16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 HAZİRAN 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Isınıyoruz Hatta Buharlaşıyoruz... Yrd. Doç. Dr. Mahnaz GÜMRÜKÇÜOĞLU rtık, insan faaliyetleri sonucu küresel ısının yükseldiği, havadaki karbondioksit oranının arttığı, okyanusların ısındığı, buzulların eridiği, deniz seviyesinin yükseldiği, sel felaketlerinin yaşandığı, kuraklığın her geçen gün biraz daha kendisini hissettirdiği biliniyor ve kabul ediliyor. Bu yüzyılın sonunda ise sera etkisi yaratan gazların salımına bağlı olarak, dünyanın genel sıcaklığının 1.4 ile 5.8 derece arasında artmış, deniz seviyesinin de 0.09 ile 0.88 m. yükselmiş olacağı tahmin ediliyor. Küresel ısınma, dünyanın her bölgesini farklı derecelerde de olsa etkileyecek. Türkiye’yi de aşırı sıcaklar, kuraklık, ani seller ve deniz seviyesi yükselmesi gibi felaketler beklemekte. 2006 yılı baharında yaz mevsiminin şimdiye kadar görülmemiş aşırı sıcaklarla geçeceği söylenmiş, gerçekten sıcak hava etkili olmuştu. Ama kış mevsimi çok kurak geçmediği için tarımı ve su kaynaklarını bu yıl olduğu kadar etkilememişti. Bu yıl ise ülkenin doğusu hariç çok kurak ve ılık bir kış ve yine kurak bir bahar mevsiminin ardından uzun yılların en sıcak yazına hazırlanıyoruz derken bunu yaşamaya başladık bile. Rekor sıcaklıkların yaşanacağından bahsedilirken sıcaklıklar daha şimdiden 40 derece üzerinde değerler PENCERE Köpeklerin Türlüsü Var... Tony Blair’i nasıl bilirsiniz?.. İngiltere’nin genç ve parlak başbakanıydı... Görevinden ayrıldığı şu günlerde iktidarının bilançosu çıkarıldığında söylenecek çok laf vardı... Ama, en önemlisini İngiliz The Sun gazetesine konuşan ABD Başkanı George W. Bush söyledi... Özetle dedi ki: Amerika’nın peşinden ülkesini Irak savaşına soktuğu için Blair’e Bush’un finosu diyorlar; sanki ben ‘atla’ dediğimde İngiliz Başbakanı ‘ne kadar’ diye soruyormuş gibi... Ama, Blair benim fino köpeğim değil... ? W. Bush, farkına varmadan, tarihsel bir konuşma yaptı... Blair başından beri küreselleşen “Yeni Dünya Düzeni”nde, neoliberalizmin parlak siyasal lideri olarak övgüler alıyordu... Oysa Tarih Baba, İngiliz İşçi Partisi ve Başbakanı için neler yazacaktır?.. “Emperyalizmin fino köpeği” mi? ? Fino bir süs köpeğidir.. Çeşitli köpek var.. Av köpeği.. Bekçi köpeği.. Çoban köpeği.. Tazı, doberman, bokser, foks, kangal, brak, kaniş, teriye, vesaire... Köpek sözcüğü insanı aşağılamak için kullanılır: Köpek gibi yaltaklanmak.. Köpek yese kudurur.. Köpek gibi yalvarmak.. Köpeğe atsan yemez.. Köpeği bağlasan durmaz.. ? Blair, Başkan Bush’un karşısında fino köpeği; ama, Iraklının karşısında ne?.. Kudurmuş köpek mi?.. Tarih Baba, Bush’u da Blair’i de defterine iki azgın emperyalist diye yazdı... Ancak Blair, “Bush’un fino köpeği” de olsa, beterin beteri vardır... ? Türkiye’de Bush’a bağlananlara ne diyelim?.. Bunlar teröristlere karşı çıkacaklarına, efendilerinden yana kuyruk sallıyorlar... Kısalmayan Aralar SAYIN BAYKAL’IN bir televizyon kanalındaki kaliteli habercilerle yaptığı “soruyanıt seansı” daha öncekilere göre çok daha somut, inandırıcı ve genellikle etkiliydi. Özellikle sınırdışı harekât konusuna bakış açısından. Konuşmanın bu yanı kamu varlıklarının talanına, özelleştirmelere, yabancılara satışlara ilişkin boşlukları ve belirsizlikleri gidermeye yetmediyse de, sorgulayıcılar o alanda fazla meraklı olmadıkları için, programın başarı derecesi bundan pek zarar görmüş sayılmayabilirdi. Eğer, her programa musallat olan o “kısa bir aradan sonra”lar olmasaydı. Konuşmacı, tam izleyicilerin merak ettiği bir önemli konuya, örneğin “bir liraya mazot”a girecek; tartışmayı yönetenin, istemeye istemeye, söz kesmesi: “Kısa bir aradan sonra!” Ne yapsın? Yayıncılar, kanalın ekonomisi için mecburlar buna. Çok az ülkedeki durumun aksine yirmidört saat süreyle ekranda kalmayı kabullenen bazı kanallar reklam geliriyle ayakta durabiliyor. Ama,”reytin”gi yüksek olanlar biraz daha ölçülü olamazlar mı? Gerçi söz konusu kanalın reklam araları başkalarına göre hayli kısa da olsa, sıklığıyla bu programa da zarar vermekteydi. iz bu “reklam arası” konusunu bir de “dizi” düşkünlerine sorun: dörtbeş dakikada bir kesilme, neredeyse yedisekiz dakikalık karmaşık bir reklam sepeti. Kanallar bununla da kalmıyor, kendi “dizi reklamları”nı da o sıra yayımlamakta oldukları dizinin içine yerleştiriyorlar; neyin nerede başlayıp nerede bittiğini iyice anlaşılmazlaştıran abur cubur bir çorba çıkıyor ortaya. Bu başıboşluk, savurganlık, insanları büsbütün serseme çeviren bu düzensizlik böyle mi sürüp gidecek? Ekonomiye, izleyicilerin zaman kullanımına yararı dokunacak bir disiplin getirilemez mi bu reklam furyasına? RTÜK niçin var? Haydi, üyesi olduğu Avrupa Konseyi’ni artık pek önemsemeyen Türkiye orada oluşturulmuş yayın kurallarına aldırış etmiyor diyelim; peki, girmek için can attığı AB’nin bu konudaki çabalarını izleyeni de mi yok? Orada 1989’da çıkarılıp 1997’de yenilenmiş “Sınır Tanımayan Televizyon Kuralları” adlı “direktif”e ilişkin iki yıldır yoğun bir tartışma sürüyor Komisyon ile Parlamento arasında: Reklam kesintileri ancak 30 dakikada bir mi olsun, 35 dakikada mı? Reklamlar bütün yayın süresinin yüzde 15’ini mi kaplasın, yoksa yalnız yüzde 12’sini mi? Sorunu umursamayan RTÜK, halktan mı, kanal sahiplerinden mi yana? ürkiye, anayasaya konan “özerk radyo ve televizyon” kuralıyla, hiç değilse kamusal bir medya kuruluşu yoluyla özel kesime örnek olup ölçüt verebilecek bir TRT kurmayı düşünmüştü. Ama, ne yazık ki o kurum, şimdi korkunç bir kadrolaşma yüzünden, orada çalışanların deyimiyle artık “imamların işgali” altındadır. İmam örnek olmazsa, cemaat ölçüyü kaçırmaz mı? A S göstermeye başladı. Sıcaklık artışları, günlük hayatı, insan sağlığını olumsuz yönde etkilerken en önemli etki su kaynakları üzerinde görülmeye başlandı. Küresel ısınma ve ‘El Nino’ ile gelen aşırı sıcaklar, kar yağışlarının azalması, ani sağanaklar şeklinde oluşan yağışların yeraltında depo edilememesi, buharlaşmanın artması, yanlış su yönetimi gibi sebeplerle su kaynaklarımız beslenemiyor ve buharlaşmanın artması ile de alarm sinyalleri veriyor. Göller, akarsular kuruyor. Akşehir Gölü artık yok. Son yıllarda Amik, Avlan, Güvenç, Emen, Kestel, Yarma, Eşmekaya Gölü, Hotamış ve Ereğli sazlıkları yok oldu, Menderes Nehri son dönemdeki sıcaklıkların etkisi ile artan su ihtiyacını karşılamak için fazla su alımı nedeniyle akmaz oldu. Tarım alanlarında sulama yapabilme olanağı giderek azalıyor. Barajlarımızda 2005 Aralık ayında doluluk oranı yüzde 63.4 iken, Aralık 2006’da yüzde 58’e geriledi. 2006 Ocak ayında İstanbul’daki 17 su kaynağının yüzde 81.3’ü doluydu. Bu yıl, ocak rakamlarına göre ise doluluk oranı yüzde 56’ya düştü. Gelecek 100 yılda Türkiye’yi, bugün Kuzey Afrika’da egemen olan kurak ve sıcak iklimin kuşatacağı, çölleşme tehlikesinin baş göstereceği artık tahmin ötesinde bir gerçeklik. BM bünyesinde oluşturulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından hazırlanan taslak rapora göre de, küresel ısınma nedeniyle 20 yıl içinde yüz milyonlarca kişi susuz kalacak. Dünya yüzeyinin 1/3’ü de çölleşme tehdidi altında. Çölleşmeden doğrudan etkilenen bölgelerde yıllık gelir kaybı 42 milyar dolar. Oysa çölleşmeyle mücadelenin yıllık bedeli sadece 2.4 milyar dolar. Susuzluk, kuraklık ve çölleşme demek gıda azlığı ve açlık demektir. Şimdilik sadece eriyen buzlar nedeniyle yaşam alanları daraldığı için kutup ayıları açlıktan birbirini yiyor. Ama zamanla kuraklıkkıtlık ve ardından gelecek açlık ve susuzluk nedeniyle insanlar neler yapacak göreceğiz… Halen küresel ısınmanın nedeni insan mı değil mi tartışmaları yapılmaya, Kyoto Protokolü’nü imzalasak mı imzalamasak mı diye düşünülmeye, üstelik bu protokol uygulamaya konulursa her şeyin aniden düzeleceğine inanılmaya devam ediliyor. Oysa dünyamız, ateşi sürekli yükselen bir hasta gibi, önlem almazsak komaya girecek. Koma döneminin nasıl geçeceğini ve ne kadar süreceğini ise hiç kimse tam olarak bilmiyor. Bunu önlemek ve daha yaşanabilir bir dünya için hepimize büyük görevler düşüyor. Öncelikle, küresel ısınma konusunda bilgilenmek ve ısınan dünyada yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Oy Kullanma Zamanı! Kaya ÇETİN eçimler gelip çattı. Dışarıda AB, ABD, Kıbrıslı Rumlar, Ermeniler, Talabani ve Barzani, AKP’yi destekliyor. İçeride şeriatçılar, eski solcu neoliberaller, ikinci cumhuriyetçiler, sermayenin önemli bir kesimi, PKK ile uzantıları ve besleme basın AKP’yi destekliyor. Demek ki Türkiye’nin düşmanları AKP’den yana. O halde düz mantıkla bakarsak seçimlerin sonucu belli. Erke gelmek ya da erkte kalmak için Atlantik ötesinden icazet almanın gelenekselleştiği Türkiye’de Bush amca kimi işaret ediyorsa seçimi o alır. Adnan Menderes’in, Dışişleri Bakanı’nı atamak için Amerika’dan S T [email protected] 15 gün onay beklediğini bilenler, günümüzde de bu tutumun sürdüğünü düşünerek uykularını kaçırabilirler. Ancak “doğru” görece bir kavram olduğundan, düz mantık her zaman geçerli olmuyor. Bilge, “Aynı suda iki kez yıkanılmaz” demiş; su akıp gidiyor, yerinde dursa da kimyası değişiyor. Türkiye bir gün önceki Türkiye olmadığı gibi, para ve emir aldığımız Amerika da bir gün önceki Amerika değildir. Küresel kapitalizmin ülkemizden her istediğini alamayacağına inanmak için iki önemli nedenimiz var. Birincisi Latin Amerika’daki çelimsiz ülkelerin bile kendi kaynaklarına ve doğal ki onurlarına sahip çıkma kararı ver dikten sonra dünya jandarmasını ülkelerinden kovma konusunda fazlaca zorlanmadıklarıdır. Yüzyıla yaklaşan Küba direnişinin destanlaşmasıdır. Demek ki küresel efendiler yenilmez bir güç değil. İkincisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin, Batılı emperyalistlere bedelini fazlasıyla ödeyerek bağımsızlığını dişiyle, tırnağıyla kazanmış oluşudur. Bilime inanıyorsak, küresel efendilerimizin güçlerinin doruğunda bulundukları günümüzde, sonlarına çok yaklaştıklarını da kabul etmemiz gerekiyor. Ancak bu eytişimsel gerçeklik bize “yan gelip yatma” hakkı vermiyor; elimizi taşın altına sokmak zorundayız. AKP’ye oy vermenin, ABD’ye oy vermekle eşanlam lı olduğunu düşünürsek, yakın hedeflerimiz için yapılması gerekenleri üç başlıkta toplayabiliriz: 1 Bu seçimlerde sandığa gitmeme lüksümüz yoktur, oyumuzu kesinlikle kullanacağız, komşumuza da yardımcı olacağız. 2 Barajı aşamayacak bir partiye ya da bağımsıza verilecek oyların sonuçta AKP’ye yarayacağını aklımızdan çıkarmayalım. 3 Resmi görevimiz olsun ya da olmasın; seçim sandığını namusumuz gibi koruyalım. İkincil sorunları öne çıkarıp da bu görevlerimizi hakkıyla yerine getirmezsek uçurumun başındaki Türkiye’nin karanlıklara yuvarlanacağını aklımızdan çıkarmayalım. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle