24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 24 ARALIK 1989 Film yasaklamak fanatizmdir 18 Temmuz 1989 salı günü televizyonun karşısına oturanlar, 1. kanalda ünlü Fransız yönetmeni Rene Clement'in, yine ünlü bir filmini, "Yasak OyunlarLes Jeux Interdits" izlemeye hazırlamyorlardı. 22.25'te başlayan film, saat 23.00 sulannda "dramatik bir sonla" noktalandı. TRT yetkilileri, daha sonradan "Hıristiyanlık propagandası" "izleyiciden gelen tepki" şeklinde açıklamaya çalışacakları bir uygulamayla filmi kesmişler ve hiçbir şey olmamış gibi Jacques Yves Cousteau'nun bir belgeselini yayına koyuvermişlerdi. Kahire Şenliği'nin onur İconuğu yönetmen Rene Clement, filminin yasaklandığı ülkeden gelen bir sinema yazarıyla önce konuşmak istemedi. Ancak Atilla Dorsay'ın kendisiyle yaptığı "konuşma öncesi söyleşi"den sonra, sadece "yasaklama olayı"yla ilgili değil, tüm sanatı, yapıtlan ve sinemaya bakışı hakkındaki düşüncelerini anlattı. 'Yasak Oyunlar'adlıfilmi TKTtarafındanyarıda kesilen ünlüFransız yönetmeni Rene Clement: PAZAR KONUĞU kelerine ne denli zarar verdiğini görebiliyorlar mı? Bunu anlamak için illa da olaylara dışardan bakmak, örneğin Paris'te oturup Le Monde'unu okuyan bir Fransız mı olmak gerekiyor? Sizde de, bu tür davranışlann ülkenizin saygınlığına verebileceği zararı gören insanlar olduğuna inanıyorum. Ve zaten siz, beni bu konuda ikna ettiniz. SÖYLEŞİ ATİLLA DORSAY Umi kısa filmlerden sonra, ilk uzun filminiz olan "Demiryolu Savaşı"nı daha savaş bitmeden çevirmeye başladımz. Demek ki ttalyan yeni gerçekçiliğiyle aynı zamanda.. Pekl, niye bu film bir Fransız yeni gerçekçiliğini başlatamadı sizce? Çünkü Fransızlar kendilerini tümüyle gerçekçiliğe bağlayamayacak denli fanteziye düşkündürler!.. Şaka bir yana, ben bu soruya, ancak kendi adıma yanıt verebilirim. "Demiryolu Savaşı" gerçekten de savaşın bitiminden hemen önce çekilmiş belgesel bölümler de içeren bir fîlmdi. Ama ben hemen sonra Jean Coo teau'nun "Güzel ve Hayvan"ında teknik danışman olarak çahşmaya başladığımdan, bu kez tümüyle fantastik bir dünyanın içine daldım. Ondan sonraki filmierimde hep değişik, farklı şeyler yaptım. "Gerçekçilik" dediğiniz şeye, gerek duyduğumda hep geri döndüm. Örneğin 1%2'de çevirdiğim ve Simone Signoret ile Amerikan aktörii Stuart Whitman'ın oynadıkları "Giin ve SaatLe Joıır et I'heure" filmi, dramatik bir öykü anlatmasına karşın, savaşın son günleri üzerine titizlikle yerleştirilmiş aynntılarla doludur, sanki bir belgesel doğruluğundadır. ' ^KK^KMSinemada önernli edebiyat uyarlamalan gerçekleştirdiniz. Bizde ' Sen Bir Melektin" adıyla gösterilen "Gervaise"de Emile Zola'yı, "Okyanusa KarşıThe Sea Wall"da Marguerite Duras'yı, "Kızgın GüneşPlein SoleiU'de Patricia Highsmith 'i uyarladınız. Uyarlamayla özgün bir senaryo arasındaki farkiar nelerdir? Çok önemli farkiar yok bence... Ne olursa olsun, elinizde bir metin vardır ve siz onu kendi kişiliğiniz doğrultusunda anlatmak durumundasınız. lyi bir senaryo, özgün de olabilir, bir edebi metinden de kaynaklanabilir. önemli olan, yönetmenin mutlaka senaryoya belli bir ölçüde katılması ve onu, kendi kişiliğine uygun biçimde oluşturmasıdır. Ben kendi filmlerimin senaryolanna hep katıimışımdır. Ve bunun çok faydasını gördüm. 'Okyanusa Karşı", sinemada ilk Marguerite Duras uyarlamasıydı. "Hiroşima Sevgilim"den bile önce... Silvana Mangano, Anthony Perkins, Jo Van Fleet gibi ilginç bir kadronun oynadığı bufilm, tam başarılı olmadıysa da fîlmografînizde ayn biryeri olan, tuhaf bir çekicilik taşıyan bir fılmdi. Evet, hakhsınız. Bu film tam anlamıyla başarılı olmadı. Çünkü bir kez Duras, bu senaryoda içten değildi. Söylemek istediğini söyleyememişti. Çok uzun yıllar sonra yazdığı "SevgiliL'Amant" adlı romanda ancak gerçeği anlatabildi, içini dökebildi. Aynca filmin, olayların geçtiği Hindiçini'nde çekilmesi mümkün olmadı, Tayland'da çeküdi. Oyuncu kadrosu da doğrusu çok kanşıktı. WKMKUPyuncu demişken, dünyanın en ünlü kimi oyuncularıyla çalıştımz. Buntann arasında önemli Amerikan oyunculan da var: Charles Bronson, Faye Dunavvay, Robert Ryan, Jane Fonda gibi... "Paris Yanıyor"adlı üstün yapımda ise neredeyse ikidüzine ünlü oyuncu vardı. Onları yönetmek kolay oldu mu? Oyunculardan yana bir yakınmam pek olmadı. Charles Bronson bile oldukça sert kişiliğine karşın, sette çok yardımcı oldu. Ve onunla yaptığım "Yagmurla Gelen Adam Le Passager de la Pluie", biliyorsunuz çok iş yapan bir film oldu. Bu ünlü Amerikan oyunculanyla ortak yapım olarak çekilen filmlerde, onlar kendi dillerini konuşuyorlar, kimi zaman yakın plan sahneleri iki ayrı dilde iki kez çekiüyordu. Bu biraz zorluk getiriyor. "Paris Yanıyor"a geünce, evet o filmde çok sayıda oyuncuyla çalıştım. Hepsi de çok ünlüydü. Ama unutmaym ki ben de çok ünlüydüm, büyük saygınhğım vardı. "Yasak Oynnlar"la Hollywood'da Oscar alnuştım, sayısıa festivalde ödüllerim vardı. Şunu unutmaym: Amerikalılar son derece profesyonel insanlar. Sete geldiğinde, dünyanın en ünlü oyuncusu bile ne yapacağını, kendisinden ne beklendiğini çok iyi bilir ve gereklerini yerine getirir. •MHKSYz 1945'lerde sinemaya geldiğinizde genç bir yönetmendiniz. Ve Fransız sinemasında şiirsel gerçekçilik ekolü ve onun ünlü isimleri egemendi. Onlara karşı nasıl duygular içindeydiniz? Bu, hayran mı olduğunuz, yoksa karşı olupyıkmak mı istediğiniz bir sinemaydı? Ben hiçbir şeyi yıkmak istemedim. Sizden öncekileri yok sayıp yıkamazsınız kü... Olsa olsa yeni bir şeyler yapmak isteyebilirsiniz. Fransız sinemasının büyük döneminden sevdiğim filmler, yonetmenler vardı kuşkusuz. Ju. lien Duvivier, Jacques Feyder büyük sinemacılardı. Marcel Came'nin o güzelim filmleri unutulabüir mi? O büyük Carnee, "Paradideki Çocuklar"m, "Sisler Rıhtınn"nm Carne'si biliyor musunuz ki bugün büyük yokluk içinde? Bu yüzden TV filmleri, belgeseller filan yapıp birkaç kuruş kazanmaya çalışıyor. Sinema, inanılmayacak kadar nankör bir meslektir çünkü... H H H M y a Jean Renoir? Açık söyleyeyim mi? Renoir'ı insan olarak çok severdim. Onunla oturup konuşmak büyük bir zevkti. Engin bir kültürü vardı. Ama yönetmen olarak tam benim gustoma göre değildi. WKKKMSinema tarihçileri, en önemli fılminizin "Yasak Oyunlar Les Jeux Interdits" olduğunda hemen hemen fikir birliği içindeler? Bu görüşe ben de katılıyorum. Biliyor musunuz, bu film benim tam 5 yılımı aldı. 5 yıl boyunca onu düşündüm, ona hazırlandım. Ama başansı çok büyük oldu. Tüm dünyayı dolaştı, Cannes, Venedik şenliklerinde ödül aldı, 4O'ı aşkın ödülü var. ••••PeAr/ artık sormak zorundayım: Bufılmın ulkemizde TV gösterimi sırasında yarıda kesildiğini biliyorsunuz. Elbette... Le Monde Gazetesi'nde bir haber oldu bu. Ben de herkes gibi okuyup öğrendim. Peki, bu konuda neler diyeceksiniz? • • • • S m e m a yaşamınıza tipik Fransız denebilecek, dönemi için çeşitli arayışlar içeren • • • • Yeni dalgadan günümüze hiçbir şey fılmlerle başladımz. Oysa sonfilmleriniz (Yag kalmadı mı yani? murla Gelen Adam", "Sisli Günler", "Devlerin Yarışı", "BabySitter") tipik Amerikan Hiçbir şey kalmadı. "Yaratıcı sinemasıpsikolojik gerilim filmleriydi. Cinema d'auteur" denen kuram da iflas etti. Bu kuram, bir yönetmenin her şeyi, her şeyi Size bir şey söyleyeyim mi? Siz eleştirmenkendisinin üstlenmesi anlamına geliyordu. Yalerin, yönetmenleri sınıflandınp, belli kategoni adam, hem fikri bulacak, hem senaryoyu rilere ayırıp, etiketleyip bir tür kafa rahatlığıyazacak, hem filmi yönetecek, mümkünse hem na kavuşmak alışkanhğmız var. Ben ise eleşde kamerayı kullanacak. Yani, herkesin kentirmenlere bu fırsatı hiç vermedim. Belli bir di işini yaptığı, ama çok iyi yaptığı Amerikan türde, tarzda yoğunlaşmayı, hep aynı türde sinemasının tam tersi. Yani sinemada çok gefilmler yapmayı hiç istemedim. Eleştirmenlerekli olan işbirliğinin, profesyonelce bir çalışri hep şaşırttım. Hep benden beklediklerinin manm tam tersi. Bakın, Amerika'da, Florida'iersini yaptım. Sinema, evrensel bir dildir. Çok da yapılan bir festivalden geliyorum. Fransız değişik konularda, alanlarda işlev görebilir. sinemasına adanmış bir festival. Orada, ismi gerekli değil, yeni dalgacı bir yönetmenin filÇok farklı şeyler yapabilir, değişik yollar demi gösteriliyordu. Yarım saat sonra, salonda neyebilir, her şeyi anlatabilirsiniz. Ben hep kimse kalmadı. böyle yapmayı seçtim. Onun için eleştirmenlerle aram hiçbir zaman çok iyi olmadı. Beni etiketleyip raflarına koyamadılar, bir "Rene UtKKMKimdi bu JeanLuc Godard mı? Clement kurusu" oluşturamadılar. Söylemem. Polemik açmak ıstemiyorum. 'özünü ettiğimiz filmler, sizin genelde Amerikan oyuncularıyla çevirdiğiniz ulus ^•••PeA:/, Francois Truffaut'yu da mı sevlararası ortak yapımlardı. Ortak yapımlar ko miyorsunuz? nusunda ne düşünüyorsunuz? Hayır, Saldırının başını o çekiyordu. Ama yaptığı filmlerin yenilir yutulur yani yoktu. Ben Fransız, dolayısıyla Avrupa sineması içinde ilk ortak yapım fikrini geliştiren, özel Ondan da sinemaya hiçbir şey kalmadığı kalikle Amerikalılarla ilk ortak yapımlara giri msındayım. Biliyorsunuz, genç sayılacak bir yaşta öldü. ölüm nedeni, bir beyin tümörüyşen sinemacılardan biriyim. Ortakyapımlara karşı çok şey söylenmiştir. Onlann ulusal özel dü. Bazen düşünüyorum, acaba bu denli sallikleri göz ardı eden "piç" yapımlar olduğu fi dırgan olmasına, hepimize neredeyse küfredelan ileri sürülmüştür. Oysa ben, daha bu ko rek saldırmasına neden olan bu beynindeki hastalık nuydı acaba diyerek!... Yeni dalga, yinular tartışılmazken, Avrupa sinemasıyla, neleyeyim, bir yıkım hareketiydi. Sinemada Hollywood denentiev arasnda belli bir uyum sağlamaya, karşılıklı (ve özellikle Avrupa si çok şeyi yıktı, ama yerine yeterince şey koyaneması için) avantajlar koparmaya çalıştım. Ve madı. ha sonraki yıllarda 1968 olaylannda buldu. Sanki günümüzün Mısırı ve Mısırhlan, diyelim ki tum eski firavunlar uygarlığını, onun tüm yaptıklarını yadsıyor, kendi tarihinin bir parçası olarak kabul etmiyor, ona sövüyor sayıyor. Bu olabilir mi? Geçmiş yadsınamaz. Ondan öğreneceklerimiz vardır. O zamana dek yapılan her şeyin yok edilmesi bir vahşettir, vandalizmdir. R E N E CLEMENT 1913'te doğdu, Mimarlık okudu, 1938'lerden itibaren çeşitli kısa filmler yaptı. Scrvaş bitmeden çekimine basladığı "Demiryolu Savaşı" ile büyük ilgi çekti. Daha sonra "Lânetliler" "Parmaklıklarm Ardında"; 1950'lerde "Yasak Oyunlar", "Bay Jiipois", "Sen Bir Melektin", "Okyanusa Karşı", "Kızgın Günes"; 1960'larda "Yasama Zevki", "Gün ve Saat", "Ask Kafesi", "Paris Yanıyor", "Yagmurla Gelen Adam"; 1970'lerde "Sisli Günler", "Devler Yanşı", "Çocuk Bakıcısı" fılmlerini yönetti. Filmlerinın çoğu ulkemizde ilgiyle izlenen Clement'ın "Demiryolu Savaşı" "Sen Bir Melektin", "Faris Yanıyor", "SisU Günler" gibi filmleri TRT TV'sinde de yer almış, "Yasak Oyunlwr"w ise gösterilirken yarıda kesilmesi büyük tepki toplamıştı. benim ortak yapım çalışmalanm, hiç de fena • • • • i 1975'teki "Çocuk BakıcısıThe Babyolmadı. Gerard Philippe'i Londra'da tngiliz Sitter" filminiz başarı kazanamadı. Ve siz sioyuncularla birlikte kullanan "Bay Ripois", nemayı tümüyle bıraktımz. Bu kararınız kesin Jane Fonda ile Alain Delon'u bir araya getimi? ren "Aşk Kafesi"; en ünlü oyunculan (her kıtadan) toplayan "Paris Yanıyor"; Charles O film başarısız oldu, evet. Çocuk kaçırma Bronson'la Marlene Jobert'den bir "çift" üzerine bir fiimdi. Ve o sıralarda gazetelerde bu tür olayların haberleri çok sık yansıyordu. Seyirci bu nedenle filme ilgi duymadı. Gazetelerde okuduğu tatsız olayları, bir de perdede izlemek istemedi. Filmin baş oyuncusu Maria Schneider'le de çok çekiştik. Bu, tümüyle isyankâr, uyuşturucu kullanan asi bir genç hanımdı. "Paris'te Son Tango"da Marion Brando'yu baştan çıkarmış olması söylentisi, ona çok sükse kazandırmıştı. Oysa o günlerde, bir Amerikalı kadınla birlikte yaşıyordu. Ve sette bir cehennem hayatı yaşadık. ünümüz sinemasını nasıl buluyorsuSinemanın "Altın Çağı" bitti artık. Geride kaldı. Ne yazık ki o dönemi yaşarken kıymetini bilemedik. însanlar için, sinemaya gitmek bir%lışkanlıktı, bir gereksinimdi. Haftada bir, iki, üç, dört kez sinemaya gidilirdi. Sinema bir büyü gibiydi. Etkisinden kaçıp kurtulmak olanaksızdı. Sonra TV geldi, video geldi. Bunlar sinemaıun felaketi oldu. Sinemanın müşterisi halktır. Halk ise çalışıyor, çeşitli sorunlardan yoruluyor, bunalıyor. İnsanlar akşam eve döndüklerinde, terliklerini giyiyor, bu akşam ne var diye TV programlarına sanlıyor. Terliklerini çıkarmaya da hiç niyeti yok. Ancak burjuvalar "eğlenmek" için yeniden sokağa çıkıyor. Onlann da sinemaya eski gücünü sağlayacak kadar katkısı olamıyor. Aynca film yapım yöntemleri de değişti. Film yapmak eskiden de kolay değildi. Ama seyirci bu denli az olmadığından, hiçbir film bu denli risk içermiyordu. Istediklerimizi yapımcıya daha kolay kabul ettirebiliyor, daha özgürce film yapabiliyorduk. Bugün artık film yapmak, öylesine büyük bir kumar olmuştur ki her ülkede yapımcı çok büyük önem kazanmış, yönetmen ikinci plana itilmiştir. Bugün bir yönetmenin yüreğindeki tasarıyı kabul ettirebilmesi için, gerçek bir savaşım vermesi gerekiyor. Ben "Yasak Oyunlar"a 5 yılımı verdiğimi söylemiştim. Ama bugün, kaç yılımı verirsem vereyim, bu filmi hiçbir şekilde yapamazdım. Onun için sinemayı artık kesinlikle bıraktım. Bu yaşta, yapımcılarla böylesine bir boğuşmayı göze alacak gücüm yok. • • 1 ^ Amerikan sinemasının dünya üzerinde artan egemenliğı hakkında ne düşünüyorsunuz? Rene Clement, Türkiye'de "Hıristiyanlık propagandası' gerekçesiyle yasaklanan filminin, Fransa'da gosterildiginde de Hıristiyanlıga diluzatügı' gerekçesiyle yasaklanmak istendiğini söylüyor ve ekliyor: 'Göniyorsunuz, faoatizm konusunda kimsenin kimseye ders verecek hali yok. Bir şey söylemek ıstemiyorum. Aptallığa, saçmalığa karşı ne diyebilir, ne yapabilirsiniz ki? Yine de şunu söylemek isterim. Dünyada en çok korktuğum ve en çok korkulması gereken şey olarak nitelediğim, fanatizmdir. Fanatizmle başa çıkamazsmız, çünkü bir kez onunla tartışamazsıruz. Bir filmin, hem de klasikler arasına çoktan girmiş bir filmin yasaklanması, bir fanatizm örneğidir. Bu konuda daha ne diyebilirim? ISinemanın 'Altın Çağı' bitti artık. Geride kaldı. Ne yazık ki o dönemi yaşarken kıymetini bilemedik. İnsanlar için sinemaya gitmek bir alışkanlıktı, birgereksinimdi. Haftada bir, iki, üç, dört kez sinemaya gidilirdi. Sinema bir büyü gibiydi. Sonra TV geldi, video geldi. Bunlar sinemanm felaketioldu. IBay Clement, filminizin yaymdan kaldırılması, Türkiye'de büyük tepkilereyol açtı, çok sert eleştirilere neden oldu. Tüm aydın çevreler bu olayı protesto ettiler, kimi aydınlar televizyon yonetimı aleyhinde hâlâ süren davalar açtılar. Bunlar kulağınıza gelmedi mi? Hayır, gelmedi. Le Monde da bunları vermedi. Biliyorsunuz, basında hep böyledir. En ciddi olanında bile, olayların ancak sansasyon yaratacak yanları vçrilir, gerisi es geçilir. Le Monde bile ülkenizdeki tepkileri vermeyi unut muş demek ki. Ama şimdi öğrendiğime memnun oldum. Sağduyulu insanlann her yerde varolduğunu bilmek rahatlatıa. Bir de şunu açıklamak isterim. Yine Le Monde'un haberinde, bu filmin içerdiği çok sayıda haç görüntüleri yüzünden yasaklandığını okumuştum. Ashnda bu film, bildiğiniz gibi dini savunan, Hıristiyanlığı savunan bir film değil. Haçlar, çocuklar tarafından bir oyun olarak çahnıyor. Zaten filmin adı üstünde, "Yasak Oyunlar." Aynca haç, sanıldığı veya bu filmi yasaklayanların sandığı gibi, aslında dinsel bir simge, bir motif değil. Nedir haç? Hazreti İsa'nın gerildiği tahta parçasının biçiminden esinlendiği söylentisi olan bir ahşap parçasırun İsa'nın mezarı başına dikilmesiyle başlamıştır her şey... Bu neredeyse bir rastlantıdır. Eğer İsa'nın mezarına sözgelimi iç içe geçmiş üç daire dikilseydi, haçın yerini bu simge aîacaktı. Haç "bizatihi" dinsel bir simge değildir. Haç bize Hıristiyanhğı değil, mezarlıklan, dolayısıyla ölümü düşündürür. O daha çok ölümcül bir simgedir. Filme bu acıdan bakmak gerekir. Ama fanatizm yalnız sizde mi var? Bizde de bu film gösterime çıktığında, bu kez "haçlarla oyun oynandığı" savıyla filmi "din karşıtı" bulan ve yasaklanmasını isteyen çevreler çıkmıştı. Görüyorsunuz, kimsenin kimseye ders verecek hali yok. Yine de şunu eklemek isterim: Fırsat bulup Türkiye'ye gelemedim. Ama çok merak ettiğim, ilk fırsatta ziyaret etmek istediğim bir ülke... Uzaktan da olsa, kalkındığını, modernleştiğini, Avrupa Topluluğu'na üye olmak istediğini okuyorum, biliyorum. Peki ama "Yasak Oyunlar"ı veya başka bir filmi, bir sanat veya düşünce yapıtını yasaklayarak mı bu amaçlara ulaşacaksınız? tçişlerinize karışmış olmak istemem, ama bu tür olayları yaratan ve fanatizme alet olan kişiler, acaba bunun ül oluşturan "Yagmurla Gelen Adam"... Bu filmler, kitlelere de çok çekici gelmiş, salonlan doldurmuştu. sunuz? ı Ge'rard Philippe'ten neler anımsıyor Olağanüstü güzel bir insan, yumuşak bir kişilik, çok yetenekli bir oyuncu. Fransız sinemasında onun yeri doldurulamamıştır. Bir yerde, Amerikan sinemasında büyük bir güç, bir dinamik var. Ama bu dinamiğin asıl dayanağı para.. Bu sinemada aklm alamayacağı büyüklükte bir sermaye var. Biliyorsunuz, Amerikalılarla birlikte çaLştım, onlann sermayesiyle filmler yaptım. Size bir film verdiklerinde, öylesine büyük bir sermayeyi de emanet etmiş oluyorlar ki hiçbir şeyi rastlantıya bırakmıyorlar. Ben bile, özellikle "Paris Yanıyor" için bir deney aşaması geçirdim, deney çekimJeri yaptım. Ama ondan sonra kesenin ağzı açılıyor ve tam bir profesyonellik içinde çalışma başlıyor. IPeki, sonra yeni dalga geldi. Ve FranAmerikan sinemasının seyirci açısından asıl sız sineması allak bullak oldu. Yeni dalga üze gücü nerede, biliyor musunuz? Bu sinema, serine neler dersiniz? yirciye her zaman bir "spectacle" vaat ediyor. Bir gösteri, bir hareket, bir gerilim vaat ediHiç de iyi şeyler demem. Yeni dalga, ken yor. Ve bu vaadi de tutuyor. Oysa bir Fransız dinden önceki her şeye bir saldırı olarak gel filmi size hareket vaat eder, ama hareket, di. Sanki bir büyük yıkım hareketi idi bu. Geç "spectacle" üzerine konuşulurken film bitivemişi, tüm yönetmenleri, filmleri, estetiğiyle rir. Hareket görmek, bir gösteri izlemek, payıkmak istiyorlar, herkese hakaretler yağdın rasının karşıhğını almak isteyen seyirci de yorlar, sanici isyan bayrağı açmış gibi davra Amerikan filmine gitmeyi yeğliyor. Bu bütün nıyorlardı. Bu bir tur politik eylemdi, bir sos dünyada böyle ve sanırım başa çıküması mümyal angajmandı. Politik olarak yansımasını da kün olmayan bir şey. ISinemadaki 'Yeni Dalga' akımı, kendinden önceki her şeye bir saldırı olarak geldi. Bu bir tür politik eylemdi, bir sosyal angajmandı, yansımasını 1968 olaylannda buldu. Yeni Dalga'dan geriye hiçbir şey kalmadı. Bu akım, bir yıkım hareketiydi. Ama yıktıklarının yerine bir şeykoyamadı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle