25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 NİSAN 2006 CUMA 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Bu yıl 8’incisi düzenlenen Devlet Tiyatroları Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali sürüyor YAZI ODASI SELİM İLERİ Abderalılar Türk müydü? ÇETİN YİĞENOĞLU Gençlik Mektupları Sevgili Haluk Aker, kendisine yazdığım gençlik mektuplarımı geri göndermiş. İçli bir mektup eşliğinde. Geçen zaman, yürüdüğümüz yol, yön... Bu mektupları en iyisi sana göndermek demeye getiriyor. Kocaman bir zarftan, 1969 tarihli mektuplarım çıktı. Kimi elyazısı, kimini yazı makinasında yazmışım. Sonra bir suluboya resim: İstanbul’da yoksul evler, kırmızı kiremitli damlar. En çok resme şaşırdım. Acemice; ama o zamanlar tutulmuşum demek ki resim sevdasına. Aslında mektuplarıma da şaşırdım. Otuz yedi yıl sonra bir başkasının mektuplarını okur gibi okuyorum. Yordam dergisinin dönemiydi. Hüseyin Cöntürk’le mektuplaştığımı hatırladım birden. Yordam dergisi “öykü özel sayısı” yayımlamıştı. Cumartesi Yalnızlığı’ndan esinlenme “Sensizleme”yi bu özel sayıya göndermiştim. “Sensizleme”yi hiçbir kitabıma almadım. Sonra da yitirdim Yordam’ın o sayısını. Haluk Aker’e şunları yazmışım, 22.7.1969 tarihinde: “‘Sensizleme’ sizin oralarda nasıl karşılandı, bilmiyorum; burada pek sevilmedi. Vedat Günyol, Naci Çelik sevenler; Memet Fuat, Ahmet Soner, Hulki Aktunç sevmeyenler. ??? Vedat Günyol, o hikâyede Rauf Mutluay’ı harcadığımı söyledi (Kafka sevgisi dolayısıyla). Memet Fuat da toplumcu gençlere ne olursa olsun karşı çıkmamı tutmuyor. Haklı göründü söyledikleri bana.” “Sensizleme” bende bugün hayal meyal bir metin. Öğretmenim Rauf Bey’i neden, nasıl ‘harcamışım’? Öğretmenim Vedat Bey niye öyle söylemiş? Bellek silip süpürmüş hepsini. Hatırlayamıyorum. Bununla birlikte, Rauf Hoca Kafka’dan pek hoşlanmazdı. Kafka’nın çevresinde boş efsane örüldüğü kanısındaydı. Bana gelince, Kafka’ya vurulduğum günlerdi. Zaten bir başka mektupta şunları yazmışım: “Çocukluğum, ilkgençliğim hep acılarla, alay edilmelerle geçti. Beni sanata iten de Baudelaire, hele en çok da Kafkatürü boğunçlar.” Kim bilir ne demek istemişim. Ama ne tuhaf, onca yıl sonra, Fotoğrafı Sana Gönderiyorum’da yine Kafka’ya sığındım... Bu mektuplar irkiltti beni. Yukarıdan bakışlarım, bilgiçliklerim, küçümseyişlerim ürküttü. Yer yer de sabuklamalarım: “İstanbul bildiğin gibi değil, boğuyor beni. Yarın Kanlıca’ya yoğurt yemeye gideceğim. İhtiyacım var denize, martılara.” Bir us yarılmasının cümleleri gibi geldi bana. Şu küstah kıskançlığıma ise acı acı güldüm: “Tante Rosa bitti. Açık söyleyeyim, yetersiz buldum o kitabı. Çok ince, çok güzel ayrıntılar bulmuş Sevgi Sabuncu. Ama acıyı yaşamamış, acıyı bilmiyor. Bana öyle geldi. Oturduğun yerden gözlemekle olmuyor bu iş!” Haluk Aker’e niye yazmışım bunları? Gayet iyi hatırlıyorum ki, Tante Rosa okur okumaz çok sevdiğim bir yapıttı. Hayran kalmıştım Sevgi Soysal’ın öykülerine. Fakat böyle yazmışım... Gün sönüyordu, Tante Rosa’yı buldum kitaplığımda. İçim titredi. Haluk mektupları iyi ki geri göndermiş. Gençliğimle hesaplaştım. Neyse, bugün de yazacağım üç beş satıra da rastladım o mektuplarda: “Evet, Saik Faik evet. Taptım ben ona, aylarca başka hikâye okumadım: ‘Haritada Bir Nokta’. Düşündüm, duydum, sevdim.Yetmedi, tanımalıydım onu.” Gençlik mektupları hep böyle yürek yakar mı? Attilâ İlhan’ın yayımladığı mektupları okurken de üzülmüştüm. Özellikle kendi mektuplarımı okurken. Geçen zaman sizi değiştiriyor ya da geçen zamanla birlikte budalalıklarınızla hesaplaşabiliyorsunuz. Ama ilk okuyuşta bir tokat gibi çarpıyor geçmiş zaman mektupları. Öneriler: Dergi / Yazılıkaya, Aylık Şiir Yaprağı. (Merkez PK: 165 Eskişehir) ADANA 8. Devlet Tiyatroları Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali sürüyor. Festivalin açılışında oynanan Eşeğin Gölgesi adlı yapıt, izleyenleri ister istemez ‘‘Abderalılar Türk müydü?’’ diye düşündürdü. Abderalılardan bin yıl önce yok olan Troyalıların bile Türk olduğuna ilişkin savların tartışıldığı bir dünyada, Haldun Taner Usta’nın ünlü oyununda ete kemiğe bürünen halk da Türklerden başkası olamaz gibi geldi. Abderalılar, bilindiği gibi, bağnaz, dogmacı, tutucu, dar kafalı kimlikleriyle tanınır. Bu yapıları nedeniyle antikçağın yergi ve taşlama yazarları gibi Haldun Taner’e de esin kaynağı olurlar... Ünlü Yunanlı hatip Demostenes, bir gün Atina’da konuşmak için kürsüye çıktığında dinleyiciler ilgisiz davranınca, bir an için dikkatini çektiği topluluğa Eşeğin Gölgesi Davası’nı anlatmaya başlar. İnsanlar pür dikkat dinlemeye başlayınca da öykünün sonunu anlatmadan kürsüden iner. Az önce ilgisiz davranan dinleyiciler, ısrarla öykünün sonunu anlatmasını isteyince yeniden kürsüye çıkar ve ‘‘Ey ahali’’ der, ‘‘sizin iyiliğiniz için bir laf edeyim dedim, dinlemediniz. Ama bir eşeğin gölgesini nasıl da merak ediyorsunuz...’’ Dinleyiciler bu sözler üzerine utanınca, Demostenes güzel bir konuşma yaparak vermek istediği mesajları verir. ‘Eşekçiler’ ve ‘Gölgeciler’ şeğin Gölgesi aslında, baştan sona Türk halkına göndermelerle dolu. Oyunda ‘‘EşekçilerGölgeciler’’ diye ikiye bölünen halk da dün ‘‘solcusağcı’’, bugün ‘‘dincilaik’’, yarın ‘‘etnikçi/ırkçıulusalcı’’ diye bölünmek istenen Türk halkından başkası değil. Bu duyguyu besleyen başka öğeler de var. ‘‘Artistlik yapma lan’’, ‘‘Ananı da al git’’ gibi ciddisiyasi göndermeler de içeren bir ‘‘politik komedi’’ ya da ‘‘kara komedi’’ diye tanımlanması gereken oyun, yorumla getirilen simge ve imgelerin çağrışımlarıyla ister istemez Türkiye’yi çağrıştırıyor. E Haldun Taner de kırk yıl önce şaşırtıcı bir deha örneği vererek günümüz sanatının yöntemleriyle yazdığı oyunda ‘‘Abdera’’yı ‘‘Abdalya’’ yapar ve Eşeğin Gölgesi’ni yaratır. Epik ustası Taner, bu yapıtında epik tiyatronun temel yaklaşımını geleneksel tiyatromuzun öğeleriyle kaynaştırır. Oyunda sağduyuyu dile getiren ‘‘Anlatıcı’’ aynı zamanda topluma ‘‘uç’’ gelen siyasi görüşleriyle itilip kakılan bir kimlik olarak öne çıkar. Mestan ve Şaban’da, ortaoyununun ‘‘İbiş’’iyle sömürülen, bilgisiz halk özdeşleştirilir. Abid’le Şaban, Zahid’le Mestan, Pişekâr’la Kavuklu’dan başkası değillerdir. Oyunda, aslında kendilerinin bile olmayan bir eşek ve onun gölgesi yüzünden mahkemelere düşen Şaban’la Mestan’ın başlattığı ‘‘gölge davası’’nın bütün bir toplumu nasıl sardığı anlatılır. Eşeğin Gölgesi, bütüncül bakış açısıyla böyle özetlenebilse de bu yeterli olmaz, tanım eksik kalır. Oyun; müziği, mizanseni, dekoru, kostümü ve yorumuyla çok, ama çok uzun çözümlemeleri hak ediyor çünkü. Tanıtım kitapçığında, yönetmen Halil Akarsu’nun, oyunu ‘‘ülkesi için hiç karşılık beklemeden güzel yarınlar adına fikir üretip hayatlarından olan, zulüm gören bütün kahramanlara’’ adaması kadar, yönetmen yardımcısı Şekip Taşpınar’ın, oyunda halkın ‘‘Eşekçiler’’ ve ‘‘Gölgeciler’’ diye ikiye bölünmesine gönderme yaparken ‘‘Işığı göremeden gölgeye sığınanlara, hiç yoktan kardeş kanı dökenlere, kendini dünyanın merkezi sananlara: ‘Gölgeniz bol olsun, gölge etmeyin yeter’...’’ demesi, sanatın dolaylı dilini biraz açımlamayı amaçlıyor. Aslında, yapıt baştan sona Türk halkına göndermelerle dolu. Oyunda ‘‘EşekçilerGölgeciler’’ diye ikiye bölünen halk da dün ‘‘solcusağcı’’, bugün ‘‘dincilaik’’, yarın ‘‘etnikçi/ırkçıulusalcı’’ diye bölünmek istenen Türk halkından başkası değil. Oyun Türkiye’yi çağrıştırıyor da, genç oyuncuların yabancılaştırma tekniğini ustaca kullanmaları şaşırtıcı biçimde dikkat çekici, büyüleyici. Aslında, kadronun bütünüyle başarılı olduğunu söylerken, özellikle iki genç oyuncunun, Şirin Çetinel’le Çağrı Turan’ın oyundaki başarılarıyla ödüle boğulacaklarını belirtmeden geçmemek gerekiyor. Yönetmen Halil Akarsu’nun dikkat çekmek istediği yere vurgu yapmasını çok iyi becerdiği oyuna egemen olan karnaval ha vası ve getirdiği çağcıl yorum, yapıtı salt bir gülmece olmaktan çıkarıyor. Böylece, iki yüzlü bilim adamı, çok yüzlü politikacı ve çıkarı uğruna ülkesini kana bulamaktan çekinmeyen işadamı rolleriyle bir toplumsal ironi yaratılıyor. Önümüzdeki sezon Türkiye sahnelerinde perde açacak oyun, yaratılan görkemli gerilime müziğin biraz daha uyması ve birkaç küçük sarkmanın düzeltilmesiyle tiyatroseverlerin belleğinde iz bırakacak gibi görünüyor. Türk düşünürünün 130. doğum yıldönümü Bu duyguyu besleyen başka öğeler de var. ‘‘Artistlik yapma lan’’, ‘‘Ananı da al git’’ gibi ciddisiyasi göndermeler de içeren bir ‘‘politik komedi’’ ya da ‘‘kara komedi’’ diye tanımlanması gereken oyun, yorumla getirilen simge ve imgelerin çağrışımlarıyla ister istemez Türkiye’yi çağrıştırıyor. Kredi kartının anlatıldığı şu replik de buna örnek: ‘‘Veriyorlar her köşe başında adamın eline / Sonra da vuruyorlar beline / Neden sonra çıktı kanunu / Elbet onun da çıkar oyunu’’. Oyunun asıl metninde kullanılan ‘‘tiraj’’ sözcüğü, yazıldığı çağ düşünüldüğünde günümüzün ‘‘rating’’ini ya da ticaretteki ‘‘sürüm’’ü amaçlamışa benziyor. Bu sözcüğün değiştirilmeden kullanılması, sömürü çarkındaki günümüz medya tekellerini çağrıştırıyor. Halk, ‘‘Biz demokrasiyi beceremiyoruz, o halde asker gelsin’’ ya da ‘‘Eşeği öldürelim’’ türünden çözüm yolları ararken; biri mongoloit, öbürü top sakallı iki işadamının bile bildik kimlikleri betimlediği sezdiriliyor. Çok başarılı bir epik uyarlama olan oyun YKY’den Ziya Gökalp Külliyatı Kültür Servisi Türk düşünürü ve sosyolog Ziya Gökalp, doğumunun 130. yıldönümünde Yapı Kredi Yayınları üzerine birkaç yıldan beri sürdürdüğü külliyatı tamamlıyor. Bu kapsamlı çalışmanın ‘Kitaplar’ başlığını taşıyan, büyük boy ve 1000 sayfaya yaklaşan ilk cildi yaz başında okurla buluşacak. Bu ilk ciltte tarih sırasına gö re ‘Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı?’, ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’, ‘Türk Töresi’, ‘Türkçülüğün Esasları’, ‘Doğru Yol. Hâkimiyeti Milliye ve Umdelerin Tasnuf, Tahlil ve Tefsiri’, ‘Türk Medeniyeti Tarihi’, ‘Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler’, ‘Malta Konferansları’ ile ‘Tamamlanmamış Eserler’ yer alacak. Bu ilk kitaptan sonra, Ziya Gökalp’in bütün makalelerini içeren, gene 1000 sayfaya ulaşan ve süreli yayınlardan bir uzmanlar topluluğunun derlediği ‘Yazılar’ adlı kitap yayımlanacak. ‘Yazılar’ ise Gökalp’in 130. doğum yıldönümü olan 2006’nın sonlarında yayımlanacak. Yapı Kredi Yayınları’nın tüm bu çalışmaları, II. Meşrutiyet’in 100. yıldönümü olan 2008 için bir hazırlık anlamına geliyor. Ziya Gökalp’ten sonra dönemin önemli fikir adamlarından Prens Sabahaddin’in (2006’da yayımlanacak) ve Yusuf Akçura’nın da bütün yapıtları da yayıma hazırlanıyor. 2006 TÜRKİYE’SİNDE KÜRESELLEŞME ve ULUSAL EGEMENLİK SEMPOZYUMU (8 Nisan 2006 – Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu – Beşiktaş İst.) AÇILIŞ KONUŞMALARI ( 10:00 – 10:30) Gülseven Yaşer Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı E. Org. Şener Eruygur Çağdaş Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı 1. OTURUM KÜRESELLEŞME VE ULUSAL EGEMENLİK 10:30 – 13:00 Oturum Başkanı – E. Org. Çetin Doğan Prof. Dr. Mehmet Aydın (Veya temsilcisi) Devlet Bakanı Tuncay Özkan Kanal Türk Genel Yayın Yönetmeni Dr. Erol Mütercimler Öğretim Üyesi Yazar Cengiz Özakıncı Araştırmacı Yazar Prof. Dr. Nur Serter İÜ Öğretim Üyesi 2. OTURUM KÜRESELLEŞME ULUSAL EGEMENLİK VE EĞİTİM 14:00 – 17:00 Oturum Başkanı – Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu Ahmet Sönmez MEB Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi Mustafa Gazalcı TBMM Eğitim Komisyonu Üyesi Prof. Dr.Mahmut Adem Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Gülseven Yaşer Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı TARTIŞMA PANEL “Türkiye’de Laiklik İlkesinin Benimsenmesinin 78. Yılında Laik Devlet, Laik Hukuk, Laik Toplum” Kadıköy Belediyesi ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği işbirliği ile Konuşmacılar Kadıköy Belediye Başkanı Av. Selami ÖZTÜRK ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan SAYLAN Bahçeşehir Üni. Rektörü Prof. Dr. Süheyl BATUM Gazeteci Ali SİRMEN Yer: Zübeyde Hanım Evlendirme Dairesi Kokteyl Salonu Kadıköy Tarih: 8 Nisan 2006 (Cumartesi) Saat: 14.30 Kadıköy Belediyesi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Esas No: 2004/241 / Karar No: 2005/296 Davacı İskilip Çavuş oğlu köyü nüfusunda kayıtlı aynı yerde oturan Mehmet oğlu 1940 D.’lu İsmail Battal tarafından davalı Gence Azerbaycan D.’lu Şemil ve Marusa kızı 1961 D.’lu Khatıra Battal (Mammadova) aleyhine 23.07.2004 tarihinde şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açılmış olmakla ve mahkememizin yukarıdaki esası ve kararı yazılı 20.12.2005 tarihli ilamı ile tarafların boşanmasına karar verilmiş olmakla; Davalıya dava dilekçesi adresi tespit edilemediğinden, tebliğ edilemediği, boşanma kararı da tebliğ edilemediğinden, davalının mahkememizin yukarda esası ve kararı yazılı kararını iş bu ilanın gazetede yayınlandığı tarihten itibaren 15 gün içerisinde temyiz etmesi, süresi içersinde temyiz edilmediğinde boşanma kararının kesinleştirilerek, gereği için nüfus müdürlüğüne gönderileceği, işbu ilanın kararın davalıya tebliğ yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 29.03.2006 (Basın: 15200) İSKİLİP ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Aile Mahkemesi Sıfatı ile) CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle