18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 TEMMUZ 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Senin Kullanacağın Bir Oy... Belediyeler Birliği Başkanı imdi zaman göreve çağırıyor bizi... Ülkemizi, yarınlarımızı ve sevdiklerimizi, omuzlarına yüklenmiş dev kitleyi zaman kendisine çağırıyor... Bizler bu toprakların uluslararası para cellatlarının, kirli ve görünmez ittifakların cenderesinde kalmasını istemiyorsak işaret edilen zamana azami dikkat, şefkat, ilgi ve saygı göstermeliyiz... İşte günler bir bir döküldü, gelmez denilen zaman geldi, kapıya dayandı... 22 Temmuz, bu yakıcı yaz günlerinin yakıcı sorusuna cevap verecek en yakıcı tarih olarak kaderini belirleyen zaman olarak tarihe kaydoldu... Ve zaman bize, zamanı şaşıranın, şaşkın yarınlarla karşılaşacağını hep hatırlatma işini üstüne aldı... Eskilerin “cazip ama kazip” dedikleri yani çekici ve aldatıcı bu yaz günlerinin ortasında denize de, deniz kıyısına da, tarlaya da, yaylaya da bir an için mola verilmelidir... Çünkü aymaz ve umursamaz davranış(lar)ımızın karşılığını yaşam tarzımıza elveda diyerek ödeyebiliriz... Bu bir korkutmaca değil, benzer deneyimlerin bize bıraktığı acı ve acıtıcı tablolarına aynıyla vaki dedirteceği bir olgu... Eğer eskilerin deyimiyle dünün öğrencisiyse bugün, bugünü düne bakarak modernleşmeci bir farklılığa götürebilmeliyiz... Bunun içinse en gerekli şey özgürlüktür... Mustafa Kemal Atatürk, “Her terakkinin ve kurtuluşun anası hürriyettir” derken tam da bunu kastetmiyor muydu? Türkiye kendi ulusal onurunu, Mustafa Kemalci modernleşme ve bağımsızlıkçı çizgisini yeniden çizecekse bu duyarlı yurttaşlarımızın sayesinde olacaktır... Bu çizgiyi sandıkta PENCERE Türkiye’yi Türkler Yönetmelidir... Yazının başlığını kimileri yadırgayacaktır, milliyetçilik sayacaktır; vatan sevmezliğin moda olduğu bir dönemden geçiyoruz; Türk sözcüğü dışarda ve içerde tepkilere yol açıyor... Oysa desem ki: Almanya’yı Almanlar yönetmelidir... Fransa’yı Fransızlar yönetmelidir... ‘Malumu ilam’dır bu gibi laflar; kimse tümcenin içinden milliyetçilik, ırkçılık gibi anlamlar çıkaramaz, zaten gerçek de böyledir; her ulus devlette egemen olan çoğunluk milletin ta kendisidir. ? Ne var ki bizim az gelişmişliğimizden mi kaynaklanıyor, nedir, Türkiye sanki görünür görünmez işgal altında... Türkiye’yi Türkler yönetmiyorlar ya da yönetemiyorlar!.. Bu olgu öyle bir hale geldi ki Amerika Türkiye’de ‘Ilımlı İslam Devleti’ kurmaya kalkıştı... Ne demek bu?.. ‘Devleti Türkler yönetmeyecek’ demek... Kim yönetecek?.. Müslümanlar!.. Peki, Türkler yüzde 99.5 oranında Müslüman değiller mi?.. Nedir bu maskaralık?.. ? Türkler ne zaman kurtulurlar, kalkınırlar, çağdaşlaşırlar, bunalımlarını aşarlar?.. Türkiye’yi yönetmeye başladıkları zaman... Ekonomi yönetimi IMF’nin elinde... Paraya, bankaya, maliyeye, borsaya, üretime, tüketime, tarıma, endüstriye, faize, ranta ilişkin ne varsa eloğlu karar veriyor... Türkler ne yapıyor?.. Ne denirse onu yapıyor!.. ? Ya politikada ne oluyor?.. PKK denen terör örgütü Kuzey Irak’taki üslerinden kalkıp Türkiye’ye saldırıyor, Türkleri öldürüyor... Türkler, Kuzey Irak’ta PKK’yi koruyan ABD’ye karşı bir şey yapamıyorlar... Neden?.. Çünkü Türkiye’yi Türkler yönetmiyorlar... ? Türkiye’de ekonomiyi IMF, politikayı ABD yönetiyor... Seçimlerde taraf ABD... ABD’nin kuklası AKP... “Ilımlı İslam Devleti” kuracakmış AKP... Peki, Türkiye’de ABD kuklası AKP Amerikancı ‘Ilımlı İslam Devleti’ kuracak da Türkler bu işin seyrine mi bakacaklar?.. ? Türkiye, Türkiye’yi ArapAmerikan ortaklığı değil, ancak Türkler yönettiği zaman kurtulur. Bir Akyaka Gecesinde! Yücelen Otel’in terasında mehtabı izliyoruz. Temmuzun en sıcak gecelerinden biri. Dört köşe bir masada, İlhan Selçuk, İzmir’den üç arkadaş; Hikmet Çetinkaya, Serdar Kızık, Tayyar Eraslan, bir de dost Hamdi Yücel!.. Hamdi Yücel’le her şey konuşulur. Değişik bir insan, bir işadamı... Doğrusunu eğrisini bilen, anlayan, Muğla’nın Akyaka’sını cennete çevirenlerin başında... Nail Çakırhan’ı tanımış, sevmiş, onun Akyaka’ya katkılarına katkılar, yeni güzellikler katmış... ??? Yüzlerce gece geçti gitti! Gündüzler sıcak mı sıcak, ama yıldızlı aylı gecelere doyum olmaz... İşte böyle bir geceyi yaşıyoruz. Zaman dışı bir yerdeyiz. Uçup gitmez böyle anlar! Sonsuza dek uzar gider!.. Seçim gezilerini anlatıyor arkadaşlar. Kim nerde, ne kadar? Hangi parti, hangi aday? Çanakkale’den Mersin’e, daha uzaklara... Hikmet, Serdar, Tayyar, Ege’nin her yanını bilen, gezen ustalar. Tartışıyoruz: 23 Temmuz sabahında nasıl bir görünüşle karşılaşacağız? Hep iyi şeyler istemişizdir, halktan, iyilikten, güzellikten yana biz gazeteciler, yazarlar... ??? Hiçbir zaman özlediklerimiz olmadı desem mi? Hep muhalefette mi kaldık? Hep Atatürk devrimini savunduğumuz için mi, türlü dertlere girdik, adalet önüne götürülmeler, tutuklanmalar, hapisler, işkenceler... Tam bir barış, bir huzur, bir aydınlık yaşayabildik mi? Karşımdaki koya bakıyorum arkadaşlarımı dinlerken... İlhan da ben de çok şeyler gördük. Hikmet de, Serdar da az şey yaşamadılar... Ama onlar bizden genç, daha çok şeyler yaşayacaklar... İkincisiydi rakı kadehimin! Üçüncüsü yok! İlhan’la konuşmadan anlaşırız hep! Ne kaldı ki gizli kapaklı, ne kaldı ki bilmediğimiz, konuşmadığımız son kırk elli yıl süresinde? ??? Güzel bir geceydi. Sanatçı Sera Tokay hep müzikten konuşuyor. Müzik içinde yaşıyor. Piyanosuyla, şef değneğiyle yıllardır bir güzel düşü yaşatıyor, yaşıyor!.. Eşlerimiz, dostlarımız, Hamdi Bey’in bu eşsiz Yücelen Oteli’nin terasında buluşan dostlar, bu güzel mehtaplı temmuz gecesini yaşadıkça anımsayacaklar... ??? Birkaç gün sonra sandıklara koşulacak, oylar atılacak... 23 Temmuz sabahında ya güzel bir aydınlıkla, ya çirkin bir karanlıkla, ya da tam bir şaşkınlıkla karşı karşıya geleceğiz. Ben Akyaka’da izleyeceğim bu garip seçim oyununu! Hem merakla, hem de korkuyla!.. Bir kez daha aldatıldık, bir kez daha kandırıldık mı diye diye!.. ??? Hamdi Bey kadehini kaldırdı. Bizler de... Güzel günlerin özlemiyle bir Akyaka gecesinin onuruna... Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanı, İç Anadolu Ş siz çizeceksiniz.. Elimize altın tepsi içinde bir fırsat geçmişken bunu değerlendiremediğimiz andan itibaren, tarih bizi kara kaplı defterine silinmez mürekkeple yazacaktır... Ulusal varlığımızın en büyük taşıyıcısı, karanlığın iktidarını alaşağı edecek en büyük ulusalcı partide oyları toplamalıyız... Atatürk’ün devrimci ve dönüştürücü ilkelerini güçlü bir biçimde uygulayacak ve şu an iktidar alternatifi olan partinin dışına gidecek her oy; koşa koşa boşa veya gündüzümüzü bile muzlim (karanlık) yapmak isteyenlerin hanesine yazılacaktır... Şimdi serinkanlı düşünerek ulusalcı bir perspektifle ülkemizi yeni bir kurucu iktidarla buluşturma zamanıdır. Biliyorum bu zamanlar aynı zamanda dar zamanlardır... Ama gelecekte bu ülkenin son ulusal ekonomi kalelerinin de Petkim gibi gizli kapaklı işler, işlemler ve ilişkiler ağıyla satılmasını istemiyorsak eğer, elimize geçen mührü Cumhuriyet için kullanalım... Türkiye’yi çaresizliğin içinde kıvranır halde tutan teslimiyetçi güçler ulusalcı şahlanışın yarattığı dalgadan korkuyorlar... Çünkü biliyorlar ki, 14 Nisan’da Tandoğan’da tetiklenen milyon milyon insanın kendiliğindenci ve Cumhuriyetçi kitle hareketinin, diğer şehirlerde yarattığı büyük yankı ve kalıcı etki ortadadır... Şimdi bu dalgayı boğmak için yaza getirilen seçim sandığına hep birlikte koşalım... Sandıkta bekleyerek oy kullandığımız sandığı, oy sayımı bitinceye kadar koruyarak yurttaş olma görevimizi elbirliğiyle yerine getirelim... Bunu yaptıkça, kendi içimizde safları sık laştırdıkça, yenilmez olacağımızı ve umudun bir bütün olarak bizimle olacağı sevincini ve bilincini doyasıya yaşacağımızı hep kendimize fısıldayalım... Bu ülke öfkelerini akıllarının önüne geçirmiş rövanşist duygularla Cumhuriyeti berhava etmek isteyenlerin deneme tahtası değildir ve olamaz... Ülkemiz rejim değişikliği ve rota kaydırmasıyla maceracı ve tehlikeli sulara açılamaz... Çünkü Türkiye’yi “ılımlı İslam” yutturmacasıyla Büyük Ortadoğu Projesi’nde kobay olarak kullanmak isteyenler için deyim yerindeyse biçilmiş bir kaftan gibi duran bir iktidar var... Teslimiyetini gizleme ihtiyacı duymayan, gerektiğinde ülke içinde kendi rengini faşizan tonlara boyayan bir iktidar var... Bu iktidarın sessizleştirdiği bir ortamda kendi sesimizi sandıklarda yükseltme işini ilk elden üstlenelim... Cumhuriyetin milyonları, bu yurdun karşılıksız milyon sevdaları, bu ülkenin tarihsel mirasçıları, nasıl bir coğrafyada ve hangi güçlüklerle Cumhuriyete giden yolun açıldığını çok iyi biliyorlar... O halde senin oyun olmadan Cumhuriyetçilerin bir kişi eksik kalacağını, Cumhuriyetçi iktidara giden yolun eksik kalacağını unutmadan istekle ve zevkle 22 Temmuz’u, ulusal birliğin bayrağının, göğsünü rüzgârlara vurduğu bayram yerine çevirelim... Bunu başarmak sizin sizlerin ellerinizdedir... Eski şair, günümüz diliyle çevirirsek der ki, “Hiçbir yiğidin kaza okuna karşı kalkanı yoktur...” İşte kaza okuna uğramamız için seçimi yaza getirdiler... Şimdi bu oka karşı irademizden yükselen kalkanı kullanalım ve mutlaka sandığa gitme yiğitliğini gösterip ülkemizin gerçek gücünü bulmasına desteğimizi verelim... Kadını Çuvala Sokan Zihniyet Burak ULUSAL slamda örtünmenin kökeni konusunda farklı görüşler var. Peki, örtünmenin kökeninin nereye dayandığı önemli mi? Örtünmenin kökeni her nereye dayanırsa dayansın şu bir gerçektir ki erkeğin dayatması sonucu kapanan kadın mutsuzdur ve erkeğinin “zincirsiz kölesi”dir. Kadının üstüne örtülen o kara örtü ruhunu karartır, sosyal yaşamla olan tüm bağlantılarını keser. Ataerkil bir toplum yapısı içinde önyargılı hasta kafalar tarafından sorgulanan ve denetlenen kadının mutluluğundan söz edilebilir mi? Saçlarını rüzgârda öz İ gürce savuramayan, dilediği gibi giyinemeyen kadın mutsuzdur. Kendi kıskançlık duygusunu dizginleyemeyen erkek, kadını kapatarak bu soruna bir “çözüm” bulma arayışı içindedir. Bunu yaparken de kendisini aşağıladığının, kendisini zavallı bir durumun içine ittiğinin farkında değildir. Erkeğin bu tutumu, önü alınamaz bir ilkelliğe ve medeniyetsizliğe neden olmaktadır. Kadını kapatıp mutsuzluğuna neden olan erkek, gün ışığına layık mıdır? Kadın cinsine değer vermeyen, onu toplumsal yaşamdan soyut layan siyasi sistemler yok olup gitmeye mahkumdurlar. Henüz yok olup gitmeyip sürünenler ise tıpkı günümüz şeriat ülkeleri gibi her açıdan Batı’ya muhtaç olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Aydınlanmayı yaşayan Batı, kadın cinsine hak ettiği değeri vermesi, Hıristiyan ortaçağını insan aklının ürünü rasyonalist değerler vasıtasıyla aşmasının neticesinde bugün sahip olduğu uygarlık seviyesine ulaşmıştır. Yeryüzünde kadın hakları alanında en gelişmiş yasalar ve düzenlemeler Batı Avrupa kaynaklıdır. Bu, aydınlanmanın önemine ve tadına varmış olmanın bir neticesi olduğu gibi, aynı zaman da kadına hak ettiği değeri vermeden iktisadi kalkınmanın mümkün olamayacağını anlamış olmanın bir sonucudur. Kadını çuvala sokan zihniyet tehlikelidir ve tasfiyesi zorunludur. Kadını kapatan erkek, içinde yaşadığı sistemin çağa ayak uyduramamasına neden olduğu gibi, aynı zamanda kendisini de düşün ve ahlak alanında pek zavallı bir kerteye indirgemektedir. Kadının başının açılması, özgürleşmesiyle eşanlamlıdır. Saçları özgürce rüzgârda savrulan kadın mutludur. Kadının mutluluğu ve kurtuluşu sağlandığı vakit insanlık gerçek aydınlığına kavuşmuş olacaktır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle