23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 OCAK 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Cep telefonuyla yaptığı görüşmeye iki katı vergi ödeyen Türkiye, bu alanda da birinciliği bırakmadı! 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK En pahalı konuşan ülke Türkiye ? Türkiye’de GSM faturalarının yüzde 57’si vergilerden oluşuyor. Mobil iletişimden yüzde 18 KDV , yüzde 25 ÖTV ve yüzde 14 oranında maktu vergi alınıyor. Bu oran Avrupa ülkelerinde ise yüzde 1525 arasında değişirken Uganda’da ve Zambiya gibi ülkelerde bile yüzde 30’u aşmıyor. ANKARA (ANKA) Türkiye, yüzde 57’ye varan iletişim vergisiyle en pahalı GSM hizmeti veren ülkeler arasında başı çekiyor. Gelişmiş ülkelerde faturalara sadece KDV yansıtılırken Türkiye’de ise yüzde 25 ÖTV , yüzde 14 maktu vergi yüzde 18 de KDV alınıyor. Ulaştırma Bakanlığı, iletişim vergisinin yüzde 20’ye düşürülmesine ilişkin çalışmasını Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a sunacak. GSM’de vergi indirimi konusunda nihai kararı Maliye Bakanlığı verecek. Ulaştırma Bakanlığı, 1999’da yaşanan Marmara depreminden sonra getirilen yüzde 25 oranındaki özel iletişim vergisinin kaldırılması için kolları sıvadı. ANKA’nın konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, “GSM üzerindeki vergilerin ayıklanmasına yönelik çalışmayı tamamladık. 2007 yılı içinde Maliye Bakanlığı ile uzlaşma yoluyla son şekli verilecek” diye konuştu. GSM üzerindeki vergi yükünün yüzde 20 civarında olması gerektiğini kaydeden Bakan Yıldırım, KDV dışında vergi kalmaması gerektiğini de kaydetti. Barış Konuşmalı! Ülke yeni yıla savaş ve barış kavramlarıyla giriyor. Bir tarafta, Irak sınır güvenliği ve terörün önlenmesi yoğun olarak tartışılıyor. Diğer taraftan da geçen hafta sonu Ankara’da iki gün süre ile “Türkiye Barışını Arıyor” toplantısı ve bunun yankıları konuşuluyor. Var olan iç ve dış koşullarda, Türkiye’nin Irak konusunda, sınır güvenliğini korumanın ötesinde bir askeri hareket girişimi, tam anlamıyla yıkım olur. ABD’nin oluşturduğu Irak ateşine girilmesi, ağır can kayıpları, sonu belli olmayan ölümcül bir macera, demokrasinin askıya alındığı karanlık bir ortam ve ekonomik çöküntü demektir. Ülke, Irak ve Kerkük ile ilgili sorunları, kesinlikle, diplomasi yoluyla çözmelidir. ??? “Türkiye Barışını Arıyor” toplantıları sonrasında bir sonuç bildirisi yayımlandı. Sonuç bildirisi “Barış Program(ı) Taslağı” başlığını taşıyor. Taslak, bir dayatma değil, adı üstünde, bir tartışmaya ve katkı yapmaya çağrı metnidir. Hiç kuşkusuz, gerek toplantı boyunca yapılan konuşmaların, gerekse “Barış Programı Taslağı”nda yer alan önerilerin tümüne katılma olanağı bulunmuyor. Ancak bunların üstünde, toplantının yapılması ve ortaya çıkan barış çağrısı, başlıbaşına çok olumlu bir başlangıç sayılmalıdır. Son günlerin geçerli nitelemesiyle, adına ister Kürt sorunu denilsin, istenirse Güneydoğu, Türkiye’nin böyle bir sorunu vardır. Bir gerçek daha var, geçmişte yapılan yanlışlar nedeniyle sorunun çözümü bir türlü sağlanamıyor. Geçmişin yanlışlarına, karşılıklı suçlamalarla sorunu büyütmek için değil, yalnızca, ders çıkarmak ve yeni yanlışlar yapılmamak amacıyla değinilmelidir. Bunun gibi, usta yazar Yaşar Kemal’in ya da diğer konuşmacıların kullandığı kimi sözcükleri öne sürerek bu oluşumu silip atmanın da doğru bir tarafı yoktur. Geçmişin eksikleri konusunda söylenebilecek çok şey varsa da bunların en önemlisi, toprak reformudur. “Barış Programı Taslağı”nda yer bulamayan asıl eksiklik, yörenin insantoprak ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi konusudur. Türkiye, birkaç kez girişmesine karşın, o bölgede toprak reformu yapmamanın yüklü bedelini, on yıllardır ödüyor. Oysa, çağrıda da vurgulandığı gibi soruna, demokrasi ile çözüm bulunacaktır. Demokrasinin ana dayanağı insanın özgürleşmesidir. Yapılacak bir toprak reformu, yöre insanının, ekonomik, siyasal ve kültürel özgürleşmesinin önünü açacaktır. ??? Yapılması gereken “ilk iş”, ölümlerin son bulmasıdır. Barış Programı, “silahlı çatışmaların karşılıklı olarak acilen durdurulmasını” öneriyor. Böyle bir denklem kurmak yanlıştır; burada karşılıklılık değil, öncelikle PKK terör eylemlerinin tümüyle durdurulması gerektiği vurgulanmalıydı. Terör sona erer topluma bunun kalıcılığı güvencesi verilebilirse, Barış Programı’nda sözü edilen siyasal, ekonomik, sosyal kültürel ve medya ve toplumsal iletişim alanına yönelik öneriler çok daha sağlıklı bir biçimde tartışılır. Demokrasinin temelleri sağlamlaşır. Barış, kalıcılaşır. Yeni yılda yalnız barış konuşulmalı ve umut olarak kalmamalı, yaşanmalıdır. ??? Hrant Dink alçakça öldürüldü. Ülkeye, barışa, düşünceye bir kez daha kurşun sıkıldı. Hrant’ı öldüren kimdir? Türkiye düşmanları. Ancak, derece derece başka sorumlular da yok değil: Düşünce cinayetlerini, yıllardır, “faili meçhul” bırakanlar; düşünce özgürlüğünü güvence altına almayanlar; düşüncelerini açıklamaktan başka suçu olmayanları hukuk oyunlarıyla mahkum edenler; kişileri, düşünceleri nedeniyle hedef gösterenler ve bu tür saldırıları önlemeyen yetkililer. Yaşamını barışçı çözümlere adayan Hrant’ın ailesine, yakınlarına, Ermeni cemaatine ve ulusumuza başsağlığı diliyorum. “Güle güle kardeşim Hrant”. yakupkepenek06@hotmail.com erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com Avrupa’da sadece KDV var Türk Telekomünikasyon Kurumu’ndan edinilen verilere göre, Türkiye’de iletişimden alınan vergi toplamı yüzde 57’ye ulaşırken sabit hatlarda da bu oran yüzde 44 düzeyinde bulunuyor. İletişim vergilerinde Türkiye’yi yüzde 30’la Uganda, yüzde 28’le Zambiya ve Brezilya izliyor. Bunların ardından da Ukrayna, Ekvador, Kenya, Tanzanya, Arjantin, Pakistan, Tunus, Polonya ve Fas geliyor. Birçok ülkede iletişimde tek kalemde vergi alınırken Türkiye’de ise bu oran 6 kaleme ulaşıyor. Cep telefonu ve sabit hatlarda fiyat indirimleri yapılırken vergi oranlarının yüksek olması nedeniyle daha fazla indirime gidilemiyor. Avrupa ülkelerinde telekomünikasyon hizmetlerinden sadece KDV alınıyor. Ülkelere göre uygulanan KDV oranları da yüzde 15 ile yüzde 25 arasında farklılık gösteriyor. TAGEM’ler özel sektöre açılacak ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, bakanlığa bağlı 60 araştırma enstitüsünü özel sektöre açıyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, 17 Ocak 2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan tebliğ ile getirilen bazı yenilikler şöyle sıralandı: ? Bürokratik işlemler kaldırılacak ve karar mercii enstitüler olacak. Araştırma Enstitüleri, yapacakları çalışmalara ilişkin özel sektörle protokol imzalayabilecek. ? İlk defa proje sahipleri, kamuya ait araştırma altyapısını ve bilgi birikimini kullanma imkânı elde edecek. ? Araştırma kuruluşları, sektör ve hedef kitle temsilcileriyle çok daha yakın ilişkiye girecekleri için kendi araştırma programları da gerçek önceliklerle çok daha uyumlu olacak. ? Araştırma Enstitüleri’nin eksik veya eskimiş olan bazı altyapı ihtiyaçları karşılanacak veya modernize edilecek. ? Kamu ArGe maliyetinde önemli oranda tasarruf sağlanacak. ? Mali mevzuata takılmadan finans kaynağı, işin tabiatına uygun olarak dinamik ve hızlı bir şekilde kullanılabilecek. Çalışma çağındaki 52 milyon kişinin yarısından fazlası işgücüne katılamıyor 27 milyon kişi çalışmıyor ? Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine dayanarak yapılan hesaplamalara göre işgücüne katılmayanların yarısı ev kadını. Bu rakam çalışma çağındaki nüfusun dörtte birini, işgücüne katılmayanların da yarısını oluşturuyor. ANKARA (A A) Türkiye’de değişik sebeplerle çalışma çağındaki nüfusun yarısı işgücüne katılmıyor. İşgücüne katılmayanların yarısını “ev kadınları’’ oluşturuyor. Türkiye’de 2006 Ekim dönemi itibarıyla çalışma çağında (15 yaş ve üstü) 51 milyon 922 bin kişi bulunurken, bu rakamın 26 milyon 774 bin kişisi çeşitli nedenlerle işgücüne katılmıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine dayanarak yapılan hesaplamalara göre söz konusu dönem itibarıyla “çalışmayan ve iş aramayan’’ 26 milyon 774 bin kişinin 13 milyon 27 bini “ev işleriyle’’ meşgul, yani ev kadını. Bu rakam çalışma çağındaki nüfusun dörtte birini, işgücüne katılmayanların da yarısını oluşturuyor. Çalışmayan nüfusun 1 milyon 977 bin kişisini de “iş aramayıp ancak çalışmaya hazır olanlar’’ oluşturuyor. Bu grup içindeki 644 bin kişinin iş bulma ümidi yok. 2006 Ekim dönemi itibarıyla, mevsimlik çalışanların sayısı 308 bin kişi olurken, öğrenci sayısı 3 milyon 482 bin, emekli sayısı 3 milyon 127 bin kişi. Türkiye’de çalışamaz halde bulunanların sayısı ise 3 milyon 318 bin kişi civarında bulunuyor. Verilere göre çalışmayıp ve iş aramayıp ancak çalışmaya hazır olan 1 milyon 977 bin kişinin 1 milyon 82 binini kadınlar oluşturuyor. Bu gruptaki erkeklerin 395 bininde, kadınların da 249 bininde ‘’iş bulma ümidi’’ yok. Söz konusu dönem itibarıyla mevsimlik çalışanların 80 bin kişisini erkek, 228 bin kişisini ise kadın nüfus; öğrencilerin de 1 milyon 968 binini erkek, 1 milyon 514 binini de kadın oluşturuyor. İşgücüne dahil olmayan emeklilerin de yine büyük çoğunluğu erkek. Toplam 3 milyon 127 bin emeklinin 2 milyon 505 bini erkek, 623 bini ise kadın. TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre 2 milyon 344 bin işsize, iş aramayıp ancak çalışmaya hazır olan 1 milyon 977 bin kişinin eklenmesi ile işsizlerin toplamı 4 milyon 321 kişiye ulaşıyor. TZD: Kuraklık için acilen önlem şart ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Başkanı İbrahim Yetkin, yetkililerin “Kuraklık şimdiden belli olmaz nisan yağışlarıyla anlaşılır’’ dediğini hatırlatarak, “Bu biri öldükten sonra tedbirinin alınması gibidir. Ölü, dirilir mi?” dedi. Yetkin, düzenlediği basın toplantısında, Tarım Bakanlığı’nın son kuraklıktan önce yayımlanan rakamlarına göre, 20062007 sezonunda buğday üretiminin en iyimser tahminle 20 milyon ton civarında olmasının beklendiğini ifade ederek ancak kuraklık nedeniyle bu rakamın 19 milyon ton civarına ineceğinin tahmin edildiğini söyledi. Geçen yıl toplam yurtiçi buğday tüketiminin 17 milyon 297 bin ton olduğunu, bu yıl bu rakamın 17 milyon 700 bin tonu geçmesinin beklendiğini dile getiren Yetkin, “Türkiye, buğday konusunda kırmızı çizgiye dayanmıştır’’ diye konuştu. Tersane çalışanlarının ailelerinin de katıldığı gösteride, Hrant Dink’in öldürülmesi de “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” yazılı pankartlarla protesto edildi. (Fotoğraf: SELİN GÖRGÜNER) Tersane işçileri sosyal güvencesini arıyor İstanbul Haber Servisi Tersane İşçileri Birliği üyeleri dün Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklaması yaparak tersane işçilerinin sosyal güvenceden yoksun çalıştırılmasını ve iş şartlarını protesto etti. Her ay 10’dan fazla işçinin iş kazalarında yaralandığına, bunlardan en az birinin ölümle sonuçlandığa dikkat çekilirken, işçilerin sigortasız, sosyal güvenceden yoksun çalıştırıldığı ve en temel insani ihtiyaçlarının karşılanmadığı belirtilerek, tersanelerde gerekli iş güvenliği tedbirlerinin alınması, taşeronlaşmanın yasaklanması, yevmiye usulünün kaldırılarak düzenli ücret uygulamasına geçilmesi istendi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinin de protesto edildiği eylemde, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Tersaneler cehennem, işçiler köle olmayacak”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni” sloganları atıldı, “Sigortasız işçi kalmayacak”, “İş cinayetine kurban gitmek istemiyoruz”, “Susmayacağız” yazılı dövizler taşındı. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Çarşamba sabahı, Financial Times’da, Abdullah Gül’ün Büyük Ortadoğu bölgesinin sorunlarını irdeleyen “Doğu’nun sorunu içseldir, Batı’yla olan bir çatışma değil” başlıklı yazısını okuyunca çok sevindim. Anlaşılan, salıyı çarşambaya bağlayan gece ABD apar topar bölgeyi terk etmiş, bölge halkı, nihayet kendi iç sorunlarıyla baş başa kalmış… Nihayet, Gül, bu “yerleşik sorunların güvenilir bir ana akımın gelişmesini engellediğini”… “ana akımda yer alacak insanları aşırı uçlara ittiğini” bir kez daha vurguluyor ve “Doğu, bu tehlikeli, moral bozucu sonuçların, kendi toprağından kaynaklanan köklerini artık daha fazla saklayamaz” diyerek bitiriyor. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’nın, dünyanın önde gelen gazetelerinden birinde Büyük Ortadoğu’daki durumu değerlendirmek amacıyla yayımlanan bu yazısında, ABD’nin bölgedeki varlığına, buna karşı sürmekte olan direnişe ilişkin tek bir sözcük yok. Bu yazıyı okuyan, Afganistan ve Somali’ye, Irak ve Lübnan’a kadar, savaşların, çatışmaların nedeninin, yerel siyasi partiler arası anlaşmazlıklar olduğunu düşünebilir. Irak’ta ABD işgaline, Lübnan’da İsrail saldırısına karşı direnenlerden haberi bile olmaz. Büyük Ortadoğu Projesi’nin, ABD’nin İran’la yeni bir savaşa hazırlanmakta olduğunun, dünyanın, bölge halklarının bir nükleer savaş olasılığı ile yüz yüze olduğunun (Cossudowski, The Canadian, 10/01/07) farkında bile olmaz. Abdullah Bey Beni Çok Sevindirmişti… ABD nerede? Abdullah Gül FT yazısında, Batı ve Doğu arasındaki ilişiler söz konusu olduğunda, genelde önemli bir yanlışlık yapıldığını düşünüyor. Dikkatle bakılınca görülecekmiş ki “Büyük çatışma Batı ile Doğu arasında değil, Doğu’nun kendi içinde” imiş. Doğu’nun içindeki bu çatışmanın da tarafları, Gül’e göre ılımlılarla, aşırı, maximalist programlara sahip olanlar. Gül diyor ki: “Afganistan ve Somali’den, Irak ve Lübnan’a kadar ülkelerin iç çatışmalardan dolayı yıkıldıklarını görüyoruz. Mezhep çatışmaları her gün neredeyse yüzlerce masum insanın canına mal oluyor”… ve ekliyor: “Eğer gittikçe güçlenen bu özyıkım eğilimi denetim altına alınmazsa, bugünün nispeten sınırlı çatışmaları, bölgede başkalarını da içine çekecek muazzam bir kara delik yaratabilir.” Gül Irak’ı örnek vererek diyor ki, “Kaos sürdüğü müddetçe, oradan iyi bir şey beklenemez.”.. “Irak’ta acılara yol açan halen sürmekte olan siyasi mücadeledir”… “Iraklı siyasi gruplar düzeni restore etmek yerine sonuna kadar savaşmaktan yana görünüyorlar” Üstelik çöküş, Gül’e göre “Irak’la da sınırlı değil, Dünyanın bu kesiminde genel bir tehlike oluşturuyor”... “Yakındoğu’da toplumları etkileyen bu eski sorunlara yönelik ciddi bir yaklaşımı artık geciktiremeyiz. Yürekli bir özdeğerlendirme döneminden sonra, bu sorunları arkada bırakmak için ciddi bir girişim gerçekleştirilmelidir”… ‘Diplomatik derinlik’ Dışişleri Bakanı Gül de, herkes gibi, ABD’nin bölgemizde neler yapmakta olduğunu gayet iyi biliyor. Öyleyse neden hem kendini hem de ülkesini (Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanına bakınız!) belki de alay konusu yapacak bir “bilirbilmezlik” sergiliyor. Acaba, Gül aslında ne diyor? Gül, bölge sorun ya cesaret edebildiği bir çizgiyi desteklemiş oluyor. Bu çizgi şöyle özetlenebilir: Biz Irak’a yardım etmek için elimizden geleni yaptık, 3000’den fazla ölü verdik. Şimdi sıra Iraklılarda, bizim bu fedakârlığımıza layık olduklarını göstermeleri gerekir… Aralarında savaşmayı bırakıp bizim getirdiğimiz düzeni kabul etsinler, direnişi ezme çabamızı desteklesinler! “Ilımlı çizgiyi”, “ana akımı” temsil etme iddiasıyla yazılmış bir yazıda, ABD siyasetinin en aşırı çizgisine, İngiltere hükümetinin İrlanda Bakanı’nın “gelmiş geçmiş en aşırı sağcı hükümet” olarak nitelediği (The Guardian, 18/01) Bush yönetiminin arkasındaki en aşırı çizgiye destek vermek, tam anlamıyla trajik bir ironi. Dahası, Gül bu saptamalarıyla, “Doğu, başına gelen her şeyden, artık Batı’yı suçlamaktan vazgeçmelidir” diyen oryantalist yaklaşımı benimsediğini de itiraf etmiş oluyor. Biz de hükümetin dış politikasını dayandırdığı “stratejik derinliğin” oryantalist kökenlerini bir kez daha görmüş oluyoruz. En derin oryantalizm, en kalın “beyaz maske” bile, “Büyük Ortadoğu”da yaşanan trajedinin, dün sömürgecilikle, bugün de ABD politikalarıyla ilişkisini gizleyemez. Öyleyse Gül’ün, bölgedeki ABD gerçeğini görmezden gelen bu yorumu, kasıtlı olarak, ABD içindeki bir kanadın hoşuna gidecek biçimde, özellikle dile getirilmiştir. Belli ki, “stratejik derinlik”ten sonra şimdi de bir “diplomatik derinlik” örneğine tanık oluyoruz. larını irdelerken ABD’ye hiçbir gönderme yapmadan, tüm kargaşanın, acıların faturasını bölge halkına çıkararak ABD’yi aklamakla kalmıyor, ABD’de bile, ancak en aşırı uçtaki neoconların savunma Zayıflık belirtisi mi, ‘Levanten’ kurnazlığı mı? Gül’ün FT’deki yazısını okuyanlar acaba ne düşündüler? “Bu Ortadoğulular hep böyledir. İşte kulağa hoş gelecek şeyler söyleyerek, bizi kandırıyor, aynı anda kim bilir ne tuzaklar hazırlıyor” diye mi düşündüler? Acaba, “İşte siyasi yaşamına tırnaklarının ucuyla tutunmaya çalışan bir siyasetçi. ABD’den destek alarak siyasi yaşamını uzatmaya çalışıyor; ‘Ben ılımlıyım beni destekle, benden vazgeçme’ diyor” diye düşünenler de oldu mu? Ya da birileri, Başbakan’ın, Wall Street Journal’daki benzer bir ruh haliyle yazılmış yazısını da (30/08/2005) anımsayarak, “TC Hükümeti ABD’nin elinde, bölgede istediği gibi kullanacak, Dışişleri Bakanı buna hazır, hatta ne görev verilirse yapacaklar” diye mi düşünecekler? Bunlar belki şunu da sorabilecekler: “İyi de neden bu açıklamayı ortalıkta yapıyor. Yoksa Beyaz Saray, artık Tayyip & Gül hükümetine, doğrudan konuşma kanallarını kapadı mı?” Neticede, bana, bu yazıyı okuyanlar, hızla “zayıflamakta olan bir hükümet” ile “Levanten kurnazlığı” yorumu arasında kalacaklar gibi geliyor. Hiç kimsenin, “Bunlar, tecrübesiz, içlerinde yaşadıkları dünyayı kavrayamıyor, dış politikanın inceliklerini bilmiyorlar” diyeceğini sanmıyorum. Bu arada, Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin üyeliğine karşı olanların, “Türkiye zaten ABD’nin Truva atıdır” savları biraz daha taraftar bulacak. Bana gelince, hem üzüldüm, hem yüzüm kızardı, hem de korktum. Korktum çünkü, bölgede tarih hızlandı, risk hızla tırmanıyor, en son olarak Hrant Dink’in, (“Soykırım tartışmalarının” en soğukkanlı ve karşısındakinin hassasiyetlerine en duyarlı unsurlarından biriydi) kim bilir hangi hesapla katledilmesinin de gösterdiği gibi, biz, bu yeni ve çok tehlikeli konjonktüre, böyle bir Dışişleri Bakanlığı ve kimden ne kadar etkilendiği belirsiz bir hükümetle giriyoruz… CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle