18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 ŞUBAT 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 26 yılda borsada 55 şirketin hissesi işleme kapatılırken 400 bin küçük yatırımcı büyük zarara girdi ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK 1 milyar dolar buharlaştı Ekonomi Servisi İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) “İMKB ve Mağdur Yatırımcı” araştırmasına göre, borsanın kuruluşundan bugüne geçen 26 yılda 55 şirketin hissesi işleme kapatıldı, 400 bin küçük yatırımcı yaklaşık 1 milyar dolar zarara girdi. İMKB, SPK ve Borsa Yatırımcıları Derneği (BORYAD) verilerine dayanarak yapılan araştırmaya göre, küçük yatırımcının elindeki 1 milyar dolarlık hisse senedini buharlaştıran sorun, özellikle 2001 krizinden sonra oluştu. Şirketlerin batmasında kötü yönetim, kriz, yolsuzluk, devletin el koyması ve imtiyaz iptalleri gibi bir AKP ve ‘İş Cinayetleri’ Ankara OSTİM’de iki ayrı işyerindeki patlamalar geçen hafta, 20 kişinin ölümüne, 50’den fazla kişinin de yaralanmasına neden oldu. Son birkaç yıl içinde Tuzla’dan Davutpaşa’ya, Dursunbey’den Karakovan’a (Zonguldak), oradan bugünlerde AfşinElbistan’a ve yeniden Sakarya’ya uzanan ve çok sayıda ölüm ve yaralanmalara yol açan “iş cinayetlerinin” nedeni nedir? Bu soru, sermayenin toplum adına kamusal denetimi kavramıyla yanıtlanabilir. Sermayenin denetimi, genel olarak, ekonomik faaliyetleri doğrudan ve dolaylı olarak düzenleyen hukuksal çerçeve ile, özel anlamıyla da “işçiişveren ilişkilerinin niteliğinde” somutlaşır. Sermayenin denetimi, özünde bir demokratikleşme konusudur. Bilinen bir gerçektir ki, girişimci, yani sermayedar ile işçi “eşit değildir.” Sermaye kâr ederek çoğalma peşindedir; işçi ise yaşayabilmek için emek gücünü ücret karşılığı satmak zorundadır. Aynı koşullar altında ücret ile kâr ters orantılıdır; biri arttıkça diğeri azalır. Bu nedenle, demokrasi, işçi kesiminin sermaye karşısında gücünün dengelenmesiyle, daha doğrusu, bu denge sağlandığı oranda anlam kazanır. Demokrasinin asıl göstergesi olan sermayeemek dengesini sağlayacak temel etken, işçi kesiminin örgütü olan sendikadır. Ülkemizin sendikaları, içerde, 12 Eylül faşizminin, dışarıda da küreselleşmenin etkileriyle zayıflamış; AKP iktidarı da bu akıntıya kürek çeken bir tutumla ve tam bir aşırılıkla, işgücü piyasasını sermaye yararına düzenlemeyi sürdürmüştür; son Torba Yasa tasarısıyla bu süreç devam etmektedir. AKP iktidarı yasa ve yönetmelikleriyle, işçileri sermaye kesimi karşısında tam anlamıyla yalnız bırakmaktadır. İşçi, yaşamak, kendisinin ve ailesinin varlığını sürdürmek için çalışmak zorunda olduğundan, işyeri koşullarını, bunlar ne kadar olumsuz olursa olsun, kabullenmek zorunda kalıyor. Alacağı ücret, sosyal sigortası ve çalışma süresi gibi öznel koşullar olsun, işyerinin sağlık koşullarının uygun olup olmadığı gibi nesnel durum olsun, işçi, sürecin niteliği gereği, sermaye karşısında korunmalıdır. Bunu yapacak olan da devlettir. “Devletin ne ölçüde demokratik” olduğunun “en önemli ölçütlerinden” biri de budur. Demokratikleşmenin derinliği ve yaygınlığı arttıkça sermayeyi denetim olanağı genişler; bu durum geçişlidir, sermayenin denetimi arttıkça demokrasi gelişir. Zayıf demokrasi ise sermayeye tam teslimiyet anlamına gelir. Türkiye’de demokrasinin zayıf olduğu, iş cinayetleriyle, her gün yeniden kanıtlanıyor. Çünkü AKP hükümeti, mal ve hizmet üretimi için yatırım yapılsın da nasıl yapılırsa yapılsın anlayışıyla davranıyor. Bu görüş, yalnızca, yatırım yapılmasının önündeki tüm engellerin yok edilmesi anlamına gelmiyor. Ek olarak, merkezi ve yerel yönetimler baskı altına alınıyor; bu amaca uygun davranmaya zorlanıyor. Bu süreçte en temel hukuk kuralları, “bürokrasinin çalışma ilkeleri” bir yana bırakılıyor. Yerleşim yerleri ile kimyasal patlayıcılar iç içe geçiyor. Kayıt dışılık, yasadışı işlemlere göz yumma, rüşvet ve yolsuzluk yaygınlaşıyor. Yol, su, kanalizasyon gibi temel altyapıların yetersizlikleri bile göz ardı edilebiliyor. Bunlar bir yana, yatırım yapılırken sermaye sahibinin dışında kalan çalışanlar hiç önemsenmiyor; işin yapılması için yeterli “nitelikte işgücünün” bulunup bulunmadığına bakılmıyor. Bunun da ötesinde işçiler, taşeron denilen aracılar eliyle işe alınıyor. Böylelikle aynı işçi, biri kendisine iş bulan taşeron, diğeri de asıl işvereni olmak üzere “iki kez sömürülmüş” oluyor. “İşçiyi hiçe sayan” ve iş cinayetlerinde görüldüğü gibi ölüme bile gönderen bu yatırım anlayışı, kurulacak işyerinin doğal ve tarihsel “çevreye olası etkilerini” de doğal olarak, tümüyle göz ardı ediyor. Türkiye’nin, diğer olumsuzluk ve yıkımlar gibi iş cinayetlerinden kurtulması için de AKP iktidarından kurtulması gerekiyor. [email protected] yıldır küçük yatırımcının sesini kimse duymadı. Tahtası işleme kapatılan bazı şirketler bugün bile ticari faaliyetlerini sürdürürken, küçük yatırımcının hak ve çıkarı korunamadı. Artık siyasal partiler bu soruna sahip çıkmalı” dedi. çok farklı neden etkili oldu. Rapora göre, sorunu üç gurupta ele almak mümkün: İlk grupta, Demirbank, Yaşarbank, Toprakbank ve Esbank ile İmar Bankası ve Etibank’a el konulması nedeniyle oluşan mağduriyetler var. Devlet bu bankalara el koyarken, ilgili yasadaki “Temettü hakları hariç el koyar” ibaresini baz aldı. Bu konuda açılan davalar da bu yüzden sonuçsuz kaldı. Buna karşılık küçük yatırımcının mağduriyeti, devletin denetlemesi gereken banka bilançolarına dayanarak yatırım yapmasından kaynaklanıyor. İkinci grupta Aktaş, Çukurova ve Kepez’de kamunun imtiyaz hakkını ve işletme lisansını iptal etmesiyle oluşan mağduriyetler yer alıyor. Tahtası işleme kapanan bazı şirketlerde ise dava kararına karşılık yatırımcılara ödeme yapılmamış durumda. Örneğin, TMSF tarafından 350 milyon dolara HSBC’ye satılan Demirbank’ta satıştan payına düşen hakkı almak isteyen pek çok yatırımcı dava açtı ve kazandı ama bunlara herhangi bir ödeme yapılmadı. AİHM’de açılan davalar ise sürüyor. Yaşarbank, Etibank, Aktaş, Çukurova ve Kepez ile ilgili de çeşitli hukuki sorunlar var. Üçüncü gurupta da hatalı, kötü yönetimlerle iflas noktasına gelmiş ya da birleşme yolu ile işleme İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Başkanı Arıkan, “10 kapanmış hisseler yer alıyor. Bu gruptaki şirketler için yapılacak pek fazla bir şey yok gibi. Bunlara zamanaşımı oluşmadan dava açabilmek mümkün. Benzer olayların yeniden yaşanmaması için bir an önce yeni kuralların yürürlüğe girmesini, yatırımcı vatandaşların mağduriyetinin giderilmesini isteyen İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan’a göre, hâkim ortak ile azınlık ortak ayrımı doğru yapılmalı, küçük yatırımcı hâkim ortaklar ile devlet arasındaki anlaşmazlıkların bedelini ödememeli. Kötü yönetilen şirketlerde hakim ortağın mal kaçırması ya da hileli iflasın önüne geçmek için SPK dava açılabilmeli. ECZACIBAŞI GRUBU ÜST YÖNETİCİSİ ERDAL KARAMERCAN Yeşil rekabette hedef daha düşük karbon emisyonu Ekonomi Servisi İş dünyası olarak, “mevcut iş yapma modelleriyle devam edilmesi halinde, 2050 yılında 2.3 dünyaya ihtiyaç olacağını” belirten Eczacıbaşı Topluluğu Üst Yöneticisi (CEO) Erdal Karamercan, “Bu sürdürülebilir olmayan ekonomik büyüme modelinden doğal kaynakların dengeli kullanımı prensibini temel alan sürdürülebilir bir büyüme modeline geçiş, iş dünyası için tek çözüm yoludur. Toplumsal ve çevresel riskleri doğru değerlendiren, inovatif ve sürdürülebilir iş modelleriyle kendileri için fırsat yaratabilen ve yatırım kararlarında sürdürülebilirliği esas alan şirketler, yeşil rekabette üstünlük sağlayabileceklerdir” dedi. AA muhabiri Hülya Çorakçı Ertan’la yaptığı görüşmede Eczacıbaşı Topluluğu’nun, 2006’da Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne, 2007’de Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’ne (WBCSD), İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği ile 2009’da İklim Değişikliğine Karşı Kopenhag Bildirisi’ne ve İklim Platformu’na katılımının ardından 2010’da İklim Değişikliğine Karşı Cancun Bildirisi’ne de imza attığını hatırlatan Karamercan, “Bu bağlamda, Türkiye’deki üretim tesislerinin konsolide enerji tüketimini 2009’da, bir önceki yıla göre yüzde 9.8 azaltarak 1 milyon 59 bin 836 megavatsaate (MWh) düşürdük; üretimden kaynaklanan konsolide karbon emisyonunu da bir önceki yıla göre yüzde 9.1 düşüşle, 263 bin 935 tona indirdik. Ayrıca, Türkiye’de bulunan üretim tesislerimizdeki konsolide enerji ve su tüketimini de 2010’dan 2013’e değin yüzde 6 azaltmayı hedefliyoruz” dedi. Ergün İslam Kalkınma Başkanı Ahmed Muhammed Ali ile görüştü. 20 milyar dolar ticaret için Suudilerle el ele CİDDE/ANKARA (AA) Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Cidde’de toplam sermayeleri 300 milyar doları bulan 50 Suudi işadamıyla bir araya gelerek Türkiye ile Suudi Arabistan arasında orta vadede 20 milyar dolarlık dış ticaret hacminin yakalanabileceğini söyledi. Ergün, “Türkiye ile Suudi Arabistan’ın ekonomik ilişkilerinin istenilen noktada olmadığını belirterek Suudi Arabistan’ın en çok ithal ettiği ürünler makine ve aksamları, gıda ürünleri, bazı kimyasallar, motorlu taşıtlar ve tekstil ürünleri. Bu ürünler de Türkiye’nin en önemli ihracat kalemleri arasında” dedi. Ergün, şöyle konuştu: “Ancak Suudi Arabistan ithalatını dünyanın bir ucundaki Çin ve Japonya ve ABD’den yapıyor. kaliteli bir alışveriş için türkiye en doğru adres. Örneğin, Türkiye’de üretilen ve dünyaya ihraç edilen otomobillerden üretim hatası nedeniyle geri çağrılan olmamıştır.” Sütte kriz uyarısı süt fiyatlarının düştüğünü, yem fiyatlarının ise hızla yükseldiğini belirterek damızlık hayvan kesimlerinin önlenip, yeni bir katliamın önüne geçilmesi gerektiğini bildirdi. TZOB Başkanı, ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, sütte krizin ilk sinyallerinin alındığını belirterek “Eğer gerekli tedbir alınmazsa yeni bir süt hayvanı katliamı kaçınılmaz. Sütte bir müdahale kurumuna ihtiyaç duyulmaktadır” dedi. Bayraktar, geçmişte olduğu gibi bu yıl da arz fazlası düşük talep gibi bahanelerle süt fiyatlarının düşürüldüğünü anlatarak şöyle konuştu: “Bilindiği gibi geçen yıl da üreticiler, sanayiciye süt vermemeye kadar giden demokratik bir tepkiyle bu olayı protesto etmiş ve fiyatların çok daha aşağılara düşmesini engellemişlerdir.” DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA İşçilerin devrime, grevlerle (sınıf olarak) katılmaya başlamasından üç gün sonra, Başkan Mübarek istifa etti. Yalnızca Mısır değil, tüm Arap dünyası bayram yapıyor, ama siyasi iktidar olduğu gibi yerinde duruyor. Şimdi bu iktidarı, halkın karşısında doğrudan ordu temsil ediyor. Devrim bundan sonra ne yöne gideceğine karar veredursun, genel bir değerlendirme yapmanın tam zamanıdır. beklenmedik bir biçimde, rejimin baskı ve terör aygıtlarını hiçe sayarak, Tahrir Meydanı’nda tarih sahnesine çıktı; kendisini 30 yıldır baskı altında tutanlardan daha güçlü olabileceğini kanıtladı. Böylece egemen sınıfların en korktuğu şey Mısır rejiminin başına geldi: Halk sahip olduğu gücün ayırdına vardı. Ne kadar acımasız bir terör aygıtına sahip olduğunu geçmişte birçok kez kanıtlamış olsa da Mısır rejiminin, artık adım adım geri çekilmekten başka bir seçeneği kalmamıştı. Rejim aslında çoktan ölmüştü, artık o “eski rejim”di, ama öldüğünü henüz bilmiyor; vereceği tavizlere, en son Mübarek’ten kurtularak ayakta kalmasına olanak verecek bir tutunma noktası bulabileceğine inanmaya devam ediyordu. Ve tüm bunlar dünya halklarının gözleri önünde oluyordu. Dahası, Mısır “olayı”nın kimi özellikleri onun, yerel bir gelişme olmaktan öte, kapitalizmin yapısal krizinin zamanına ait, evrensel bir dalganın parçası olduğunu düşündürüyor. Yunanistan, İngiltere, İtalya gibi Avrupa ülkelerinde başlayan bir gençlik isyanı dalgası, Tunus, Cezayir, Yemen derken Mısır sahillerine vurmuş, bu dalga içinde, bugüne kadar görülen en büyük kırılmayı yaratmıştı. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Mısır Halkına Selam! araçlarına sahip olmayanların yanı sıra, kimi zaman, üretim araçları olsa bile salt kendi emeği ile geçinenleri de kapsar. Proletarya kavramı, ekonomik, siyasi iktidar ilişkilerinden dışlanmış olanların, sesini duyuramayanların başkaldırısıyla şekillenen “çokluk”u betimler. Bunları anımsarsak, bu yeni dalganın sosyolojisini daha iyi anlayabiliriz. Bu “dalga”, bu yapısal kriz döneminde esas olarak sermaye birikim sürecini, dolaşım hızını, verimliğini arttıracak teknolojileri değerlenmesine olanak sağlayacak yeni ürünleri bulma çabası içinde ortaya çıkan, tüm dünyada çok yaygın bir biçimde kullanılmaya başlanan yeni iletişim teknolojilerinin (cep telefonu, internet) etkilerine, Twitter, Facebook, Youtube gibi sosyal ağların kullanımına bağlı olarak ivme kazandı ve yayıldı. Bu dalganın oluşumunda yeni teknoloji, bilişim ağları ve bu ağların üzerinde yaşayanların, özellikle bu teknolojilere en uyumlu kesim olarak öğrenci ve işçi gençlerin tepkisi kritik bir rol oynadı. Diğer bir deyişle, bu dalga, kriz sırasında şekillenen bir tabakanın yine krizin sosyal ekonomik ve ruhsal yıkımına karşı hemen her yerde geliştirdiği bir tepkinin, proletarya saflarına bu kriz döneminde katılan kesimlerin tepkisinin ürünüdür. David Kirkpatrick’in Kahire’den New York Times’a gönderdiği Tüm egemenlerin en korktuğu şey Mısır’da yaşananların Mısır’ın zamanının ve mekânının ötesine geçen evrensel bir boyutu var. Bu boyutu sanırım en güzel Zizek’in şu saptaması ifade ediyordu: “Dünyanın dört bir yanındaki insanlar hemen onunla özdeşleştiler, Mısır toplumunun özelliklerinin kültürel bir analizini yapmaya ihtiyaç bile duymadan isyancıların haklı mücadelelerini onayladılar” (BirGün; Çeviren, Onur Erem, 11.02.2011). Evet, dünyanın insanları hemen Mısır “olayı”nı anladılar ve onunla özdeşleştiler, çünkü Mısır’da sokaklara çıkanlar, tüm dünya halklarını, evrensel bir adalet arzusunu dile getiriyor ve temsil ediyordu. Prof. (felsefe) Peter Hallward’ın vurguladığı gibi, “halk, on yıllardan sonra ilk kez kendi geleceğini kendisi belirlemeye karar vermişti”. “Eskiden korkuyorlardı. Şimdi artık korkmuyorlardı”,“olanaklı olanla olanaksız olan arasındaki sınırı şimdi artık rejim değil halk belirleyecekti” (The Guardian, 09.02.2011). Gerçekten de Mısır halkı, hiç gözlemlerden de anlaşıldığı gibi bu dalga Mısır’da da, ilk enerjisini gençliğin cesaretinden, yaratıcı inisiyatifinden almış. Sosyal ağlar üzerinden ilişki kuran bir grup genç, Tunus “olayı” başladıktan sonra, benzer bir hareketlenmeyi Mısır’da ve emekçi bölgelerinden başlayarak denemeye karar vermişler. Bu gençler, eylemin bir orta sınıf mahallesinde yapılacağı bilgisini yayarak polisi, oraya yönlendirdikten sonra, kızlı erkekli yaklaşık 50 kişi toplanarak iki grup halinde hedef aldıkları emekçi mahallelerinde kahvelere girip, katılanlardan bir genç kızın aktardığına göre, demokrasiyi değil yoksulluğu, yaşam pahalılığını, işsizliği vurgulayan sloganlar atmışlar, konuşmalar yapmışlar. “Biraz bağırıp çağırıp dağılmayı planlamışlar ama bir anda sayıları 7 bin kişiyi bulmuş. Dağılmak istediklerinde kalabalık dağılmamış, yoluna devam etmiş...” Yeni ahlak yeni otorite Protestolara bu yukarıdaki özelliklere sahip ‘yeni’ proletaryanın katılımı, bu kesimin birey inisiyatifi, özgüven, otoriteye direnç, demokratik refleks, müzakereci siyaset gibi kültürel özelliklerinin, kendini ifade etme, örgütlenme becerilerinin harekete yansıması, devrimin günlerce gücünü, ivmesini korumasını kolaylaştırdı. Ama tam bu noktada çok önemli bir etkeni, bir kez daha vurgulamak gerekiyor: Devrim 14 gün boyunca gitti geldi ama rejimin kaderi, sanayi işçisi, devrime sınıf Proletarya kavramı işçi sınıfından daha geniş ve daha siyasi bir şekillenmeyi ifade eder, yoksulluk ve sefaletten öte, üretim C MY B C MY B ‘Yeni’ proletarya ve gençliğin özel konumu olarak katılmaya başlayınca, gerçekten belli oldu. Egemen sınıf Mübarek rejiminin çoktan ölmüş olduğunu işte o zaman gördü. Her “olay” kendi hakikatini, bu hakikate sadakatin ahlakını yaratır. Bu dalganın üzerinde Mısır’da patlak veren “olay”, hemen kendi hakikatini üretti; Zizek’in işaret ettiği gibi “sanki bu ayaklanma basit bir şekilde sosyal nedenlerden kaynaklanmıyor da platonik bir şekilde ölümsüz özgürlük, hak ve onur düşünceleri dediğimiz gizemli bir elin müdahalesinden kaynaklanıyordu”. “Olayın” hakikati evrensel, dinietnik, kadınerkek ayrımını reddeden bir eşitlik, özgürlük talebiydi. Ahlakıysa bu hakikate ve harekete sadakatin ahlakı. Asharq Alawsat’tan Tarık Almohayet’in aktardığı bir gözlem, bu sadakatin, yeni bir manevi otorite kaynağı yarattığını da gösteriyor. Devrimden önce gençler arasında çok popüler bir pop şarkıcısı, devrim başlarken tavır almakta tereddüt etmiş. Daha sonra meydana katılmaya kalktığında yuhalanarak kovulunca, “Rejim beni kandırdı” yakınmalarıyla bir ağlama krizine girmiş. AlMasry AlYoum gazetesinin aktardığına göre, televizyonun ünlü isimlerinden Amra Adeeb de meydandakilere katılmaya kalkınca aynı şekilde yuhalanmış. Artık ne olursa olsun Mısır devrimi, Hallward’ın deyişiyle, dünya tarihinde 11 Eylül olayından çok daha önemli bir sayfa açtı. 11 Eylül “yapıyı” korumanın aracıydı, Mısır “olayı”, halkın gücünü, “yapı”nın kırılganlığını gözler önüne serdi. Açılan bu sayfa şimdi hepimizin. Güllüoğlu ABD’ye yerleşti Ekonomi Servisi Güllüoğlu Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Güllü, bu yıl yurtdışında 10 yeni şube açacaklarını belirterek “ABD’de üçüncü şubemizi hafta başında açtık. Bunun yanında Miami açılmak üzere. Dubai, Abu Dabi ve Arabistan ile görüşme halindeyiz” dedi. Önümüzdeki birkaç ay içinde Kıbrıs ve Ankara’da şube açacaklarını ifade eden Güllü, Ankara şubelerinde de Bursa’da olduğu gibi Türk baklavasının yanında İtalyan mutfağı ile Gaziantep tatlılarını sunacaklarını kaydetti. Gemilere enerji içeceği Gelecek Nano Genel Müdürü Aydın Baran, nano teknoloji sayesinde bor ve elmas tozundan gemiler için enerji içeceği ürettiklerini, Nanoborx Marine adını verdikleri bu ürünle, deniz araçlarında yaklaşık yüzde 30 performans artışı ve yüzde 20 yakıt tasarrufu sağladıklarını söyledi. Baran, ürünün yatlardan, yüksek hacimli yük taşıma gemilerine kadar her türlü deniz taşıtında kullanılabildiğini söyledi. Nanoborx Marine’i, ilk kez Boat Show fuarında sergilediklerini dile getiren Baran, sektör temsilcilerinden büyük ilgi gördüklerini anlattı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle