25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER telikli araştırmalarla oraya gelinir. Yardımcı doçentlik, doçentlik karşılığı unvanlar da başarılı bilimsel çalışmalar karşılığı alınır. Bu yolda yeterliliğini ortaya koyamayanlar bu topluluktan ayrılırlar. Türkiye herhalde dünyada bunun tam tersinin geçerli olduğu eşi az bulunur bir ülkedir; başarısız olanlar içeride kalır, hatta başarılılar kaçırılır. Böylece, birbirine destekten çok köstek olmaya çalışan entrikası ve çelmesi bol bir bilim toplumu ortaya çıkmış, bilimsel etik yitirilmiş ve sonuçta Türkiye'nin bilime katkı yönünden dünyadaki yeri ellincilik civarı olmuştur. öğretim üyelerine verilen maaş azdır. Bu maaşla bilimsel düzey yükseltilcmez, fakat öyle koşullar oluşabilir ki üç katını da versenız sonuç değişmez. Nitekim bu durum son iki yılda ülkemizde gerçekleşmiştir. Fazla ders yüküne verilen yüksek Ücretler nedeniyle aylık kazançlar iki, iki buçuk kat artmıştır. Pek çok kişi önüne gelen her dersi vermekte yönetsel görevler tez ve doktora öğrencileri ders yükünden sayılmaktadır. Dahası var, bazı öğretim üyelerinin beşer altışar doktora öğrencisi alması yanında, bir kısmı da doktora öğrencileri için her yarıyıl ikişer doktora dersi açmaktadırlar. Bu derslerin niteliğine güven duyulamaz. Doktora dersi açmak oldukça ciddi bir konudur. Haftada üç saat olan bu derslerin her biri ayda 450 bin lira net gelir sağlamaktadır. Bir iki yıla varmadan öğrenci sırtından kazanılan bu paralar daha niteliksiz bilimsel çalışmaları kabul etmek şeklinde öğrencilere geri ödenecektir. Bilimsel etik zedelenmiş ise yüksek maaşla niteliği sağlamak zordur. uğretim üyelerinin gelirinin artması, normal koşullarda üniversiteyi geliştiren bir olgudur. Fakat bizim bulduğumuz bu yöntem ve uygulama ile olmadık bir şey olmakta ve öğrctim üyelerinin geliri arttırılarak üniversite geriletilmektedir!.. Gelişmiş üniversitelerde kadrolu bir profesörün haftada 24, en fazla 68 saat dersi ve 23 tez öğrencisi ve araştırmaları vardır. Haftada 20 saat ders veren kişi üniversitede öğretim üyeliği yapamaz. Bu öğretim görevlilerinin işidir. öbür işleri yanında, aynı anda on öğrenciye doktora yöneticiliği yapan dehalar ise bizden başka yerde pek yetişmez. 1981 yılında sorunlu üniversiteler vardı. Bugün ise durumları içinden çıkılmaz bir duruma girmiştir. Eldeki insan malzemesi ile ancak 35 üniversite kurulabilecek durumdayken bizim kurduğumuz üniversite sayısı otuz civarındadır. Üniversite kapısında binlerce lise mezununun birikmesine çözüm, meslek okulları açılmasından geçmektedir. Bir yerden başlayarak toparlanmamız gerekmektedir. Kanımca bu yüksek lisans düzcyidir. Üniversiteleri fakültelerden başlayarak kurduğumuz gibi yüksek lisans yaptıran enstitülerden başlayarak da kurabiliriz. Batı'nın gelişmiş üniversiteleri düzeyinde yüksek lisans yaptıracak kadroları derleyerek bilimde niteliği yükseltmek ve bu üniversitelerin demokratik çağdaş kurumlar olarak kurulmasına özen göstermek sorunun çözümüne iyi bir yaklaşım olarak görülmektedir. Böylelikle yeni yasa değişikliğinde yer alan ve hiç anlaşılamayan Yüksek Teknoloji Enstitüleri sağlam bir zemine oturmuş ve öğretim üyeleri arasında anlaşmazlık nedeni olmaktan kurtulmuş olurlar. Türkiye'nin gereksinmesi değişik yükseköğretim kurumları değil başarılı Universitelerdir. Üniversitelerimizin durumu, kanımca, bir savaşın bir döneminin kaybedilmiş olduğunu varsayarak cle alınmalıdır. Bu savaş, çağdaş üniversiteyi gerçekleştirme savaşıdır. Sayın hocamız Prof. Dr. Cahit Arfın "27 ortaokul yaratıldı" sözü boşuna söylenmemiştir. Bu yenilgiyi vurgulamaktadır. Üniversiteyi, ancak kendi içindeki idealist öğretim üyeleri yeniden kurtarıp yükseltebilir. Bu öğretim üyeleri yönetsel ve bilimsel özerkliği olan bir üniversitede yukarıdaki tablonun gerçekleşmesine izin vermezdi. Ancak, yasalarla elleri kolları bağlanıp çöküş karşısında çaresiz bırakıldılar. Bugün birçok kurullar ve onların üyelerinin imzaları ile geçerli olan kararlar aslında tek kişilerin keyfi kararlarının çok imza ile pekiştirilmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Bunu, "mekanizmalann köleliği" olarak adlandırabiliriz. En güzel örneği de geçenlerde Milli Eğitim Bakanhğı tarafından YOK'ün değişmesini isteyip istemedikleri sorulduğunda tüm üniversitelerin (sadece biri hariç) YÖK'ten memnun olduklarını yazılı bildirmeleridir. Üniversiteler ancak yönetsel ve bilimsel özerkliği olan özgür kuruluşlar durumuna geldiğinde, yitirilen etik oluşturulduğunda, öğretim Uyesinin bilimsel niteliği yükseldiğinde, öğrencileri ve tüm elemanlarına demokratik yaşam biçiminin geçerli olduğu bir ortam sağlandığında çağdaş olacaklardır. Devlet ve hükümet yetkililerinin, üniversitenin demokratik yasalarla hedefe ulaşamayacağı gibi bir kuşkusu olduğu hissedilmektcdir. Bu durumda, oluşturulması gerekli etik ve bilimsel niteliğin yükseltilmesi ile ilgili bazı önlem, baraj ve koşullar yasa ve yönetmelik maddeleri olarak konulabilir. lstekler bu yolla yansıtılmalı, fakat Universitenin yönetsel ve bilimsel özerkliği sağlanmalidır. * EnlelckıUel, yaratıcı kişi anlanunda kullanılmaktadır. Sadece aydınlatılmış, bilgili (cnlighlened) anlanunda >*eğil. Üniversitelerimiz».. Üniversitelerimizin durumu, kanımca, bir savaşın bir döneminin kaybedilmiş olduğunu varsayarak ele alınmalıdır. Bu savaş, çağdaş üniversiteyi gerçekleştirme savaşıdır. Sayın hocamız Prof. Dr. Cahit Arf'm "27 ortaokul yaratıldı" sözü boşuna söylenrnemiştir. Bu yenilgiyi vurgulamaktadır. Üniversiteyi, ancak kendi içindeki idealist öğretim üyeleri yeniden kurtarıp yükseltebilir. PENCERE 2 MAYIS 1991 1011 Yılda Bir... Prof. Dr. ŞARMAN GENÇAY İTÜ Nükleer Enerji Ens. Kanımca biz üniversite işinde bir tanı (teşhis) hatası yapıyoruz. Yasa değiştirmekle üniversiteleri düzeltebileceğimizi sanıyoruz. Üniversite bir bakıma gelenek demektir. öz ve ruh, sağlam bir değerler sistemi, etik, demektir. Bunlar ise salt yasa maddcleri ile sağlanacak değerler olmaktan çok uzaktırlar. Bu yönde eksiklikler hızla ortamı kaplarken yasalarla oynamak çare olamaz. Ayrıca üniversite yasasının demokratik olması bu sorunu çözmede yeter olmamakla birlikte, gerek koşul olduğu halde biz ters yönde gitmekteyiz. Üniversiteler, sadece diploma veren meslek okulları degillerdir. Ülkenin entelektüel* gücünü oluşturan topluluğu yetiştirmekle görevlidirler. Ancak bu güc sayesinde bir ülke çağdaş uygarlığa katkıda bulunabilir. Bu ise çağdaş bilime, sanata katkıda bulunmak ve çağdaş teknolojiyi özümsemekle olur. Bunları yapamayan ülkeye günün birinde "Senin yeryüzünde bulunmanla bulunmaman bir" deyiverirler. Çağdaş Ülke olarak saygınlık toplamak ve çağa damgasını basmış öbür ülkeler tarafından benimsenmek ancak bu katkı ile olur. Aksi halde, çıkarlarını okşadığınız sürece size kıymet verir sonra yüz çevirirler. lstediğiniz kadar hak ve dostluktan dem vurun, kimse dinlemez. Belli standartlara uymayanın benimsenmemesi çağdaş uygar dünyanın kesin gerçeğidir. Şimdi kısa bir karşılaştırma yapalım: Gelişmiş ülkelerin üniversitelerinde ilk dört yıllık eğitimden sonra lisans almış öğrencileri bizim üniversiteleri bitirmiş olanlarla karşılaştırırsak, iyi üniversitelerimizin mezunlarını onlarınkinden pek geri bulmayabiliriz (bu durum on yıl önce çok daha iyiydi). Bunun ana nedeni, ilk dört yılda öğrencilerimizin çok sayıda ve çeşitli dersleri almak zorunda olmalarıdır. Yüksek lisansa bakıldığında çok geri kaldığımızı görürüz. Dikkate aldığımız dış ülkelerde yüksek lisans; ilgili konuda ileri bilgi vermek, deneyim kazandırmak, böylece piyasaya nitelikli bilgi gücü sağlamayı hedeflemekle birlikte, asıl önemli işlevi bilim adamlığına ilk adım olmak, toplumun itici gücünü oluşturacak nitelikli ve yaratıcı kişileri ve araştırmacıları sağlamaktır. Doktora düzeyinde çalışmaya bir tür hazırlık olarak yapılan yüksek lisans çalışmaları bir tez ile sona erer ve abanmasız bunların üçte biri özellikle temel ve mühendislik bilimlerinde Fen Bilimleri Yollama (atıf) Indeksine (Science Citation Index) giren saygın dergilerde basılır. Ayrıca başka araştırıcıların çalışmalarında atıflar yapılarak bu yönden de aynı indekse girecek nitelikte bilimsel çalışmalardır. Bizde ise bu nitelik çok düşüktür. Yapılan çalışmaları bir genç araştırıcının bilim dünyasına ilk adımı atması olarak nitelemek olanaksızdır. Yüksek lisans çalışmalarının düzeyi bu olan ülke zaten bilimsel bir gelecek umamaz. Durum bu denli ciddidir. Bilimsel düzeyde gerilik Doktora çalışmalarında durum daha kötüdür. Konu edilen gelişmiş Ulkelerde doktora çalışmasına büyük önem verilir. Çok daha büyük bir olasıhkla yukarıda sözü edilen indekse girer ve bir çalışmadan birden fazla değerli bilimsel makale çıkartılabilir. Bir çalışmanın Fen Bilimleri Yollama tndeksi'ne giren bilimsel dergilerde yayımlanması, başka araştırıcıların eserlerinde kaynak gösterilerek yine bu indekse yollamalar yapması, çalışmanın bilimsel değerinin ve çağdaş bilime katkıda bulunduğunun en geçerli kanıtıdır. Türkiye'de nitelikli bilimsel çalışma yapmak zor olabilir. Fakat bilime katkıda bulunmak evrensel bir konudur. Koşullarımız uygun değil diyerek daha düşük düzeydeki çalışmaları bilimsel kabul edelim şeklindeki anlayış yanlıştır. Etki alanı Türkiye'nin içinde kalan konularda kendimizi aldatabiliriz, ancak evrensel bir konu olan bilime katkı konusunda kimseyi aldatamayız. Nitekim bilimsel başarılara karşı açığa vurduğumuz açlığımıza ve sözde gayretimize karşın çağdaş bilime katkıda Batı'nın eski sömürgeleri olan bazı Afrika ülkclerinden bile geriyiz. Çağdaş ileri Ülkelerin üniversitelerinde bizdeki profesörlüğün karşılığı olan "full professor" unvanına giden yol zorludur ve ni EVET/HAYIR OKTffAKBAL Bir süre önce bu sütunda Lutfü Kaleli'nin 'Vurgun' adlı romanından söz etmiştim. 'Vurgun', bir kooperatif olayını anlatıyordu. Neredeyse bir yaşam boyu bir yapı kooperatıfine para ödeyen, bu uğurda gece gündüz çalışan bir ailenin serüveniydi sergilenen... Uydurma birolay değildi, yaşanmış acı bir durumdu. Kooperatifçiliği savunuyoruz, yararına inanıyoruz. Ama öyle kooperatifler de var ki bir kez elini kaptıran bir daha kendini kurtaramıyor! 'Bayram' gazetesinde de bu konuda ilginç bir yazı okuduk. Gazetelere geçmesine gerek de yok, kooperatif dertlisi nice okurdan gelen mektuplar yeterl poğallıkla bütün yapı kooperatiflerinin olumsuzluk içinde olduğu söylenemez. Görevini gereğince yapanları da var. Kaleli, 'Vurgun' romanında böyle bir vurgun olayını bütün canlılığıyla anlatmış... Konut Birlik yönetiminin bu konuda yolladığı açıklamayı da okurlarıma sunmuştum. Şimdi 'Vurgun' romanını yazan Lutfü Kaleli'den aldığım mektuba da sütunumda yer vermek istiyorum. Belki bu tartışmalarla kooperatif sorunu bir aydınlık kazanır. Lutfü Kaleli şöyle yazmış: "Demokrat kişiliğinize yakışan bir tutumla, 6 Nisan 1991 tarihli köşe yazınızda yer verdiğiniz Konut Birlik Genel Başkan Vekili Sayın Oğuz Soydan'ın, kooperatiflerle ilgili açıklamasına "Vurgun" adlı yapıtımla "taraf" olduğum için izninizle yanıt vermek istiyorum. Konut Birlik'in kooperatif alanlndaki konumuna ve işlevine karşı değilim; yararına inanıyorum. Ancak Konut Birlik Türkiye'deki tüm kooperatifleri temsil etmiyor ki suç işleyen ve üyelerini perişan eden kötü niyetli insanların sorumluluklarına ortak olsun!.. Ben, altı yıldan beri üyelik nedeniyle kooperatifçiliği yaşa• ' » • yarak tanıdım; notlarımı roman tekniğiyle kitaplaştırdım. Hatta az bile yazdım. O arada Konut Birlik'in Bakırköy İncirli'deki bürosuna da uğrayıp, üyelerini dolandıran kooperatiflere "müdahale" etmelerini ve bize yardımcı olmalarını istedim. Aldığım yanıt şöyle oldu: Bize üye misiniz? Hayır! Bize üye olursanız size yardımcı olabiliriz. Biz yönetimde değiliz ki size üye olma kararı alalıml Çıkar sağlayan bu insanlar kendi iç denetiminden kaçarken, hiç size üye olurlar mı? Valla şu aşamada o denli çok işimiz var ki, kendi üyelerimize bile ulaşmakta zorluk çekiyoruz; kusura bakmayınız... O gün, kendisine üye olmayan kooperatiflere sahip çıkmayan Konut Birlik'in şimdi tüm kooperatiflere sahiplenmesini ve de Sayın Akbal'ı "bir kooperatife duyduğu öfke nedeniyle... tekil olan böylesi bir olumsuzluğu, tüm kooperatif sektörünün işleviymiş biçiminde sunmuş olmakla" suçlamasını doğrusu pek yadırgadım. Hemen belirtelim ki, Sayın Akbal bu konuda "tekil" bir olayı değil, Türkiye genelinde kanayan toplumsal bir olayı tartışmaya açtı, ilgililerin dıkkatıni çekti. Şu anda bir değil, bir çok kooperatif hakkında var olan olumsuzlukları sıralayabilir ve tanık olduğum "zimmet, görevi kötüye kullanma, dolandırıcılık" gibi suçlardan mahkenıe«re ıoMkal eden olayları vasal (Arkuu n.Sayfada) TEŞEKKÜR Kızımız Deniz'in doğumunda içten yardımlarını esirgemeyen Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastanesi doktorları, TEŞEKKÜR Kızımız TALYA'nın dogumunu başarıyla gerçekleşliren Sayın Jin. Doç. Dr. Yine 0 Konu!.. SAYIN YRD. DOÇ. NECİP KEPKEP SAYIN DR. SÜLEYMAN ALTINAKMAZ SAYIN DR. tBRAHİM KARAÇAR Anestezi uzmanları TEKSEN ÇAMLIBEL, Dr. tSMET KARLIK, Epidural anestezi ile ağrısız doğumu başanyla sağlayan Anestezi Uzmaııı Sayın Doç. Dr. İhsan Öner Sayın Vrd. Doç. Dr. Metin Bayram ve tüm hastane personeline tesekkür ederiz. EMEI^HAMZA GÜL Dr. ZAFER ÜNLÜER, Dotuın hemşircleri MİHKtBAN ALT1NSOY ve EMtME BEKBER, Çocuk doktoru 195060... 196071... 197180... 198091?.. Her 10 yılda ya da 11 yılda bir Türkiye tıkanır; bir dönüm noktasına gelir. Sonra?.. • Yine öyle oldu... 91'de tıkandık... iç borç 50 trilyon lirayı aştı, 60 trilyona tırmanıyor; dış borç 50 milyar dolar... Haydi o bir şey değil diyelim; ama, 1991'de defteri kebir, Nostradamus'un kitabına döndü. Kötü bir rüya mı görüyoruz? Yoksa gerçek mi? Tevfik Güngör'ün Dünya gazetesinde yazdığına göre 91'de ödenmesi gereken borç taksidi ve faiz tutarı iç ve dış toplam 50 trilyona dayanıyor. Devletin topladığı değil, toplayacağı vergi 70 trilyon. Gelecek yıl bu sayılar bayır aşağı yuvarlanan kar topu gibi büyüyecek. Enflasyon azgın, kamu açıkları büyüyor, vergi toplanamıyor; kimse ne halt edeceğini bilemiyor; dış ticaret açığı 10 milyar, döviz ödeme açığı 7 miiyar dolar. Daha önceki yıllar İelaket tellalları, yıkıcılar, kötümserler" bu noktaya gelineceğini haber vermişlerdi; artık liberal işadamları, yüksek bürokratlar, parlak uzmanlar da ağız değiştirdiler. Borcu yeniden borçlanarak ödeme üzerine kurulan "Con Ahmet'in devri daim maklnesi" fosladı. • 12 Eylül Anayasası ancak yedi yıl dayanabildi, sekizinci yıldayız, halkın sırtına geçirilmiş bu deli gömleğinden toplumu kurtarmak için seferberlik başladı; ama, 1980'lerde dünya demokrasiye açılırken Türkiye'yi tarihsel gidişe ters raya oturtan askeri darbe ülkeye çok zaman kaybettirdi. Askeri darbenin gözetim ve denetimi altında mekanizması kurulan ANAP 7 yılda çürüdü. Halk muhalefeti yüzde 8085 oranına ulaşarak ANAP iktidarını kuşattı. Ancak gerekli gereksiz muhalefet partilerinin mozaikleşmesi ve seçmen kitlelerini parsellemesi 91 yılının tıkanıklığına bir boyut daha ekliyor. Tabansız ANAP Meclis Grubuna dayanarak anayasanın tanımadığı yetkiler kullanan sorumsuz Cumhurbaşkanı özal, sivil darbe yaparak rejimi değiştirdi. 1991 yılında Türkiye'de geçerli rejim, anayasal düzen değildir, gayri meşrudur. Hukuk devleti bir yana... Kanun devleti yok. • Ya terör?.. Anarşi?.. Profesörler, yazarlar, devletin en yüksek görevlerinde bulunmuş emekli bürokratlar birbiri ardına öldürülüyorlar; bir gün bir general emeklisi, bir gün bir yargıç, bir gün laik bir aydın, bir gün eski bir MIT'çi canından oluyor; "faili meçhul cinayetler" artıyor. Güneydoğu sınırımız yol geçen hanı, ülke sanki Dingo'nun ahırı, yabancı silahlı kuvvetler topraklarımızda istedikleri gibi fink atıyorlar, sınırlarımıza dayanmış yüz binlerce sığınmacı Türkiye'nin bütün dengelerini zorluyor. Meclis işlevini yitirmiş, iktidar partisinin Meclis grubuna dönüşmüş... Hükümet, ha var ha yok. • ; Peki, ne olacak? > 12 Eylül askeri darbesinden bu yana bir arpa boyu yol al: dık; 10'uncu yılı bitirdik, 11'e girdik.. Tıkandık.. ' Marifet, toplumların böyle tıkanıklıkları askeri darbeyle de • ğll, demokratik muhalefetle açarak yürüyebilmesindedir. Eğer' Türkiye, içinde yaşadığımız dar boğazı halk muhalefetine doğru yolu gösteren bir demokratik koalisyonla aşabiliree 21'inci yüzyıla alnı açık girebilecektir. ' ı Prof. Dr. SIRRI BEKTAŞ, Fizyoterapist H A L E UGAN ve tüm Intcrnational Hospital hemşire ve personeline tesekkür ederiz. DENİZ'e, Doğdun. Büyü ve dünya senin güzel, özgür ellerinde yeniden şekillensin. GÜNERFARUK ERÇAĞ TÜRKİYE YÖNETtMtNDE KARMAŞA Prof. Dr. Lütfü Duran 5.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad. 3941 Cağaloğlufstanbul ödemeli gönderilmez. HEP ATATÜRK'ÜN YAMNDA Salih BozokCemal S.Bozok 5.000 lira (KDV içinde) Çağdaf Yaymlan Türkocağı Cad. 3941 Cağaloğlutstanbul BERAT Amerika'nın en ıyısı, IstanbulNew\ork seferlerine yeniden başladı. Mayıs boyunca haftada 2 gün, Haziran'dan itibaren haftada 4 gün. Roma bağlantılı. TWA ile New York'a en uygun öğlen saatlerinde varırsınız. Ve yalnız TWA ile New York'tan, Amerika'nın 125'ten fazla kentine en kolay, en zahmetsiz bağlantılarla erişebılirsiniz. MA YIS. Çarşamba, Cuma. HAZİRAN. Pazartesi, Çarşamba, Perşembe, Cumartesi. UÇV5N0. İSTAMUJL(K) 07:45 KOMA(V) 09:20 NOMA (K) NEW YORKfV) AMERİKA'NIN EN IYISI TWAS4I 11:15 14:25 Rezeroasyonlanmz içirv Türkiye Genel Sattş Acentemiz Miltur İstunbul: (1) 1345327 13453 32 Izmir. (51) 2185 86 • 21S713 Ankara (4) 12741071274108 ya da kendi seyahat acentenizi araymız,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle