05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 N'SAN 1992 PERSEMBE 14 DIZI YAZI BURASI TURKİYE HALUK ŞAHİN Yar Bana Bir Eğlence Gazetelerde okumadıysanız, televizyon haberlerin- de görmüşsünüzdür: Euro Disneyland açıldı. Euro Dis- neyland dedikleri Paris yakınlarında uçsuz bucaksız bir "eğlence parkı." Aşağı yukarı beş milyar dolara mal olmuş. Her yıl milyonlarca insanın ziyaret etmesi bekleniyor. Bundan 20 yıl kadar önce Amerika'da Los Angeles yakınlarındaki Disneyland'i görüp parmak ısırmıştım. Daha sonra Florida'da Disneyvvorld açıldı. Şimdi Euro Disneyland... Bu Amerikan eğlence fabrikalarıntn dün- yaya adım adım yayılması 20. yüzyılın ikinci yarısını iyi anlamak isteyenler için çok önemli ipuçları taşıyor: Birçok sanayi dalında önderliği Japonya'ya ve başka ülkelere kaptıran Amerika, popüler kültür sanayilerin- de kayıtsız şartsız egemenliğini sürdürüyor. : Bu egemenliğin göstergel ar i hiçbir kuşkuya yer bı- ! rakmıyor: Fransız sinemala nda gösterilen filmlerin ', yüzde 58i, Almanya'dakilerın yiizde 85'i, Ingiltere'- ' dekilerin ise yüzde 89'u Hollyvvood yapımıdır. Tüm denetim çabalanna rağmen Fransız televizyonların- daki programların yüzde 26'sı, İspanya'dakilerin yüz- de 48i, Italya'dakilerin ise yüzde 49'u Amerikan kö- . kenlidir. Aslında bir yemek yeri olduğu kadar bir hosça vakit ' geçirme yeri sayılan McDonalds'ları, Burger King'lerK saymasamz; radyolarda günde 24 saat hiç susmayan rock müziğini es geçseniz; Amerikan televizyonundaki taslının kopyası olduğu halde "yerli yapım" olarak sı- inıflandırılan "Çarkıfelek" gibi programları da görmez- den gelseniz bile şurası açık: Eğlence deyince insanlı- !ğın aklına Amerika geliyor. Neden acaba? Sanırım bunun altında şöyle bir sosyolojik saptama yatıyor: Insanlığın büyük bir çoğunluğu için gündelik yaşam son derecede sıkıcıdır. Dünyada olup bitenleri merakla izleyip ' güncel tarih'le oyalananlar küçük bir azınlık oluşturuyor; her ülkede boyle bu. Aynı şey gü- zel sanatlar için de doğru. Onlar da bir türlü küçük azınlıkları aşıp çoğunlukların yaşamının aynlmaz bir parçası olamıyorlar. Örneğin, klasik müzik düşkünleri- nin oranı Amerika'da da Rusya'da da Almanya'da da yüzde 10'un üzerine çıkamıyor. Büyük çoğunluk için yaşam, bir günden ötekine, bir öğünden bir sonrakine yaşanan bir "rutin". Sabahle- yin işe gidilecek, bir gün öncekine çok benzer şeyler yapılacak. aynı yoldan geri dönülecek. Evde kalınıyor- sa, yemek, ortalık, çamaşır, ütü... Günlük küçük gaile- ler, hastalıklar, kanıksanmış kavgalar, kelimesi keli- mesine aynı kalan konuşmalar... Daracık bir evren... Yar bana bir eğlence diyen bezgin kalabalıklar... Amerika'nın eğlence pazarlamacıları işte bunları hedef alıp yakalamasını beceriyorlar. Hem de sadece kendi ülkelerinde değil, tüm dünyada yapıyorlar bu- nu... Avrupa Topluluğu ülkelerini birleştiren kültürel öğenin Amerikan popüler kültürü olduğunu Fransa'nın ünlü Kültür ve Eğitim Bakanı Jack Lang bile kabul edi- ; yor ; İşin kötüsü, bu "eğlence kültürü" öylesine egemen- ; leşiyor ki norrnai olarak eğlence sayılmayan şeylerin bile eğlendiricileşmesi bekleniyor. Bu türden televiz- yon haber programlarına, ingilizce "information" ve - "entertainment" kelimelerini birleştirip "infotain- ment" deniyor. Biz de Türkçe'de "haber" ile "eğlence- *• yi" karıştınp "habeğlence" diyebiliriz. Tek amacı en kolay ve ucuz tarafından eğlendirmek olan televizyon programcılığına italyanlar "7V spaz- zatura" adını takmışlar. Türkçesi, "çöplük TV"si". Çağımızda çöplüğe rağbet çok. - 20. yüzyılın bitiminde "eğlence" yaşamın felsefi saç- .malığına karşı bir "teselli" olarak sunuluyor. Dev eğ- '. lence fabrikalarmm malları en etkili yöntemlerle büyük kitlelere pazarlanıyor. Yaşamın t'anımı değişiyor: Ölesiye eğleniyor, eğlene eğlene ölüyoruz. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURIYET 1932: Belediye lokanta açıyor FtTtOIE \ tTPIVER! Bclediye. mcmurlann ve halklan aboncolanlann ucuz yemek yemeleri için bir İokanta açmak niyetindedir. Bunun için bütçeye iki bin beş yüz lira lahsisaı konmuştur. Şehir Meclisi bu tahsisatı kabu! ederse lokanıa nihayei hazıranın on beşine doğru açılacaktır. Lokanladakı yemeklerin yağlanna. etlenne bilhassa dıkkat edılecektır. Lokaniada biröğünlük yemeğin 35 kuruşa verilebileceği tahmin edilmektedir. İmkân görülürse fıat 30 kuruşa da indirilecektir. Bclediye lokantayı şimdilik ufak mikyasta açacak. bilâhare büyütccckıir. LokantanıneskiMaarifNezareıiolanMuhtelitHakem mahkemeleri binasının alt katında küşadı düşünülmektedir. Lokanta belcdivcnin teşkil edeceği istihlâk kooperaüfınin ilk kısmını teşkil edecektir. Rıhtım Şirketi . Ankara'dangclen nhtımşirketimümessili M. Vivi vekâletle temasında antrepolarda yapılan hırsızlığın asılsız olduğunu söylemiş. cvvclcc hazırlanan bir proje mevzuu bahsolmuştur. Bu proje şehrin umumî vaziyeti ve plân işinı alâkadar ettiği için Nafıa Vekâleti henüz bir karar vermemiştir. Şirket harbi umumiden bcri nhtım ücretleri değişmediğıni iddia ve zam lalebinde bulunmuş. köprünün iki tarafında nhtım inşasının doğru olamıyacağını. binaenaleyh nhtımın Kuruçeşme taraflanna yapılmasını iddia elmiştir. Şirket yeni ve büyük bir anirepo yapaeaktır. 1962: Çelik tröstünün yenilgisi Birleşik Amerika'da hükümelin daha ilk karşı - hücumunda "Çelik cephesi"nin çökümü bu ülkenın iktisadi ve sosyal hr yatmda larihi birdönüm noktası meydana getirecek vebu .ülkede "özel teşebbüs"ün üstünlüğü yolundaki düşünceyi değiştirebilecektir. Başka n Kennedy'nin "büyük iççevresi" diye anılan cepheye ve onun en güçlü şekilde savunulan kalesine yani çelik sanayiine karşı kazandığı büyük başan. müşahitlerce yukandaki şekilde yorumlanmaktadır. Birkaç tekdir çelik sanayiini yönetenler arasında panik çikarmaya yetmiş ve bunlar hükümete karşı genel bir laarruza kalkmak yerine boy un eğmeyı tercih etmışlerdir. Çelik sanayiinin çelik fıyaüanndaki zamdan vazgeçmesi. hükümctin hukukıalandu vedemokraıik temsilcilerin kongrede giriştiği harekeü önlememişıir. Şimdi şu sorulann cevaplandınlması beklenmektedir: Tröstleraleyhindeki kanun çiğnenmiş mıdir? Fiyatlann tespiti konusunda söz birliği etmek ve hükümeti bir olup bitti karşısmda bırakmak için büyük şirketler arasında bir "konıplf'hazırlanmışmıdır? Yürürlükteki kanunlar halkın menfaaılcrini. başkanın deyişiyle "luıksız ve sorumsuz" davranışlara karşı korumaya yeıerçcşitıcn midr? Ekonominin yeni sloganı Vergi ve sanayi 'in\ monetarizm 'ouf Sosyal yaşamda bazı şeylerin "moda", bazılannın da "demode" olması gibi, eko- nomik yaşamın da "in"leri ve "out"lan var. Ekonomik yaşamın yeni eğilimleri diye de görebileceğimiz "in"ler, sermayenin kendi kuralları gereği ortaya çıkıyor. Kâr ve ser- maye birikiminin yasalan, bir dönem "in" olanı, birikimin önünde ayak bağı olmaya başladığında "out" ilan edebiliyor. Ekonomide yeni eğilimleri, yeni "in"le- ri ve "out"ları bilmek önemli. Bunlar\ bil- meden sosyal pratiğe sağlıklı müdahaleler yapmak da güç. Ekonominin yeni eğilim- lerini belirleyen etkenlerin başında, Türki- ye kapitalizminin, dünya ekonomisiyle bü- tünleşme derecesi, biçimi geliyor. Para ve mal piyasalanndaki bütünleşme, karar al- ma süreçlerini etkilediği gibi iktidarların manevra alanlarının sınırlannı da çiziyor. Yeni süreç, devlete yeni işlevler, yeni roller yüklüyor. Yeni sürece herkes ayak uydur- maya, ayakta kalabilmek için çeşitli uyum mekanizmaları geliştirmeye çalışıyor. Bu, işçiler için de böyle, işverenler, kendi he- sabına çalışanlar için de.. "Dışa açılan Türkiye" Türkiye kapitalizminin yeni eğilimlerini gönnek, 1990'ların başındaki yerini gör- mekten geçiyor. Olgu şu: 1990'ların Tür- kiye kapitalizmi, 1980'lerin başındaki Türkiye kapitalizmi değil. Son 10-12 yılda dünya ekonomisiyle daha çok bütünleşmiş, "dışa açılmış" bir kapitalizm ile karşı kar- şıyayız. Dünyadan daha çok mal alıyor, da- ha çok mal satıyoruz. 1980 başında dünya ile 11 milyar dolarlık alışverişimiz varken 1990'da bu 35 milyar dolardı. Bu, 10 yıl- da, dünya ile mallar düzeyinde 3.5 kat da- ha çok bütünleşmek demek. Dünya eko- nomisiyle bütünleşme para piyasalarında da gözlendi, Türkiye'ye gerek kredi gerek- se doğrudan yabancı sermaye ya da port- föy yatınmları biçimindeki sermaye ihra- cı, 1980 öncesi dönemi kat be kat aşarken Türkiye kapitalizmi ile dünya kapitalizmi- nin "kucaklaşmasım" arttırdı. Türkiye'ye kredi ya da "dış borç" biçiminde akan dış sermaye 1980'de 15 milyar dolarlık bir sto- ka sanipken 1990'da 49 milyar dolara çık- mıştı. Üstelik bu borç stokunun yüzde İ9'a yakıru kısa vadeli olduğundan ekonomi için önemli tehlikeler içeriyordu. Dünya kapitalizmiyle sıkı bağlantımn bir unsuru da yabancı sermaye idi. Yapılan ya- sal düzenlemelerle, "serbest bölge", "yap- işlet-devret", "Türkiye Fonu", "Savunma Sanayii Projeleri" gibi yollarla yabancı ser- maye girişine yeşil ışık yakılmış ve verilen izinler 1980'de 325 milyon dolar iken 1990'da 6.4 milyar doları bulmuştu. Türkiye'ye her tür yoldan ve cinsten dö- viz ithalinin hiçbir kayda tabi tutulmaksı- zın serbest bıraküması, Türkiye*de yerleşik kişilere döviz bulundurma hakkı tanınma- sı, belli oranda döviz çıkarmaya izin tanın- ması, döviz mevduatı açtırılabilmesi, yurt- dışındaki kişilerin TUrk menkul kıymetle- releri de devreye girdiği içio, hükümetlerin ekonomiyi etkileme gücü çok daha azahr. Türk ekonomisi, özellikle 1989 ortasından bu yana artık bu konumdaki bir ekonomi durumuna girmiştir!' "Devam" için sanayi "in" Öte yandan, mevcut dış ticaret rakam- larını tutturmanm, sermaye ve mal akımı- nı sağlayabilmenin de dayattığı zorunluluk- lar var. Türkiye, 1980 başında ihracatının sadece yüzde 5'ini ihraç ederken izleyen 10 yılın ortalamasında yüzde 16'smı satmaya başladı. Bu ne demekti? Prof. Dr. Taner Berksoy'a göre ihracatın milli gelire oranı- nın yüzde 16'ya oturması, verili koşullar al- tında Türkiye"nin yapabileceği ihracatın ta- vamydı. Çünkü milli gelirin yarıya yakını rini arttırmaktı. Harcamalarda yapılacak fazla bir şey yoktu. Bir kere, borç ödeme yükümlülükleri bütçe harcamalanna önemli bir ipotek koymuştu. 1985'te 675 milyar TL. olan faiz ödemeleri, 1990'da 14.6 trilyon TL düzeyine çıkmıştı. Yeni ko- alisyon hükümeti iç ve dış borç konsolidas- yonuna giderek dış borç odemelerinden kaynaklanan yükün ağırhğından bir süre için de olsa kurtulma yaklaşımına sıcak bakmamış, bunun iç ve dış kamuoyunda prestij kaybına yol açacağı öne sürülmüş- t ü - Kamu harcama kaleminin diğer önem- li kalemi maaş ve ücretlerde de ciddi kısın- tılara gidilemeyeceğine göre harcamalar ka- leminde fazla bir şey. yapılamayacak, da- ha çok gelirleri arttırma zorunlu olacak, nereye koşuyor? Mustaf'a Sönmez ticarete konu olmayan mal ve hizmetlerden oluşuyordu. Milli gelirin yüzde 16'sırun ih- raç edilmesi demek, ticarete konu olan malların yüzde 30'unun dışa satılması an- lamına geliyor. Bu, verili üretim çerçeve- sinde yapılabilecek ihracatın azamisi. Türkiye, önüne koyduğu ihracat hedefle- rine ulaşmak istiyorsa, daha çok sanayi mal) üretmek, onun için de yatınm yapmak zorunda. Bu da yeni dönemde sanayi ya- tırımlarını "in" yapan ana etken. Teşvik- ler sanayiye daha çok aktarılmakta, ihra- cat teşvikkri "üretim" aşamasmda yoğun- laştınlmakta, 1980'lerde rantiyeliğin öne fırlamasıyla itibar kaybına uğrayan sana- yiciliğe, itibarı iade edilmeye çalışılmakta. Şimdi sanayi zamanı... Kronik enflasyon ve vergi "Türkiye kapitalizmi nereye koşuyor" di- ye sorarken bu koşuda sık sık nefes tıka- 60 40 20 oJ 1968 Son 10-12 yılda dünya ekonomisiyle daha çok bütünleşmiş, "dışa açılmış'" bir kapitalizm ile karşı karşıyayız. Dünyadan daha çok mal alıyor. daha çok mal satıyoruz. 1980 başında dünya ile 11 milyar dolarlık alışverişimiz varken 1990'da bu 35 milyar dolardı. • rini, Türkiye'de yerleşik kişilerin de yabancı menkul kıymetlerini alabilmelerir.e olanak tanınması, dünya kapitalizmiyle bütünleş- rnenin diğer önemli halkalarıydı. İpler kime geçti? İşte 3.5 kat artan dış ticaret hacmi, işte 4 kattan fazla artan dış borçlanma, işte hız- lanan yabancı sermaye akını ve işte kam- biyo rejimindeki değişiklikleri sonucu "ekonominin dolarizasyonu" ile dünya ka- pitalizmine daha çok entegre olmuş bir Türkiye kapitalizmi... Gerek iktidarı, gerek ana muhalefetiy- le, toplumun büyük kısmına yaşattığı acı bir faturaya karşın, kimse bu entegrasyon sürecini yavaşlatmaktan yana değil. Ne dış ticaret hacimini azaltalım diyen var, ne da- ha az borçlanalım diyen. Ne yabancı ser- maye girişini frenleyelim diyen var ne de dövize tahdit isteyen. Herkes dünya ile da- ha çok kucaklaşmaktan yana, herkes "g!o- balleşme" isteklisi. Farklıhk yöntemlerde, kullanılan araçlarda, taktiklerde... "Dışa açılma", ekonomi ile ilgili kararlarda ikti- darlara fazla bir "iktidar" alanı da bırak- mamıştı zaten. Prof. Dr. Gülten Kazgan'a kulak verelinv. "Liberalleşmiş bir ekono- mide hükümetin ekonomiye yön vermede kullanabileceği politika aracı sayısı çok azalmıştır. Liberal ekonomi hükümetin pi- yasa müdahalesinin en az olduğu bir or- tam olduğuna göre, en az müdahale ile so- runları doğrudan kendisi çözmeyecek, an- cak yaktığı ışıkların rengine göre ekono- mik ajanların davranışlarını etkileyecek ve bunlann hareketleri istenilen sonuçları ve- recektir. hkonominin dışa iyice açık hale geldiği ortamlardaysa, dış dünya paramet- Sektörler itibarıyla ihracat (Milyon $) ifltt 2J88 1.62? Tarım ve hayvancıiık Madencılik .Sanayi ürünleri 1969 1990 1991(*) (*)Ocak-Eylül Dıs ticaret ve dış açık mklığı yaşandığı, özelh'kle enflasyonun bu maratonun en önemli engeli olduğu bili- niyor. 1975'te yüzde 10 olan yıllık Fıyat ar- tışı, 1980'deki yüzde 103'lük anormal sıç- rama bir yana koyulursa, yüzde 24 ile yüz- de 68 arasında değişen bir seyir izledi. Yük- sek oranlı ve yerleşik bir enflasyon, Türk- iye kapitalizminin ana özelliklerinden biri oldu. Enflasyon ile mücadetede uygulamaya sokulan reçeteler uzun süre 1MF patentli, "monetarizm" yaklaşımlıydı. Ücret ve ta- ban fiyatlarını baskı altına alarak, KİT fi- yatlarına zam yaparak iç talebi baskı altı- na almayı, yüksek faiz ve yüksek oranlı de- valüasyonlarla dengeleri kurmayı deneyen bu geleneksel monetarist yaklaşımın soru- na doğru teşhiste ve tedavide yetersiz kal- ması, 1980'lerin Reagan ve Thatcher ile gözdeleşen bu akımın 1990'larda "out" lis- tesine girmesine yol açtı. 1980'ler "parasal" politikalarındı, 1990'lar ise "mali" politi- kaların on yılı olacaktı. Burada da vergi politikaları önem kazanacaktı. Yüzde 60'larda ısrarlı hale gelen enflasyonun ana kaynağı olarak yeni koalisyon hükümeti- nin "kamu fınansman açığı"nı belirlediği ve istikrar yaklaşımını da bu önceiik üze- rine oturttuğu görülüyordu. Kamu kesimi finansman açığının GSMH'ye oranı 1985 - 1986'da yüzde 4.7 iken 1991'de yüzde 10.5'a çıktı. Bu, kamu kesimi finansman açığının 60 trilyon TL'yi bulması demekti. Açığın yarısı bütçeden, >-ansı da KİT açık- larından kaynaklanıyordu. Bütçe açığı, harcamalann gelirlerden fazla olması so- nucu doğuyordu. O zaman da yapılacak olan, harcamaları kısmak ve vergi gelirle- bunun için de etkili bir "vergi reformu" kendisini dayatacaktı. Vergi kimden alınacak? • Vergi politikalannın 1980'lerin moneta- rist politikalannca "out" ilan edümişken 1990'larda "in" olması, 1980'lerdeki bek- lentilerin iflas etmesiyle de ilgiliydi. "Arz yönlü iktisat" diye bilinen ve 1980'lerin başlannda Reagan ABD'si ve Thatcher tn- güteresi'nde uygulamaya geçen yeni sağ an- layış, büytık sermayenin daha da güçlen- dirilmesine giden bu maliye yaklaşımına teorik bir kılıf da uydurmuştu. Arz yönlü iktisat yaklaşımına göre devletin vergiler, harçlar yoluyla milli gelirin bir kısmına el koyması, özel kesimin yatınm, tasarruf şevkini de kınyordu. Üstelik devlet, elkoy- duğu bu artık parçasını etkin ve verimli bir biçimde de kullanamıyordu. Oysa, diyor- Türkiye, ticarete konu mal ve hizmetlerinin yüzde 30'unu satıyor. Bu, verili üretim çerçevesinde yapıiabilecek ihracatın azamisi. Türkiye, önüne koyduğu ihracat hedeflerine ulaşmak istiyorsa, daha çok sanayi malı üretmek, onun için de sanayi yatınmı yapmak zorunda. Bu da yeni dönemde sanayi yatınmlarım "in" yapan ana etken. du yeni sağcılar, bu kaynak vergi olarak ahnmayıp özel ellere bırakılsa en etkili kay- nak kullanımı gerçekleşir ve ekonominin geneli bundan daha çok fayda sağlar. Yi- ne onlara göre, tasarruf ve yatınm yetene- ği en gelişkin olanlar büyük sermayedar- lar olduğu için devlet, bu kesimlerin ver- gilerini azaltrrfalıydı. "Gönüllü tasarruf politikası" diye de ad- landınlan bu yaklaşımın Türkiytfde özal ve kurmaylarınca da benimsendiği görüle- cek ve 1980'ler boyunca büyük sermayeye çeşiüi vergi indirimleri sağlanacaktı. Bunun sonucunda vergide "çok kazanandan çok, az kazanandan az" ilkesinin tersine çok ka- zananlar daha az vergi ödemeye başlaya- caklardı. Örneğin, Prof. Dr. Oğuz Oyan- ın belirlemelerine göre 1973'te milli geür- den yüzde 28.3'lük pay alan ücretliler, o dönemde gelir vergisinin yüzde 64'ünü öderlerdi. Sonraki yıllarda ücretliler yok- sullaştıkça gelirlerinden Hazine"ye ödedik- leri vergi de düştü. Nitekim 1989'da milli gelir pastasından yüzde 15'lik pay alabilen ücretliler toplam gelir vergisinin yüzde 55'ini ödüyorlardı. Buna karşıhk ücretliler dışında kalan kesimin milli gelir pastasm- dan aldıkları pay yüzde 85 iken gelir ver- gisi payları yüzde 45'te kalıyordu. Bu so- nuçlar, Türkiye kapitalizminin teklemeden koşması için yapılacak düzenlemelerde ver- giyi kimden alması gerektiğini de açıkça or- taya koyuyordu: Yaban kazları bu kez de kaçırılmamalıydı!.. 1980'lerde yüksek gelirlileri vergiden azat etme, bu politikadan beklenen sonuç- lan da vermedi. "Bağışlanmış vergiler" sa- nıldığı gibi yatırıma yönelmedi, tersine, bir süre sonra para sıkıntısı yaşayan devlete yüksek faizle borç vermede kullanıldı. Fa- iz oranlarını sürekli tırmandıran yüksek oranlı iç boı\kmma uılnillcri. hankalara. vınayi kuruluşlanna. ranıiyclcıc olağa- niistü ka/unçlar ^ığludı. Böylccc. "bağı^- kınmı^ vergiler". dcvlcl cli\İc rantiyc \a- raımanın lcnıcl k.ı> ııakları oldular. 19*M>"- lar. iirlık bu ITHİIİİN \crui politikasının da tcrk edilnıek /orunda olunduğu bir «.Iv-ı- ncm. SÜRECEK ANKARANOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ 17 Nisan Şenliği... Cumhuriyet'e dönüşün şenliği sürüyor kaç gündür. Okurların. dostların telefonlanna. kutlamalarına yetişemi- yoruz. Kültür Bakanı Fikri Sağlar, Amerika'ya giderken telefon etmişti. - Sizi. dedi, Amerika'ya götürmek istiyorum. gelir misi- niz? - Getemem! karşılığını verdim. Bu sırada gelemem. Okurlar, telefon edip bulamazlarsa, Amerika'da olduğu- mu duyarlarsa ne demezler? - Oradan da yazarsınız, faksla geçersiniz! - Çok teşekkür ederim, aslında gitmek isterim. Ancak şimdi değil. Sizi kırmak istemem. Altı ay sonra, "Çin'e gi- der misiniz?" deyin, giderim! - O zaman, Çin'e birlikte gidelim! - Tamam! Her yazarın önem verdiği. ilgilendiği konular vardır; yıl- lardır, Köy Enstitüleri, Türkçe ezan, domuz eti üzerine yazar dururum! Dilde özleşme geçemediğim konular ara- sındadır. Gazeteye döner dönmez de, 17 Nisan yaklaştı diyedüşünüyor, yazılardan birkaçını 17 Nisan Köy Enstitü- leri Günü'ne ayırmayı tasarlıyordum. Gazeteye döner dönmez, Hinthorozu Erdal Bey'in düzenlediği basın top- lantısına gittim. İki soru da ben sordum. Sorulardan biri "Köy Enstitüleri" ile ilgiliydi. Şöyle sordum: - 2000li yıllara giderken. Türk köylüsü yine böyle mi ka- lacak? Yani, ismet inönünün, Atatürk'ten sonra başlattığı Köy Enstitüleri'ne benzer kuruluşlar kurmayı tasarlar mı- sınız? Bu konuda düşünceniz nedir? "- Köy Enstitüleri bizim eğitim tarihimizde çok önemli yer tutan ve dünya tarihinde yer tutan bir eğitim atılımıdır. Büyük bir eğitim reformu, büyük bir eğitim hamlesidir ve ülkeye de büyük katkı sağlamıştır. Devam ettiği sürece, köylerimize, bütün toplumumuza, yaşam düzeyini yüksel- ten, çağdaşlaştıran, insanlarımızın olanaklarını arttıran çok olumlu bir eğitim katkısı yapmıştır. Edebiyatımıza bü- yük katkı yapmıştır, ekonomimize büyük katkı yapmıştır, toplum hayatımıza büyük katkı yapmıştır; siyasetimize kat- kı yapmıştır. Yazık ki, sonradan kapatılmış ve tabii zaman içinde başka oluşumlar ortaya çıkmış, ihtiyaçlar değişmiş; o yüzden bugün, şimdi aynı yapıyı yeniden kurmaya kalk- mak bence yanlış olur. Eğitimcilerimiz de artık böyle bir şeyi pek düşünmüyor- lar. Ama o zaman için katkısı her zaman takdirle anılan ve gerçekten dünyaya örnek olmuş bir katkıdır. O katkıyı ha- tırlarken hep söylemeye çahştım; biz eğitimimizde bugün- kü reformları, gerekli retormları kendimiz düşünerek bula- biliriz. Cesaretle bunları yapmalıyız. O zaman nasıl Köy Enstitüleri, bize hiçbir şekilde dışarıdan empoze edilen, Avrupa Topluluğu'nun, Avrupa Parlamentosu'nun bir ka- rarıyla yapılan bir reform olmayıp, doğrudan doğruya cumhuriyet hükümetlerinin zaman içinde geliştirdikleri bir reform hareketi olmuşsa, bugün de biz aynı durumdayız. Bugün de Türkiye'de eğitim konusunda çok iyi yetişmiş uzmanlarımız var; eğitimin herdavasını bilen insanlar var. 'Eğitimimizi bugün nasıl düzelteceğiz?' derken, Milli Eği- tim Bakanımız, onlardan birini yarattı ve Köy Enstitüleri'- nin bize bugün göstermesi gereken yol, işte bu; kendimize güvenerek, eğitim konularmda, zamanın istediği, üstetik zamanın getirdiği yenileşmeleri yapabileceğimize inana- rak bunları yapmamızdır. Ama Köy Enstitüleri'ni olduğu gjbi bugün tekrar kurmak bence, bugünkü duruma karşı gelen bir yaklaşım olmaz. Teşekkür ederim." - Ben teşekkür ederim! Erdal Bey, bu konudaki sözlerinin başında "Köy Enstitü- leri'nin cumhuriyetin Kurulduğu dönemdeki gibi bir nitelik taşıması artık mümkün değil" demiş, "işte, kentleşme de- diğimiz olgu, köylerimizi büyük ölçüde kentlere götürüyor; ama gene de tarımın büyük ağırlıgı, vatandaşlarımızın bü- yük kesimi üzerinde. Bunları, sanayileşmenin uygun yapı- sı içinde çağdaş bir düzeye getirmek istiyoruz" diye ekle- mişti. inönü'ye, Köy Enstitüleri'ni, sorular bölümünde anımsatmıştım. Sorum, "Zaman" gazetesinin yazarı Feh- mi Koru'yu pek kızdırmış, 12 nisan günü "Zaman'da şöyle yazmış; "... ingiltere'de işçi Partisi'nin seçimi kaybettiğinin bü- tün dünyada duyulduğu dün, Türktye'deki sosyal demok- ratlar için bir başka bakımdan önemliydi. O görüşün kalesi durumundaki Cumhuriyet gazetesinin Erdal İnönü'ye da- ha fazla sempati duyan kadrosu yeniden faal hale gelmiş- ti. Basın toplantısında gazetenin 'yeniden yuvaya dönen' bir yazarı, Sayın inönü'ye 'Köylü için ne yapmayı düşünü- yorsunuz, 1940'ların başarılı Köy Enstitülerini tekrar aça- cak mısınız?' diye sordu. Çekinmeden 'Bugünün ihtiyaçla- rı bambaşka, o günlerin yapısını bugün tekrarlamak olmaz' cevabını veren Erdal inönü, Cumhuriyetin yeni' yönetiminden daha ileride olduğu görüntüsünü verdi. Sos- yal demokratların işi hiç kolay değil." Fehmi Koru, Hinthorozu'nun sözlerinden pek keyiflen- miş gibi. Yazısına da, Erdal Bey'in tek tümcesini almış. Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra, yerine, mantar gibi bi- ten Kur an kursları, imam-hatip okulları açıldı. Oralardan da, Türkiye'nin gereksinimi olan aydınlar yerine, bir dolu "molla" yetişti. 17 Nisan cümbüşü, yıllar boyu bulutlandıy- sa, nedeni başka ne olabilir? Fehmi Koru, 17 Nisan şenliği- nekatılmaz, bilirim!.. Yarın 17 Nisan, Köy Enstitülerinin kuruluş bayramı. 52 yıl önce kurulmuştu; kapanışının acısı yüreklerimizdedir. Ya- rın, Türkiye'nin her yerinde, bu arada Istanbul'da Kartal'- da, Hasan Âli Yücel Kültür Merkezi'nde; Izmir'de, Ankara'- da Hasanoğlan'da şenlikler düzenlenecek. Daha kimbilir nerelerde?.. İsmet Paşa, 19 Nisan 1949'da, Kastamonu'daki Gölköy Enstitüsü'ne gittiğinde, Cumhurbaşkanı o zaman, özel def- tere şunları yazar: "Köy Enstitüleri'nin kuruluş yıldönümünü Kastamonu Enstitüsü'nde kutlamakla bahtiyar oldum. Cumhuriyetin en kıymetli eserlerinden biri olan bu müessesede, Köy Enstitüsü'ne memleketin bağlamış olduğu büyük ümitleri bir daha belirtmek isterim. Köylerimizde ilköğretimi büyük bir milli vazife olarak üzerine alacak öğretmenleri az za- manda ve geniş sayıda yetiştirecek bir feyiz ocağı olarak bu Enstitüler kurulmuştur. Bunlann kurucuları, içinde çalı- şan öğretmen ve idarecileri ve bu enstitülere öğrenci ola- rak yazılan köylü çocuklarımız, büyük bir milli davanın vatansever. fedakâr yolcuları olarak hizmete girmişlerdir. Şimdiye kadar olan tecrübelerimizde bu müesseseler her gün bir derece daha tekâmül ederek kıymetlerini arttırmış- lardır. Bu müesseselerden yetişen genç öğretmenler ve sağlık memurları, aldıkları vazifeleri her sene bir derece daha ilerleyerek hizmet imkânlarını arttırmaktâdırlar. Devletin aldığı tedbirlere göre, Köy Enstitüleri'nde yetişen öğretmenler, köylerde ilköğretimin geniş ve temel kadro- sunu teşkil edeceklerdir. Kendilerini büyük vatan hizmeti bekliyor. Memleket onları yetiştirmek için mütemadiyen himayesini, dikkat ve yardımını arttırıyor. Köy Enstitüleri'- nde çalışan, Köy Enstitüleri'nd en mezun olan vatandaşla rıma yürekten sevgilerimi ve tebriklerimi bildirir ve gözü- müzde çok kıymetli olan yüksek vazifelerinde muvaffak olmalarını yürekten dilerim. Bu duygularım, Köy Enstitü- leri'nin yıldönümünü bütün mensuplarına ve mezunlarına tebrikimin itadesi ve seyahatim esnasında aldığım tebrik ve muhabbet telgraflannın cevabıdır." SATILIh DAİRE Caıııiıkatn ••'de 2 ou;ı r 11 ; aloıı. 80 ıı. l i i ; ?(u :• (,<>
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle