19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 TEMMUZ 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 17 Denizde yüzmenin tarihi Florya kıyılarında denize ilk girenler, Bolşevik devriminden kaçarak 1920’lerin başında İstanbula’a gelen beyaz Ruslardı Sıcak bir temmuz gününde, İstanbul sokaklarında yürürken aklıma geldi aniden; biz, yolumuz belki deniz kıyısına düşer diye içimize mayo giyerdik bir zamanlar. Aklımızda denize girmek olmasa bile “n’olur, n’olmaz” diyerek mayoları çekerdik sabahları içimize. Boğaz’ın kıyısından denize girmek, acıktığımızda taşlar arasında ateş yakarak üstüne koyduğumuz peynir tenekesinin kapağında midye pişirmek olağandı bizim için. Ne var ki bugün, yaşadığımız kentte denize girilemeyeceğini kanıksattılar hepimize. Yaşadığımız kentte kulaç atamamamıza tepkisiz kalmamızın bir tek açıklaması olabilir; biz, ne de olsa gemileri karadan yürütmesiyle övünen, Cemal Süreya’nın deyişiyle “deniz kaçkını bir ulusun” çocuklarıyız!.. Tarih derslerinde Yavuz Sultan Selim, II. Osman ve IV. Murat’ın Boğaz sularında yüzmeyi çok sevdikleri, hatta Yavuz’un Mısır seferi sırasında Nil Nehri’nde kulaç attığı öğretilmez. Oysa, insanlığın denize kavuşması hiç de kolay olmamıştır. Yüzyıllar öncesinde kuduz hastaları tedavi amacıyla sokulurdu denize. Bu yanlış inanç Pasteur’un kuduz aşısını bulmasıyla unutulur. Bunun dışında, kendini suların serinliğine bırakan insana deli gözüyle bakılırdı. Hatta doktorlar, denizde uzun süre kalanların aklını kaybedeceği konusunda uyarılar yaparlardı. Konulan bu yasakta bile kadınların aşağılandığını görürüz. Denize giren bir erkeğin 812 dakika sonra delireceğine inanılırken, bu sınır kadınlarda 4 dakikaya kadar iner! Ortaçağ kafasından söz ediyoruz ama günümüzde karısını değil dört dakika, bir saniye bile denize sokmayan kafalar aramızda yaşıyor!.. Çocukların, suya dizlerine kadar girmesine izin verilirdi. Denizden çıktıktan sonra, kumlara uzanıp güneşlenen birine hiç rastlanılmazdı. Bunun nedeni, insan bedeni üstündeki deniz suyunun buharlaşmasına izin verilmesinin sağlık açısından son derece sakıncalı olduğu inancıydı. Bahar aylarında, havaların ısınmasıyla birlikte, uzun donlu adamlar, denize çaktıkları kazıkların arasını tahtalarla örerlerdi. Evinin penceresinden deniz görünmese bile, keser seslerini duyan bir İstanbullu deniz hamamının hazırlanmaya başlandığını anlardı. 19. yüzyılın ortalarında görünmeye başlayan, kıyıya iskeleyle bağlı olan deniz hamamları, maktan farksızdı.” Deniz hamamları Moda, Fenerbahçe, Yeşilköy, Bebek, Salıpazarı’nda kurulurdu. En ilginci ise Galata rıhtımı, evet yanlış okumadınız Galata rıhtımında kurulan deniz hamamıdır. Giriş 60 para, loca 100 paraydı. Yok ille de lüks loca isterim derseniz, girişteki kulübede oturan bekçiye 5 kuruş ödemeniz gerekirdi. Zaman geçtikçe, deniz hamamlarının plajlara dönüştüğünü görürüz. Bu geçişi, 1923 devrimine borçlu olduğumuzu yazmamıza sanırım gerek yoktur! Cumhuriyet sonrasında, yıldızı parlayan yerlerin başında Florya kıyıları gelir. Denize girmek tutkusu insanları yüreğinde dalgalanmaya başlamadan önce, Florya kıyılarının İstanbullu için ne anlama geldiğini öğrenmek üzere şair Ziya Osman Saba’nın anılarına bir göz atalım: “O zamanların Arap harfleriyle Fulurya’sının berisinde uzanan, bugünün latin harfleriyle Florya’sı ise, ‘başınıza güneş geçer’ tehdidiyle gitmemiz, ilerlememiz menedilen, merak veya cesaret edip birkaç adım atacak olsak, süslü iskarpinlerimizin içine, kabahatimizi ne de çabuk meydana çıkaracak, bizi hemen de ele verecek müzevir kum tanelerinin doluverdiği, zaten bir iki adımdan sonra ilerleyemez olduğumuz, gözlerimiz kamaşmış, tabanlarımız kızışmış, kendimizi hemen çayırların ‘sahili selamet’ine attığımız, yasak, yalnız yasak mı, yasak olduğu kadar da korkunç bir bölgeydi.” Florya kıyılarında denize ilk girenler, Bolşevik devriminden kaçarak 1920’lerin başında İstanbula’a gelen Beyaz Ruslardı. Bu semte yerleştirilen Rusların sıcak yaz günlerinde denize girmeleriyle Florya, erkeklerin gözdesi oluverir. Anastas adlı bir Rum’un açık hava meyhanesi kurmasıyla hareketlenmeye başlayan Florya, yine Rumlar tarafından açılan “Solaryum” ve “Haylayf” plajlarıyla mayosunu kapanın koştuğu bir semte dönüşür. 1936 yılının, sıcak bir haziran gününde, Florya’nın denizi gören sırtında üç araba durur. Yolculardan biri şu soruyu sorar yanındakilere: “Bu deniz bize küskün görünmüyor mu?”… Atatürk’ün bu sorusu kaderini değiştirir Florya’nın. Yaptırılan deniz köşkünde denize girmeye başlamasıyla da, toplumun mayoya olan bakışı da değişir.. haremlik/selamlık geleneğinin denize inmesinden başka bir şey değildir. Deniz hamamının kadınlar kısmından yükselen şarkılar çapkın erkekleri yağ gibi eritirdi. Birçok erkeğin, Hezarfen Ahmet Çelebi gibi kanat takıp uçmayı deneme olasılığı düşünüldüğünden, kadın kısmının üstü örtülürdü. Yüzen kadınların kahkahalarını daha yakından duymak isteyen erkekler, asılırlardı ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Kadınlar... Erkekler... Türkiye’de her gün, (her ay, her hafta değil, her gün) üç beş kadın “namus” adına, “ahlak” adına en vahşi yöntemlerle öldürülüyor. Bunların bazıları gazetelerin üçüncü sayfa haberleri arasında yer alıyor, (o da kan, şehvet, et, mal, kasap dükkânı alışverişi çerçevesinde) çoğu ise kimseler duymadan, bilmeden geçiştiriliyor... Ama durun! Türkiye’de seçim var. Erkekler seçime giriyor, erkekler seçiyor, erkekler seçilecek... Erkekler ve tonlarca gazete sayfası, binlerce yayın saati “Onu seçme, şunu seç!” diye haykırıyor. (Arada cılız mı cılız çıkan kadın seslerinin zaten esamisi okunmuyor!) Durun, Türkiye’de seçim var: Bunca ciddi, önemli gündem varken ortada, şimdi sırası mı “namusahlak” bahanesiyle öldürülen kadınlardan söz etmenin! Sanki böyle bir sorun yok, sanki hiç önemli ve ciddi değil. Sanki bu sorun yapacağımız seçimle ilgisiz! ??? Genç Parti İstanbul milletvekili adayı türkücü İbrahim Tatlıses, Meclis’e girerse eğer, Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık’a talip olmuş! Kadına yönelik şiddetin simgesi haline gelmiş bu adam, herhalde dalga geçiyor ya da dalga geçmek istiyor! Ve işin korkunç yanı, kendi partisi başta olmak üzere, kimse hadi oradan bu konuyla alay etmek senin haddin değil, diyemiyor. Tepkiler yine yalnızca kadın örgütlerinden geliyor. ??? Televizyonda bir program: Amerika’da yayımlanan “Beauty and the Geek” (güzel ve ‘inek’) programından uyarlanan “Güzel ve Dâhi”... Çok güzel kızlar ve çok akıllı bilgili erkekler... Kızların bilgisizlikle, aptallıkla nasıl rezil oldukları günlerce medyada milleti aman da aman nasıl da eğlendiriyor! Bir eğlence, bir eğlence! Kadınlara ve erkeklere biçilen rol modelleriyle, sürekli pompalanan ahlakdışı varsayımlarla, ayırımcılığı baştan kabullenmiş bu programa da tepkiler yine bir avuç kadın örgütünden geliyor. Dedim ya erkek milletin çok önemli işleri var: Türkiye’de seçimler haftaya! Şimdi kadın erkek ayırımcılığını düşünmenin sırası mı! Herkes oyumu kime vereceğimin peşinde... Soldakiler sağa geçmiş, sağdakiler daha da sağa, toplumun ezilen, dışlanan kesimi zaten yok sayılmış, bunca sorun arasında, erkeklerin dehası, kadınların gerzekliği, eğitim düzenimizin beş para etmezliğiyle birazcık eğlenmişiz, yani bunu da mı çok görelim millete! ??? Ah nasıl anlatmalı ki, ayırımcılığı bir kez kabullendiniz mi, örneğin cinsiyet ayırımcılığını benimsemekle kalmayıp ha bire pompalayıp teşvik ettikçe, kışkırttıkça... Toplumun bir kesimini ha bire aşağıladıkça... Demektir ki her tür ayırımcılığa açıksınız, her tür ayırımcılığı kışkırtmaktasınız. Irk ayırımcılığını, dil ayırımcılığını, din ayırımcılığını... Nasıl anlatmalı ki hepsi bir bütün! ??? İşte bütün bunlar arasında... Hâlâ tepemizde sallanan 301. madde ile demokratikleşmenin kimsenin umurunda olmaması arasında... Neyse ki benim oy vereceğim 2.bölgede bağımsız aday Baskın Oran’ın umrunda. Kısa bir süre önce cumhurbaşkanı seçimini yüzlerine gözlerine bulaştırıp, sonra “mağdur”u oynamaya kalkışanlarla, idam sehpası kurma sevdalıları arasında... Oy karşılığında ailelere dağıtılan un, pirinç, kömür derken şimdi de çocuklara dağıtılan bisikletler arasında... Ülkemin her yanındaki yangınlar arasında... Haftaya bugün hepimiz sandığa... eposta: [email protected] faks: 0 212 257 16 50 MAYOYA BAKIŞ Kahramanlar gerçek olursa Kültür Servisi Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi (SSBF) Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Bölümü öğrencilerinin derslerinin uzantısı olarak düzenlenen yıl sonu sergisi yarın açılıyor. açılıyor. “Nü Portreler 3” adlı serginin küratörlüğünü SSBF Öğretim Üyesi Polonyalı sanatçı Wieslaw Zaremba üstleniyor. Üniversitenin Tuzla’daki kampusunda, SSBF Galeri’de görülebilecek sergi, 31 Ağustos’a kadar sürecek. Sergide 37 öğrencinin çalışması yer alacak. Yaratım aşamasında öğrencilerden öncelikle etkilendikleri düşlerini yansıtacak bir çalışma yapmaları isteniyor. Daha sonra, atölyedeki canlı model, öğrencilerin düşlerindeki kahramanları oynayan bir aktör biçiminde pozlar veriyor. Öğrenciler büyük boyutlu kâğıt üzerine yaptıkları çalışmalarda, düşlerinin kahramanlarını atölyedeki canlı modelin bedenini kullanarak resmediyorlar. Türkiye’de disiplinlerarası ve bölümsüz üniversite uygulamasıyla bir ilke imza atan Sabancı Üniversitesi, sanatsal yetenek giriş sınavları uygulamadan öğrenci kabul ediyor. Öğrenciler, ilk sömestrde aldıkları “Çizim Dili 1” dersinde, karakalem canlı model desenleri, formlar ve tonlar üzerinde çalışıyor. Renkler dünyasına geçişin yapıldığı ikinci sömestr “Çizim Dili 2” dersinde ise öğrencilerin görsel sanatların olanaklarından, malzeme ve araçlarından yararlanmaları destekleniyor. (0 216 483 92 31) ‘ORTAÇAĞ KALESİ’ sandalların küreklerine. Ne var ki, deniz hamamının bekçileri de sandal içinde pusuya yatar, balık tutma numarasıyla yaklaşan erkekleri düdük sesiyle uyarırlardı. Ahlak bekçilerinin hepsi de tabi ki erkekti!.. Erkeklerin yüzmek için giydiklerine “Deniz banyosu donu”, kadınların giydiklerine ise “Denizlik” denilirdi. Çatılarına kurutulmak üzere bayrak gibi asılan peştemal ve donlarıyla deniz hamamlarını birer “Ortaçağ kalesi” ne benzeten yazar Ekrem Işın, kadınların giydiği denizliği şöyle tanımlar: “Bir tek feracesi eksik olan bu deniz kıyafeti, kadının boğazına kasnak gibi oturur, kolları dirseğe kadar örterek dizaltına, bazan da ayak bileklerine kadar uzanırdı. Bu tür bir kıyafetle denize girmek, sokağa çık Teoman Aktürel’i kaybettik ? Kültür Servisi Bir süredir zatürree tedavisi gören şair ve çevirmen Teoman Aktürel, dün sabah saat 05.00’te tedavi gördüğü 9 Eylül Üniversitesi’nde yaşamını kaybetti. Aktürel’in cenazesi yarın ikindi namazının ardından Karşıyaka Soğukkuyu Mezarlığı’na defnedilecek. 1932 yılında Alaşehir’de doğan Aktürel, ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yükseköğrenimini ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı.195060 döneminde özellikle Yeditepe, Türk Dili ve a dergilerinde TEO imzasıyla yayımladığı şiirlerin yanı sıra Bertold Brecht’ten ve diğer çağdaş şairlerden yaptığı çevirilerle tanındı. Aktürel, P. Soupault’nun ‘Şarlo’ adlı kitabını çevirerek 1959 yılında Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü aldı. ? Kültür Servisi İstanbul Caz Festivali kapsamında, usta trompetçi Terence Blanchard ve caz beşlisi, 17 Temmuz Salı gecesi Sepetçiler Kasrı’nda, Spike Lee’nin filmlerinden seçilen özel görüntüler eşliğinde izleyenlere farklı bir konser deneyimi yaşatacak. Spike Lee’nin Bamboozled, Inside Man, Clockers, Malcolm X, Jungle Fever, 25th Hour, Mo’ Better Blues ve When The Leeves Broke adlı filmlerinden müziklerin seslendirileceği gecede, sanatçıya Hakan Şensoy yönetimindeki 20 kişilik İstanbul Oda Orkestrası eşlik edecek. İstanbul’da ilk kez gerçekleşecek olan bu farklı gecenin ev sahibi Spike Lee, konukları ise ünlü caz şarkıcısı Patti Austin, soul ile R&B alanındaki yeni seslerden Bilal ve Hill St. Soul olacak. (www.biletix.com) Spike Lee film müziklerinden seçki CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle