17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER belirli bölümünü oluşturacaktır. Bu tür çalışmalar ise çoğu kez işin bütünü içinde küçük bir yer tutmaktadır. kolayca etkilediği görülen İngilizce öğretim yapma tuzağına düşmemekte kararlılık biçiminde özetlenebilir. Başka bir anlatımla: Bugünkü koşullarda en az bir yabancı dili (şimdilik İngilizceyi) üstun düzeyde öğretmeye yurekten "Evet", fakat İngilizce (ya da baska bir yabancı dilde) öğretim yapmaya kesinlikle "Hayır" denilmektedir. İTÜ, öğretim üyesi açısından büyük kapasitesi, yılların birikimi ve öğretim geleneği ile ülkemizde bilgili, yeni teknolojileri kolayca kavrayabilecek yetkinlikte seçkin mühendisler yetiştirme görevini sürdürmeye kararhdn. Aynca, İTÜ'nün çok önemli bir misyonu vardır: 216 yıldan beri aksatmadan yürütmekte olduğu, teknik alanda Türkçe bilim ve teknoloji dilinin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamak. Bu, ödün verilmeksizin mutlaka sürdürülmesi gerekli kutsal bir görevdir. İTÜ'nün bu konudaki göruşünün ve yürüyeceği yolun özü budur. tTÜ, bu görüş doğrultusunda 19891990 öğretim yılından başlayarak yeni bir uygulama için çalışmalarını tamamlamış bulunmaktadır. Buna göre isteyen öğrenciler, öncelikle, bir yıllık "lngilizce Hazırlık Öğretimi" göreceklerdir. Bu öğrenciler ve İngilizceyi önceden öğrenmiş olanlardan isteyenler normal öğrenimlerini sürdürecekler ve bu sırada tngilizce bilgile.ini taze tutmak, geliştirmek ve teknik terimleri öğrenmek amacına yönelik ek lngilizce dersler okuyacaklardır. Umuyoruz ki böylece bu öğrencilerimiz seçkin mühendisler olarak yetişmelerinin yanında yeterli tngilizce öğrenmiş olacaklardır. Y abaııeı Dilde Öğretiıne N "Hayır" İTİJ, öğretim üyesi açısından büyük kapasitesi, yıların birikimi ve öğretim geleneği ile ülkemizde bilgili, yeni teknolojileri kolayca kavrayabilecek yetkinlikte seçkin mühendisler yetiştirme görevini sürdürmeye kararlıdır. Ayrıca, İTÜ'nün çok önemli bir misyonu vardır: 216 yıldan beri aksatmadan yürütmekte olduğu, teknik alanda Türkçe bilim ve teknoloji dilinm oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamak. Bu, ödün verilmeksizin mutlaka sürdürülmesi gerekli kutsal bir görevdir. PENCERE 6 HAZİRAN 1989 Ulusal kültiir kendi dilimizle gelişir Prof. Dr. GÜNGÖR EVREN tTÜ Rektör Yardımcısı Dışa açılan, Avrupa Topluluğu'na katılmaya hazırlanan ve zengin turistik potansiyelini değerlendirme arayışı içinde bulunan ülkemizde, yabancı dil bilen insan gücü gereksinimi, elbette yaşamsal önem taşımaktadır. Aslında, bilim ve teknolojinin başdöndürücü bir hızla geliştiği günümüzun küçülen dünyasında, herkes yabancı dil bilme zorunluluğunu duyuyor. Yabancı dil bilmeyen, özellikle de bugün için geçerli dil olan tngilizceyi bilmeyen insan eksik sayılıyor. öğretimin amacı, en geniş anlamıyla, insanın yetiştirilmesi, yeteneklerinin olabildiğince geliştirilmesi, böylece birey olarak mutluluğunun ve toplumun refah ve mutluluğuna en üst düzeyde katkısırun sağlanmasıdır. Bu çerçevede, öğretim kurumlarının amacı ise öngörulen formasyonu vermek üzere istenenin en iyi biçimde anlaşılmasını ve kavranmasını sağlamaktır. Bunun ve daha önemlisi düşünmenin en etkin aracının anadili olduğu konusunda herhalde kuşkusu olan yoktur. Üniversitelerde yabancı bir dilde öğretim yapmak, ana hedefin yanında, gerçekte kendi görevi arasında bulunmayan, yabancı dili de öğretebilmek amacından kaynaklanmaktadır. Bu durumda, ister istemez öğrencilerin belirli bir konuyu öğrenebilmeleri sorununun üzerine, araç olarak seçilen (ve doğaldır ki anadili kadar etkin kullanılamayan) yabancı dili anlama ve bu dilde anlatma güçlükleri eklenmektedir. Oysa önemli olan, insanların, önce söyleyecek sözlerinin olmasıdır. Bu yetenekten yoksun olanlann bir değil on yabancı dil bilmeleri neye yarar? Öte yandan, gençlerimiz kendilerine öğretilenleri Türkçe konuşulan bir ortamda ve Türkçe konuşan kişilerle işbirliği içinde uygulayacaklardır. Yabancı dille yürütülmesi gerekenler, işin özellik taşıyan Yanlış bir tutum Ülkemizde yukarıda belirtmeye çalıştığım olgudan kaynaklanan, fakat son zamanlarda amacından sapmış olarak doludizgin bir gelişme yaşanıyor: Öğretimin tngilizce yapılması. Hani mümkün olsa da tüm öğretim kurumlannda tngilizce öğretim yapılabilse, öğretim sorununu kökünden çözdüğumüze inanılacak. Kısacası, insanlanmızın yabancı dil, yabancı diller öğrenmeleri hepimizin istegidir. Fakat kendi ana dilimiz, geliştirmek zorunda olduğumuz Türkçemiz dururken, tngilizce ya da başka bir yabancı dille öğretimin anlamım ve olası sonuçlannı özenle irdelemek zorundayu. Bu koşullar altında yabancı dilde öğrenim görmuş olmak, iş yaşamında, hatta günluk yaşamda yabancılaşmaya, uyumsuzluklara neden olabilmektedir. Daha da kötüsü öğrenimlerini yabancı dilde yapmış olanlar, beyin gücünün kaynağını oluşturmaktadırlar. Yabancı dilde öğretim olayı, ulusal kültür açt,sından da önemli sakıncalar taşımaktadır. Gerçekten, ulusal kültürün konınması ve geliştirilmesi, bilim ve teknolojinin özümsenmesi, öğretimin anadille yapılması ile yakından ilgilidir. Dilimizin zenginleşmesi, güçlenmesi ve özellikle bilimsel dilin gelişmesi, öğretimin Türkçe olarak yapılmasına bağlıdır. Tersine bir tutum izlenmesi durumunda, yabancı bir dili az çok bilen, fakat kendi diline ve kültürüne yabancı kişilerin yetiştirilmesi, dolayısıyla Türkçenin ve kültürümüzün geliştirilmesi amacıyla bağdaşmamaktadır. Bütün bu gerçeklere karşın tngilizce öğretim, yayılma eğilimini sürdürmektedir. Bu gelişme başka hevesleri de uyandırmaktadır. Gerçekten Almanlar, Fransızlar da, bazı olanaklar sağlamayı vadederek kendi dillerinde öğretim yapılmasına çaba göstermektedirler. Bunları benzeri isteklerin izlemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu olup bitenler, günluk yaşamımızda görduğümüz ve duyduğumuz yabancı sözcüklerin giderek Sonuç hızla çoğalması bir kültiir kapitülasyonu'na doğOrtaöğretimde gerekli düzeyde yabancı dil öğru gidiş olasılığını düşündürecek niteliktedir. Bun retilmesi ve bu konuda üniversitelerin doğrudan bir dan dolayı ulusal varlığımız açısından ciddi kaygı desteğine gereksinim kalmaması esastır. Bunun sa£lar duymamak elde değildir. landığı gün gelecek ve "yabancı dilde öğretim yapma" istekleri çekiciliğini yitirecek, üniversitelerimiz çaİTÜ'niin tutumu ve yeni balannı asıl görevleri üzerine yoğunlaştıracaklardır. Yanlış olduğuna inandığımız mevcut gidişten uygulama bir an önce dönülmesi, şimdilik, gerek duyulan yatTÜ, lngilizce (ya da başka bir yabancı dilde) öğ bancı dil öğretiminin öğretim amaçları ile çelişmeretim konusunda çok açık bir tavır ortaya koymuş yen ve ulusal benliğimiz açısından sakıncalı olmabulunmaktadır. Bu tavır, tngilizce öğretmenin öne yan özgün çözümlerle sağlanması en büyük dileğimine ve gereğine inanmakla birlikte, kamuoyunu mizdir. . . Ömer Hayyam sevilesı bir şair. Nasıl sevmezsin, Sabahattin Eyüboğlu'nun çevirdiği şu dörtlüğü okuyunca: Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde; Senöen ayığız bu sarhoş halimizde. Şen insan kanı içersin, biz üzüm kanı; İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?.. Sekiz yüzyıl önce İran'da yaşamıştı Hayyam, ülkesinin geleceğini mi görmüştü? 20'nci yüzyılda bile Müslümaniık adına Irarf da insan kanı içıldi. Ömer Hayyam kaşlarını çatmıyordu; yaşamın tadını çıkarmanın mutluluğuna dönüktü; insanlara sevecenlikle yaklaşıyordu; bilimsel çalışmaları da vardı; matematikle uğraştı; çarpıcı bir düşünürdü; "us"un yol göstericiliğine inanmıştı; şarap içerdi. O zamanlar testide dururdu şarap: Bir testici gördüm, çamur içindeydi Ayağı çarkında, elinde bir testi Hayyam için testi bir simgeydi; kulpunda sevgilinin beyaz eli, bedeninde padişahın kellesi, boynunda bir yoksulun ayağı bulunurdu. Toprak testi, geçmişi geleceğe bağlar, evrenselliği vurgulardı. Önceki gün öteki dünyaya göçen Ayetullah Humeyni'den çok ilerideydi Hayyam; birisi "üzüm kanı" içerdi, öteki "insan kanı" içmeye doyamadan gittı. Yeryüzü tarihı; savaşlar, içsavaşlar, devrimler, karşı devrimlerden oluşuyor. Yaşananlann nedenlerini bilim çağımızda aydınlatmaya çalışıyor. Nasıl oluyor da Goethe'nin ülkesinden bir Hitler çıkabiliyor? 20'nci yüzyılda Almanya'ya karanlık çöküyor. İnsan kırımı başlıyor. Nasıl oluyor da Hayyam'dan yüzlerce yıl sonra, yaşama sevincinden ve insan sevgisinden bunca yoksun bir molla, İran'ı cehenneme çevirebiliyor? İslam töresinde bir ölünün başında cenaze namazını kıldıran imam sorar: Merhumu nasıl bilirsiniz? Cemaat: İyi biliriz... Sıradan bir yanıttır bu; ölü "///" olsa da, olmasa da "nayır"\& anılır. Ne var kı Ayetullah Humeyni "sıradan" bir insan değildir; İran halkının Şah diktatörlüğüne karşı başkaldırısını daha beter bir diktatörlüğe çeviren, ülkesıni mezbahaya dönüştüren, karanlıkların en koyusuna sürükleyen kişidir. Peki, kara sarığı, çatık kaşları, gülmeyen yüzü, katranlaşmış bakışı, çürümüş beyniyle elli milyonluk bir ülkeyi bunca yıl nasıl çekip çevirebildi? • Pinochet, Franko, Salazar ya da benzerleriyle İslam dünyasında ortaya çıkan diktatörleri bir noktada birbirinden ayırmak gerekiyor. Batı, "reform" aşamastndan geçti; "uyanış" ve "aydınlanma" dönemlerini yaşadı; 1789 da, 1917 de Batı kafasının ürünleridir. Bilim, dinden bağımsızlaştı Batı'da; akıl, yobazlığın egemenliğinden sıyrıldı, özgürleşti. Diktatörler gelip geçtiğinde geriye bıraktıkları acılar unutulup kan gölleri kuruyunca, toplum demokrasiye kavuşabiliyor. Ortaçağa dönülmüyor. Doğu'da İslam dünyası, ortaçağın karanlığını henüz yırtabilmiş değil. Hıristiyan ortaçağı Batı'da çoktan aşıldı; Atatürk, Doğu'da islam ortaçağını yırtmak için Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Ülkemizde tan yeri atmış, şafağın ilk ışınları bulutlara yansımış, sabahın ilk aydınlığı göğe vurmuştur; ama karanlıktan tam anlamında sıyrıldığımızı kimse söyleyemez. İran'ın bugünkü hai, sekiz yüzyıl önce yaşamış Hayyam'ın bir dörtlüğünde yazılı: Bir taş bulamazsın ki Doğu ovalarında ^Küfretmesin, bana da, benim zamanıma da Yüz adım yürü bak, bir dertli insan görürsün Bunalmış, oturakalmış yol kenarında. Hayyanfdan Humeyni'ye. BURHAN ABPAD HESAPLAŞMA OKURLARDAN ekonomi, sanayi ve teknoloji, üst yapısını ise altyapmın belirlemiş olduğu sanat, hukuk, kültür anlayışı ve Konuya öncelikle spor değer yargılan oluşturur. tesisleri işletmeciliğiyle girmek Ekonomik yönden istiyorum. Spor tesisi güçlenmedikçe, kisi başına geleneksel işktmecilik düşen milli gelir insan anlayışına göre ekonomiyi, onuruna yaraşır standartlara tekniği, hukuku bünyesinde yükselmedikçe, toplayan bir işletme birimidir. insanlanmızdan spora Tesislerin yapımmdaki amaç, yönelmelerini, spor gereksinmeleri gidermek yapmalannı beklemek biraz gayesiyle yapılan etkinlikleri hayalcilik olur kanısmdayım. ve hizmetleri Bugün Avrupa'da spora değerlendirmektir. Spor katılım oranı yüzde 60lara tesisleri sadece teknik yönüyle varmaktadır. !\'e zaman ki değil, sosyai yönleriyle de bir birçok insanı spora seferber birim olduklarını edebiliyoruz. Her bölgeye kamtlamışlardır. Sosyai bir yeteri kadar tesis birimde sistemler arasında yapabiliyoruz, o zaman (idareci sporcu çalısanlar sporumuz gelişmeye ve hizmet alanlan) baslayacaktır. etkileşimler mevcuttur. Tesisin En çarpıcı ömeği baskentimiz yapımına karar veren yetkiliden, projeyi uygulayan Ankara'da nizami ölçülerde bir hentbol salonu bile ve yö'netenlere kadar herkes, bir bütünün parçaları gibidir. yoktur. 200'e yakın orta dereceli okulu bulunan Tesis isletmeciliği ve spor politikasını toplumsal yapı ile başkentte sadece 1520 okulda kapalı salonu bulunmaktadır. beraber ele almak lazımdır. Spor genis kitlelere nasıl Sadece problemleri ortaya yayılır: koymak çö'züm değildir. Toplumsal yapının altyapısım • Birinci kosul, geniş kitlelere vaymak, aktif sporcu 27 Mayıs 1960 27 Mayıs 1960'ta sabaha karşı marşlarla uyanmıştım. Burgaz Adası'ndaydım. Gün yeni ışıyordu. Karşı yamaçlarda Türk bayrakları dalgalanıyordu. Radyoda gümbürtülü ve kalın bir ses, "Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk ulusu adına yönetime el koydu. En kısa sürede seçimler yapılacaktır!" sözlerini yineliyordu. Ne var ki 27 Mayıs'ı izleyen aylarda durum değişmişe benziyordu. Başka sözler ve görüşler de ileri sürülmeye başlanmıştı. En çok, "ülkü birliği" sözü duyulmaya başlanmıştı. Ayrıntılardan kaçınılıyordu. Ne var ki 'ülkü birliği" ve demokrasi kavramlarının bir arada yürütülmesi olanak dışıydı. 27 Mayıs'ı gerçekleştirenlerin ancak otuz sekizi açıklanmış, Milli Birlik Komitesi diye adlandırılmıştı. Otuz sekizlerin içinde görüş ayrılıklan ortaya çıkmıştı. Alttan alta çekişmeler uzun sürmedi. Kısa bir haber yazısı durumu aydınlattı: Otuz sekizler, 'ülkü birliğini' kurmak isteyen 14 kişiyi saf dışı bırakmış ve hepsini bir gecede yurtdışına göndermışti. Girişim, zorunlu sürgün niteliğini taşıyordu. Sonra Yassıada'da duruşmalar başladı. Yassıada duruşmalarını tek bir gün izledim. Yassıada'ya götürecek vapura sıkı bir denetimden geçerek binmiştik. Salonu çevreleyen tribünler silme doluydu. Saat tam dokuzda salonun kapısı açılmış ve 14 Mayıs 1950'den 27 Mayıs 1960'a kadar Türkiye'yi yönetmiş olan cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve milletvekillerinden oluşan dünün politikacıları görünmüştü. Ürkek, sinmiş ve bitkindiler. Bir "hayaletler ordusu"nu andırıyorlardı. Aylardan beri kimseyle görüstürülmeden ve tek kişilik hücrelerde yaşamıştılar. Yarınlarının ne olacağını bilemeden yaşamıştılar. Korkudan titriyorlardı. Adlar okunarak kimiik denetimi yapılmıştı. Sonra yargılama başladı. Bayar, ilk sırada ve en başta oturuyordu. Elinde tuttuğu şapkayı sinirli sinirli çekiştiriyordu. Adnan Menderes, sözün gerçek anlamıyla bitikti. Sorulanlara karşılık verirken sık sık "Reis Beyefendi" diyordu. Bayar, bir süre sonra rahatlamıştı, bakışları tribünlerde dolaşıyordu. Bayar'ın bakışları bir an için basın tribününe takıldı ve canlandı. Hepinizin ne olduğunu bilirim, der gibiydi. Bakışlar sert ve keskindi. Üst perdeden bakıyordu. Duruşma başlamıştı. Savcı Egesel, teatral ses ve davranışlarla iddianameyi okudu. Celal Bayar, Pakistan hükümetinin armağan ettiği soylu bir köpeği Tarım Bakanlığı'na 7000 lira karşılığı satmış olmakla suçlanıyordu. Söz alan Bayar, kısa konuşmuş ve 7000 lirayı çeşme yapılması için falan köye bağışlamış olduğunu ileri sürmüştü. Vatan Gazetesi Başyazan Ahmet Emin Yalman ise durumu çok ilginç bulmuştu. Basın tribününde özellikle yabancı gazeteciler arasında dolaşıyor ve durumun ilginçliğine onları da inandırmak istiyordu. Köpek davası, Yalman'a göre anlamlıydı. Yassıada durusmalarına bir daha girmedim. Aslında pek de ciddi görünmeyen Yassıada'nın yargıcı Salim Başol'u yıllardır tanırdım. O günlerde yeni kurulmuş olan Istanbul İkinci Ağır Ceza'da başkandı. İyi bir yargıçtı. 27 Mayıs günlerinde ve daha sonraları Başol'la kimi durumlarla karşılaşmıştım. İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun Üsküdar Sahnesi'nde karşılaşmamı anımsıyorum. Tiyatro yöneticileri kaldırımdan girişe kırmızı halı sermişlerdi. Başol, otomobilden ağır ağır inip yine ağır ağır tiyatroya girmişti. Her halde halıyı gereksiz bulmuştur. Tiyatro ve Başol konusuyla yine karşılaşmıştım. Ankara'da Devlet Tiyatrosu'nun sekreterlik odasında. Bir odacı, sekretere yaklaşıp, Başol'a davetli kartı istemişti. Ne var ki sekreterin verdiği karşılık olumlu değildi. My Fair Lady'yi görmek isteyen kişi, gişenin önünde kuyruğa girmeli anlayışı, sanırım yöneticilerin yanlış bir değerlendirmesiydi. Arada bir aklıma gelir!... Türkiye'de spor politikası sayısuıın genel nüfustaki payını arttırmak, bunu da kitle örgütleriyle okuüar, kooperatifler, sendikalar, kulüpler, fabrikalar ve KlT'ler aracıhğıyla. • Spor yapttrtacak insan gücüne, yani yetişmiş elemanla. • Bunun için çok sayıda spor uzmanına, spor tesisine, malzemeye gereksinme vardır. Daha da önemlisi kişi başına düşen gelirin arttvılmasıyla. Türkiye'de nasıl başarıya ulaşılır: Öncelikle şu soruların yanıtım bulmak lazım: Neden spor yapıyoruz? Sporu nasıl yönetiriz? Bunlara kesin hatlanyla çözüm bulmak lazımdır. • Aktif sporcu sayısmı arttırmak lazım, 55 milyonluk bir ülkede 1520 milyon insanı seferber edebilmeliyiz. • Kitle örgütlerini ve işyeri durumunda olan kurumları bu işin içine sokmalıyız, bağlayıcı kararlarla. • Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'nün, örgütlenme birimlerini, temsilcilikler halinde köylere ve mahallelere kadar sokmalıyız. • Yeterli boş zaman sorununu çözmek lazım, spor yapacak insanların, genel sağlık, beslenme ve eğitim hizmetlerini insan olmanın onuruna yaraşır duruma getirmeliyiz. • Sporda ulusal bir devlet politikası izlenmelL • Tesis yapımında nüfus yoğunluğu, sportif etkinlikler, okullaşma, sanayileşme, sosyoekonomik durum ve spor yatkınlığı göz önüne alınmalı. • Beden eğitimi ve spor bölümlerinin, Türkiye'nin özgül koşullanna göre reorganizasyonuna gidilmeli. • Her okula bir spor salonu, her ile yeteri kadar salon ve açıkhava sahalan yapıunalu Sonuç olarak: Spor bir anlayış, bir değerlendirme olayıdır. Olanaklarımız ölçüsünde, çok olumlu işler yapılabilir. Yeter ki konuya objektif olarak bakabilsin o zaman özlenen duygular daha güçlü daha coşkulu ve gururlu olur. HÜSEYİN KARA Beden Eğitimi ve Spor. öğr. Görevlisi L'UNION DES ASSURANCES DE PARIS Recherche pour ses societes en Turquie: Employecomptable ayant une premiere experience de comptabilite. Cadres debulants ou ayant une premiere experience professionnelle. Diplome universitaire exige. Postes techniques ou technico commerciaux Cadres commerciaux ayant une premiere experıence professionelle. Diplome universitaire exige. Situatıons d'avenir dans un secteur en developpemem. Formation assuree en Turquie et a l'etranger. Enyover çumculum vıtoe manuscrit avec photo â UAPUnyon j l'attenlion de Madame Pervin Dalhağ Büyükdere Caddesi No. 116 Zınctrlıkuyu İstanbul Emekliler, ev hanımlan! Aktif satış yapın, milvonlar kazanın. AnaBritannicanın "Aktif Satış Yetkilüeri" yalnızca randevu alarak görüşme yapıyor. satışlannı modern ve hilimsel yöntemlerle gerçekleştiriyor ve milvonlar kazamyorlar. Sizi de "Aktif Satış Yetkilileri"miz arasında görmek isteriz. Gelin. görüşelim. Derneğimiz Bursa Şubesi Başkanı değerli insan M. ŞEBİP KARAMULLAOĞLU vefat etmiştir. Kederli ailesine ve tüm mensuplarımıza başsağlığı dileriz. AnaBritannica Duıu.ının I nıım.lıalı .ınsıklorH'disi C jıt l <\o\ NUvkıı Nı> >" k.ıı : \1jshıkİsr ANBL'L INVEST YOUR LOCAL MONEY IN AMERICAN DOLLARS OR SWISS FRANCS! For Complete Information About This Unique Opportunıty Send Your Name, Adress And Two International Reply Coupons Available From Your Post Office To: ROYAL CROWN INVESTMENTS, P.O. Box 961, 36 Adelaide Street, East, Toronto, Ontario, Canada M5C 2K3 TÜRK İDARECİLER DERNEĞİ YÖNETİM KURULU TERME KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1989/1 Davacı Rahmi Bayrak tarafından davalılar Mustafa Aksu, Mehmet Aksu, Semiha Canbulat, Dursun Topçu, Mustafa oğlu Ali, Mustafa oğlu Hüseyin, Hanife; Ahmet Mustafa, Ali, Reyhan ve Feyhan Yangın haklarında açılan tespite itiraz davasının duruşmasında davalılardan Terme Çay Mahallesi Ada: 70 Parsel: 133'te 3900/46800 hisse sahibi Mustafa oğlu Ali ile 7800/46800 hisse sahibi Mustafa oğlu Hüseyin'in adına tebliğ yapılamayıp zabıtaca da adresleri tespit edilemediğinden ilanen tebliğ yapılmasına karar verilmiş olduğu ndan: Yukarıda hisseleri yazılı Mustafa oğlu Ali ve Mustafa oğlu Hüseyin'in duruşmamn atılı bulunduğu 5.7.1989 günü saat 9'da Terme Kadastro mahkemesinde bizzat hazır bulunmalan veya kendilerini bir vekille temsil ettirmelerine, aksi takdirde yargılamaya yokluklarında devam edileceği HUMK'nun 213 ve 337. maddeleri uyarınca ilanen ihtar olunur. Basın: 41966 SEKRETER... • iyi İngilizce ve daktilo bilen Sekreterlik Yapabilecek Bayan Eleman Alınacaktır. REFOCOLOR A.Ş. EbuluL dd. REfO Bnı.oı fOtelalık okulu arkısı) Ak.ıtLır ı*l.ıru'u! 1979 YIL1 ICRA PL.467 TEDBİR UYARINCA SIGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR kaybctıim, lıukunivü/duı GAZASFER GERÇEK Askcri kimiik katıımı LEYLA TAIŞASOĞLL TSYD u>elik kartımı kaybetıim. Hukümsuzdur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle