a muhafazakâr toplumsal tahayyülü diri tutmak için işaret edeceği “tek dişi kalmış canavar” rolü oynamak olacak. AKP’nin SünniTürk tahayyül dünyasının korkularını, früstrasyonlarını canlı tutacak bir umacı işlevini görecek malzemeyi laikçimilliyetçi cenahta bulması zor değil. Akit gazetesinin laik kesimde yarattığı tepkinin benzerini dindar kesimde yaratacak malzeme laikçi cenahta da yeteri kadar üretilmeye devam ediyor. Diğer bir dış etmen, Türkiye’de sadece devlet şiddetinin yürürlükte olmaması. Bugün otoriter hegemonyanın ağır bir fiziki baskı, insan hakkı ihlalleri, koyu bir muhafazakâr kuşatma ve faşizanlaşan devlet pratikleri eşliğinde hayata geçmesinde, şiddet yöntemlerinin toplumsal muhalefetin bazı kesimlerinde başat direniş aracı olarak görülmeye ve kullanılmaya devam edilmesinin rolü yadsınamaz. Sadece PKK değil burada söz konusu olan. Silahlı mücadele yöntemini benimsemeye devam eden, şiddet araçlarını terör eylemlerine varacak boyutta kullanmaktan imtina etmeyen bir damar hâlâ canlı Türkiye toplumunda. Her gün siviller, güvenlik görevlileri, gerillalar, militanlar ölüyor bu ülkede. Ve hayat o sahte olağanlığı içinde devam ediyor. Sayısı binlerle ifade edilen insanın son birkaç ayda şiddet politika ve araçlarının doğrudan mağduru olduğu, canını kaybettiği bir toplumda otoriter politika ve pratiklerin yerleşmesi ve kabulü dünyanın her yerinde daha kolay olur. Bedel ağır olacak Tam da bu nedenle, 7 Haziran seçimleri sonucunun AKP cenahında yarattığı şaşkınlık, hatta paniğin, onu izleyen aylarda çatışmaların başlaması ve sivil, asker, polis, militan ölümlerinin gelmesinin yarattığı huzursuzluktan çok daha büyük olması anlamlıydı. PKK’nin şehirlerde isyan hareketi başlatmasının sonuçları Erdoğan’ın Kürt nüfus üzerindeki etkisini belki daha da azalttı ama Türk çoğunluktan kazandığı bunu fazlasıyla telafi etti. MHP’nin hali ortada. Bu durum PKK’nin de Türkiyeli Kürtler üzerindeki hegemonyasını pekiştirdi. Şimdi HDP’nin siyaset sahnesi dışına elbirliğiyle atılması girişimiyle, şiddetin siyasal alanın merkezine de yerleşerek, Erdoğan/AKP hegemonyasının Türk çoğunluk içinde biraz daha konsolide olması ve Türklerle Kürtler arasındaki mesafenin daha fazla açılması safhasındayız. AKP toplumu dışında kalan cenaha bakınca, bu otoriter hegemonyanın kırılmasının kolay olmayacağı hemen görülüyor. Toplumsal bedelinin herkes için çok ağır olacağı da... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle