22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Bush ilan edeceği zaferle Irak’taki yenilgiyi unutturmayı hedeflese de ağır bir bedel ödeyecek İran’a saldırının getirisi PAUL CRAIG ROBERTS* ush rejimi başlangıçta Başkan George Bush’un 10 Ocak’ta yaptığı sert konuşmanın İran’a bir saldırı tasarlandığı anlamına geldiğini reddetti. Şimdiyse çok sayıda yetkili, rejimin savaş planlamasının odağında Irak’ın değil İran’ın bulunduğunu açıkça söylüyor. Yeni Savunma Bakanı Robert Gates, Pentagon’a sözüm ona savaşın şiddetinin azaltılması için getirilmişti. Oysa Gates artık Körfez’deki Amerikan askeri varlığının hedefinin İran olduğunu söylüyor. ABD basını birdenbire Bush rejiminin Amerikan halkını Irak’taki askerlerimize karşı savaşan düşmanın İran olduğuna inandırmasına yönelik propaganda amaçlı savlarla doldu. ‘Küçük Napolyon’un Cülusu’ Üzerine Fransa’da iktidardaki ‘Halk Hareketi Birliği’, geçen 14 Ocak 07 Pazar günü yapılan cafcaflı bir gövde gösterisinin ardından İçişleri Bakanı ve partinin başkanı Nicolas Sarkozy’yi birinci turu nisanda, ikinci turu ise mayısta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olarak belirledi. Hırsı boyundan büyük bir politikacı olarak tanınan Sarkozy, böylece Başkan Chirac’ın partisini ele geçirerek muradına erdi. Gerçi kimi politikacılar Başkan Chirac’ın henüz son sözünü söylemediğinden dem vursalar da, çoğu gözlemci ‘Atı alanın çoktan Üsküdar’ı geçtiğinden’ emin. Tek yarışmacının katıldığı bu garip yarışta Sarkozy, kolaylıkla anlaşılacağı gibi ipi zorlanmadan göğüsleyerek yüzde 98.1’lik bir oranla aday olmayı başardı. Avrupa basınının, ‘küçük Napolyon’ olarak adlandırdığı Nicolas Sarkozy’nin taşra panayırı şenlikleri düzeyindeki ‘Cülus Töreni’nden sonra yaptığı konuşmada, son dönemde çoğu ülkedeki modaya uyarak partisinin üyelerine ve kuşkusuz kamuoyuna ‘değiştiği’ mesajları vermiş, bunu sağın işbirlikçi Petain, faşist cuntacı Massu gibi gerçek ideolojisine uygun gericilerini es geçerek pek inandırıcı olmasa da Fransız tarihinin saygın kişilikleri Zola, Jaures, Leon Blum’a sığınarak kanıtlamaya çalışmıştır. L’Humanite yazarı Claude Cabanes’ın dediği gibi ‘Atlantik ötesi hayranlığının üzerini örterek’ Jean Jaures’çi bir enternasyonalizme soyunmaya kalkacak derecede ölçüyü kaçırmıştır (L’Humanite19.01). Oysa, kendisinin de göçmen olmasına karşın göçmenlere nefretle bakan, onları tazyikli suyla bile temizlenmesi olanaksız pislikler olarak gören, Chirac iktidarının ikinci altı yıllık dönemindeki başarısızlıkların tümünde payı bulunan, entelektüel düzeyi sınırlı, hırslı ve popülist Sarkozy, onulmaz bir Amerikan hayranı, büyük sermayenin kayıtsız şartsız hizmetinde aşırı sağcı ve ırkçı Le Pen’in sempatisine sahip megalomanisi ve oportünizmi ağır basan, dört dörtlük bir sağcı, örneklerine çok sık rastlanan Berlusconi tipi sıradan bir politikacı olarak bilinmektedir. ??? Sosyalist partinin genel sekreteri Hollande’a göre Chirac’ın ülkenin başına sardığı rekor düzeydeki borç batağı, ticaret açığı ve yurttaşlara şiddet uygulanmasında Sarkozy’nin payı büyüktür. Patronların devasa kazançlarına vergi indirimi sağlanmasına karşın tüketim vergilerinin artırılması, 35 saatlik çalışma süresinin yok edilmesi, grev hakkının sınırlandırılması gibi emekçi karşıtı yasalarda payı bulunan Sarkozy, patronların hizmetindeki partisinin geleneksel çizgisinde yer almaktadır. Sarkozy’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ve partisinin yeniden iktidarda kalma olasılığı bu yüzden salt sosyal kazanımlarını birer ikişer yitiren emekçiler, dar gelirliler, evsiz barksızlar için değil, Avrupa Birliği için de felaket yıllarının kapıda olduğu anlamına gelmektedir. Dayanışmanın ve sosyal kazanımların Avrupa’sı olma amacıyla kurulan birliği, kuruluş amacından saptırıp onu serbest piyasacıların at oynattıkları patronların Avrupa’sına dönüştürme ve Amerika’ya yaklaştırma çabaları sona ermiş değildir. Fransızların ve Hollanda’nın refarandumda reddettiği Avrupa Anayasası’nın yeniden gündeme getirilerek dayatılması olasılığı Sarkozy ve Merkel’in iktidarında, daha fazla şansa sahip görünmektedir. Bugüne kadar hiçbir politikacı Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine ‘Bu ülkenin Avrupa’da yeri yoktur’ kesinliğinde kaba ve çiğ biçimde karşı çıkmamıştır. Bu onun politik ve ahlaki düzeysizliğinin bir başka kanıtıdır. Ayrıca Türkiye’nin Bay Sarkozy’nin düşlediği Amerikan bendesi ve patronların Avrupa’sında yer almak gibi bir isteğinin olamayacağını da, bu fırsatla söyleyelim. ??? UMP adayının adaylık şovunu 150’si yabancı 500 gazeteci izlemiştir. Avrupa’(nın önde gelen medyalarının Sarkozy’nin ‘cülusu’ ile ilgili gözlemleri ise hayli ilginç. Norveç ve Danimarka gazeteleri Sarkozy’nin adaylık şovunu ‘Napolyon’un cülus töreni’ ile karşılaştırmışlar. Financial Times ise ‘Sarkozy’nin tutarlı bir politikacı olarak görünmediğini, popülist olmaktan çok daha fazlasına sahip olması gerektiğini’ ileri sürmüştür. Gazeta Russ’e göre, ‘Amerikan taraftarı olarak Sarkozy ile FransızRus ilişkilerinin Chirac dönemindeki gibi olumlu seyretmesi kolay olmayacaktır’. İngiliz Guardian’a göre ise ‘UMP adayının seçimleri kazanması kuşkuludur. Ayrıca tarihinin bu en güç döneminde Fransa’nın ihtiyaç duyduğu başkan niteliklerinden de yoksundur’. Aydınlanmanın, sosyal dayanışmanın ve dünyayı aydınlatan akılcılığın ve yüz akı bir kültürün Fransa’sı, taşınmaz konusunda uzman avukat politikacı Bay Nicolas Sarkozy’den çok daha fazlasını hak ediyor. B Son büyük yalan Bush rejimi bu aldatmacayı kolaylaştırmak için bir propaganda etkinliği sahneledi: Amerikan birlikleri Kuzey Irak’taki bir İran diplomatik temsilciliğine baskın düzenledi, kaçırdığı İranlı yetkilileri de ABD askerlerine saldırı planlamakla suçladı. Bush rejiminin son büyük yalanı, Irak’ta İran yüzünden üyesi bana makul bir yanıt verdi: Bush kazanamadığı... “Ilımlı” Gates, “İranlıları Irak’taki yenilgisini İran “zaferi” ile çok olumsuz tavırlar içinde olmakla” unutturabilir. İşte bu da zafer senaryosu: suçladı. ABD askerlerinin sayısının Bush İran’a hava saldırısıyla bu ülkenin (var artırılmasının gerekçesi olan Irak, önemini olmayan) nükleer silah programının yok yitiriverdi. Bush’un “sert” konuşmasının edildiğini öne sürecek. Bush yönetiminin ilan ardından Bush, Dışişleri Bakanı Rice, ettiği zafer ve propagandacı Amerikan Başkan Yardımcısı Cheney, Gates ve Ulusal medyası “ABD’yi bir nükleer saldırıdan Güvenlik Danışmanı Hadley son birkaç gün kurtaracak”. Bu durum Bush’a desteği içinde İran hakkında Irak’tan çok daha fazla artıracak ve Karl Rove’un şey söylediler. 2003’te Bush 2008 seçimlerini rejimi aynı yöntemi, Cumhuriyetçilerce kamuoyunun dikkatini ush’un kısa programlanan hileli oy Usame bin Ladin’den dönemli bir zafere sayım makineleriyle Saddam Hüseyin’e ihtiyacı var ve İran uzun çalabilmesinin önünü çevirmek için uygulamıştı. dönemli zafer için ona açacak yüzde 5050’lik bir Bu yöntem o denli başarılı bölünmeyi sağlayacak. Eski oldu ki bugün bile bu fırsatı verecek. yetkili, Bush’un zafer ilan ABD’lilerin önemli bir edebileceğine, çünkü İran’ın bölümü hâlâ 11 Eylül’ün askeri karşılık vermeyeceğine inanıyor. İran, sorumlusunun Saddam olduğuna inanıyor. Bush rejimi halkı bu kez de kandırabileceğini füzelerini uçak gemilerimizi batırmak ya da Bağdat’taki karargâhımızı vurmak için düşünüyor. İran’ın bir saldırıya uğrayacağı kullanmayacak. Tahran, Amerikanİsrail kesin. İsrail ve yeni muhafazakârlar bunu saldırganlığının yeni Müslüman kurbanı istiyor. Peki, Irak’ta başarısızlığa uğrayan rolünü benimseyecek ve Müslüman Bush, ABD’nin asla işgal edemeyeceği çok dünyasındaki öfkenin büyümesini daha güçlü bir Müslüman ülkeye saldırarak sağlayacak. Ve Ortadoğu’da ABD yanlısı sorunlarını daha da şiddetlendirmeyi neden istiyor? Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski bir hiçbir hükümetin güvende olamayacağı gün gelecek. Bush’un kısa dönemli bir zafere gereksinimi var ve İran uzun dönemli zafer için ona bu fırsatı verecek. Bunun ABD, İsrail ve Ortadoğu’daki Amerikan kuklası rejimler için sonuçları korkunç olacak, ama kısa dönemde değil. Toplama kampları hazır Bu açıklama, Bush’un İsrail lobisinin hatırına neden daha da derin bir batağa saplanmayı göze aldığı ikilemine yanıt getiriyor. İran’a saldırı, Bush’un hem güçlü İsrail lobisini tatmin etmesini hem de İran’ın (var olmayan) kitle imha silahlarını ortadan kaldırdığını iddia etmesini sağlayacak. Rejim İran’daki bir “zafer” ile Irak’taki yenilgisinin üstesinden gelebilirse “Ya bizden yanasın ya da bize karşısın” yeni bir hayat bulacak ve ABD’de vergilerimizden sağlanan gelirlerle Halliburton tarafından yapılan toplama kamplarına kimlerin atılacağını göreceğiz. * Başkan Ronald Reagan döneminin Maliye Bakan Yardımcısı. (Counterpunch internet sitesi, 17 Ocak) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer B K UTLANACAK LİDER Talat’ın yiğitliği LUKAS Y. HARALAMBUS L K edra (Lokmacı) Caddesi’ndeki köprü konusu, iktidardaki partilerin ve liderlerinin davranışının politik açıdan eşi görülmemiş, çelişkili ve saçma bir davranış olduğunu bir kez daha göstermiştir. Sade vatandaş, daha ciddi davranırdı. Mehmet Ali Talat, Ankara’daki askerlerle cesurca karşı karşıya gelerek, siyasi bir ders verdi. Bizimkilerin, özellikle de Hristofyas’ın bundan ders almaları iyi olurdu. Talat, Türkiye liderliğini, köprüyü yıkmasına izin vermemeleri halinde istifa etmekle tehdit edecek noktaya gelmiştir. Bizim tarafta görüşlerini savunarak iktidarı terk etmeye niyetli tek bir politikacı var mı? Seçildiği günden beri politikacılarımız, Talat’ın askeri rejimin şakşakçısı ve boyunduruğu altında olduğunu, askerlere sormadan hiçbir şey yapamayacağını söylemekten vazgeçmediler. Şimdi adam askerlerle karşı karşıya gelmişken yardım edeceklerine onu vuruyorlar. Askerler köprünün yıkılmasını engelleselerdi, bayram edeceklerdi, çünkü haklı çıktık diye böbürlenmeleri için bir fırsat sunulacaktı! Üstelik bizimkileri iktidarda tutanlar da bu Türk askerleridir. Bizimkilerin davranışının ne kadar saçma olduğu, anlamsız argümanlarından da anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı ve eşke bizim Hristofyas günlerdir de Talat’ın şöyle diyorlar: “Yasadışı siyasi bir köprünün kültürüne ve yıkılması, Kıbrıslı ahlakına sahip Türklerin inancına bir liderimiz bağlanamaz ve jest ya da ödün sayılmaz.” olsaydı. Oysa tam da bundan Hatasını dolayı Talat düzelten lider kutlanmalıdır. Köprünün kutlanmaya bir hata olduğunu kabul layıktır. edersek, köprüyü yıkarak bu hatasını düzeltme cesareti bulması, onu alkışlamamız için bir nedendir. Bir hata yapıldığını kabul etme ve tepkileri umursamayarak hatasını düzeltme cesaretine sahip bir lider, kutlanmaya layıktır. Keşke bizim de Talat’ın siyasi kültürüne ve ahlakına sahip liderlerimiz olsaydı. Hangi politikacımız hatasını kabul edip düzeltme cesaretini kendinde buldu? Başkanımız Kıbrıs’ın 1963’te kana bulanmasında en büyük sorumluluğu taşıyan Akritas örgütüne katılımının ciddi bir hata olduğunu kabul etmeye cesaret eder miydi? Doğal olarak soru akademiktir. Siyasi yiğitlik ve siyasi haysiyet, bizim siyasi çölümüzde bilinmeyen bir türdür. Tek tesellim, sonunda Kıbrıs’ta bu kadar cesur bir liderin bulunmasıdır. Bu kişinin Türk olması beni rahatsız etmiyor. Bizimkilerin Türk de olsa, onu örnek almaları ayıp değildir. Not: Dostum Lazaros Mavros (en büyük vatansever) Simerini’deki yazısında, Türkiye’nin, propaganda için memurlarına para ödemesine gerek olmadığını, çünkü bu satırların yazarının bu işi Türklerden daha iyi yaptığını belirtiyor. Haklıdır ve ona teşekkür ediyorum. Bana parlak bir fikir verdi. Erdoğan’dan memurlarını işten çıkarmasını ve yapacağı tasarrufun bir kısmını bana göndermesini isteyeceğim. (Cyprus Dialogue, 19 Ocak) Yunancadan çeviren: Reşat Akar Oskar Lafontaine, halkların isteklerinin gözardı edilmemesini istiyor ‘AB Anayasası kurtulmaz’ A lmanya’da, SPD’nin eski genel başkanlarından ve Sol Parti (PDS) Meclis Grubu Eşbaşkanı Oskar Lafontaine, Avrupa Birliği ile ilgili görüşlerini Freitag dergisine açıkladı. FREITAG Başbakan Angela Merkel, AB Dönem Başkanlığı’nı komadaki anayasa sürecini yeniden canlandırmak için kullanmakta neden kararlı? LAFONTAINE Bunu ben de anlayabilmiş değilim, ama anayasa sürecinin durumunu ben de sizin gibi değerlendiriyorum. Avrupa devletlerine böyle bir anayasayı onaylatmak zor olacak. Ancak solun talebi, tüm AB ülkelerinde halk oylamalarıyla bir anayasa kararı alınması şeklindedir. Çünkü yıllardır Avrupa’nın gelişimi hep halka sormadan karara bağlanmıştı. Böyle davranan, AB’nin kokuşup demokratik olmayan bir bürokrasiye dönüşmesini sağlamış olur. Hükümet, Avrupa iç pazarının tamamlanması veya enerji güvenliği gibi konuların da AB Dönem Başkanlığı’nın ağırlık konuları olacağını açıkladı. Sizin öncelikleriniz ne olurdu? Sol, böyle bir durumda, Avrupa pazarını düzenleyici kurallara tabi tutardı, özellikle de işgücü piyasasını. İşgücü piyasası, korkunç bir sözcüktür, çünkü bu piyasa üzerinden aracılık yapılan malların varlığını telkin eder, oysa burada söz konusu olan insandır. Sol, AB’de asgari ücretten yana çıkardı. Çünkü Avrupalıların sürekli sosyal güvencesizlikle yüz yüze bırakılmaması ve Avrupa iç pazarının düzenleyici kurallara bağlanması için bu asgari ücret kararı vazgeçilmezdir. Peki ya enerji politikaları açısından? Bu konuda çok dikkatli olunmalıdır. Avrupa’da şu sıralarda, enerji tedariki için gerekirse askeri müdahalede bulunabileceği yolundaki Amerikan düşüncesi tuhaf bir biçimde yayılıyor. Tehlikeli bir yoldur. Yayımladığınız AB memorandumunda, Fransa ve Hollanda’da anayasanın reddedildiğini söylüyorsunuz. Ama buna karşı, 17 ülkede de bu anayasanın onaylandığı görüşü ileri sürülebilir. Ayrıca haziranda Fransa’nın başkanı değişecek, bu da bazı şeyleri harekete geçirebilir. Kararınızda ısrarlı mısınız? Bir AB Anayasası halkın istediği bir şey olmalıdır, tersi durumda bir anayasa değil, dışarıdan dayatılmış bir düzenlemeler bütünü olurdu. Avrupa halkı, bu anayasadaki neoliberal politikadan memnun değil. Bu politika, AB’de işsizliği ve yoksulluğu büyüttü. Ayrıca biz, sol olarak, demokrasiyi biçimsel bir tavır değil, bir hükümet tarzı olarak anlıyoruz. Bu hükümet tarzında, AB yönetiminin Oskar Lafontaine kararlarında olduğu gibi, halk çoğunluğunun çıkarlarına aykırı hareket edilmez. Ama Almanya’da da, kendisini aydınlatılmışların toplandığı yer olarak gören Federal Meclis’te de görüyoruz. Burada hep halkın çoğunluğuna karşı kararlar alınmaktadır. Yine çoğunluğun isteğine karşı Alman ordusunun sınır aşırı operasyonları da anılabilir. Parlamentoda, halkın çoğunluğu neyi doğru buluyorsa onun tam tersi karara bağlanıyor. Anayasaya gerek var mı? Yoksa temel haklar bildirgesi gibi bir şey yeterli mi? Avrupa’nın birliği ilerletilmek isteniyorsa ve benim gibi, bir Avrupa Birleşik Devletleri vizyonunda ısrar ediliyorsa, AB Anayasası bir ilerleme olur. Ama anayasa, mevcut belgedeki gibi, heykel gövdesi gibi bir şey olmamalı. Kısa bir metin yeterli. Bu metinle AB devletleri davranış ilkeleri üzerinde anlaşırlar ve ayrıntıları düzenlemezler. Fakat temel ilkeler arasında, sosyal devlet ve mülkiyetin kamu karşısındaki yükümlülüğü de olmalıdır. Bu kadar genişleme yeter Memorandumunuzda AB’nin genişlemesi hakkında neden bir şey söylemiyorsunuz? Çünkü biz, önce, bu son genişlemelerin üstesinden gelinmesi görüşündeyiz. Bunlar demokratik olmayan yollardan halk hiçe sayılarak yapıldığından değil, ayrıca ücret, sosyal güvenlik ve vergi indirimi gibi konularda da kötüye kullanılacağı için böyle düşünüyoruz. Bu yüzden işveren örgütleri genişleme konusunda bu kadar iştahlı davrandılar. Bu böyle kaldığı sürece, sol genişleme üzerine görüş bildiremez, sadece yanlış gelişmelerin nasıl düzeltilebileceği üzerine konuşmak zorundadır. Türkiye’nin adaylığı konusunda ne düşünüyorsunuz? Aynı şekilde düşünüyorum. Eskiden hep AB’nin genişletilmesine ihtiyacımız olduğu söylenirdi. Geriye sosyal güvenlik alanındaki düşüşleri içeren dampingden başka hiçbir şey kalmadı. (Freitag, Almanya, 19 Ocak) Almancadan çeviren: Osman Çutsay Hırant Dink’e sıkılan hain kurşun demokrasiye, barışa ve kardeşliğe sıkılmıştır. Katliamı nefretle kınıyoruz. SHP İstanbul İl Başkanlığı CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle