17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 MAYIS 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 18. İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ AÇILDI: 17 Hüzün... Sevinç... Direniş... nceki akşam İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılışında, ağzına dek dolu Lütfi Kırdar Salonu’nda üç duygu ve olgu iç içe geçmişti. Hüzün, Sevinç ve Direniş … Hüzün aramızdan ayrılan sevgili arkadaşlarımız, tiyatrocularımızın geride bıraktığı boşluğun hüznü… Ama aynı zamanda Türkiye’de sanatçı olmanın (ama gerçek sanatçı olmanın) bunca zor, bunca eziyetli olmasının ve bunca baskıya maruz kalmanın yarattığı hüzün… Sevinç, emekleri, birikimleri, yetenekleri ustalıkları ödüllendirilen Cüneyt Türel, Başar Sabuncu, Özdemir Nutku ve Sevda Şener’i alkışlamanın sevinci… Tiyatro sevgisini çoğaltan, tiyatro bilincini genç kuşaklara aktaran, yerleştiren bu ustalara sahip çıkabilmenin, onlara sarılabilmenin, sevgi ve saygımızı iletebilmenin sevinci… Ama aynı zamanda, tiyatro sanatına olan inancımızın, tiyatro tutkumuzun, tiyatro he Ö yecanımızın sevinci… Tiyatronun bin bir yolunu yordamını merak etmenin sevinci… Direniş ise içinde yaşadığımız sanata baskı döneminde; hükümetin başı sanata ve sanatçıya parmak sallayıp dururken, saygısızlığı ve sevgisizliğini ortaya koyarken, padişah buyurganlığıyla devlet ve şehir tiyatrolarını “özelleştirme” faaliyetine girişmişken, sanatçıların bütün bunlara direnişi… Sadece meslek onurunu değil, insan olma onurunu da savundukları bir direniş! Üçünü bir arada yaşadıktan sonra, muhteşem bir tiyatro ziyafeti bizleri bekliyordu: Sanatçılar ve tiyatroseverler, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi önünde, tiyatroların özelleştirilme girişimine karşı, “sessiz” bir eylem yaptı. ilk kez dinliyordum ve hem sesine hem de söyleme biçimine hayran olmamak imkânsızdı. Genç piyanist Yiğit Özatalay’ın katılımıyla dörtlü tamamlanıyordu. Genco Erkal baştan sona sahnede, yıllara meydan okurcasına dansla devinim arasında gidip gelen koreografiyle, oyunculuğunun çıtasını daha da yükseltmişti. Aynı yüz, aynı beden her an değişiyor, yeniden biçimleniyordu. Ritmi, temposu, geniş yelpazede sunduğu “renkler” mükemmeldi. Sanki yalnız kendisi için oynuyordu. Daha doğrusu salonu dolduran her seyirciye özel olarak sesleniyordu. Gösterinin son sözleri Aziz Nesin’dendi: “Akıl ermez şu feleğin işine / Ağa olmak paşa olmak / Hatta başkan olmak boşuna / Gelir bir taş değer bir gün başına / İnsanoğlu baki değil devrilir / Bütün devrilmişlere bütün devrileceklere selam.” Bu sözle birlikte tüm tiyatro ayağa kalktı. Sahnedeki dörtlüyü çok uzun bir süre ayakta alkışladık. Alkışlarımıza biraz hüzün, biraz sevinç, bolca direniş katıldı. Sevgili okurlar, bugünden başlayarak, birbirinden ilginç oyunlar, birbirinden ilginç mekânlarda sizleri bekliyor! Tiyatro sanatına olan inancınız, tiyatro tutkunuz, tiyatro heyecanınız ve tiyatronun binbir yolunu yordamını merak etmenin sevincini yaşamak için… Haydi Tiyatro’ya! Henüz vakit çok geç olmadan! [email protected] Bir Kitaba Veda Etmek… 2011’de, çevirmenlik uğraşında kırk yılım dolmuştu. Böylece, Bachmann’dan Paul Celan’a, Goethe, Schiller ve Hölderlin’den Zweig’a, Canetti’ye ve Musil’e, Lukacs’dan Benjamin’e ve başkalarına uzanan hayli geniş bir yelpazeyi de geride bırakmıştım. Ama bir eser var ki, onun çevirisi bu kırk yıllık geçmişin otuz sekiz yılı boyunca bana hep eşlik etti. Beni hiç bırakmadı. Ben de onu hiç bırakmadım. Tam otuz sekiz yıl önce, onu okur okumaz çevirmeye karar verdiğimde, kafamda tuhaf ve iddialı bir karar da oluşmuştu: Günün birinde, ancak bu kitabı çevirmeyi başardığım takdirde, kendime “çevirmen” diyecektim. Bu karar, asla onca yıl boyunca yaptığım öteki çevirileri küçümseme anlamını taşımıyor. Ama başka hiçbir çeviride böyle bir dil serüveni yaşamayacağımı sanki daha en baştan anlamıştım. Dünya edebiyatının en büyüklerinden olan Avusturyalı yazar ve felsefeci Hermann Broch’un (18861951) “Vergilius’un Ölümü” (“Der Tod des Vergil”) adlı romanından söz ediyorum. Yazıldığından bu yana, yirminci yüzyıl romanındaki yeri kadar, “neredeyse çevrilemezliği” ile de ünlenmiş bir eser. Otuz sekiz yıl önce çevirmeye karar verdiğimde, günün birinde böyle bir çeviriyi bitirebileceğimden ne kadar emindim? Bugün bunu artık hatırlamıyorum. Hatta bu soru üzerinde fazla durmamış bile olabilirim; fazla kurcalarsam belki vazgeçebilirim korkusuyla. Sadece, “çevirebileceğimden” ne zaman emin olduğumu çok iyi biliyorum. Kitabın “SuVarış” başlıklı birinci bölümü, Almanca metinde tam on sekiz satırlık tek bir cümle ile açılıyordu. Prof. Dr. Andreas Tietze bu kitabı çevirmeye karar verdiğimi öğrenince şöyle demişti: “Yalnız herhalde biliyorsunuz, ilk cümleyi Türkçede birkaç cümleye bölmek zorunda kalacaksınız, çünkü Türk dilinin yapısı, genelde bu kadar uzun bir tek cümleye uygun değildir!” Oysa benim bir iddiam daha vardı: O bölümü dilimize, Almanca aslında olduğu gibi, tek cümle ile çeviremediğim takdirde kitaptan vazgeçecektim. Günlerden bir gün, bir ikindi vakti, bir sahil kasabasından Akdeniz’i seyrederken, cümlenin Türkçesi ansızın gözlerimin önünde beliriverdi. Alelacele bir peçeteye notlar aldığımı hatırlıyorum. Yolculuk artık başlayabilirdi. Latin dünyasının en büyük şairi sayılan Publius Vergilius Maro’nun (İÖ 70 İÖ19) hayatının son on yedi saatini konu alan yaklaşık beş yüz sayfalık ve neredeyse bir düzyazı şiir üslubunda kaleme alınmış olan roman, şairin son saatlerinde hayat ve sanatla hesaplaşmasını sergiliyordu. Bu hesaplaşma sürecinde Vergilius; “Şiir, insanı insanlığından eden hangi kötülüğü engelleyebiliyor ki?” gibi müthiş bir soru ile, başyapıtı olan “Aeneas Destanı”nı bitirmeden yok etmeye karar vermiştir. Roma İmparatoru Augustus ise, şairi bu niyetinden vazgeçirmek peşindedir. Romanın üçüncü bölümünde yer alan ve hakikat, gerçeklik, sanatın işlevi, sanatçının misyonu, sanat ve politika gibi kavramların işlendiği VergiliusAugustus söyleşisinin bir eşine daha dünya edebiyatında rastlamak neredeyse imkânsızdır. Ne var ki artık bu yolculuğun da sonu geldi. “Vergilius’un Ölümü”nün dört yüz elli sayfası, İthaki Yayınları’na teslim edildi. Şu sıralarda kalan yaklaşık elli sayfa ile “oynaşıyorum”; belki de geciktiriyorumdur, bilemem. Ama bu çeviri sonunda bitti ve ben de, hayatımın yetmiş yılını geride bıraktıktan sonra, kendi ölçülerime göre “çevirmen” olabildim. Bu çeviriyi, ülkemizde antikçağ kültürünü tanıtmak için hayatı boyunca eşsiz çabalar harcamış olan Azra Erhat’ın anısına ithaf etmiş olmak, bu serüvenin bitişinden duyduğum acıyı biraz olsun hafifletiyor… Bundan bir ay kadar önceydi. Tiyatro Festivali Genco Erkal’dan açılış gecesi için bir temsil istediğinde ve Genco Erkal “Nâzım, Brecht, Biraz da Aziz Nesin” adlı bir gös bir şölen Günümüzle örtüşen teri önerdiğinde doğrusu pek heyecanlanmamıştım. Ne de olsa yıllardır ondan çok Nâzım, çok Brecht, çok Aziz Nesin izlemiştim. (Heyecanlanmamak, hataymış!) Çok uzun yıllar boyunca adeta birlikte soluk alıp verdiği bu üç yazarı artık öylesine içselleştirmiş ki Genco Erkal, artık onlardan yaptığı seçimler de, kurguladığı ve oluşturduğu omurga da, çattığı yapı da, oluşturduğu farklı metin de mükemmele oturmuştu. İşin en güzel yanı, bu metin, günümüz dünyasıyla, günümüz Türkiyesi’yle muhteşem bir biçimde örtüşüyordu. Kurt Weii, Hanns Eisler, Fazıl Say, Arif Erkin’in besteleriyle sözle müziği bir arada harmanlayan bu gösteride, Genco Erkal’ın sahne üzerindeki seçimleri de çarpıcıydı. “Ben Bertolt Brecht” oyunundaki partneri Tülay Günal, zaten sesi ve oyunculuğuyla yeteneğini çoktan ispatlamış bir oyuncu. İzmir’den seçilip, gösteriye gitarı ve su gibi duru sesiyle katılan Evrim Özkaynak’ı ‘Devrileceklere selam!’ YÖNETMEN SEYFİ TEOMAN TOPRAĞA VERİLDİ Okulunda törenle uğurlandı Kültür Servisi Yaklaşık üç hafta önce geçirdiği trafik kazası sonucu ağır yaralanan ve 8 Mayıs’ta hayatını kaybeden yönetmen, senarist ve yapımcı Seyfi Teoman, önceki gün mezun olduğu okulu Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan veda töreninin ardından dün memleketi Kayseri’de toprağa verildi. Törene başta eşi ve ailesi olmak üzere aralarında Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Kadri Özçaldıran, Hüseyin Karabey, Seren Yüce, Selen Uçer, Emin Alper, Nuri Bilge Ceylan, Azize Tan, İlksen Başarır, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Tayfun Pirselimoğlu, Taner Birsel, Tülin Özen, Ayça Damgacı, Enis Köstepen, İlker Aksum, Yüksel Aksu, Semih Kaplanoğlu ve Mithat Alam Film Merkezi üyelerinin de bulunduğu sinema dünyasından çok sayıda isim katıldı. “Tatil Kitabı” ve “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” filmlerinin yönetmeni Seyfi Teoman’ın son olarak yapımcılığını üstlendiği Emin Alper’in “Tepenin Ardı” filmi ise 31. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film ödülünün sahibi olmuştu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle