25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Doğrunun Güçlüğü AJANLARIN, yabancı devletlere paralı parasız hizmet verenlerin, halkları karşılıklı kışkırtıp seyrederek keyif çatanların, kiralanmış kalemlerin, kısacası kendi insanlarına değil de başkalarının çıkarlarına hizmet edenlerin kol gezdiği toplumlarda doğru bir ulusal dış politika belirleyip sürdürmek çok zordur. Tabii, “doğru ulusal dış politika”dan hem ülkenizle halkınızın çıkarlarını kollamayı, hem de insanlığın evrensel değerlerine uygun davranmayı anlıyorsanız. Bu açıdan “Arap Baharı” dizisi ışığında Suriye sorununa bakınca Ankara dış politikasının doğru olduğunu söylemek de zor. imdiye kadar Afrika’nın kuzeyindeki Müslüman toplumlarda uygulanan standart kalıp şu oldu: Önce, ajanlar eliyle toplumda huzursuzluk yaratan olaylar; şurada burada patlamalar, kim vurduya gelen insanlar. Sonra, huzursuzluk çıkardığı çok belli kişilere ya da odaklara halktan gelen tepkiler, resmi önlemler, genellikle ölçüsü kaçırılan yaptırımlar. Ardından, yaptırımlara direniş, baskıya karşı kuvvet, şiddete karşı dehşet. Terör böyle gelince, büyük dış projelerin sahipleri daha fazla beklemez: İnsan haklarından söz ediş, uluslararası mekanizmaların devreye sokuluşu, tek başına sorumluluk almak istemeyen devletlerin başkalarını ateşe sürmesi, maşalara sıkışıp kalan kestanelerin yanması. u sürecin yarattığı dış politikanın bazı toplumlarda insanların zavallı muhtaçlığı ya da bilinçsiz hırsı yüzünden benimsenmiş olması bizim de aynı zilleti paylaşmamızı gerektirmez. Ülkeyi yönetenler, ulusun onuru ve yolları tıkanan ekonominin sağlığı adına mutlaka bir çare bulup bu yanlış, yakışıksız ve dipsiz politikayı bırakmalıdır. Dönüş, olanaksız da sayılmaz. Başkanlık seçimi öncesindeki ABD’nin başını denizaşırı yeni bir savaşla belaya sokmaktaki sakatlık sadık müttefik ağzıyla Washington’a anlatılamaz mı? Rusya, İran ve Mısır, bölgeye sükun ve huzur gelmesini istemezler mi? “Suriye’nin Dostu” geçinenler bir başka Müslüman ülkedeki kargaşanın sürüp gitmesinden memnun olacak kadar da mı ikiyüzlüdürler? Ankara, bölgenin ortak sağduyusunu temsil edercesine önayak olarak Şam’la görüşüp seçkin iyi niyetlilerden oluşacak bir konferans öneremez mi? Türkiye, Davutoğlu’nun sözünü ettiği “derinlik”te de mi karaya oturup beklemeye mahkum kalmalıdır? Emperyalizm Son 20 Yıldır Anadolu’nun Çevresinde Tatbikat Yapıyor! Dikkat edilirse tüm bu oyunların oynandığı tek coğrafya İslam coğrafyasıdır. İslam coğrafyasında ileri, çağdaş, eğitimli, demokrasi ve insan haklarına saygılı ülke sayısı onlarca sayıya ulaşmadıkça ve Müslümanlar birbirinin kanını emdikçe, bundan ancak ve ancak İslam dünyası dışındaki ülkeler ve onların emperyal planları yararlanır. Prof. Dr. Cemal TUNOĞLU Hacettepe Üniversitesi B lerken, doğrudan bireye yönelik, bireysel özgürlükler ve çağdaşlaşma yönünde ileri düzeyde anayasal ve yasal adımlar atılırken İslam dünyası birbirine düşürülerek, biat ettirilerek, olmayan ve olmayacak demokrasi, insan hakları ve özgürlükler vaat edilerek oyalanıyor, böylece yüzyıllar geçiyor. İslam ülkeleri aynı yerde, yerinde sayıyor ya da daha geride, bunun dışındaki ülkeler ise uzayda, gezegenlerde. Ş B ir köyde, mahallede ya da apartmanda yaşıyorsunuz. Çevrenizdeki komşularınız bir güç ya da mafya tarafından tek tek pıstırılıyor, köşeye kıstırılıyor ya da etkisizleştiriliyor. Bunların bazıları büyük, kalabalık aile, küçültülüyor, lime lime ediliyor... Yine bir başka büyük, güçlü köklü aile, başka nedenlerle tehdit ediliyor, onlara da ambargo konuluyor, ekonomik abluka uygulanıyor... Komşularına bununla ilişki, iletişim kurmayın, alışveriş yapmayın deniliyor. Ülkemizin çevresindeki komşularda gelişen olayların yukarıda benzetilen ve ifade edilenlerden bir farkı yoktur. Balkanlar’dan, Kafkaslar’a, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya hep benzer karışıklıklar. Bazılarında sonbahar, ilkbahar, özgürlük denilerek sözde dönüşüm özde yeni sömürü fitilleri yakılıyor. Böylece uzun yıllar kullanılmış ve eskimiş liderler yeni yüzyıl sömürü düzenine ve küreselleşmeye hizmet edecek yenileri ile değiştiriliyor. Kardeşler, halklar, aynı inancı paylaşanlar, aynı peygambere inananlar birbirlerine yedirilerek, boğazlatılarak emperyalizmin eli ateşe dokunmadan sonuca ulaşılmaya çalışılıyor. Bunlardan bir kısmı demokrasi, özgürlük ve insan hakları açısından yukarıda saydıklarımızdan daha kötü durumdalar, yandaş oldukları için şimdilik dokunulmuyor, kullanılıyor. Hele size hiç dokunulmuyor ya da şimdilik dokunulmuyor. Böylece bir taşla birkaç kuş vuruluyor, bir taraftan söz konusu zavallı kesim güçsüzleştirilirken ve paralelinde yeni 21. yüzyıl sö mürgeciliği oluşturularak o ülkelerin önceki ve yeni farkına varılan yeraltı zenginlikleri ele geçirilirken, ipotek altına alınırken; diğer yandan mutlaka çalışması ve üretmesi gereken silah fabrikalarına, özgürlükler adına yeni satış ve ticari faaliyet sahaları oluşturuluyor. Kim garanti verebilir? Evrensel demokrasi, insan hakları, özgürlükler, yaşam kalitesi ve standartlarının yüksekliği ancak ve ancak eğitim seviyesi çağdaş ve yüksek insan toplulukları paralelinde gelişir. Eğer bu vasıflara sahip bir vatandaş topluluğunuz yoksa veya bilinçli olarak böyle bir topluluk oluşturulmuyorsa, evrensel demokrasi, insan hakları, özgürlükler, yaşam kalitesi ve standartlarının yükselmesini ancak hayal edersiniz. Bu hayal yüzyıllar ve nesiller sürer. Bu hayal içinde yaşayan toplumlar, hayal etmeyip, uygulayan, yaşayan ve yaşatan toplumlara yem olurlar ve yem olmadan önce de bol bol kullanılırlar. Çevrenizde yaşatılan ve şimdilik size dokunmayan, yangın söndükten sonra ve emperyalizm hedefine ulaştıktan sonra, bir sonraki hedefin, bölgenin gerek nüfus, gerekse yüzölçümü olarak en güçlü ülkesi olan size gelebilir. O zaman geldiğinde çevrenizde size müttefik olabilecek, yardım edebilecek komşu, dost bulamazsınız, yardım etmek isteseler de edemezler. Onlar artık 21. yüzyıl sömürgesidirler. Siz bölgede tek ve yalnız kalmışsınızdır ve artık sıra size gelmiştir. Tüm vahşetler İslam coğrafyasında Bu arada size bir görev verilmiş. O görev gereği sanki çok demokratik, sanki çok özgürlükçü, çok insan hakları savunucusu ve uygulayıcısı gibi devamlı çevreye akıl vermeye, yönlendirmeye, telkin ve tavsiyelerde bulunmaya devam ediyorsunuz. Dünyadaki tüm bu gelişmeler ve süreçler nerede yaşanıyor? İslam dünyasında. Peki “diğer dünyada” bu süreçler yaşanıyor mu ya da bu derece kanlı, çirkin ve birbirine kıyan bir şekilde neden gelişmiyor? Neden İslam dünyası dışındaki ülkelerde süreçler bu derece ağır gelişmiyor ve çoğu kez daha barışçı, daha anlaşmalı ve ılımlı bir şekilde atlatılıyor. (Almanya, İngiltere, Çekoslavakya, İspanya örneği ya da son zamanlarda Belçika örneği gibi…) Dönüşümler daha insancıl, daha barışçıl. Çünkü İslam dünyası yüzyıllardır aynı cenderenin içinde, aynı emperyalizm oyununun içinde sürekli çalkalanıyor, sürekli yalpalıyor ve ileri değil daha geri gitmesi bu yolla sağlanıyor. Bu arada “diğer dünya” atı alıyor, Üsküdar’ı geçiyor. Bilimde, teknolojide, özgürlüklerde, sporda (2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nda ülkemizin ve İslam ülkelerinin durumu ortada.) insan haklarında fersah fersah iler Ülke liderleri tehlikeyi neden görmezler? Emperyalizm güçlü ve büyük bir ülke istemez, hele hele İslam dünyasından bir ülkeyi hiç istemez. Komşularınızda bugün çıkan yangın ve bunun sebep ve bahanelerini oluşturmak ve ge lecekte sizin ülkenizde de uygulamak, emperyalist ülkeler için artık çok daha kolay. Çünkü: son yirmi yıldır Balkanlar’dan, Kafkaslar’a, Orta Asya’ya ve Ortadoğu’ya ve hatta Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada tatbikat yapmaktadırlar. Bu tatbikatlardan geniş bir deneyim elde etmişlerdir ve hâlâ etmektedirler. Bazılarına sözde yasal BM onayını da alarak, bizzat ve doğrudan kaba güç ve silahlı, askeri işgal operasyonlu müdahalelerde bulunurlarken, bazılarında renkli değişimler, mevsimsel değişimler gibi adlarla her ülkenin sosyal, iç, etnik ve inanç yapısına bağlı emperyal programlar ve planlar uygulanmaktadır. Bazılarında ise emperyalistler kendi aralarında bir süre tam olarak anlaşamamakta ya da öyle görünerek karışıklık çıkarılan ülke halklarının birbirini yeme ve yedirme süreci uzatılmakta, BM çatısı altında karşılıklı veto oyunları ile adeta kendi aralarında satranç oynamaktadırlar. Peki, İslam ülkelerinin yöneticileri ne yapıyor? Hiçbirinde demokrasi olmadığı için, hatta bir ikisinde yarı demokrasi bile olmadığı için ve büyük bir kısmı emirlik, krallık, şeyhlik ve diktatörlük ile yönetildiklerinden, onlar için yönetimlerini her ne olursa olsun idame ettirmek halklarının ve ülkelerinin menfaatlerinin başında gelir. Onlar, hanedanlarıyla ve yandaşlarıyla günlerini gün etmeye, servetlerini gerek kendi yurtiçinde ve gerekse yurtdışında harcaya ve katlaya dursunlar… Dikkat edilirse tüm bu oyunların oynandığı tek coğrafya İslam coğrafyasıdır. İslam coğrafyasında ileri, çağdaş, eğitimli, demokrasi ve insan haklarına saygılı ülke sayısı onlarca sayıya ulaşmadıkça ve Müslümanlar birbirinin kanını emdikçe, akıttıkça, canını yaktıkça, bundan ancak ve ancak İslam dünyası dışındaki ülkeler ve onların emperyal planları yararlanır. Nitekim yararlandıklarını da görüyoruz. 923 sadece Kurtuluş Savaşı’nın zafer tarihi değildir; aynı zamanda büyük bir siyasal devrimin tarihidir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesi ve halk egemenliğine dayalı ulus devlet modeli sadece döneminin değil; önceki bin yıllık Ortadoğu tarihinin de en büyük aşamalarından birisidir. Cumhuriyetle birlikte 1924’te halifeliğin kaldırılması, Tevhidi Tedrisat Kanunu ve devletin laik olduğunun 1928’de anayasaya hüküm olarak girmesi, devrimlerle çağdaş bir ulus yaratmanın ve devletin laikleşmesinin zirve noktasıdır. Unutulmamalıdır ki, 1923 tarihi, emperyalizme karşı kazanılan bir zafer olmasının yanı sıra, Osmanlı devletine, egemenliğin ulusa verilmesine karşı çıkan saltanatçılara ve bunları destekleyen tüm iç isyanla 1 Demokrasinin Temel Harcı: Laiklik Alper TAŞDELEN Dış Politika Uzmanı ra karşı kazanılan bir iç savaşın da za maz. Oysa Atatürk ve 1923 Devrimi işlerinin birbirinden ayrılması değil, ayfer tarihidir. Bu mücadelenin sonu “Peygamberin vefatından sonra hiç nı zamanda ve daha önemli olarak, cunda yeni devlet, yeni toplum ve ye bir insana ilahi bir yetki tanınmadığı “Egemenlik kayıtsız şartsız milleni birey yaratılmış, akıl ve bilimin ön ve devlet yönetimi için meşruiyetin tindir” ifadesiyle açıklanan halk egecülüğünde çağdaş uygarlık seviyesine dini bir kaynağı olamayacağından” menliğinin yani cumhuriyetin meşerişilmesi hedeflenmiştir. hareketle bu yetkiyi halkın kendisine ruiyetinin kaynağı ve bu yetkinin kulDevlet yönetiminde en önemli soru, vermiştir. Türk laikliğinin temel nok lanılmasını içeren hakkın kendisidir. Bu dayanılan temel, meşruiyet; yani yö tası da budur. Devlet yönetiminde hüküm zamanda ulus devlet modelinin netenin yönetim yetkisini, hakkını ne meşruiyetin sahibi halktır. Başka bir de de parolasıdır. Bu nedenle laiklik Türreden aldığıdır. Osmanlı devletinde pa yişle egemenlik din adına kullanıl kiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki dişah aynı zamanda halife olarak yet maktan çıkarılmış, dinden soyutlanmış, harçtır; devletin temelidir. kisini yeryüzünden almaz; saltanatla hi tek bir kişiden alınarak tüm bir halka Demokrasi, cumhuriyet rejiminde lafet iç içedir ve meşruiyetin kaynağı verilmiştir. halkın kendisine ait egemenlik hakkıdini yani ilahidir. Bu yetki kullar taBu noktadan hareketle, laiklik sıkça nı kullanma, meşruiyeti hayata geçirrafından sorgulanamaz ve paylaşıla kullanıldığı gibi sadece din ve devlet me ve devlet idaresi için vekâleti ver mesinin metodudur. Halk kendi kendisini hangi yöntemle, kimler aracılığıyla ve nasıl yönetecektir; kurallar nedir? İşte bu demokrasidir. Anayasa halka ait bu egemenlik hakkının sistem olarak yasama, yürütme ve yargı tarafından yerine getirildiğini yazmaktadır. Seçme seçilme hakkı, eşit oy ve vekaletin seçimler yoluyla geçici / süreli olarak verilmesi, çoğulcu ve demokratik parlamenter sistem halka ait egemenliğin günlük hayata dair pratiğidir. Bu nedenle laiklik, cumhuriyetin temeli olduğu kadar, demokrasinin de temelidir. Laikliği zayıflatan her türlü uygulama cumhuriyet kadar demokrasiyi de erozyona uğratacaktır. 1923’te başlayan devrimler ümmetten millet, kuldan birey, dogmadan özgür düşünceye geçişi sağlarken hem rejimin hem demokrasinin temellerini atmıştır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle