Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET 29MART1992PAZAR
GORUŞLER
"% DÜŞtŞLERİ
BÜLTENİ
LAZLIERAY
Caçınlmaması Gereken
Oyun!
evgili okurlanm, dün gece Ankara'daki Yeni Sah-
ne'de, Jean Paul Sartre'ın Devlet Tiyatrolan'nda
ilk kez sahnelenen 'Gizli Oturum' adlı oyununu iz-
ledim.
f""önetmenliğini Ferdi Merter'in yaptığı oyun beni çok et-
kc«ii. Modern dekorçok hoştu, oyuncular başanlıydı: Estel-
le oynayan Adviye Öztürk kusursuzdu. 'Ağır bir Sartre at-
msferinde biraz gerilirim, belki de sıkılınm' diye düşünerek
giiğim oyundan büyük bir coşku ve heyecanla çıktım. Ferdi
Mrter her şeyı tam dozunda vermiş; zor bir rol olan İnez'in
alndan JclaJ özergün başan ile kalkıyordu. Adviye öz-
tüc'ü izlerken heyecandan tüylerim ürperdi.
tv gençsanatçı, güçlü oyunu ve etkileyid sesi ile artık etkin
bifc»aşrol oyuncusu olduğunu kanıtlamış dunımda. Oyunun
ad kafama takıldı. 'Gizli Oturum' olarak değil de 'Çıkjş
Ydc' olarak çevrilseydi belki daha uygun olurdu.
?
erdi Merter, bunu oyunun içinde yer yer vurgulamış.
•yun kısaca, 'Cehennem Hûcresıne' sırayla gelen üç kişi-
niı değişmez bir uzam ve durmuş birzaman içinde birbirleri-
neektirdıkleri aalar ve eziyetleri sergiler. Oyunda, insan in-
sann cehennemidir. Tıpkı yaşamda olduğu gibi. Hiçbir şey
değşmez yani. _ _ ^ — _ _ — ^ - _ ^ — _ _ — _ ^
oyS ıSŞffinSdS Gizli Oturum'un,amatör
ber benim yaşamım- tiyatTOİarca Oynaittlll
da ieğişik bir rol oy b u
*düşünçe oyunu'nuıı ilk
kez 1992'de Devlet
Tiyatrolan'nda
oynanması ilginç ve
sevindirici.
naa
Cyıllarda, Hukuk
FaJultesı'nden bu-
nalmştım; Cağaloğ-
lu'niaki Gençlik Ti-
yatıosu'na takılıyor-
dun. Estelle rolünü - ^ ^ — ^ — — — — — ^ — —
ilk rez orada oynamışüm. Zaten bunalımlı yıllardı. Sartre
okuyorduk, içimiz sıkılıyordu. Alımlı saçlanm, o zamanki
edak havam beni bir anda 'Estelle' yapmıştı! Provalan
hatrlıyorum, devamlı laranan saçlanmı, şuh kahkaha-
lanmı... Sonra oynayamadıkü galiba. Provalar yanm
kalnıştı. Ama ben 'Estelle' olmayı hissetmiştim bir kere!
Cığaloğlu'ııda öğrenci Cemiyeti'nde bir Estelle! Fakülteyi
asar...
Yıllar sonra ktnm Ebru aynı oyundaki Inez rolünü başan
ile oynadı. Fransız Kültür Merkezi'nde onu heyecanla izle-
miştım.
Bir anne ile kızının bunca yıl aradan sonra amatör olarak
da olsa aynı oyundaki değişik kişileri oynamalan ilginç bir
yazgı gibi gelmişti bana.
Işle dün gece, oyunu izlerken bir yandan da beynimin için-
den bir şerit gibi bunlar geçiyordu.
Amatör tiyatrolarca oynanan bu 'düşünce oyunu'nun ilk
kez I992'de Devlet Tiyatrolan'ndf oynanması ilginç ve se-
vindınci.
Oyunun kapalı gişe oynandığını öğrendım. îzleyıdJerin
çoğu gençlerdi. Duvarda mumlar yanıyordu. Kuliste oyun-
cular heyecan içindeydiler.
Fakat işte dün gece "gerçek" Estelle'i gördüm. Orada
karşımda sahnede. Platin bukleleri, su mavisi tayyörü, sür-
meden edemediği kırmızı ruju ve siyah dantel iç çamaşırlan
ife Adviye Öztürk!
Bir yandan Jean Paul Sartre'ın dünyası, bir yandan benim
dünyam birbirine kanştılar. Uzun saçlı 'zebani' de çok iyiydi.
(Aynı oyun İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda 1955 yılında oy-
nanmış.)
Dün gece bana anılarla ve güzel bir oyunla unutmaya-
cağım bir buçuk saat geçirten tüm oyunculara, oyunda emeğj
geçen herkese burada teşekkür ediyorum.
Bana kalırsa, bu oyunu kaçırmayın.
60-30 YIL ÖNCE ÇXOV1HURİYET
1932: Anadolu Ajansı
Birmüddetten beri Avrupa'da
bulunan Anadolu Ajansı
Umumîmüdürii Muvaffak B.
dün Cenevre'den şehrimize
avdetetmiştir. Muvaffak Bey,
kendısıle görüşen bir
muharririmize şu izahaU
vermiştir.
"- Avrupa'ya ajansa ait ve
müstacel bir kaç mes'elenin
halli içingitmiştim. Bunlann
en mühimmi telgraf ajanslan
konsorsiyomu ile aramızdaki
mukavelenin tecdidi idi. Konsorsiyom 932 senesınden
itibaren bizden yalnız komisyon olarak senede 10.000 lira fazla
talep ediyordu.
1962:1471er
Millet Meclisinde bugün, 147 öğretim üyesını vazıfelennden
affeden 114 sayıiı kanunun baa maddelerini değiştiren, bazı
maddelenni de kaldıran kanun teklifının müzakeresıne
başlandı.
İlk sözü YTP Grubu adına Yusuf Azizoğlu aldı ve
konuşmasında 114sayıh kanunun çıkanlması ile üniversite
muhtariyeüne vahim bir müdahale yapıldığını söyledi.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
FAT/H DOGUYÖR..
'DE 8U6ÜM,
M MEHME(
OOĞMUfTtl. 6A8AS/ JT.
ÜÂ 4 ' MP , Btf Y£-
OfNCJ HÜtcJJMPAR.(YO4, YAKfMDA, Ü
LİŞ O£V&ME <3fKEC£*:rf
MET, ÇOK eÜÇÜK YAfm,
ÜMLÜ Ö£££TM£NLERİNİN BUNDE
A/ t/E MOLLA AYAS^ BUMLA&M B
G£t-MeKTEYt»•'• İSLAMf ÖĞG£TİfiJİM YANl
8/LfM V S£^£SP£/
M£t/M£T, BU
Uygar bir sinema-TV îliskisî icin
Dr.MEHMETAYANO
Y
eni tekvizyonlar ve sinema yasa-
lannın hazuiandığı şu günİerde,
sinema-televizyon ilişkisinin de
düzenlenmesi gündeme gelmeli-
dir. 1992 Türkiyesi'ndeki TV-sinema ilişki-
si bir zamanlann Amerikaa ve Ahnan-
yası'ndaki durumla a>Tu seviyededir.
1950'lerde Amerika'da tetevizyonun ge-
lışmesi, sinema endüstnsıne ilk şoku yaşa-
Ur. 195İ8'de haftalık sinema salonu seyircisi
90 milyondan 42 miJyona düşünce Holly-
wood yeni arayışlara girer ve şoku atlat-
mak ıçin önce elindeki 1948 öncesi çekiJen
10000filmiTVye satar (1). 1961'de TV üe
ortak yapım anlaşmalanna giderek prog-
ramlann %25'ini üretmeye başlar. Major-
lann her biri TV için üretirn birimleri kurar
(zamanla TV istasyonlanna sahip oluriar,
fakat kazanç hesaplan yüzünden 1975'ten
sonra satariar). 1956'da 820 miJyon seyirci
ve 122 filme sahipolan Alman sinernası, te-
fevizyon yüzünden 1965*16 seyircisinin
%60'ını kaybeder ve film üretimi 35'e dü-
şer (2). Bu ikı örnekte de görüldüğü gibi her
ülkede televizyon yayınlan yüzünden sine-
ma sanaünın darbe yediği bihnen bir ger-
çektir.
Türkiye'ye geç gelen tetevizyonun 1971-
1975 araanda sinemayı etkilemediği görü-
lür. 1976'da televizyon yayınlannın, ülke-
nin %48 ve halkm %67sine ulaşınca sine-
maya verdiği zarar üretilen film sayısındaki
düşüşte görülmeye başlar (1972: 198 fflm,
1975: 225 film, 1976: 164 film, 1977: 124
film) (3) Ne yaak ki 1971'den 1992'ye ka-
dar geçen zarnanda televizyon-sinema, iliş-
kisinde gerekli değişiklikler olmamışür.
Teknolojik gelişmenin TV yoluyla sine-
maya yaptıgı haksızlıga karşı çdcarken di-
ğer sebepleri de görmek gerekli. Zira, sine-
ma sanannda görülen seyirci, üreöm ve sa-
k>n sayılanndaki azalma, her ülkenin sos-
yo-ekonomik yapısındaki değışikJıkJerle de
ügilidin Hızla gelişen şehırleşmeyle banB-
yölerin çogalmaa, kültür ortambnrun şe-
hir merkezlerinde kalması, tüketim toplu-
munda küJtürel gereksirumin azabnası ve
insanlann boş zamanlannı degerlendirme-
ienndcla değişiklikler gibi.
Sinematografik üretim: Salon-video-
kablolu TV, TV-2, TV-dışsaûm şeklinde
bir dagohm ve işletim yoluyla kariyerini ta-
mamlarken 1980lerde Avrupa ülkelerinde
gelişen özel ticari TVTerin diğer TV"lerie a-
nırsız ve kuralaz rekabete girmeleri sine-
maya yeni darbeier vurdu. Dünyada
önemü sinematografik üretime sahip olan
ülkelerden Italya'da birçok film "pre-
miere'Terinden önce özel TVler de gösteri-
lerek kariyerierini tamamladılar. Vahşi re-
kabet yüzünden en kötü düşüş şüphesiz
İtalyan sinemasında görüldü.
Günümüzde Amerika'da ve Avrupa'da
artık TVnin ortaklığı olmadan film çekimi
imkânsızlaştj. Bazı ülkeJersinema veTViliş-
kisini çok önceden ortaklığa dönüştür-
mesini bildiler. Almanya'da 1960yıllannın
sonlannda genç sinemacılann filmleri
RDA ve ZDF kanallan tarafindan destek-
lenerek "Yeni Alman Sinemas" ortaya
çıkanldı. VVenders, Fassbinder, Herzog,
Schlöndorff gibi dünya çapında yönet-
menler bu sayede isimlerini duyurdular.
1962'de, Tdevizyona verilecek 1 metre O-
mimiz yok" diyen yönetmenler 1970'te;
'Televizyonsuz I metre film çeküernez"
şeklinde tavır değiştirdikr. 1970'b yıllania
Fransa ve İtalya'da önemsiz şekilde sine-
matografik üretim ortaklığınagidildi.
Teievizyonher şeydenöncebir
yaymststemidir. Sinemanın
raldbiobnakyerine,onun
çabşma vekazanma alanı vede
fînansörü dmalıdır.
Avrupa'da 1980 sonrasında kamu ve özel
televizyonlann çeşitlenmesiyle fihnler çoğu
zaman rekabeün silahı oldular ve sinema
özeüıkli kanallar açıldı. Kanallar film sto-
ku yaparken diğer taraftan yenifilmlereih-
tiyaçarttı. Buna karşın sinematografik üre-
tim gittikçe düşen bir grafık çizmeye baş-
layınca, hükünîetler ulusal anemalan ko-
rumak için teleyizyonlara yayın kotalan
koydular ve belli oranlarda sinematografik
üretime ortak kaûlım zorunluğu geürdıler.
ttalya'da 1985 şubaünda çıkanlan bir ka-
nunla, TV kanallannın finansmana olarak
film üretunıne katılım zorunluluğu getiril-
di. (4).
Fransa'da 1986'ya kadar tetevizyonun
sinematografik üretime kanhm payı % 11
iken, 11 Şubat 1986'da çıkan kanunla bu
kaühm payı %25"eçkanldı. Kültür Bakan-
hğı'nın mart 1989'da bu kanuna ilaveettiği
bir kararname ite kanallarda yayımlanan
film sayılanna kotalar getirildi. Sinemayı
televizyon etkisinden kurtarmak için finan-
sörlük payının %25'i gecmemesi gerektiği
belirtilcfa'. (1)
Sinema ve tetevizyon ilişkiterini düzente-
yen çeşitli ülketerde görüten ömekler gibi
Türkiye'de de ulusal görüntü üretiminin en
önemlisi olan sinematografik üretimle tete-
vizyon kanallan arasındaki ilışkikrin, ya-
salarla düzenlenmesi gerekmektedir. Bu
yolda yapılması gerekenleri şöyle sıralaya-
biliriz:
1. Kamu ve özel TV kanallannın yıBüc
yayın planlannda yer alan yerli film sayısı-
nın %I5 veya 20'sinin üretimine ortak
yapuna olarak kaulmalıdır.
2. Ortak yapımlarda TVnin katılım payı
(ön saüm-alım payı) %25 veya 30 civann-
da tutularak TVnin sinematografik üreti-
me hükmetme riski önlenmelidır.
3. Sinematografik üretime birden fazla
TV kanalının kaûbmı sağlanmah. Bırinci
kanala ük yayın hakkı, ikinci bir kanala
yayın hakkı tanınmalıdır.
4. Sinematografik yapıûn kesin versiyo-
nu, yönetmenin, yapımanın ve TV ortak
yapımalannın anlaşmalanyla ortaya çı-
kar. TV vediğerortaklar üzerindearüaşük-
lan filmin ana kahbını hiçbir şekilde boza-
mazlar. Gerekli değişüdikler için tüm taraf-
lann mutabakau gerekir. Filmin başka bi-
çimde iştetilmesi içinyapılması gereken tek-
nik değişiklikler yönetmenin kontrolünde
yapılmalıdır.
Tetevizyon kanallannın çoğalması, çeşit-
tenmesi, tüm dünyada olduğu gibi ülke-
mİ2de de sinemaya haksızhğı getirdi. Tele-
vizyon, sinema salonlanna rağmen sine-
manın prodüksiyonlanndan fkydalandı.
. Arûk Türkiye'de de, Amerika ve Avrupa'-
da olduğu gibi 'Orman Kanunu' icraannı
durdurmarun ve uygar çözümlemenin za-
manı geldı. Televizyon her şeyden önce bir
yaym ststemidır. Sinemanın rakibi obnak
yerine, onun çalışma ve kazanma âlanı ve
de finansörü olmahdır. Sinema için kötüm-
ser obnaya gerek yok, önemü olan bugün-
küyeni ortama uyum sağlamak içingerekli
önlemteri almak ve sinema estetiğinden
ödün vermemektir.
(1) Economıc Du Gnona Amencaın. 1985. JAug-
ros.
(2) La RFA et sa Tefcvıaon. Rjdıaıd Huber. 1988.
(3) Tûrk Sinema Tarihı 1988. CScognamillo.
(4) Les Strategıes Europeennes de TekdMnbutıon
1985
(5) Cahieıs du Cmona. Maj 1989.
(*) Halen TRT adına beigesd prograralar hazuiavan
Dr. Mehmet Ayan. Sortone Nouvefle-Pans III Oni-
veıst£sı'nden Sinematografik Eğıtım ve Ardştuı dip-
Jomaa aiöıktan sonra Sorbonne-Pans I ünıverslea'-
nde. Sinema Tarihı Bölunıü'rnle yûksek hsans eğiumı
yapü; dokıora dıpkımasını da St.Dera. Pans ül Üaı-
verstea'nden, "Kültür Endüstna: Televizyon" tcayle
aldı.
SELÇUKDEMIREL
HAFTAYA
BAKIŞ
Metrapoller ve deprem
Dr. BETÜL SAYIN ŞENGEZER Yıldız Üni. Mimarlık Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bi
D
eprem afetleri meydana gel-
diğinde, bizi derinden sars-
makta, üzmekte, konu üzerin-
de yoğunlaşılmasına neden ol-
maktadır. Depremler önceden haber ve-
rilemez mi sonısu özellikle önem kazan-
makta, sanki ümit ve çaresizliğin yanıtı
bu sorunun çözümünde aranmaktadır.
Gerçekten de günün birinde, belki de
çok yakın gelecekte, depremler önceden
haber verilebilecektir. Ancak böyle bir
gelişme, ülkemizdecan kayıplannın öte-
sinde, hasarlann oluşmasını önleyebile-
cek midir?
Günümüzde depremlerin nerelerde,
hangi sıklıkta, hangi şiddetlerde olacağı
biliniyor. Depreme dayanıkh yapım
teknolojisi biliniyor. Gelişmiş yönetme-
liklerimiz mevcut. Ancak hâlâ can, maJ
kayıplan ve yapısal hasarlar oluyor.
Gediz (1971), Denizli (1976),"Malat-
ya-Doğanşehir (1986) depremlerinde
gözienen hasarlara dayanarak hasar
tahmin modelleri oluşturulmuştur. Bu
modeller yardımıyla Erzincan'da 8 şid-
detinde bir depremde olabilecek hasar-
lar hakkında tahminler yapılabiliyordu.
Yapılan bu tahminlere göre böyle bir
depremde, Erzincan'da yaklaşık 8.000
yapının ağır ve ötesinde hasar göreceği
belirlenmiştir.
İstanbul metropolünde ve diğer yer-
leşmelerde olabilecek hasarlar da tah-
min edilebiliyor. İstanbul metropolünde
olabilecek 8 şiddetindeki böyle bir dep-
remde yaklaşık 175.000 yapının ağır ve
ötesinde hasar göreceği tahmin edilmiş-
tir.
Yapılan araşürmaya göre 8 şiddetin-
de bir depremde İstanbul metropolünde
olabilecek yapısal hasarlar GSYİMH'-
nin % 15'ini oluşturabilecektir. Bu ka-
yıplar, bütün ülkede inşaat sektöründe
yaratılan üretim değerinin yaklaşık iki
katıdır.
Türkiye'de nüfusun büyük bölümü
(1985'te % 53.1) 1. ve 2. deprem bölge-
sinde yaşamakta, bu bölgede nüfus da-
ha hızlı artmaktadır. 1. ve 2. derece dep-
rem bölgesinde yaşayan nüfusun % 50 -
si de nüfusu 500.000'i aşan kentlerde bu-
lunmaktadır. En fazla göç olan 4 metro-
polden 3'ü 1. ve 2. derece deprem bölge-
sindedir (îstanbul-lzmir-Bursa).
Bütün bu gelişmeler 2010 yılında kent
nüfusun un kır nüfusunun 2.5 katı olabi-
leceği, bunun yanı sıra 1. ve 2. derece
deprem bölgesinde bu oranın 4'e ulaşa-
bileceği beklentisini doğurmaktadır.
Deprem afeti sorununun
çözümünde en önemli faktör
planlamadır. Ülkeve bölge
fiziksel planlan hazırlanmalı
ve de bu planlarda deprem
faktörü dikkate alınmabdır.
Bütün bu veriler ve yaşananjar, dep-
rem sorununun, teknik bir sorun olma-
nın ötesinde sosyal, ekonomik bir sorun
olduğu ve çözümünün yalnızca yapı ba-
zında ele alınmasının yeterli olamayaca-
ğı gerçeğin] vıırguluyor.
Sorunun çözümünün başlaması, ko-
nunun gerçekten öneminin kavranması-
nı, yaralar sanldıktan sonra gerektiri-
yor. Yerleşmelerde olabilecek hasarla-
nn azaltılması, zamana bağlı olarak
hem yapılann hasar görebilirliğinin hem
de toplam yapısal değerlerin değiştiril-
mesi ile mümkündür. Hasar görebilirli-
ğin değiştirilmesi, arazi kullanım planla-
nnda gelişme alanlannın uygun zemin
koşullannda seçilmesi veplan kararlan-
nın zemin koşullanna göre üretilmesi,
yapısal önlemlerle; yerleşmelerin top-
lam değerlerinin (yapısal, ekonomik, ta-
rihi ve kültürel değerleri) değiştirilmesi
ise makro ölçekte deprem faktörünü
dikkate alan kentleşme ve yerleşme poli-
tikalan ile mümkün olacaktır.
Kısaca, deprem afeti sorununun çözü-
münde en önemli faktör planlamadır.
Ülke ve bölge fiziksel planlan hazırlan-
malı ve de bu planlarda deprem faktörü
dikkate alınmabdır.
Deprem tehlikesinde bulunan metro-
pollerde olabilecek hasarlann büyüklü-
ğü ve ülke ekonomisi içindeki yerleri dü-
şünüldüğünde, öncelikle bu bölgelerden
başlamak üzere, aynntılı zemin özellik-
lerini içeren mikro bölgelendirme hari-
talannın hazırlanması gereklidir. Bu tür
haritalar afetin etkilerinin azaltılması
yönünde, arazi kullanım kararlannın
alınmasında gerekli olan en önemli
araçlardır.
Deprem bölgelerinde kat adetlerinin
az tutulması, hem güvenlik acısından
hem de ekonomik planda yararlıdır.
öte yandan, tecrübe ve bilgi birikimi-
nin oluşması, deprem anında yapılacak
araştırmalar ile mümkündür. Bu biri-
kimler afet etkilerinin azaltılması konu-
sunu ve afetle başedebilmenin yoîİarını
aydınlatacak, pek çok ekonomik önle-
min ortaya çıkmasına olanak sağlaya-
caktır. Bu acıdan, kurtarma çalışmalan
kadar bilimsel araştırmalann da üzerin-
de durulması, uzmanlara araştırma ola-
naklannın yaratılması önem taşımakta-
dır.
AHMETTANER KISLAU
Panikleme Hakkı Olmayanlap
İ
ki gerçeği -daha uzunca bir süre- birarada düşünmek
ve bir an bile unutmamak zorundayız.
Türkiye çok ağır iç ve dış sorunlarla karşı karşıya.
Çığ, grizu patlaması, deprem ve Güneydoğu sorunu-
nun ulaştığı boyutlar, ekonominin üzerindekı yükü daha da
agırlaştırmış dunımda. Almanya, Suriye, İran, Irak, Libya
ve hatta Suudi Arabistan gibi ülkelerin verdiği destek ise te-
rör sorununun çözümünü zorlaştınyor... Bu, birinci gerçek.
Sağda ve solda geniş bir tabanın uzlaşmasını yansıtan bu-
günkü hükümetin, görünür bir gelecekte, daha geçerli bir
seçeneği bulunmuyor. Ne başka koalisyon formülleri akla
yakın ne de erken seçim bir çözüm. Zamana karşı bir yanş-
ta, işe sıfirdan başlamayı gerektirecek hiçbir formüle yer
yok. Bu da, ikinci gerçek.
Koşullann ağırlığı, hükümete ve olaylara yaklaşırken, bu
iki seçeneği akıldan çıkarmak lüksünü kimseye vermiyor.
Ne muhalefete ne Çankaya'daki baş muhalife ne de bası-
na...
• • •
"Kapitah'st iletişim, normal zamanda yurttaşlan uyut-
mak, galeyan halinde olduklannda da onlan kışkırtmak
eğilimindedir. Oysa normal zamanda yurttaşlan uyanık
tutmak, kızgınlığa kapıldıklannda da yatıştırmak gerekir."
Duverger'nin bu sözleri, sadece basm için değil, siyasal
rekabet ortamı için de geçerlidir.
Oysa, Nevruz olaylan karşısında Başbakan'da görmedi-
ğimiz paniği, neredeyse -dünün Başbakanı olan- ana muha-
lefet liderinde gördük. Olayı abartan, dunımu olduğundan
vahim gösteren, hırçın bir yaklaşım, bu koşullar içinde ne
ülkeye ne de kendisine bir şey kazandırdı. (Tıpkı, o havaya
kendini kapüran Sayın İçişleri Bakanı'na da çok şey kay-
bettirdiği gibi...)
Sayın Demirel'in geçmişte zamanın iktidanna yönelttiği
ölçüsüz eleştiriler, herhalde bugünkü muhalefetin benzer
bir tutumunu haklı _.___^«^__^____._^_^_—^—
İşin içinde olanların,
zaman zaman yorgunve
sinirli obnalan
gosteremez.
Basın da olaylan,
ne abartarak ne kü-
çülterek, gerçek bo-
yutlan içinde ve so-
ğukkanhhğmı yitir- a n ıa < 5,ıa hilir a m a olavlarameden vermek zo- anıaş«a
Diur, ama oıayıara
rundadır. 60 bîn kişi- dışarıdan bakma rahatbgı
nin yaşadığı bir kent- içindekilerin, yangma
körükle gitmelerinde
hoşgörülecek bir yan
olamaz.
te, çoğu para ve silah
zoru ile toplatılmış,
yansı kadın ve ço-
cuk olan 4 bin kişinin
yüriiyüşünü "halk
ayaklanması" gibi <
gösterecek anlatımlar ne ölçüde gerçekçi sayılabilir?
Peki hükümetin hatalan yok mu? Var elbette.
Örneğin, Almanya'ya karşı kamuoyunda yaratılacak bir
duyarlıhğı baskı öğesi olarak kullanmak ve bu amaçla bası-
na bazı ipuçlan vermek doğru... Ama, Başbakan'ın ağzın-
dan, suçlama arilamına gelecek bir açıklama yapmak hatah.
Eğer o açıklama, sonuçlan hesaplanarak yapıldıysa, bu
ktz de tepki karşısında hemen gerilemek, özür diler duruma
düsmek yanlış.
örneğin, Başbakan'ın bir danışmanının ağzından, asker-
lerin sivil otoriteye tam uymadıklan için olaylann büyüdü-
ğünü söyletmek doğru ise bunun gereğini yerine getirip so-
rumlulan görevden almamak hatalı.
Eğer o açıklama, sadece bir boşboğazlık ürünü ise bu kez
de o danışmanın görevine son vermemek yanlış.
• • •
Böylesine zor günlerde, tüm sorumluluğun yükünü sırtla-
nnda duyanlann soğukkanlılıklannı korumalan zordur,
ama çok yararhdır.
Muhalefetin ve basının soğukkanlılığını koruması ise çok
daha kolaydır ve o nedenle de aynı ölçüde zorunludur.
İşin içinde olanlann, zaman zaman yorgun ve sinirli ol-
malan anlaşılabilir; ama olaylara dışandan bakma rahathğı
içindekilerin, yangına körükle gitmelerinde hoşgörülecek
bir yan olamaz'.
Hele, yıpratılacak olan kişi ve kurumlann yerine hemen
koyabileceğiniz geçerli çözümleriniz yoksa...
Hele, daha düne kadar o sorumluluğu siz taşımış ve Gü-
neydoğu bölgesinde devletin gündüz var o!up gece olmadı-
ğını itiraf edecek bir çaresizlik içinde görevden aynlmışsa-
nız!..
OKURLARDAN
M
Geri iade edfldi"
Sayın baylar, bir ara
bir/birkaç (?) muhabiriniz
haberlerinde, "geri iade
edildi" gibi gazetecilerin
yapması kabul edilemeyecek
bir hatada inat ediyordu.
Tam bu konunun
kapandığını sandığım
sırada, bazı yazarlarınızda
ve muhabirlerinizde yabancı
sözcük merakı
yaygınlaşmaya başladı.
Doğru kullanılsa belki
kabul edilebilecek bir
"iptila" bu. Ama bunun
böyle olmadığını gösteren
Uç acıklı Örnekle sizi
uyarmak zorundayım:
1. örnek: 2.03.1992 tarihli
Cumhuriyet'in 5. sayfasmda
Ahmet Tan'ın "Aynası
Ankettir Kişinin" başlıklı
yazısı, "Demirel'in fon
kâğıdı" veya "Pas-partüsü"
olmuştur.
Sayın Tan, yukandaki gibi
yanyor. Fransızca yazırtu
"passe partout", okunuşu
"paspartu". Bu bileşik
sözcük ya özgün yazımıyla
ya da okunduğu/söylendiği
gibi yazılsa, birleştirme
çizgisi fîlan kullanılmasa...
"Çerçevecim de pasparttt
diyor. öyle
Türkçeleşmiştir" mi
denecek özür olarak!.. Bir
sözcükte iki yanlış olur mu!
2. örnek: 2.03.1992 tarihli
Cumhuriyet'in 12.
sayfasında Bülent Tanör'ün
"Türbana Dolanmak"
başbkh yaası: "Siyasal
yerindelik (opportunit)".
Sayın Tanör, "siyasal
yerindelik" diye yazıyor,
ama kafasındaki deyirn bu
değil, herhalde
"opportunity". (Gazetede
"opportinit" diye basıldığı
için bunu ancak tahmin
edebiliyorum.) Yani yazar,
yabancı bir dilde
düşünüyor, Türçeye
çevirerek yazıyor. Ama
Türkce çevirisinin
kafasındaki kavramı tam
dile getirdiğinden de emin
olmadığı için ayrac içinde
Frenkçesini de yazmaktan
kendini alamıyor. (Buradan,
bu işi inatla ve saygısızca
yapan öteki bir sttrü yazara
da sesleniyorum:
"Türkçesini
anlayamadıysaıuz, ayraç
içinde Frenkçesini de
veriyonım, onu anlarsınız"
demeye getiriyor ki, emin
olsunlar, kendilerini
okuyanların büyük bir
çoğunluğu anadillerini
onlardan daha iyi biliyor ve
böyle kompleksleri de yok.
3. örnek: 3.03.1992 tarihli
Cumhuriyet'in 1. sayfasında
Fatih M. Yümaz'm "Alaton
Ermenileri Bırakü" başlıklı
haberi: "Oldu bitti" (faith
accomply").
Burada muhabir, anlaşılan
Dışişleri'nin açıklamasında
da kullamldığı için basına
yansıyan (ban gazeteler
doğru şeklini kullandılar)
bir Fransızca terimi
Ingilizceleştiriyor! "Fait
accompli"" şekJinde yazdıp,
"fetakompli" diye okunan
bir deyimi "faith
accomply" yapıyor! Yalnız,
bu iki lngilizce sözcüğün
bir araya niçin gelerek neyi
ifade ettiği bir sır olarak
kalıyor! Belki
"accomplished fact" demek
istiyor, ama absurd yolu
tercih ediyor ve
absurd'leşiyor...
Cumhuriyet'in boykot
şantajına direnmesi ve -daba
güzel günJere ulaşması
dileğûnle.
HALUKTURAT
(Almanya)