18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 ŞUBAT 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Öğretim Esnekliği ürk devriminin en T önemli ayaklarından biri olan öğretim Formatlıyız biz maya, yurt ve insan sevgisine, ulusal ve evrensel kültürü özümlemeye, olayları ve görüşleri sorgulamaya ‘formatladılar.’ Bunun içindir ki, biz Köy Enstitülüler, hiç yakınmadan, oflayıp puflamadan, ülkemizin ‘kuş uçmaz, kervan geçmez’ yörelerinde seve seve görevlerimizi yapmışızdır. Şu anda 78 yaşındayım. Çalışkan birisi olduğumu söyleyemem. Ama her gün, büyüklü küçüklü bir şeyler yapmakla sorumlu sayarım kendimi. Okuma, biraz yazma, ev ve çevrede onarım, bahçeyle, ağaçlarla, hayvanlarla uğraşmak, toplantılara katılma vb. Hiçbir şey yapmadığım zaman, içimde bir suçluluk duygusu oluşur. Kahvelerde, lokallerde oturmaktan sıkılırım… Daha önce düşünmemiştim ama şimdi bu özelliğiöy Enstitülü Mehmet Sazak öğretmen “Formatlıyız biz” diyor: K “Bizleri çalışmaya, üretmeye, okumin ‘formatlanmaktan’ kaynaklandığını düşünüyorum.” Bir de anısını aktardı Mehmet Sazak öğretmen: “1959 yılında öğretmeni olduğum bir ilkokulu bitiren öğrencilerimden birisi çevrede açılan demircilik kursuna, birisi de Kuran kursuna gitmişlerdi. Birkaç ay sonra demircilik kursuna giden öğrencime rastladım. Demircilik konusunda bir şeyler öğrenip öğrenemediğini sordum. ‘Öğreniyorum, memnunun öğretmenim’ dedi. ‘Kuran kursuna giden arkadaşın nasıl?’ diye sorduğumda da; ‘Öğretmenim o, bu dünya boş diyor’ dedi. Beş yıllık ilköğretim sırasında, biraz düşünmeye, biraz doğadaki varlıkları görmeye, güzelliklerini algılamaya, biraz üretmeye ‘formatlamaya’ çalıştığımız bu öğrencimiz, iki ayda öte dünyaya formatlanmıştı.” birliğini ortadan kaldırmak, cumhuriyet felsefesine dönük kindarlığın son aşaması. Bu çevçevede, eğitimin bilimsel bütünlüğünü bölecek yasa önerisi AKP tarafından TBMM gündemine taşındı bile. Eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı’ya göre, önerinin yasalaşması durumunda, cumhuriyet öncesindeki dinselbilimsel ikili eğitim anlayışına dönülecek: “Öğrenciler zorunlu eğitimin üçte birini tamamladıktan sonra isterlerse Bakanlar Kurulu kararıyla örgün eğitimden ayrılıp açıköğretime geçebilecektir. Böylece ilköğretimin 4. sınıfından sonra isteyen öğrenciler Kuran kurslarına, imam hatip liselerine gidebilecek ya da Kolektif Demokrasi, Uzlaşma Kültürü açıköğretimde sınavlara girerek evde oturabilecektir.” Gazalcı’nın yaptığı yorumu, iktidar kanadı yalanlayamaz, çünkü bakanlığın cumhuriyetçi ilkelerini bir kararname ile kaldıran Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, asıl amacın öğretim birliğinin bozulması olduğunu Bugün gazetesine açıklamış bulunuyor: “Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarıp kesintili hale getirmek, sistemi daha esnek bir yapıya kavuşturmak bize bir fırsat verecek. Herkese kendi isteğine bağlı, kendi kabiliyetlerine uygun ve kendi hayallerini gerçekleştirebilecekleri eğitim imkânlarını sunalım. Herkes kendi tercihini kendisi yapsın. Dindar insanların da tercih yapma hakkı var. Bir vatandaşımız çocuğunun hafız olarak ya da İslam ahlakıyla yetişmesini, ona dini bilgileri öğretmek istiyorsa herkese sunduğumuz fırsatı ona da sunabilmeliyiz.” Uygarlığımız yıkılıyor, bilesiniz... Alman Federal Cumhuriyeti Devlet Başkanı Christian Wulff, iş çevrelerine olan yakınlığı nedeniyle kendisine basın ve kamuoyu tarafından yöneltilen yoğun eleştiriler üzerine 17 Şubat 2012 günü istifa edince yeni bir aday bulunması zor olmadı. İki gün sonra Sosyal Demokrat Parti milletvekili Joachim Gauck’un federal mecliste temsil edilen tüm partilerin ortak adayı olduğu açıklandı. İstifa eden Christian Wulff’un bir Hıristiyan demokrat, Joachim Gauck’un ise bir sosyal demokrat olması kimseyi şaşırtmadı. Wulff’un seçildiği seçimlerdeki rakibi olan Gauck’un adaylığını öneren iktidarda bulunan Hıristiyan Demokrat Birlik’in Genel Başkanı ve Federal Şansölye Angela Merkel’di. Öneri, Hıristiyan Sosyal Birlik, Almanya Sosyal Demokrat Partisi, Hür Demokrat Parti ve 90 Birliği/Yeşiller’e götürüldü, tümü tarafından kabul edildi. ??? Bilindiği gibi 12 Eylül 1980 darbesinin yapılış gerekçelerinden biri de görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün yerine yeni bir cumhurbaşkanı seçilememesiydi. CHP lideri Bülent Ecevit ile Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel bir aday üzerinde uzlaşamamışlar, TBMM’de onlarca tur yapılmış fakat cumhurbaşkanı seçilememişti. Son Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün seçimi ise ancak bir anayasa değişikliği ile gerçekleşebilmişti. CHP kurultayının televizyon ekranına canlı olarak yansıyan görüntülerini izlerken bunları düşünüyorum. Belleğimde yine Almanya’dan, sosyal demokratların kongrelerinden görüntüler canlanıyor. Yeni bir genel başkan seçildiğinde ona rakip olmuş aday veya adayların kendisini nasıl büyük bir coşkuyla kutladıklarını, birbirlerinin ellerini tutarak kongre delegelerini nasıl selamladıklarını anımsıyorum. ??? Aradaki farklar iki ülke/toplum arasındaki demokrasi ve uzlaşma kültürünü içselleştirme düzeyini gösteriyor. Bizim demokrasimiz doğuştan sakattır; sezaryenle hayata çekilirken forseps aygıtı ne yazık ki hoyrat kullanılmıştır. Doğumuyla birlikte salt biçimsel parlamentarizm olarak algılanmış, siyasetten anlaşılan “tek adamcılık”, “lider sultası” olmuş, demokratikkolektif çalışma siyasetin her alanında dışlanmıştır. Bu saptama, siyasetin her alanı için geçerlidir. ??? Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın kurultaya gelmemesi, eski Genel Sekreter Önder Sav ve yandaşlarının kurultaya katılmamaları demokrasiyi içselleştirememenin, yenilgiyi içine sindiremeyişin kurultaya yansımalarıdır. Siyaset kendini yenileyen, geliştiren bir süreçtir. Dolayısıyla siyasetin düşünsel ve bedensel olarak sürekli gençleşme gereksinimi vardır. Hayatın yeni getirdiklerine siyaset yeni karşılıklar bulmak zorundadır. Türkiye’de ise siyasette yaşlıların, eskilerin gençlere, yenilere el verme, yol açma geleneği yoktur. Dışarıda yaşanan hayatla ilişkileri kopmuş, hayatı ofislerindeki ekranlardan izleyen, çevreleri kendileri gibilerle sarılmış/kuşatılmış insanların giderek karmaşıklaşan dünyamızda ve ülkemizde ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm üretmeleri olanaklı mıdır? Ekranda Kemal Kılıçdaroğlu konuşuyor, izliyorum. Güzel şeyler söylüyor, sürekli “demokrasi” diyor. Bu doğrultuda adımlar atmaya kararlı gözüküyor. İnanmak istiyorum. Sesimi duyuracağımı bilsem içimden “kolektif demokrasi”, “uzlaşma kültürü” diye seslenmek geliyor. iyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, iki çocuğu kreşe D başladıktan sonra kendisiyle tek kelime Türkçe zulmü Türkçe öğreniyorsa, benim çocuklarım da kreşte Almanca öğreniyorlar. Çocuklarınız sizinle evde nasıl Türkçe konuşuyorlarsa, benim çocuklarım da evde Almanca konuşuyorlar. Çocuklarımın evde ve kreşte Almanca konuşmaları, benim nazarımda bir zulüm değil, oysa sizin çocuklarınızın evde Türkçe konuşmalarını bir zulüm olarak yorumlamanız, hem kendi halkınıza, hem çocuklarınıza, hem de TürkKürt kardeşliği ve birliği için her türlü fedakârlığa katlanan milyonların sabır ve çabalarına yönelik zulümce bir girişimdir. Siz ve çocuklarınız Türkiye dışında bir ülkede yaşamaya kararlı iseniz, o zaman Türkçe öğrenme zorunluluğunuz elbette olamaz. İşte o zaman insan hakları gibi evrensel değerler ayaklar altına alınmış olur. Kürtçe konuşmadıklarını, bunun bir zulüm olduğunu açıkladı. Bu açıklamayı okuyan Doç. Dr. Aydın Fındıkçı, Baydemir’e bir mektup göndererek, yıllardır yaşadığı Almanya’da tanık olduklarını aktardı: “Çocuklarınız nasıl Türkiye’de doğdu ve Türk vatandaşı iseler, benim çocuklarım da Almanya’da doğdu ve Alman vatandaşıdırlar. Çocuklarınız kreşte nasıl Almanlar bana, ‘Eğer çocukların Almanca öğrenmeyecekse, o zaman Almanya’da yaşamaları, burada aş ve iş sahibi olmaları mümkün değil’ demekteler. Ben de kendilerine, bu bir zulümdür demiyorum, çünkü aksi takdirde Almanlar haklı olarak ‘O zulmü yaşamak zorunda değilsin, ülkeyi terk etmen yeterli’ demekteler. Ama ben size, Türkiye’yi terk edin gibisinden manasız, ırkçı, şoven ve çağdışı bir talep ileri sürmüyorum, çünkü Türkiye sizin ülkeniz ve siz o ülkenin yurttaşı olarak o ülkenin dilini konuşmak zorundasınız.” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘1 Milyar 800 Milyonun İçme Suyu Yok’ Aşırı doğurganlığın olduğu ülkelerde yaşanan sorunlar her geçen gün artmakta ve giderek “tehlikeli” bir konuma gelmekte. Prof. Dr. Nusret Hasan Fişek (19141990) cumhuriyet döneminde yetişmiş değerli bir bilim insanıdır. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi amacıyla “Nüfus Planlaması Yasası”nın çıkarılması için büyük çaba harcamıştır. Prof. Nusret Fişek, Türkiye’de nüfusun olağan dışı “tehlikeli bir artış” sürecine girdiğini görmüş, ilgilileri uyarmış. “Beş yılda bir yapılan nüfus sayımları, nüfus artışının anormal bir eğilim gösterdiği işaretini ilk kez 1950’de verdi; nüfus artış oranı binde 22’ye çıkmıştı. 1955 sayımı sonucu ise, durumun tehlikeli bir hal aldığının kanıtlarını veriyordu. Üzülerek belirtmek gerekir ki, ülke idaresinden sorumlu olanlar bu önemli gözlemleri değerlendirememiş ve zamanında gerekli önlemleri almamışlardır. 19551960 yılları arasında doğum kontrolünün yasaklanmasının ana sağlığı üzerindeki zararlı etkilerini belirten hekimlerimizin çabaları yanında, nüfus artışının olası sonuçlarını ekonomik yönden ele alan bilim adamlarının yazıları, Türkiye’de nüfus politikasının değiştirilmesine yol açan çalışmaların ilkidir. (…)” Aşırı nüfus artışının dünyanın geleceğini çok zorladığı, Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı’nın (WWF) 2010 yılı Yaşayan Gezegen Raporu’nda vurgulanmakta. “Zengin ülkeler; çok daha sade yaşamanın yollarını bulmak, özellikle fosil yakıtlara bağımlılıkları da dahil olmak üzere ayak izlerini hızla azaltmak zorundadır. Hızla büyüyen gelişmekte olan ekonomiler de yeni bir büyüme modeli bulmaya mecburdur. Böylece, refah düzeyinin gerçek anlamda sürdürülebilir yollarla yükselmesi mümkün olacaktır. Bu rakamlar; hepimizin aklına doğayı koruyarak, doğal kaynakların kendini yenileme kapasitesini aşmayarak ve doğanın sağladığı mal ve hizmetlerin gerçek değerini kavrayarak yaşam biçimimizi nasıl değiştireceğimize ve kalkınmayı nasıl yeniden tanımlayacağımıza dair sorular getirmektedir.” 21 Şubat 2012 tarihli Cumhuriyet’te çıkan “1.8 milyar insanın içme suyu yok” başlıklı haber, gezegenimizin bugünkü konumunu aktarmaktadır. “Yaklaşık 150 milyon kilometrekarelik dünya toprağına, dengesiz biçimde dağılmış, en değerli doğal kaynak sudur. Çöl ve kutup bölgelerinin kapladığı 75 milyon kilometrekarelik kesimde hiç su yoktur. İçimlik suların olmadığı yerde yaşayan insan sayısı 1.8 milyar kişidir. 2.4 milyar kişi ise her türlü sağlıklı içme suyu donanımından yoksundur. Dünyada her yıl 20 milyon kişi pis su yüzünden ya da su yetmezliğinden kaynaklanan hastalıklardan ölüyor. Azalan su kaynakları ile gittikçe çoğalan insanı beslemek için tarım ürünlerini üretmek olanaksızdır. Yıllar ilerledikçe su tüketimi de artmaktadır. 1950’de yılda 1000 kilometreküp olan tüketim, 1991’de 4000 kilometreküpe ulaşmıştır. 40 yıllık aralıkta su tüketimi dünya nüfus artışının 2 katı olmuştur. “Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı” (WWF) Yaşayan Gezegen 2010 Yılı Raporu’nun “Su ve İnsanlar” bölümünden satırbaşları: “ 1995’te 1.8 milyar insanın, şiddetli su sıkıntısı çeken alanlarda yaşadığı belirlenmiştir (UNESCOWWAP, 2006). 2025’te, dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisi olan 5.5 milyar kişinin, orta ve şiddetli su sıkıntısı çeken alanlarda yaşayacağı öngörülmektedir (UNESCOWWAP, 2006). Gelişmekte olan birçok ülkede, hayvansal protein gereksiniminin yaklaşık yüzde 70’i tatlı su balıklarından karşılanabilir.” HARBİ SEMİH POROY BULMACA HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Bir gemiye 1 yükleme ya da boşaltma yap 2 ması için tanı 3 nan süre. 2/ 4 Çin’in para bi5 rimi... Gereğinden çok ye 6 mek yiyen. 3/ 7 Japon lirik 8 dramı... Sahip... Bir et 9 kinliğin geçici olarak 1 2 3 4 5 6 7 8 9 durdurulduğu süre. 1 ÖN C Ü P I N A R 4/ Amerika’da ya 2 T E İ N S E L E şayan bir papağan 3 E V R İ M Y OM cinsi... Evrensel alı4 A T A Ç S İ cı olan kan grubu. 5/ 5K E N E İ N A L Kısık sesli küçük ke6 E L R A M A man... Pirinçle yapılan bir tür sebze ye 7 L İ G U M U M İ E R İ L meği. 6/ Eski Yu 8 E Z E L nan kentlerinde pa 9 P A Z A R K U L E zaryeri. 7/ Hakkâri’nin eski adı. 8/ Çabuk ve kolay kavrayan... Yüz metrekare tutarında alan ölçüsü birimi. 9/ Bir yasanın, bir kararın yürürlüğe girmesine karşı çıkma hakkı... Kedi ya da köpek yavrusu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Arkası düz olan bir tür sandal. 2/ Finlandiya’nın resmi adı... Bir türde ya da bireyde bulunan, aynı cinsten başka hiçbir türde ya da bireyde rastlanılmayan. 3/ Uzaklık işareti... Tembellik. 4/ Ekin biçildikten sonra toprakta kalan köklü sap... “Sakangur” da denilen iri bir kertenkele. 5/ Makat yoluyla cinsel temas. 6/ “Hayır” anlamında kullanılan söz... “Gücü” de denilen ve bez tezgâhında ipliği ayarlayan tarak. 7/ Altından sopa gösterilir... Sebze fidesi ve asma çubuğu dikmek için hazırlanan çukur. 8/ Asya ile Avrupa’yı ayıran dağ sırası... Oylumlu. 9/ Mimarlıkta girişik bezemeye verilen ad. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle