24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 ARALIK 2007 PAZARTESİ 4 HABERLER CHP’den, polis şiddeti ve emniyetteki cemaatleşmeye Meclis araştırması istemi 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK Polis orantısız güç kullanıyor AYŞE SAYIN Yeni DinlerYeni Tanrılar... “Alışveriş” artık yeni bir dindir. “Piyasa ekonomisi, pazarlama, küresel pazar, borsa” gibi sözcükler bu yeni dinin geçerli kurallarını belirten kutsal sözcüklerdir. Alışveriş merkezleri yeni dinin tapınaklarıdır. Herkesin buralara koşup gezmeleri, alışveriş yapmaları, eğlenmeleri bu yeni dinin ayinleridir. Bu yeni dinin yeni tanrıları da vardır: Dolar, Avro, Japon yeni, hisse senedi, değerli kâğıtlar, uluslararası şirketler. Yeni peygamberleri tanımak için de para dergilerinin ilk yüz, ilk beş yüz kişi sıralamalarına bakmanız gerekir. Bir de emperyalist kapitalizmin büyük temsilcilerine, Bush gibi, büyük şirket CEO’ları gibi. Yeni dinin yeni peygamberleri onlardır. Bu yeni din “paranın ve piyasanın dini” öyle güçlüdür ki eski din düşmanlıklarını silip süpürmüştür. Koyu Hıristiyan Amerika ile koyu Musevi İsrail, koyu Müslüman Suud Krallığı ile iç içedir. Bizim ılımlı İslama yanaşmış ülkemizin siyasal iktidarı da bu kampın sadık bir üyesidir. “Futbol”, bir başka yeni dindir. Onun da büyük ve ateşli ayinleri yapılmaktadır. O da kendi tanrılarını yaratmaktadır. Futbolcular ve teknik direktörler. Bu yeni dinin tapınakları stadyumlardır. Milyonlarca ateşli mürit mezheplere (ayrılmış) tutkun taraftarlardır. Her hafta kendi ayinlerini yaparlar. Her hafta yeni kurbanlarını kendi sunaklarında keserek rahatlarlar. ??? Oysa tektanrılı dinler, dünyadaki haksızlıkları, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için ahlak kuralları koymuşlardır. İnsanlara merhametli olmayı, adaletli olmayı, kendinden başkasını da düşünmeyi göstermişlerdir. Ama bu yeni “Paranın ve Piyasanın Dini” ne merhamet bilir, ne eşitsizliği kınar, ne de kendinden başkasını düşünmeyi öğütler. Bu yeni dinin emirleri, acımasız rekabettir, geride kalanın ölmesidir, üstün olanın iyi yaşama hakkına kavuşmasıdır. Futbol ise hiçbir kurala aldırmadan kazanmanın meşru olduğunu anlatır. Kazanan kraldır, yenilen kurban. ??? Günümüzde mücadele edilmesi zorunlu olan, bu uluslararası sömürünün insanlığı yok etmesi, dünya kaynaklarını yağmalaması, insanları birbirine düşman etmesidir. Tektanrılı dinler bu gidişe karşı çıkmamakta, tersine bu gidişle uyuşmakta, uzlaşmaktadır. İnsanlığın yeni bir rönesansa zorunluluğu vardır. İnsanlık yeniden kendi Rönesansı’nı, kendi aydınlanmasını bulmak zorundadır. Bir kez daha, “özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği” yaşama geçirmeliyiz. Bu “kazananın yaşadığı, kaybedenin kurban edildiği” insanlık dışı düzene karşı çıkmalıyız. “Para ve Piyasa Dini”nin yerine “İnsan Olmanın Aklı”nı koymalıyız. Bu sahte dinlerin insanı insanlığından uzaklaştırmasına karşı koymalıyız. İnsanı aldatan “sahip olarak üstün olma” nevrozundan insanlığı kurtarmalıyız. Bireyleri de, toplumları da, dünyayı da kurtaracak olan budur: Yeni, adaletli, eşitlikçi, insanca dünya için buluşmak. Ya da bu büyük para oyununun bilinçsiz piyonları olmak. Seçim gene insanların, gene bizlerin, hepimizin. erdalatak@gmail.com erdalatak@superonline.com www.erdalatabek.com ANKARA CHP, polisin “orantısız güç kullanımı” nedeniyle, art arda yaşanan ölümlerin ardından konuyu Meclis gündemine taşıdı. CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, polisin şiddete başvurma nedeni ve emniyetteki “cemaat kadrolaşması”nın TBMM tarafından araştırılması için araştırma önergesi verdi. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi de olan Ahmet Ersin, Meclis Başkanlığı’na verdiği araştırma önergesinde yurttaşların can ve mal güvenliğinden sorumlu olan polislerin, görev sırasındaki tutum ve davranışlarının son dönemde tartışma konusu olduğuna dikkat çekti. Son dönemde polisin orantısız güç kullanımı ? TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi CHP’li Ahmet Ersin, son 5 yılda 1306 polisin işledikleri suçlar nedeniyle meslekten çıkarıldığına, 869’unun psikolojik nedenle tedavi gördüğüne, 122’sinin intihar, 328’inin istifa ettiğine dikkat çekerek sorunun ana kaynağına inilmesi gerektiğini belirtti. Ersin, “polisin orantısız güç kullanımı”na başvurmasının eğitim eksikliği, ağır çalışma koşulları, ücret dengesizliği gibi nedenlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığının araştırılmasını istedi. ve silaha başvurması nedeniyle yaşanan olayların arttığına dikkat çeken Ersin, “Ayrıca bazı emniyet mensuplarının organize suç örgütleri ile bağlantılı oldukları iddiaları da zaman zaman gündeme gelmektedir. Emniyet Teşkilatı’na duyulan güveni önemli ölçüde erozyona uğratan bu olumsuz gelişmeler, ortada ciddi bazı sorunların olduğunu göstermektedir” görüşüne yer verdi. Bu sorunların polislerin eğitimlerinin yetersiz olmasına, Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası’na bağlı olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, çalışma koşullarının ağır olmasına bağlayanlar olduğunu da kaydeden Ersin, “Gerçekten de polisler asli görevleri dışında kamu ve özel binalarının korunmasında, bir sandviç karşılığı maçlarda, konserlerde ve bazen düğünlerde görevlendirme ve çoğu zaman postalı olarak görev de yapmaktadır. Yani fiziksel ve zihinsel yorgunlukları göz ardı edilemez” dedi. Bu durumu rakamların da doğruladığını kaydeden Ersin, son 5 yılda 328 polisin istifa ederken işledikleri suçlar nedeniyle 1306 polisin devlet memurluğundan ve meslekten çıkarıldığını, 869’unun psikolojik tedavi gördüğünü, 122’sinin intihar ettiğini, 40’ının da şehit olduğunu belirtirken kaçının aile bütünlüğünün bozulduğunun ise belirlenemediğini ifade etti. Bu durumun olayın psikolojik boyutunun olduğunu ortaya koyduğunu da vurgulayan Ersin, araştırma önergesinde şu gerekçelere yer verdi: “Elbette son yıllarda hızla artan siyasi ve cemaat kadrolaşması, teşkilattaki sorunların ve huzursuzluğun üzerine tuzbiber ekmiştir. Ve giderek emniyet teşkilatında çürümeye yol açabilecek, bu tehlikeli gidiş, böyle devam edemez. Sunulan nedenlerle vatandaşın can ve mal güvenliğinden sorumlu olan emniyet teşkilatındaki kadrolaşma sorunları ile polislerin orantısız güç ve silah kullanmalarının yanlış veya yetersiz eğitimden mi, Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası’ndan mı, çalışma koşulları ve ücret dengesizliğinden daynaklanan psikolojik ve sosyal nedenlerden mi, yoksa hepsinden mi kaynaklandığının tespiti ve alınması gereken önlemler konusunda Meclis araştırması açılmasını talep ederim.” KADROLAŞMA Selvi’den AKP’ye tepki ? AKP hükümeti döneminde sendikalı çalışanların, sendikasızlığa zorlandığı ve işten atıldığını kaydeden Selvi, çalışanların iş güvencesinde, reel ücretlerde ve çalışma koşullarında da her geçen gün geriye gidildiğini ifade etti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Selvi, AKP hükümeti dönemindeki kadrolaşmanın çalışma yaşamında büyük tahribata yol açtığını belirterek “Kadrolaşma çabaları artık tarikatlar ve cemaatler arası bir yarışmayaçatışmaya dönüşmüştür” dedi. Selvi, yaptığı yazılı açıklamada, AKP hükümeti dönemindeki partizan kadrolaşmaya tepki gösterdi. AKP hükümetinin, izlediği politikalar ve yaptığı uygulamalarla örgütlenme özgürlüğü ve sendikal hakların önünde büyük bir engel hale geldiğini belirterek “Bu iktidar döneminde; uluslararası onaylanmış sözleşmelerle, anlaşmalarla, anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış, örgütlenme özgürlüğü ve sendikalaşma hakkı kullanılamaz hale getirilmiştir. Çalışma yaşamında büyük bir tahribat yaratılmıştır. 5 yıllık AKP iktidarının çalışma yaşamında yarattığı tablo kaygı verici hale gelmiştir” görüşüne yer verdi. AKP hükümeti döneminde sendikalı çalışanların, sendikasızlığa zorlandığı ve işten atıldığını kaydeden Selvi, çalışanların iş güvencesinde, reel ücretlerde ve çalışma koşullarında da her geçen gün geriye gidildiğini ifade etti. Selvi, AKP’nin kadrolaşmada yeni bir aşamaya geldiğini ve AKP’ye yakın olan ancak “kayıtsız şartsız AKP’ye bağlı olmayan” yöneticilerin bile tasfiye edilmeye çalışıldığına dikkat çekti. Başbakan Erdoğan, “Melen Suyu’nun İstanbul’a akıtılması” ve “Milli ağaçlandırma seferberliği” törenlerine katıldı. (Fotoğraf: UĞUR DEMİR) Otelden Melen Çayı için düğmeye basıldı İstanbul Haber Servisi Başbakan Tayyip Erdoğan, tarihi ve doğal zenginlikleri sular altında bırakacağı için yıllardır karşı çıkılan Ilısu ve Yusufeli barajlarının yakında hizmete gireceğini belirterek çevrecilerin bu konudaki tepkilerini eleştirdi. Erdoğan, Greenpeace’in barajlara karşı çıkmasının nedeninin ideolojik olduğunu iddia etti. 20 Ekim referandumu nedeniyle ertelenen “Büyük Melen Projesi’nin 1. kısım inşaatlarının tamamlanması ve Melen Suyu’nun İstanbul’a akıtılması” ile “Milli ağaçlandırma seferberliği” törenleri Grand Cevahir Otel’de yapıldı. Törenlere katılan Erdoğan, Türkiye’deki su kaynaklarının büyük bölümünün akıp gittiğini belirterek “Tutamadığımız su bizim değildir. Ama bakıyorsunuz Greenpeace’çiler çıkıyor hemen ortaya. ‘Buraya baraj yapamazsınız, doğaya saldırıyorsunuz’ diyorlar. Çünkü her yaklaşımları ideolojik” diye konuştu. DSİ ile 20032007 arasında 366 tesisi hizmete açtıklarını dile getiren Erdoğan, “Farklı siyasi partilerin milletvekilleri diyor ki, filanca eseri biz başlattık. Var mı bir vesikan?” dedi. İstanbul bu kadar göç almaya mahkum olmamalı. Dünyanın büyük kentlerine yerleşmenin bir bedeli var. Ama İstabul bedava. İsteyen istediği yere gelip Hazine arazisinin üzerine kaçak binasını yapıyor. Devlet o kaçak binaya elektrik, su götürüyor. Başka biri de eşinin bileziklerini satıp apartmanda bir daire alıyor. Burada bir adaletsizlik var” dedi. BM Çevre Programı çerçevesinde düzenlenen ağaçlandırma kampanyalarına önem verdiklerini olduklarını anlatan Erdoğan, 2007 yılında Türkiye’nin diktiği 200 milyon fidan ile Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü olduğunu anımsattı. İstanbul’da yaşamanın bedeli... İstanbul’daki göç sorununa da değinen Erdoğan, “İstanbul’un nüfusu bu hızla arttıkça işimiz zor. ÖDP’den toplumsal kültürel ‘Çözüm’ seferberliği ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Özgürlük ve Dayanışma Partisi İl Başkanı T. Murat Umay, “Bir arada yaşamı savunmak ve barış talebi için bir seferberlik başlatıyoruz. Bu seferberlik kapsamında yalnızca siyasal düzeyde değil, ülkenin toplumsal ve kültür düzeyinde yaşanan sorunlarına da çözüm arayacağız” dedi. Çeşitli pankartlar taşı yan ve “Kahrolsun ABD emperyalizmi”, “Ülkede, bölgede, dünyada barış”, “Bir arada yaşamı savunalım” ve “İnsanlar değil, silahlar toprağa” sloganları atarak parti binasından İnönü Parkı’na kadar yürüyen grup adına bir konuşma yapan İl Başkanı Umay, ÖDP olarak bir arada yaşamı savunmak ve barış talebi için seferberlik başlattıklarını vurguladı. Alevilere Nasıl Bir Açılım Gerek? SünniHanefi mezhebi temelli bir anlayış üzerinde örgütlenen devlet, Alevileri daha önce yok sayıyor ve durumu idare ediyordu. Zaman değişti, artık Aleviler yok sayılmayı aşacak bir örgütlenme ve bilinç düzeyine geldiler. Alevilerin bu tutumu alması, Avrupa Birliği sürecine de denk gelince Türkiye’ye egemen olan anlayış bir yol ayrımına geldi. Türkiye’nin demokratlaşmasının temel ölçütlerinden birisi de Alevilerin nerede duracağı, nasıl bir statü kazanacakları olarak kabul edilebilir. Sayıları milyonlarla ifade edilen bir mezhebin bugüne kadar yok sayılması ülkemizin genel antidemokratik yapısına uyuyordu. Türkiye büyüyor, dünyada demokrasi ölçütleri gelişiyor ve Avrupa Birliği süreci yürüyor. Böyle bir ülkenin içinde “kimlik” talebiyle ortaya çıkan milyonları yok saymak artık mümkün değil. ??? Son yıllara kadar TürkSünniHanefi tanımlaması ülkemizin resmi kabul ettiği kimliğin asıl görüntüsüydü. Bu görüntüyü, önce Kürtler, ardından Aleviler ortaya çıkarak bozdular. Buna başka kimlik taleplerini de eklemek mümkün, ancak en etkili olanları bunlar. Kürtlerin talepleriyle bir çözüm üretebilmek o kadar kolay değil. O sorun bir dert olarak uzun yıllardır Türkiye’de bir kargaşaya neden oluyor. Alevilerin taleplerinin nereye konulacağı da işleri karıştırıyor. ??? AKP, SünniHanefi kimliği güçlü olan bir geleneğin partisi. Aynı zamanda Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşımak iddiasında. İşte burada zorluk başlıyor. SünniHanefi fıkhı Aleviliği bir mezhep olarak hiçbir zaman kabul etmedi. Şiiliği bir mezhep olarak görür ama Aleviliği asla. Ama Aleviler var ve Türkiye’de yaşıyorlar. Üstelik, kendilerinin Şii kategorisine sokulmasını da kabul etmiyorlar. SünniHanefi fıkhı, Aleviliği bir mezhep olarak kabul etmediği gibi, Alevi inançlarının ifade biçimini, ibadet tarzını, toplanma yerleri olan cemevlerini de meşru görmez. ??? Şimdi tam bu noktada bir Tayyip Erdoğan ve AKP pragmatizmi ortaya çıkıyor. Alevilerin bir şekilde sistem içinde bir yere oturtulması gerekiyor. O zaman bir yer bulunmalı. Nasıl bir yer bulunacak? İşte bu kolay değil. Çünkü Aleviler son 1015 yıl içinde ciddi sayılacak düzeyde örgütlendiler. Sıvas katliamına gösterilen tepki bu örgütlenmeyi daha da kitlesel hale getirdi. Bu kadar örgütlü bir kitleyi, devletin bir kalıba sokması kolay değil. Çünkü Aleviler, tıpkı Sünniler gibi değişik renklere ve farklılıklara sahipler. Bu farklılıkları yok saymak da mümkün değil. AKP’den milletvekili olan Reha Çamuroğlu’nun durduğu yerle, Cem Vakfı Başkanı İzzettin Önder’in durduğu yer arasında farklılıklar bulunuyor. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Turgut Öker’in, Murtaza Demir’in ve daha birçok Alevi önderinin durdukları yerler de farklı. Alevileri Diyanet’e bağlamak mümkün mü? Bağlanırsa Alevileri kim temsil edecek? Bu temsilciler nasıl belirlenecek? Alevi kültürünün taşıyıcısı ve yaşatıcısı dedeler devletleştirilebilir mi? Devletleştirilirlerse ne kadar inandırıcı olabilirler? Burada yapılabilecek olan şey şudur: Devletin dinden, mezhep ayrımlarından uzakta bir yerde durması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması, bu mümkün görünmüyorsa özerkleştirilmesidir. Başbakan tarafından tayin edilen bir Diyanet İşleri Başkanı olur mu? Oluyor ve bu nedenle bir şeye benzemiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı özerkleştirilirse ve bütün mezhep ve inançların burada temsil edilmelerini sağlayan bir örgütlenme yaratılırsa işler daha kolaylaşabilir. ??? Aleviler ne istiyor? Bunu tabii ki onlara sormak gerekiyor? Onlar kim? Onların değişik örgütleri var. Bu örgütlerin temsilcilerinin bir araya gelmesiyle bir çözüm üretilebilir. AKP’nin yaptığı gibi olmaz. Reha Çamuroğlu’nun bir çaba içine girmesi iyidir. Ancak o tek başına Alevileri temsil edemez, onlar adına çözüm üretemez. Bu nedenle Alevilerin örgüt temsilcilerinin, kanaat önderlerinin katıldığı görüşmeler yoluyla, devletin Aleviliği nasıl tanıyacağı ve Alevilerin kimlik taleplerinin nasıl karşılanacağı belirlenebilir. Mezhep işi nazik konudur. Hele de HanefiSünni anlayışıyla örgütlenmiş bir devlet yapısının Alevileri bir yere koyabilmesi kolay değildir. Ben yaptım oldu... Olmaz... CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle