27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 MAYIS 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 9 AÇI MÜMTAZ SOYSAL AKP Dış Politikasındaki Yeteneksizlik AKP hükümetinin, özgüvenden yoksun, ürkek, ezik ve teslimiyetçi diplomasisi, bu durumun önde gelen bir nedenidir. Nitekim, Erdoğan’ın, PKK’ye karşı bir sınır ötesi operasyonu yapılmasına ABD’nin muhalefet etmesinden, kendisini sorumluluktan kurtaran bir bahane olarak yararlanmasını, Washington, AKP iktidarının omurgasız ve tavizkâr tutumunun bir göstergesi olarak değerlendirmiştir. te gevşek bağlarla bağlanacak üç otonom bölgeye bölünmesini ve ABD’nin Irak’ın diğer bölgelerinden çekilerek bağımsız bir devlet niteliğini kazanacak olan Kuzey Irak’a yerleşmesini öngörüyor. Bu bağlamda, PKK Türkiye’ye karşı bir koz olarak el altında tutuluyor. Bu suretle, Kürt devletinin bağımsızlığı gündeme gelince, Ankara’ya, “Eğer bu devleti tanımaz ve Kerkük’ün de ona katılmasını kabullenmezsen, PKK’yi ilelebet canlı tutar, Türkiye’ye karşı kullanırız” mesajının verilmesi kabil olacak. ABD’nin, Kuzey Iraklı Kürt liderlerin, PKK’yi besleyip, silahlandırmalarına ve pervasızca Türkiye’de cinayetler işletmelerine göz yumması ve onların Kerkük’e ilişkin haksız taleplerini desteklemesinin altında bu hesaplar yatıyor. PENCERE Dolmabahçe Sarayı’nda İki Kişi... Mustafa Balbay dünkü yazısının bir bölümünde Büyükanıt ile Erdoğan arasındaki iki saatlik kapalı görüşmeden söz açmıştı... Nerede yapılmıştı bu görüşme?.. Dolmabahçe Sarayı’nda.. Nasıl gerçekleşmişti?.. Baş başa.. İçeriği neydi?.. Balbay’ın yazısını okuyan kişi, bu konuda aşağı yukarı bir fikir edinebilir; ancak ben bir başka gerçeğe değinmek istiyorum... ? Bir çocuğun Fransa’da, Almanya’da, Arjantin’de, İngiltere’de doğup, büyüyüp, yetişmesi kimliğini de belirler... Önce aile.. Sonra okul.. Fransız Fransız olur, İngiliz İngiliz, Alman Alman, Rus da Rus... Hıristiyanlıktan öte bir gerçektir bu... Eğitim her şeydir.. Öğretim bir ulusu ulus yapan en temel öğedir.. Avrupa’da kişinin vicdanında odaklanan inancından öte bilincine işlenen ulusal insanlık kimliğine sahip olabilmesi için geçen zaman ve akan kan, başdöndürücü bir tarihi vurgular. ? 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kuruldu... 1926’da Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) çıkarıldı.. ‘Öğretim Birliği Yasası’ devlet ve ulus temeline dayalı ortak yaşamda bireyin ve de başka deyişle yurttaşın ‘asgari müşterek’lere sahip olabilmesi için kaçınılmaz eğitim ve öğretimin ilkelerini içeriyordu... Türkiye çok partili rejime geçtikten sonra, karşıdevrim hareketi, ‘Öğretim Birliği’ ilkesini ve yasasını deldi; akılbilim eğitimine dayanan düzenin yerine imamhatip okullarının öğretisini benimseyen kuşaklar yetiştirildi... İmam okulları meslek kuruluşları olmaktan çıkarıldı, temel öğretim kurumlarına dönüştürüldü; imam okulundan çıkan kişi, doktor, avukat, yargıç, devlet memuru vb. olmaya başladı; özellikle, öncelikle ve sabırla dinciliğe yatırım yapılıyordu, yalnız bir kapı imam eğitimi ile yetişenlere kapalı kaldı... Neydi o kapı?.. Harbiye!.. ? Dolmabahçe Sarayı’nda buluşan iki kişi iki saatlik bir görüşme yaptılar... Bunlardan biri Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dı... Öteki Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’tı.. Biri imamdı.. Öteki subay.. Biri imam okulunda eğitilmişti.. Öteki Harp Okulu’nda.. Birbirine ters düşen iki eğitimden geçen bu iki kişinin dünya görüşleri, devlet anlayışları, laikliğe bakışları, Atatürk’ü değerlendirmeleri, kadına verdikleri değer, insana yönelişleri taban tabana zıttı... İkisinin de suçu değildi bu konuşlanma... ? Türkiye büyük bir hesaplaşmanın eşiğindedir; uzun yıllardan beri laik Cumhuriyeti İslam cumhuriyetine dönüştürmek isteyen karşıdevrimin iç ve dış yatırımlarıyla bu noktaya gelindi... Aklımızı başımıza toplayamazsak Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin sonunu getirmek isteyenler muratlarına nail olacaklar... Yabancı Laiklikten Ne Anlar? THE ECONOMIST, İngiltere’nin ünlü haftalık dergilerinden biridir. Genel çizgisi özde on dokuzuncu yüzyıl liberalizmine yatkın olmakla birlikte, dünyanın her yanındaki haber alma kaynaklarının bolluğuyla ve İngiliz çıkarının hangi yönde olduğuna ilişkin verdiği ipuçlarıyla tanınır. Bu haftanın kapak konusu, bizdeki mitingler. Dolayısıyla, demokrasi ve laiklik sorunu. Giriş yazısının altbaşlığında “Türkler demokrasi ile laiklik arasında bir tercih yapacaklarsa, bilmelidirler ki demokrasi daha önemlidir” sözü. Sonra da, utanmadan, “O halde, AKP’yi tekrar seçmelidirler” tavsiyesi. Sözünü ettiği tercihin demokrasiyle Müslümanlığı bağdaştırmak gibi bir sorunu olmayan ülkelerde belki anlamı olabilir ama, Türkiye’nin temel sorunlarından birini böyle bir ikileme bağlamak kadar büyük saçmalık olamaz. “The Economist” gibi sözde kaliteli bir dergiye hiç yakışmamış. Daha doğrusu, kimin kime hizmet ettiğini göstermesi açısından çok yakışmış. Türkiye koşullarında bu iki ilkenin bütünlüğünü sezememiş olsa da. aiklik ile cumhuriyetçi ilkeler arasındaki bağlantıları en etkili biçimde ortaya koymuş hukukçulardan biri olan Profesör Bülent Nuri Esen, şu yılların Türkiye’sinde yaşasaydı herhalde kahrolur ve laiklik konusunda yazdıklarını çok daha ateşli sözcüklerle yazardı. Ama yine de, karşıdevrimci kıpırdanışların 27 Mayıs’la sona erdirilişinden ve 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girişinden yedi yıl sonra bile, “Türk Anayasa Hukuku” adlı küçük kitabında laikliğin genel anlamını anlatmanın ardından şöyle yazmayı gerekli görmüştü: “Lakin,Türkiye bakımından laiklik ayrıca apayrı özellikler gösterir. Laiklik, Milli Devletin dayandığı ana prensiplerden biridir. Devletin temel nitelikleri içinde kalması zaruridir. Laiklik, memleketimizde bir zaruri ihtiyaç olarak çıkmıştır. Türkiye için devletin güvenlik şartlarından biridir.” “...Laiklik yoksa, devlet dinin hâkimiyeti altındadır ve binaenaleyh bağımsız değildir. Halbuki kayıtsız ve şartsız bağımsız olması gereken devletin herhangi bir din cemaatinin inanışlarına ve duygularına tâbi olması düşünülemez. Bu neticeyi ancak laiklik sağlayabilir.” “...Devlet idaresinin temel ilkesi egemenliğin millette oluşudur. Bu egemenliği kullanırken dine dayanmaya kalkışacak olan bir siyasi iktidar zayıf ve yetersiz bir iktidar haline düşer. Laikliğin anayasa ilkesi olarak zaruriliği Türkiye için bilhassa çok partili siyasi rejimle birlikte kendini göstermiştir. Demokrasi düzeninin koruması, devletin hür vatandaşlar iradesine göre yönetilmesi ancak laiklik ilkesinin anayasa düzeninde temel taşlardan biri olması ile mümkündür.” lin İngiliz’i, ne denli iyi yetişmiş olursa olsun, Türk tarihini iyi bilmeden ve Profesör Esen’i okumadan bütün bunları ne bilsin? Onu ilgilendiren, kendi çıkarının en iyi kimlerce kollanacağını bilmektir. mumtazsoysal@gmail.com Dr. Şükrü M. ELEKDAĞ A L KP hükümetinin dış politikası tam bir yeteneksizlik ve başarısızlık örneğidir. Bu politika, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde rastlanmayan şekilde Türkiye’yi uluslararası alanda zayıf ve edilgen bir duruma düşürmekle kalmamış, ulusal çıkarlarımızı da tehlikeye atmıştır. Türk dış politikasının iki ana eksenini oluşturan TürkiyeAB ve TürkiyeABD ilişkilerinin halen içinde bulundukları çıkmaz bu değerlendirmemizi doğruluyor. Son günlerde basınımızda, her ne kadar, “Türkiye’nin AB’ye katılma umudu Sarkozy’nin Fransa cumhurbaşkanı seçilmesiyle söndü” şeklinde yorumlar yer aldıysa da, gerçekte, AB’nin AKP hükümetine tam üyelik yerine ikinci sınıf bir ilişki olan “imtiyazlı ortaklık” statüsünü dayatması ve kabul ettirmesi, bundan iki buçuk yıl önce 17 Aralık 2004 tarihli AB zirvesi kararıyla olmuştur. AKP hükümeti, dış politikadaki yeteneksizliği ve deneyimsizliği nedeniyle anılan zirve toplantısında gerekli özgüveni ve direnci gösterememişti. O kadar ki, hayretini gizleyemeyen İsveç Başbakanı “Türkiye direnerek, bize kendisine yardımcı olma imkânını bile vermedi” demekten kendini alamamıştı. AKP, daha sonra da bu teslimiyetçi politikayı sürdürerek, Türkiye’nin ikinci sınıf statüye mahkumiyetini kesinleştiren müzakere çerçeve ve strateji belgelerini kabul etti. Türkiye’nin AB’ye katılımının yol haritasını çizen bu üç temel belgeyle yönlendirildiği adres, “imtiyazlı ortaklık”tan başka bir şey değil... menin AB üyesi ülkelerde mahkeme kararıyla cezalandırılmasına yol açacak bir yasal düzenlemeyi 19 Nisan’da AB’ye kabul ettirmek için yoğun çaba harcamasının da dostlukla bağdaşan bir yönü yoktur. Bu hukuki düzenlemeye göre, herhangi bir AB ülkesindeki vatandaşımız “Ermeni soykırımı yalandır” derse, bir yıldan üç yıla kadar hapse mahkum edilecektir. Türkiye’ye karşı bu negatif bakışın oluşmasında, AKP hükümetinin dini siyasete alet eden politikalarının ve çağdaşlaik yaşam tarzına karşıtlığının AB çevrelerinde yarattığı endişenin de etkisi olmuştur. Sonuç olarak, AKP’nin AB politikası toptan iflas ettiği gibi, bundan böyle ülkeyi “siyasal İslama” uygun bir yapıya dönüştürme hevesini AB hedefiyle gizlemek imkânından da mahrum kalacaktır. AKP’nin ezik ve teslimiyetçi diplomasisi AKP hükümetinin, özgüvenden yoksun, ürkek, ezik ve teslimiyetçi diplomasisi, bu durumun önde gelen bir nedenidir. Nitekim, Erdoğan’ın, PKK’ye karşı bir sınır ötesi operasyonu yapılmasına ABD’nin muhalefet etmesinden, kendisini sorumluluktan kurtaran bir bahane olarak yararlanmasını, Washington, AKP iktidarının omurgasız ve tavizkâr tutumunun bir göstergesi olarak değerlendirmiştir. Ayrıca, Erdoğan’ın Kürt dosyası politikasının içeriye ve dışarıya yönelik olarak esneklik içermesi, ABD’yi, Türkiye’ye yönelik ulusal ve bölgesel taleplerini AKP’ye kabul ettirebileceğine inandırmıştır. En önemlisi, Türkiye ile Washington arasında, Kuzey Irak’a yönelik olarak derinlemesine bir görüş alışverişi olmamış ve Erdoğan’la Gül, Bush yönetimine, hiçbir zaman, bağımsız bir Kürt devleti kurulmasının, ülkemizdeki ayrılıkçı Kürt hareketine güç kazandırarak Türkiye üzerinden denize çıkışı olan büyük Kürdistan projesini gündeme getireceğini, bu itibarla Türkiye’nin varlık ve bütünlüğünü tehdit edecek olan böyle bir oluşumun kesinlikle kabul edilemeyeceğini söyleyecek cesareti kendilerinde bulamamışlardır. Böyle bir gelişmenin, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasına ve ISAF’a katkısına son vermesine yol açacağını belirtmemişlerdir. Bağımsız Kürt devleti olgusunun, başta Türkiye olmak üzere bölge devletlerini, savunma refleksleri nedeniyle, yeni saflaşmalara ve ittifaklara iteceği ve bunların ABD ve İsrail’e karşı bir cepheleşme oluşturacağını izah edememişlerdir. Görüleceği üzere, Türkiye’nin dış politikasının her iki ana ekseni de çökmüştür. Türkiye’nin, AB ile ilişkilerini, kazanımlarını ve ekonomik çıkarlarını koruyacak şekilde yeniden tanımlayan, siyasi ve ekonomik gerçekler üzerine bina edilmiş bir politika oluşturması zorunludur. Diğer taraftan, ABD’nin Türkiye’nin ulusal varlık ve bütünlüğünü tehdit eden unsurlar içeren Irak stratejisi karşısında, AKP hükümeti tam bir edilgenlik ve şaşkınlık içinde bocalamış ve ülke kaderine sahip çıkan bir strateji oluşturamamıştır. Esasında, Türkiye, karşılaştığı bu ağır ve acil tehdide karşı koyma imkân ve gücünden yoksun değildir. Sahip olduğu diplomatik, ekonomik ve askeri enstrümanlar bu alanda sonuç alabilmesi için yeterlidir. Yeter ki, özgüvenli bir siyasi liderlik Türkiye’de yönetime geçsin ve ülke çapında birlik ve dayanışma ruhunu sağlayabilsin. ABD stratejisi Türkiye’nin ulusal varlığını tehdit ediyor TürkiyeABD ilişkilerindeki çıkmaz da, Erdoğan’ın, deneyim, donanım ve stratejik analiz kabiliyetinden yoksun olmasından ileri gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde bu ilişkilerde karşılaşılan ilk ciddi kırılma, Erdoğan’ın parti başkanı olarak Washington’u ziyareti sırasında Başkan Bush’la yaptığı görüşmede, ABD’nin Irak için planladığı askeri harekâta ilişkin olarak yerine getiremeyeceği taahhütler altına girmiş olmasından kaynaklanmıştır. AKP hükümeti, 1 Mart tezkeresinin TBMM tarafından reddi üzerine verdiği sözleri tutamayınca, aldatılmışlık hissine kapılan Bush yönetiminin gazabına uğramıştır. ABD uzunca bir süre Türkiye’ye yönelik politikasını bu aldatılmışlık hissinin yarattığı öfkenin etkisiyle şekillendirmiştir. Ancak, ABD’nin, halen Irak’ta gırtlağına kadar gömüldüğü kanlı bataktan kurtulma yollarını arıyor olması, Türkiye’nin Bush yönetiminin bu akıl dışı macerasına bulaşmamış olmasının yararlarını ortaya koymuştur. Buna rağmen, Başbakan Erdoğan’ın bugün hâlâ “Keşke 1 Mart tezkeresini geçirmiş olsaydık” diyebilmesi, gerçekleri okumaktan aciz olduğunun çarpıcı bir örneğidir. Esasen, bu müzmin öngörü noksanlığı nedeniyledir ki, AKP hükümeti, ABD’nin 1 milyar dolarlık bir bağış yapması karşılığında Türkiye’nin Kuzey Irak’a girme hakkından feragat etmesini öngören bir anlaşmayı imzaladı, sonra da CHP’nin uyarısı sonucunda bundan vazgeçmek zorunda kaldı. AB hakkında estirilen yalan rüzgârları Hükümet çevreleri, yalan rüzgârları estirerek Türk kamuoyundan bu gerçeği uzun süre sakladı ve halkımızı sanal bir AB üyeliğine inandırdı. Ancak, bu “sahtekârlığın” anlaşılması için Merkel’in Almanya’ya başbakan, Sarkozy’nin de Fransa’ya cumhurbaşkanı seçilmesi gerekti. Artık belli ki, AB politikalarının oluşturulmasında temel etken olan ve Birlik içinde güçlü bir desteğe sahip bulunan ParisBerlin ekseni Türkiye’ye kesinkes AB’ye üyelik kapısını kapatmak ve ona “imtiyazlı ortaklık” statüsünü dayatmak hususunda kararlıdır. Bu amaçla, anılan devletler Kıbrıs sorununu bir bahane olarak kullanacak ve Türkiye’yi dize getirinceye kadar entegrasyon sürecinde bir arpa boyu dahi yol almasına mani olacaklardır. Bu bağlamda, Almanya Başbakanı’nın, AB’nin 50. kuruluş yıldönümünde yaptığı, “Türkiye ile ucu açık müzakerelere girdik… 50 sene sonra Türkiye ile ilişkiler daha sıkı olacaktır” yolundaki açıklaması, Merkel’in, hem “ahde vefa” kavramını nasıl yorumladığının hem de Türkiye’nin AB’de hiçbir zaman yeri olmayacağı inancının alaycı bir ifadesidir. Almanya’nın, Ermeni soykırımını reddet E ABD Kürt devletine yerleşecek Washington halen NATO müttefiki Türkiye’ye karşı, sanki gizli bir savaş içinde olduğu izlenimini veren bir politika izliyor. Bunun nedeni, ABD’nin Irak’tan “çıkış stratejisi”nin, Türkiye’nin bekasını ve bütünlüğünü tehdit eden unsurlar içermesinden kaynaklanıyor. Söz konusu strateji, Irak’ın, merkezi hüküme FATİH 3. SULH HUKUK MAHKEMESİ SATIŞ MEMURLUĞU’NDAN GAYRİMENKUL SATIŞ İLANI 2007/2 Satış TAPU KAYDI: İstanbul, Fatih 1. Bölge Muratpaşa mah., 1095 ada, 54 sayılı parsel üzerinde 32/336 arsa paylı 4.cü kat 12 nolu Sami Süzer adına kayıtlı daire (15 kapı nolu Hatıra apartmanında) izalei şüyu suretiyle satışa sunulmuştur. İMAR DURUMU: 21.01.2005 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli Fatih uygulama imar planında üçüncü derece koruma bölgesinde konut+ ticaret alanında kalmakta olup H15.50 MT irtifa almaktadır. Yeni inşaat yapılması halinde koruma kurulu görüşü alınması gerekmektedir. HALİ HAZIR DURUMU: Dava konusu daireye girişti hol+yola cepheli salon + koridor+iki yatak odası +mutfak+banyo+VC+ iki adet balkon bölümlerinden oluşmaktadır. Kullanım alanı 90 m2’dir, elektriği suyu mevcut olup doğalgaz kombi ile ısıtılmaktadır. BİLİRKİŞİCE KONAN DEĞER: 130.000.00 YTL (Yüzotuzbin YTL) SATIŞ ŞARTLARI: Taşınmazın 1. satışı 19.06.2007günü saat l4.00’den 14.15’e kadar Fatih 2. Sulh Hukuk Mahkemesi duruşma salonunda açık artırma suretiyle yapılacaktır. Bu artırmada tahmin edilen kıymetin % 60’nı ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacaklıların mecmuunu ve satış masraflarını geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok artıranın taahhüdü baki kalmak şartıyla, Taşınmazın 2. satışı 29.06.2007 günü saat 14.00’den 14.15’e kadar artırmaya çıkarılacaktır. Bu artırmada da bu miktar elde edilmemiş ise gayrimenkul en çok artıranın taahhüdü saklı kalmak üzere artırma ilanında gösterilen müddet sonunda en çok artırana ihale olacaktır. Şu kadar ki, artırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin %40’ını bulması ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olması ve bundan başka paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını geçmesi lazımdır. Böyle fazla bedelle alıcı çıkmazsa satış talebi düşecektir. 2. Artırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen kıymetin %20’si nispetinde pey akçesi veya bu miktar kadar milli bir bankanın teminat mektubunu vermeleri lazımdır. Satış peşin para iledir, alıcı istediğinde 10 günü geçmemek üzere mehil verilebilir. Tellaliye, resmi ihale pulu, KDV %1, tapu harç masrafları alıcıya aittir. Birikmiş vergiler satış bedelinden ödenir. 3. İpotek sahibi alacaklılarla diğer *ilgililerin bu gayrimenkul üzerindeki haklarını hususiyle faiz ve masrafa dair olan iddialarını dayanağı belgelerle 15 gün içinde satış memurluğuna bildirmeleri lazımdır. Aksi takdirde hakları tapu siciliyle sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaklardır. 4. İhaleye katılıp daha sonra ihale bedelini yatırmamak suretiyle ihalenin feshine sebep olan tüm alıcılar ve kefilleri teklif ettikleri bedel ile son ihale bedeli arasındaki farktan ve diğer zararlardan ve ayrıca temerrüt faizinden müteselsilen mesul olacaklardır. İhale farkı ve temerrüt faizi ayrıca hükme hacet kalmaksızın satış memurluğunca tahsil olunacak, bu fark, varsa öncelikle teminat bedelinden alınacaktır. 5.Şartname ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup, masrafı verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6. Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları, başkaca bilgi almak isteyenlerin 2007/2 satış sayılı dosya numarası ile satış memurluğuna başvurmaları ilan olunur. 14.05.2007 (*) İlgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri de dahildir. (Basın: 24917) Orhan Veli İrticaya Karşı Uyarıyor Orhan Veli altmış yıl önce, bugüne gelen sürece, tehlikeye parmak basmış. Bu süreçte şimdi AKP’ye tavır koyan bütün partiler pay sahibidirler. Şimdi alanları dolduran milyonlar, sağdaki soldaki bütün bu partileri de uyarıyorlar. Yüksel PAZARKAYA ları, demir hafızları, yeşil imamları hangi şehir yetiştirdi? Bu kadar şanlı bir tarihi olan İstanbul’un bu son inkılapta da kendini göstermesi lazımdı. Nitekim gösterdi de. Bir hızda çıkardığımız mecmualardan birkaç tanesinin adını sayayım: Hakikat Yolu, Şark Yolu, Hakka Doğru, Küçük Gazete. Sıratımüstakim’lerden, Beyanıhak’lardan, Sebilürreşad’lardan hiç de aşağı olmayan bu gazeteler şimdilik sadece bir başlangıçtır. İleride daha nelerimiz, nelerimiz olacak; göreceksiniz.” Orhan Veli, karşıdevrimi altmış yıl önce kanıtlarıyla haber veriyor. Bu başlangıçta Amerikan yardımına vurgu yapıyor. Selâmet dergisinin irticayı hortlatan bir yayın olduğunu belirten bir yazı yazan Orhan Veli, dergi sahibinden tepki alıyor. Hükümetlerin bile irticayı desteklemekle suçlanması karşısında, dergi sahibinin bu tepkisinin güzel bir şey olduğunu alaylı bir dille ifade ediyor. 15.6.1949 tarihli Yaprak dergisinde “İrtica Kötü mü?” başlığıyla yayımladığı yazıda, “geri olan her şeye” irtica demek gerektiğini belirttikten sonra, geri olan üzerinde duruyor: “Milyonlarca yurttaşı müspet bilgiye, binlerce köyü okula kavuşturmak gibi ileri bir dava dururken, memleket irfanına din yoluyla hâdim olmaya çalışmak bir geriliktir. Yani irticadır. Bir İslam birliği hayali peşinde koşmak, dolayısıyla dinin devlet işine karışmasını kaçınılmaz bir hale getirmek, prensiplerinden biri de laiklik olan bir rejimde, bir geriliktir. Yani irticadır. (…) Biz irticaı nerede görürsek, yenmeye çalışacağız. İleri fikirli Türk gençliği de bizimle beraber.” İş 14 Mayıs 1950 seçimiyle iktidarı ele geçiren Demokrat Parti’nin daha ilk günlerinde iyice şirazesinden çıkmıştır. Seçimin üzerinden bir ay geçti geçmedi, Orhan Veli bu kez 15.6.1950 tarihli Yaprak dergisinde “Ezan” başlıklı bir yazı yayımlar. Giriş tümceleri, bugüne nereden ve nasıl geldiğimizi açık seçik gösteriyor: “İlk Demokrat Parti hükümetinin ilk ele aldığı meselelerden biri de bu ezan meselesi oldu. Sebebi meydanda: En mühim iş buydu çünkü. Bir hafta daha Türkçe ezan dinlemeye tahammülümüz kalmamıştı. Ezan hemen Arapçaya çevrilmese hep birden ölecektik.” Bunu da hemen Köy Enstitülerinin yerine imam mektepleri, yani medreseler izler. Bugün orada mürekkep yalamış olmakla övünen bir başbakana da sahibiz çok şükür. Orhan Veli altmış yıl önc,e bugüne gelen sürece, tehlikeye parmak basmış. Bu süreçte şimdi AKP’ye tavır koyan bütün partiler pay sahibidirler. Şimdi alanları dolduran milyonlar, sağdaki soldaki bütün bu partileri de uyarıyorlar. Orhan Veli’nin belirttiği gibi, bu milyonlar her yaştan “ileri fikirli Türk gençliği”. İrticayı nerede görürse yenecek güçte olduğunu dosta düşmana gösterdi. (Alıntılar: Orhan Veli, Şairin İşi. YKY 2006) İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI Ay ve Yıldız 19 Mayıs 2007 günü Mustafa Kemal Paşa ile Türk Ulusu gibi Samsun’da yeniden birleşiyorlar. Emperyalistler ve işbirlikçilerinin Cumhurbaşkanlığı’nı gasp etme heveslerini kursaklarında bırakan ulusumuz seçimlerde ihanet cephesini yıkacaktır. 19 Mayıs akşamı otobüsle İstanbul’dan yola çıkarak sabahında yeniden Samsun’a çıkıyor, 20 Mayıs 2007 Pazar günü ise mitinge katılıyoruz. SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ Yolculuğa katılmak isteyenler için İVEDİ İLETİŞİM: 0537 871 82 34 0533 438 50 22 www.cumok.org S on beş yıl içinde irtica doruğa tırmandı. Cumhuriyeti tehdit eder kerteye vardı. Elbette durup dururken değil. Kuruluşla birlikte karşı güçler, Cumhuriyet devrimlerini hemen engellemeye kalkıştılar. Ancak, başta büyük kurtarıcı ve kurucu Mustafa Kemal Atatürk, devrimci kadrolar bunlara geçit vermedi. İkinci Dünya Savaşı ardından değişmiş görünen dünya koşulları, başında artık Atatürk olmayan Türkiye’de karşıdevrimi ciddi biçimde gündeme getirdi ve irticaya yol açmaya başladı. Zamanın aydınlanmacıları bu gelişmeye dikkat çektilerse de devlet gücünü ellerinde bulunduranlar, tehlikenin farkında olmak yerine, tehlikeye dikkat çekenlerin üzerine çullanmayı yeğlediler. Bu aydınlanmacılardan biri de şiirimizin dehalarından Orhan Veli idi. 15.2.1947 tarihli Hür gazetesinde “Okuma Yazma Düşmanı Bir Milli Eğitim Bakanı” başlığıyla zamanın Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemseddin Sirer’in şu kararını yorumluyor: “Milli Eğitim Bakanlığı Köy Enstitülerinde bundan böyle yalnız mektep kitaplarının okutturulmasına dikkat edilip diğer kitapların ta lebelere okutturulmasını men etmiştir.” Eh, bu sürecin Köy Enstitülerini kapatmaya götürmesine şaşmamak gerekir. Ve böyle bir Milli Eğitim Bakanı, yalnızca okuma yazma düşmanı değil, uygarlık ve çağdaşlık düşmanıdır. Bu yazının çıktığı Hür gazetesi kapattırılmış, bakan Sirer ile Cihat Baban, bundan Türk gençliğinin mutlu olduğu yalanını da uydurmuşlardır. Zincirli Hürriyet adıyla çıkan gazetede Orhan Veli, 5.4.1947 günü “Din İnkılabı” başlığıyla bir yazı yayımlıyor. Okullarda din dersi kararını ve bu kararın ardından yaygınlaşan şeriat yayınlarını konu alan yazının giriş bölümü şöyle: “Âhir ömründe tövbekâr olmaya niyetlenmiş bir milletvekilinin takriri üzerine Milli Eğitim Bakanlığı ulumi diniye tedrisatının cevazına dair bir fetva çıkardı. Gerçi bütün inkılaplar Ankara’dan çıkar. Ama İstanbul’da bunca yıllık mazisi olan bir şehir, hangi işte Ankara’dan geri kalmak ister. Bunu türlü vesilelerle ispat da etmemiş midir? Mesela 31 Mart inkılabı bu şehrin eseri değil miydi? Atatürk sağ olmasaydı Kubilay hadisesinde Menemen’den geri mi kalırdık? Köse hoca CUMOK ÇAĞRISI Ay ve Yıldız 19 Mayıs 2007’de Mustafa Kemal Paşa ile Türk Ulusu gibi Samsun’da yeniden birleşiyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi yenilgisini unutturmak isteyen işbirlikçigerici cephenin siyaseten de yıkılabilmesi için genel seçimlerde gereksinim duyduğumuz özverili çalışmayı birlikte görüşmek üzere, 19 Mayıs 2007 Cumartesi günü CUMOK oluşumları ortak toplantısını Samsun’da gerçekleştiriyoruz. 20 Mayıs 2007 Pazar günü ise Cumhuriyet Mitingi’ne katılıyor, ve görevlerimize dönüyoruz. SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ Yolculuğa katılmak isteyenler için İVEDİ İLETİŞİM: 0537 871 82 34 0533 438 50 22 www.cumok.org CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle