19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 HASIM 2002 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR [email protected] 15 HAYATIN ÖTE YAKASI FERİDUN ANDAÇ Bize eşlik edenyüzleşmeŞaşkınlıkla bakakalmıştık. Daha dün, in- ce. upuzun bir çubuktan farkı olmayan o ça- lunın birdenbire yeşile durması... Olacak şey değildi! Bıçakla çentikler açarak gövdesin- deki 'yara'sını günlerce seyre bırakan, son- ra da getirip o göveren yerleri önce çamur- la sıvayan, ardından ınce ince kesintilı yer- lere başka ağaç dallannı tutuşturup iple sı- kıca bağlayan Bünyamin amcamın bu al- ver oyununa bir türlü akıl erdirememiştik. Ötemizdeki an kovanlannı canla başla ye- ni bir mevsıme hazırlarken bahçemize ge- tLrdiği şenlikse dıllere destandı. Ya o, baş- kalannın bağbozumu, bizimse 'gündönü- mü' olarak adlandırdığımız güze hazırlıkJa gelen seyirlik oyunlan anlatılacak gibı de- gil... Bir gün, kentımizin en alımlı yeri Köşk Bahçesi'nde semaver çayı ile akşamüstünü karşılarken babamla uzun uzun konuşmuş- lardı. Belleğimdeyse onun şu sözleri kal- mıştı: "Sen aldırma onlara, insan ya dili- nin kölesi olur ya da belası. Cahilin suyu yukarı akar. Şu karanlığı aydınlatan sö- ziin ahengini vermez mi bize semaverin yaydığı sıcaklık, dem alan çayın getirdi- ği koku..." Neyi anlatıyor, neden söz edi- yorlardı farkında değildim! Amcamın o gü- zelim tstanbul Türkçesiyle konuşmasında- ki tını hep doğruyu, iyiyi, güzeli çağnştınr- dı bana. Oyle ki, çocukluk aklımla. kuru da- lı yeşerten, kış uykusundaki anlara yeniden hayat veren, yedı ay kar altuıda kalan bah- çemizi bir anda özlenecek bir yurda çeviren bu insanın her bir sözü bana anlamlıca ge- lir, belleğime kazınırdı. Daha da ötesi, o, bir bilici gibi dururdu karşımda! Bünyamin amcam bir yüzleşmeyi de dile getıriyordu. Ası, atak kardeşiyse; sırdöktü- ğii aynalann diliyle konuşuyordu. Tıpkı, şu an benim yaptığım gibı! Dile gelenler, gel- meyenler... Mehmet Curell nln ada'sı Bizlen bu tür yolculuklara çıkaran kuşku- suz gün gün yaşadıklanmız, karşılaştıklan- mız kadar; okuyup ettiklerimizdir de. Hele o yüzleşmeler... Hayatla, tarihle, 'ben'imiz- le, 'öteki'mizle, bilincimizle... Sonrasında gelense aidiyet duygusu, ya- bancılaşma, değişim, yalan rufanı, ikiyüz- lülük, yozlaşma vb. Şu kirlenme çağında, şu R.obert Bresson'un "Yaratmak, kişileri ve nesneleri bozup değiştirmek ya da yeni kişiler, yeni nesneler uydurmak değildir. Var olan kişilerle nesneler arasında, var olduklan biçimiyle, yeni ilişkiler kurmaktır" sözleri sanki Mehmet Güreli'yi anlatıyordu bana. dil ve söz tutulmasında, kekeme hayatlar tu- fanında tutunacak sözlerin ardından gider- ken; yolumu sevgili dostum Mehmet Gü- reü'nin 'ada'sına düşürüyorum Cihangir'de bir akşamüstü. Mayıs ayını çoktan geriler- de bırakmışız. Beyaz kûşlar artık tstanbul göğünde yok. Kırmızıyı en çok onun resim- lerinde sevdiğimı bilerek odasının kapısını aralıyorum. 'Serçe ve Aşk'ın ezgisini deyi- lemesini isteyecekmişçesine söze duruyo- rum birden. 'Pervaneler', 'Uçurtma- lar'dan söz edilen çocukluk çağımıza uza- nıyoruz soluk sotuğa. Bir Endülüs acısıydı sonra konuştuğu- muz. Körleşen zaman, körleşen dil, körle- üzleşme hep acı vermez, sağıntı getirmez. Bir dostunuza yüzünüzü döndüğünüzde size taşıyacaklannın ışıltısını verir bazen. Bize her dem eşlik eden de başka ne olabilir ki! şen benliklerden söz edip dururken; Robert Bresson'a getiriyor sözü. Sonra açıyoruz bir kitabı dizlerimize. Seyahat Sanatı'ndan bir bölüm okuyor Güreli. Bresson'un Sine- matograf Czerine Notlar'ının yeni basımı- nı okşarcasına tutuyor ellerinde. Bir akko- ra dokunurcasına dokunuyorum. Şaşkınım bu kitapla buluştuğum için! Onun sinema- da getirdiği çağsayıcı bakışın dilini yakalı- yorum bir an. Bizi bizle, dünyayla yüzleşti- ren o büyülü e\Tenin ustasını anıyoruz bir- likte. 'Gözün fışkırtıcı gücü,' diyor Bres- son. Mehmet'in yazıda, resımde, müzikte buluşturduğu dünyanın dilinden söz ediyor sanırsınız. Şu sözleri ne kadar da onu anla- OKUMA ÖNERİLERİ: * Mehmet Güreli: Alope'nin Odası, 1999, Can Yay., 134 s.; Odama Yolculuk: Güreli'nin üçüncü albümü, Ada Müzik 2002. * Robert Bresson: Sinematograf Üzerine Notlar, 2000, Nisan Yay., 124 s. * Alain de Botton: Seyahat Sanatı, Çev: Ahu Sıla Baver, 2002, Sel Yay., 260 s. BELLEK KUTUSU: Bu yalmlık resimle geldi bana, sonra yazıya yansıdı, şimdi de müziğe geldi sıra. Kendimle ilgili bir şeffaflığa doğru gittim. GizJi kapalılıkla ilgili değil. Bile bile yaptağım bir oyundu aslında. Hayatımdaki o tip konulan bıraktınu Hayatın kendisinin bir oyun olduğunu düşünüyorum artık." Mehmet Güreli tıyordu bana: "Yaratmak, kişileri ve nes- neleri bozup değiştirmek ya da yeni kişi- ler, yeni nesneler uydurmak değildir. Var olan kişilerle nesneler arasında, var ol- duklan biçimiyle, yeni ilişkiler kurmak- tır." Onu ada'sında bırakıp dışan çıkıyorum. Ezgilen kanat kanada belleğimde. Gidip bir kıtapçıya Bresson'u bulmalıyım. Yağmur- dan sırsıklam olsam da bu kitabı okumadan geceye giremeyeceğimi biliyorum. Yüzleş- me hep acı vermez, sağıntı getirmez. Bir dostunuza yüzünüzü döndüğünüzde size ta- şıyacaklannın ışıltısını verir bazen. Bize her dem eşlik eden de başka ne olabilir ki! "Tk J f | İstanbul Devlet Operası perdelerlnî verdi'nin ünlü yapıtı La Traviata' Ite açtı JVLüziksel-görsel bir şölenYİĞİT GÜNSOY istanbul Devlet Operası perdelen- ni, Verdi'nin eşsiz operalanndan bi- riyle, La Traviata'yla açtı. Rejisör olarak, dünyaca meşhur Beppe de Tomasi, birçok orijinal fi- kirle operaya değışik bir yorum kat- h. Eser. Violetta'nın ölüm sahnesiy- le başlıyor. Violetta günlüğünü Alf- redo'ya venyor. bu andan itibaren zaman geriye dönüyor ve tüm hikâ- ye, Alfredo'nun günJüğü okumasıyla gelışiyor. Son perdede sadık arkadaş doktor Grenvil'ın, tüm mallanna el konan Violetta'ya gizlice para yardımı yap- ması gibi birçok ufak detay bir bürü- nü oluşturdu. Yalnız ikinci perdede Violetta, Alfredo'dan aynlacağını Germont'a söylediği zaman, baba "Generosa, e per voi che far poss'io?", "Cömert bayan, sizin için ne yapabilirim?" derken elinı cüzdanma attı. Bir sonraki sahnede ise oğlu Violetta'ya paralan fırlatıp ona olan borcunu ödediğini söyledi- ğinde de büyük bir tepki gösterdi. Bu tezat, acaba rejisörün Germont karakterini yanhş yorumlamasından mı kaynaklanıyordu? Başanlı orkestra yönetimi Flora sahnesinde tüm dansçılar, tartışmaya açık matador sahnesi ko- reografısi ve öncesinde yüksek bir performans sergilediler. Dekor, o dö- nemin abartılı lüksünü ve zenginli- ğini yansıtmayan, daha çok ınsan ilişkileri arasındakı yüzeyselliğin ve soğukluğun altını çizen sade ve mi- nimalıst bir tarzdaydı. Serdar Başbuğ'un kostümleri, gerek eserin konduğu döneme sada- kati, gerek renk seçimi, gerekse gös- terişleri bakımından yüksek bir zev- kin sonucuydu. Son perdedeki vışne rengi sabahlık, sıkça görülen ve ar- tık neredeyse kanıksanmış beyaz renkten sonra güzel bir sürpriz oldu bizlere. Antonio Pirolli, her zamanki gibi doğru bir stılle ve enerjıyle yönettı orkestrayı. Müziği en ince detayına kadar bilmesi, sahne üzerindeki sa- natçılarla beraber nefes alıp verme- sı ve orkestranın solistleri bir an bi- le bastırmaması ne kadar usta bir şef Verdi'nin ünlü operası bu akşam saat 20.00'de değişik bir kadroyla yineleniyor. olduğunu bir kez daha kanıtladı. Violetta rolündeki Aytûl Büyük- saraç, rolünü büyük bir ustalıkla yo- rumladı. Her hareketi ile ve söyledi- ği her sözcükle canlandırdığı karak- teri biliyor ve yaşatıyordu. Son per- dede Annına ona: "Kendinizi iyi hissediyor musunuz" diye sordu- ğunda "Evet, peki neden" cevabı- nı verirken ikı kelimenin arasına koyduğu belli belirsiz bir "İyi olsam ne fark eder ki" gülüşü, rolüne kat- tığı birçok detaydan sadece birisiy- di. Vokal olarak da karakterizasvonu kadar etkileyici bir performans ser- gileyen Büyüksaraç'ın sesini itrirme- ye veya forse etmeye ihtiyacı yoktu; çünkü piyano söylenen yerlerde bi- le ileri giden uçlu bir sese sahip. Alfredo rolünde Bülent Külekçi son derece duygulu bir yorum sun- du. Sesinde zaman zaman seksenli yıllann Kraus'unu veya di Stefa- no'nun açık aldığı "a" vokalini duy- mak mümkün. Kendini rolüne kap- tırması ve tampermanlı söyleyişi za- man zaman orkestra temposundan önde gihnesine neden olduysa da, rolünde inandıncı ve tatmin ediciy- dı. Gecenin yıldızı Eraip Kıyıcı Germont rolünde, Eralp Kıyıcı, gerek sesi, gerekse sahnesi ile birin- ci sınıfbır performans sergiledi. Or- ta ve pes tonlannın güzelliği, bir çağ- layan gibi çıkan sıcak sesi, müzika- litesi, sahnesinin rahatlığı ve diksi- yonunun güzelliği, Istanbul izleyici- sinin çok büyük beğenisini kazandı. Hem prömiyerde, hem de galada Germont'un "Di Provenza" aryası- nı ayru başanyla bis yapan Eralp Kı- yıcı, sanatının büyüklüğüyle uzun yıllar izleyicileri büyülemeye devam edeceğe benziyor. Yan rollerden özellikle Gastone ro- lündeki Çağrı Köktekin ve Baron rolündeki Onay Günay dikkate de- ğer. Genel olarak oldukça yüksek sevi- yede olan prodüksiyon, İstanbul Operası'mn 2002- 2003 sezonuna, her bakımdan yaJaşan güzellikte bir açılış temsili oldu. (0212 243 2011/2491135) Istanbul'da sanatçı kolonisiKültür Servisi - Karşı Sanat Galerisi 30 Kasım'a dek Paula Modersohn - Becker ve Worpswedeli sanatçılann 'Çizimler ve özgün baskılar 1895 - 1906' başlıklı sergisine evsahipliği yapacak. Goethe Enstitüsü (İstanbul Alman Kültür Merkezi), Karşı Sanat Çalışmalan ve IFA - Dış ilişkiler Enstitüsü'nün işbirliği ile hazırlanan sergide Paula Modersohn - Becker, Otto Modersohn, Fritz Mackensen, Hans am Ende, Fritz Overbeck ve Henrich Vogeler'in eserleri yer alıyor. Bremen yakınlanndaki küçük Worpswede kasabasınm ismi, oradaki sanatçı kolonisiyle aynlmaz bir bütünlük oluşturmuştur. Worpswede, etkileyici manzarah resimler anlamına gelmektedir ve genç sanatçılar içinde bir başlangıç ve geleneksel akademik konulardan uzaklaşmayı ifade eder. Worpswedeli sanatçılar arasında modernizme giden en radikal yolu genç sanatçı Paula Modersohn - Becker seçmiştir. Sanatçının tek tek formun ve rengin azalmasıyla modası geçmeyen, her zaman geçerli olanı ifade eden form dili, özellikle çizimlerinde açıkça görülmektedir. Sanat hayatı sanatçının erken ölümüyle sona ermişse de Alman sanatında haİc ettikleri yeri alan eserlerinde, onun kendine özgü yaratıcı gücü açıkça görülmektedir. Paula Modersohn - Becker'in eserleri ve Worpswedeli sanatçı kolonisi bugün hâlâ etkisinden hiçbir şey kaybetmemiştir. (0 212 245 15 08) Sergi Karşı Sanat Galerisi'nde ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Ozel liyatrolar Nasıl Yaşayacak? (2) Geçen haftakı yazımda, Akatlar Kültür Merke- zi Sanat Yönetmeni Sayın Tunca Aykut'tan al- dığım: "Tıyatro Yaşamalı! Hem de Sanatın(!) ve Sanatçının(!) Inadına Yaşamalı" başlıklı fakstan alıntılar yaparak, özel tiyatroların saplandıklan çıkmazları sergilemeye çalışmıştım. Sayın Tunca Aykut, özel tiyatroların karşı kar- şıya kaldıkları, hızlı tempolu erozyondan söz ederken, basından da haklı beklentilere yer ver- miş: "Doğaldır ki bütün bartar ilan verecektir ga- zetelerinize her gün. Siz onlarda sahne alan sa- natçıları(!) sayfa sayfa haberyapıyorsunuz. Bir ti- yatro nasıl ilan verecek ki size? İlan verirse nasıl ödeyecek bedelini? Bir gösterimde gelen seyir- ci sayısı ilan ve salon kirasını toplayamazken na- sıl geçinecek bu insanlar?... Sizler, yani mesleği 'gerçekten' gazetecilik olanlar bunu tartışmalısı- nız. Belki promosyon yaparken tiyatro göstehmi için davetiye dağıtmalısınız, belki ilanlannızda ti- yatrolara ücret uygulamasını gözden geçirmeli- siniz (zaten topu topu 4-5 özel tiyatro ara sıra i- lan verebiliyor) veya eleştirmenlere sayfalannızı açmalısınız. Ama 'sanat ve sanatçı için' mutlaka birşeyler, üstelik iyi şeyleryapmalısınız. 'Tiyatro' biraz daha özgürfük demek, 'Tiyatro' biraz daha eğitim demek, 'Tiyatro' biraz daha demokrasi de- mek. Bu nedenle ilgi ve desteğinize gereksinim var." Reklam gıderlerini taşıyabılme gücü açısından özel tiyatrolar, yalnızca barlar karşısında değil, fa- kat sinemalar karşısında da elverişsiz konumda- lar. Bu nedenle, basının, bu arada aynı zaman- da görsel basının, yanı televizyonların özel tiyat- rolara reklam bedelleri bağlamında bazı ayrıca- lıklar tanımaları, bu tiyatrolar için çok değerli bir sponsorluk yerine geçebilir. Ödenekli tiyatroların salonlarını kendi temsil- lerinin olmadığı gün ve saatlerde sembolik bir be- delle özel tiyatrolara açmaları, salon kirasından bunalan bu tiyatrolara yine çok önemli bir des- tek olabilir. Aslında olayın özünde, tiyatronun bu ülkenin düşünce ve sanat gündeminde ne ölçüde önem- li sayıldığı, insanı düşündürtme, kendisiyle ve dünyayla bir hesaplaşmaya sürükleme bağla- mında bir gereksinim niteliğiyle algılanıp algılan- madığı sorusu yatmaktadır. Bir başka deyişle, bu ülke için tiyatro, Sayın Tunca Aykut'un dediği gi- bi, "biraz daha özgühük", "biraz daha eğitim" ve "biraz daha demokrasi" mıdır, yoksa "Tiyatro di- ye bir şey var, oraya da arada gidilmeli!" anlayışıy- la yaklaşılan, vakti değerlendirmekten çok ge- çirtmesi beklenilen bir şey midir? Geçen hafta- ki yazım çıktıktan sonra teşekkür etmek için ba- na telefon etmek nezaketini gösteren Tunca Ay- kut'un, faksına genelde çok az ilgi gösterildiğin- den yakınması, ne yazık ki daha çok yukandaki ikinci şıkkın geçerli olduğu izlenimini uyandır- maktadır. Bugünün Türkiye'si, çoktandır hemen hiçbir önemli konuya eleştirel düşünme aracılığıyla yaklaşılmadığı, ama buna karşılık doğrudan böy- le bir yaklaşımın eksikliğinden kaynaklanan tüm sonuçlann hayretle karşılandığı bir çelişkiler or- tamına dönüşmüştür. Çağdaşlığın, uygarlığın sa- dece varsayıldığı, bunların, içinde bulunulan za- man gereği, zafen ve kendiliğinden gerçekleşe- ceğinin düşünüldüğü ortamlar için böyle değer- lerın, sık sık ve beklenmedik değil, fakat çok bek- lendik bir biçimde en ağır tehlikelerle karşılaşma- sı, doğal biryazgıdır. Insanlığın tüm tarihinde salt varsayımlar ara- cılığıyla, kendiliğinden kazanılabilmiş ya da bir kez kazanıldıktan sonra, yine kendiliğinden ayak- ta kalacağı düşüncesıyie korunabilmiş değerle- re rastlayabilmek olanaksızdır. Buna karşılık gü- nümüzün en uygarortamları, uygarlığın temeli ve güvencesı olan değerlerin bugün de sürekli ça- balarla korunduğu ve savunulduğu ortamlardır. Türkiye gibi, hemen tüm kesimleriyle eleştirel düşünceden nasibini bunca az almış bir ülkede tiyatronun bunca önemsenmemesi, gerçekten şaşırtıcı mıdır? e posta: ahmetcemal« superonline.com acem20(a hotmail.com BLGUN • CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU'nda 'VII. l luslararası Mistik Müzik Festivali' kapsamında 19.30'da 'Meryem Akhondy & Ensamble Banu1 konseri. (0 212 232 98 30) • İŞ SANAT'ta 19.30'da Idil Biret resitali. (0 212 316 10 83) • BABYLON'da 23 OO'de 'Garanti Caz Yeşili' kapsamında Eddie Palmieri konseri. (0 212 292 73 68) • AKBANK KÜLTCR SANAT MERKEZİ'nde 19. 30"da Ataol Behramoğlu'ndan 'Şiir Defteri'. (0 212 252 35 00) • BORUSAN KÜLTÜR ve SANAT MERKEZİ'nde 18.30'da Alper Maral'dan 'Ortaçağ Müzik Kültürü I' adlı seminer. (0 212 292 06 55) • FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ'nde 19.30'da 'Kurt Adam' adlı filmin gösterimi. (0 212 244 44 95) 7. AMÜUM Ttom» rBTİlttÜTİ)E BUGÖH • D.T. KÜÇÜK TİYATRO da 18.00'de Kenterler Tiyatrosu'ndan 'Çözüm' adlı oyun. • D.T. YENİ SAHNE'de 18.00'de Diyarbakır Belediyesi Şehir Tiyatrosu'ndan 'Zengin Mutfağı' adlı oyun. • EKİN SANAT MERKEZİ'nde 20.00'de Ekin Tiyatrosu'ndan "Yalancı Aranıyor' adlı oyun. • DÖSİM 75. YIL KÜLTÜR MERKEZİ'nde 20.00'de Antik Tiyatro'dan 'Kadınlar ve Erkekler' adlı oyun. (0312 430 41 94)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle