19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER nun en genel turü de yine yasanın bu bölümunde düzenlenmiş olan "alenen hayasızca vazü harekette bulunma" suçu. Büıün müstehcenlik hallerinde, bunun gibi "alenen hayasızca davranma" eylemi söz konusu. Bu noktada, yasakoyucunun, "aleni hayasızlık" la neyi kastettiğini belirlemek bakımından bir de ipucu var: Suçu düzenleyen maddede, "alenen hayasızca vazü harekette bulunanlar" dendikten sonra, "o suretle cinsi münasebette bulunma" eylemi de suçun kapsamına sokuluyor. Suç olarak nitelenen bu eylem somut bir eylem olduğundan, bunu müstehcenlik kavramı bakımından bir hareket noktası olarak kabul edebiliriz. Gerçi "alenilik" yönünden bir takım tartışmalara yol açabilecek durumlar var ise de, bu eyleme ilişkin düzenlemeden çıkan sonuç şudur: Yasakoyucu, cinsel ilişkinin ve bunun anlatımının bunu çağrıştıracak davranışların, yazılann, sözlerin, resimlerin, şarkıların alenileşmesini "hayasızlık" sayıyor ve bu tur hayasızlıkların "halkın ahlakını bozacağı" varsayımı ile suç oluşturacağını kabul ediyor. Buraya kadar sağlam bir temele oturmuş gibi gözuken çözümleme, bu noktadan itibaren "çözümsüz" bir alana kayıyor. Birinci sorun, somut olaylar bakımından, "aleni hayasızlık" ölçeğinin nasıl ve kimin tarafından saptanacaği sorunu. İnsan vücudu, cinsellik, cinsel yaklaşım doğal yaşamın vazgeçilmez öğeleri olduğuna göre, bunlardan söz edilmesi, büsbütün yasaklanacak mı, yoksa belli bir takım ölçütler konularak bu sınırı aşan alenileşme halleri mi suç sayılacak? Böyle bir sınır konulacaksa bunu kim belirleyecek ve neye göre belirleyecek? İkinci sorun ise toplumsal ilerlemenin ve kültür zenginleşmesinin başlıca arac\ olan bilim ve sanat da bu çerçevenin içine sokulacak mı? Bu konuda, özellikle sanat bakımından •bir ayrıcalık kabul edilecekse bir yapıtın "sanat" olup olmadığı nasıl ve kimin tarafından saptanacak? Sözu daha çok uzatmadan, son günlerde yeniden güncelleşmiş bulunan "muzır ve müstehcen" konusuyla ilgili şu saptamayı yapahm: "Bilimsel ve sanatsal olma" savunmasını da içermek üzere, müstehcenin belirlenmesinde nesnel ve sağlam bir ölçüt yoktur. Müstehcenlik kavramı soyut ve ka>pak bir kavram olduğundan, her somut olayda, kişisel değer yargılanndan ve sübjektif görüşlerin etkisinden kaçımlması olanaksızdır. Bunun anlamı da müstehcenlik sorunu çözülürken ister istemez "keyfilik" tuzağına düşülmesidir. Oyleyse ne yapmalıdır? Sübjektiflikten, kişisel değer yargılanndan ve sonu keyfiliğe varan çözumlemelerden anndırılmış bir düzenleme yapılabilir mi? Bunun olanaksız olduğu kabul edildiğinde, geriye iki seçenek kalmaktadjr: Birincisi, toplumun cinsel ahlakını yasayla korumak fikrinden vazgeçmek; ikincisi de bu konuya ilişkin yasaklamaları en alt düzeyde tutacak bir mevzuatla yargıçlara takdir yetkisi vermek. Batıda, belli bir denetim düzeni içinde birinci çözumün kabul edildiği ülkeler vardır. Oralarda cinsellik sorunu katı ahlak yasalarıyla değil, eğitim başta olmak üzere, başka araçlarla çözülmektedir. Bizde ve bizim gibi ülkelerde ise "çağ atlama" sürecinde olduğumuzu kabul etsek bile böyle bir "liberalleşme" atılımı ufukta gözükmüyor. Şu halde, şimdiki uygulama ile çağ atlama değil, "geriye dönme" görünümüne giren müstehcenlik sorununu, ikinci çareye başvurmak suretiyle çözebiliriz. Bunun ilk koşulu, kısaca "Muzır Yasası" adıyla tanınan ve amacı küçüklerin "maneviyatım" korumak olan yasadan, bu yasayla oluşturulmuş kurulun Ceza Yasası'nın 426, 427 ve 428. maddelerinde düzenlenen suçlarla ilgili "resmi bilirkişilik görev hükmünün cıkanlmasıdır. On bir üyeden kurulu bu kurulun "idari yapısı", kendisine böyle bir görevin verilmesinin hicbir şekilde haklı olmadığını göstermeye yeterlidir. Zaten kısa bir donemdeki uygulama da bu kurulun, resmi bilirkişilik görevi bakımından "ehliyet sınavını" başaramadığını göstermiştir. Uygulamanın kültür yaşamımızdaki "mazarratmı" ortadan kaldırmak için, gecikilmeden yapdması gereken ilk iş budur. İkincisi, müstehcenlik konusundaki suçlamalarda yargıçların; özgurlüğün kural, sınırlamanın istisna olduğu ilkesinden hareket ederek takdir yetkisi ile donatılmasıdır. Yargıtay'ın üst denetimine bağlı böyle bir sistem, Muzır Yasasf nın "resmi bilirkişilik" kurumunu getirmesinden önce de işleyen ve sonuç veren bir sistemdir. Mıızır ve Mftstehcen! Son günlerde yeniden güncelleşmiş bulunan "Muzır ve Müstehcen" konusuyla ilgili şu saptamayı yapalım: "Bilimsel ve sanatsal olma" savunmasını da içermek üzere, müstehcenin belirlenmesinde nesnel ve sağlam bir ölçüt yoktur. Müstehcenlik kavramı sovut ve kayüak bir kavram olduğundan, her somut olayda, kişisel değer yargılarından ve sübjektifgörüşlerin etkisinden kaçımlması olanaksızdır. Bunun anlamı da müstehcenlik sorunu çözülürken ister istemez "keyfilik" tuzağına düşülmesidir. PENCERE Yine mi Fiyaskö? 19 OCAK 1988 Prof. Dr. AYDIN AYBAY Bu soruyu daha önce de sorduk: Kimi yurttaşJarın işkenceden geçirilmesi olgusu karşısında, var olan yasal düzenlemenin yetersizliği konusunda kıUanru kıpırdattnayanlar, "müstehcenlik" denince neden bu denli "celalleniyorlar?" Toplumda egemen olan ahlak dizgesinde (sisıeminde), bir genç •adamın orasına burasına elektrik akımı verilmesinin, bir genç kızuı ırz ve namusuna yönelik eylemlere girişümesinin "halkın edep ve haya duygularını inciten" bir yanı yok mu? İşkence konusunu, "işkence yoktur" ya da (ne demekse) "sistematik olarak yapılan işkence yoktur" gibisinden beylik açıklamalarla geçişürenler, nedense bir iki erotik yazı ya da resim görünce çileden çıkıyor ve "halkın ahlakını korumak için" çarçabuk yasalar yapıyorlar. Bunun yanı sıra, örneğin, işkencenin önlenmesinde en etkili araç olan, "suçlamayla birlikte savunmanın da başlaması" ilkesini iki satırhk bir kuralla yasalaştırmak akıllarından bile geçmiyor. Müstehcenlik konusundaki yasal düzenlemenin temelinde yatan ahlak normu, "edep ve iffete tecavüz etmeyeceksin" buyruğudur. Bu tür tecavuzleri önlemek, buna kalkışacaklan caydırmak ve bu yoldan bir "ahlak düzeni" kurmak için müstehcen sayılan davranışlar ceza tehdidi altına konuyor. Hemen her ülkede ve her zaman, yasakoyuculann kendilerini böyle bir "ahlak konıyuculuğu" görevi ile "ödevli" saydıkları da gözleniyor. Ama burada karşımıza evrensel ve oncesiz (ezelı) bir soru çıkıyor: Müstehcen nedir? Mollalar İranı'ndaki gibi kara çarşafa girmemiş kadın mı, Suudi Arabın erkek meclisine kapıdan gözuken genç kız mı, Ispanya plajuıdaki "üstsüz" güneşlenen dilber mi, Hamburg'un Senpavlisi'nde entari ile cirit atan eşcinsel mi, San Fransisko'daki Sexshop'ta sergilenen nesneler mi, okuluna başını örtmeden giren Türk kızı mı? Böyle bir soruya tek bir yanıt verilemeyeceği kendililünden anlaşıhyor. Bırakahm zaman tarkını, yeT farkı bile yanıtı çeşitlendirme>'e yetiyor. Fransız düşünürünün dediği gibi "Pireneler'in ardında doğru olan, bu yanında yanlış" sayılabiliyor. Bundan çıkan sonuç da şu: Her ülkenin kendi "ölçekleri" göz önünde tutularak müstehcen nedir sorusuna bir yanıt aramak gerekiyor. Soyut ve kaypak... Bizdeki genel tanıma göre "halkın ar ve haya duygularını inciten ve ayıp sayılan şeyler" müstehcendir. Bunun aslında, pek anlamlı bir tanımlama olmadığında kuşku yok. "Ayıp sayılma" nedir? "Kisinin" değil, "halkın" ar ve haya duyguları nasıl belirlenir? Hangi sınırdan sonra bu duygular "incinir?" Ama müstehcenlik konusundaki yasal düzenlemenin "hareket noktası" bu olduğuna göre, sorunu bu açıdan ele almak zorunluluğu var. Bu bakımdan konuyu, bizim ceza yasamızın sistemi içindeki yerine oturtarak gözlemleyebiliriz: Turk Ceza Kanunu'nda "Adabı Umumiyye ve Nizamı Aile Aleyhine İşlenen Curümler" başlığını taşıyan bir bölüm var. Burada "cebren ırza geçme", "küçükleri baştan çıkarma", "kız, kadın ve erkek kaçırma", "fuhşa sürukleme" gibi suçlardan söz ediliyor. Bunların ardından da doğrudan bireysel alana bir saldırı oluşturmayan, ama toplumun ahlak düzenine karşı bir davranış olduğu varsayılan "müstehcenlik" duzenleniyor: "Müstehcen ve hayasızca yazılmış kitap, gazete, risale, mecmua, varaka ve ilanlan" yayanlar, "bu kabil resimleri, tasvirleri, fotoğraflan, sinema şeritlerini yahut diğer eşyayı" sergile>renler, "tiyatroda oynayanlar, oynatanlar", "müstehcen ve hayasızca yapılmış şarkıları" alenen söyleyenler, plaklarını yapanlar, çalanlar bu suçu işlemiş sayılıyor. Teknik ayrıntıları bir yana bırakırsak yasanın bu bolümünde düzenlenen suçlar, bireysel alana doğrudan bir saldırı olsun olmasın, halkın ahlakını bozucu nitelikte "hayasızlıklar" olarak kabul ediliyor. Bu 12 Eylül, önemli bir dönüm noktası. 1979'da yuvarlak sayıyla 13 milyar dolar olan dış borç, bugün yaklaşık 40 milyar dolar. O günden bu güne; askeri, yarı askeri ya da sivil görüntüde siyasal iktidariara, dış finans kapital yıtda yaklaşık 3.54 milyar dolarla payanda vurdu. Ancak ekonomide tehlike çanlarının sesini artık sermaye çevreleri de işitiyorlar. TÜSİAD'ın (Türk Sanayici ve işadamları Derneği) yayımladığı son raporda yazıyor: "Bu hızda borçlanma, Türkiye'nin dış politikasına belirii bir bağımlılık süreci getirebileceği gibi, ekonomik kararlannı da yakından etkileyebilöcektir." 1980'in ocak ayında resmi kurda bir Amerikan Dolan 47 lira, bugün 1080 lira. Devlet ihracatçının Türkiye'ye getirdiği her bir dolar için 1080'in çok üstünde ödeme yapıyor. Bu nedenle dışsatım 1979'da 3 milyar dolara yakın iken 1987'de 9 milyar dolara tırmanıyor. Bir ülkede hem "ihracat patlaması" gerçekleşiyor hem "dış borç patlaması..." Ve eşzamanda... 12 Eylül ve 27 Mayıs.. 27 Mayıs deyince akla gelen sözcükler neler? Demokrasi, özgürlük, özerklik, plan, sanayileşme, sol... 12 Eylül deyince akla gelen sözcükler: Antidemokratik yasalar, serbest piyasa, ticaret, sağ.. 27 Mayıs askeri eylemiyle sola kayanlar, 12 Eylül ile sağa teslim oldular. Her iki askeri eylem, Türkiye'yi politika ve ekonomide degişik iki rotaya oturtmuştur. 12 Mart ise 27 Mayıs'la 12 Eylül arasında bir peşrevdir. öyie görünüyor ki 12 Eylül ile Türkiye'nin girdiği yol da yakında tıkanacak... Çünkü hem "ihracat patlaması"n\ hem "dıs borç patlamas/"nı bir arada yasayan 50 milyonluk Türkiye'de ekonomi tehlike çanlarını çalmaya başlarsa nedir anlamı? TÜSİAD raporuna göre önümüzdeki beş yıl içinde Türkiye'nin dış borcu 5060 milyar dolara çıkabilir. Peki, nereye gidiyoruz? • Bu soruya doğru dürüst bir yanıt verebilecek kabadayı ortalıkta görünmüyor. Çünkü Türkiye'nin yazgısı artık tam anlamda dışa bağlanmıştır. Şu günlerde dünya kapitalizminin de nereye doğru sürüklendiğini bilen yok. 19 ekim pazartesi günü Nevv York Borsası'nda başlayan çöküşün gündeme getirdiği sorular ve soru nlar henüz ne çözüldü ne de belirlendi. Olayın nedenlerine sol iktisatçılar bir biçimde, sağ iktisatçılar bir başka biçimde eğ'ıliyorlar; çok ünlü bir ekonomist de diyor ki: Olacaklan dua edip seyredelim. 1973'te patlayan petrol bunalımın anlamını Türkiye 12 Eylül'den önce anlayamamıştı. Şimdi bize çok uzakta gorünen gelişmelerin ne anlama geldiğini dalgalar, ancak ülkemize vurduktan sonra kavrayabileceğiz. Çünkü kapitalizmin büyuk patronlan, kendi sorunlarını çözmek için dünya ekonomisine çeki düzen verirken, faturayı her zaman Türkiye gibi ülkelere çıkarıyorlar. Türkiye'nin dışa bağımlı sınıfları da bu faturayı halk kitlelerine ödetirken, kendilerine düşen komisyonu almaktan mutlu oluyorlar. • 12 Eylül yaman geldi. Ne toplusözleşme sıkıntısı, ne grev, ne gösteri yürüyüşü, ne öğrenci eylemi, ne sol tehlikesi... Sermaye sınıfı ya heyl Patronlar kendilerine yakın generallerle ülkeyi yönettiler; dış destek sonuna kadar kullanıldı; halk zoraki özveriye sonuna kadar katlandı. Demokrasi desen ara da bul! Yabancı uzmanlar ne söyleseler ekonomide 0 yapıldı. Sonuç yine fiyasko mu? Yine de başarısızlığa uğrarsak, bilmem ki bu kez suçu solculara nasıl yükleyeceğiz? " y v Sonuç Üçüncü nokta da şudur: Yargıçlar, bu takdir yetkisini en iyi şekilde kullanacak ve hukuk uygulamasında kendilerini yasakoyucunun "sadık hizmetkârlan" olarak görmeyecek düzeyde yetiştirilmeli ya da kendilerini böyle yetiştirmelidirler. Çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz bir gerçeği, burada bir kez daha yinelemek istiyoruz: Yasama faaliyeti hukuk düzenini kuran, hukuku yaratan biricik kaynak değildir. Bunun ötesinde ve zaman zaman da önunde hukuk uygulaması vardır. Hukuku, yasaları ve (adalet başta olmak uzere) bütün öteki öğeleri "ham madde" olarak işlemek ve kullanmak suretiyle asıl üreten yargı yerleridir. Hukuk yaşamımızın birçok alanında başarıya ulaşmış bu çözümün, bu konuda da başarı kazanacağına ve fikir ve sanat alanına karabasan gibi çökme eğilimi gösteren şimdiki muzır uygulamaya son vereceğine inanıyoruz. HESAPLAŞMA BURHAM ARPAD OKÜRLARDAN Süper emeklüer cezalandırıkyür Süper EmekliKk Yasası çıknğı zaman bu yasadan yararlanmak isteyen vatandaşlar, tabii durumları yasaya uygun olanlar 4.200.000^ TL. yanrmak koşulu ile bu haktan istifade ettiler. Ancak yasa çıkarken bundan boyle memur ve işçi emeklilerine tanınacak her turlü haklardan, süper emekli olacaklarm da aynen yararlanacağı belirtilmisti. Katsayı ve yakacak artıslan gib'u Geçen günlerde Saytn Çalısma ve Sosyal Güventik Bakammtz televizyon araalığı ile bir basın toplantta düzenleyerek yülardır esitlik müessesesini zedeleyen memur ve işçi emeklileri arasındaki suregelen yakacak zammuun bu kere yerinde ve isabetlî bir kararla bu adaletsizliği gidermis oldular. Yalnız bu kez yeni bir eşitsizlik örneği ile karşı karşıya kaldık. Yeni yapılan ayarlamalarda memur ve işçi emeklilik sosyal yardımı 53.000 liraya çıkanhrken 4.200.000 TL. ödeyerek süper emekli olmuş vatandaslann sosyal yardımlan hiçbir arttınm yaptlmadan 34.000 lirada bırakıbnıştır ve tabii ki eşitülik kavramı daha kötü bir şekilde zedelenmiştir. Süper Emeklilik Yasası'ndm'^"'istifade etmek isteyen vatandaşlar, bazı tasarruflarvu zorlayarak seferberlikle 4.200.000 lirayt yatırarak verilmiş bir hakkı kullanmak istemislerdir. Oysa süper emekli oumlann şimdi bir nevi cezalandmldığı görülmektedir. Sayuı Çahşma ve Sosyal Güventik Bakanımız'ın bu haksızhğı gidereceğine inancanızm sonsuz olduğuna inanıyoruz. NECDET BEKATL1 Beşiktaş/tST. başladım. 1981 yılında İSKİ (lstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresO'ye tayin edildim. 1980 yıhndan 1986 yılına kadar çahştığım işyerlerinde dayanısma aidan ödeyerek toplu iş sözlesmelerinden faydalanıyorum. Ancak bu toplu 14 sozleşmeleri suresinde bazı haklardan dayanısma aidan ödememe rağmen yararlanamadım. Örneğin iş riski barem ve sorumluluk zamlan gibi haklardan mahrum bırakıldım. /j Kanunlanmız'da dayanısma aidatı ödeyen her işçi tüm sendikal haklardan yararlanır, denmesine karşm neden yukanda ömek verdiğim haklardan mahrum ediliyorum. TURGUT KAÇAMAK Kartal/MALTEPE "Yakında SinemamızdaT 25 Aralık 1987 günü Şarlo'nun onuncu ölüm yıldönümüydü. Başka ülketeri bilmem, ama bizde pek sessiz gecti. TRT'de Altna Hücum gösterildi sadece. Ne topiu ne tek tek. Ya akıl etmediler ya da ekle kopya yoktu. Oysa sayılan artan kültür ve sanat merkezlerimiz bunu yapmalrydı. AP ajansı, Şarto'nun o Cınlü şapkasıyla bastonunun Londra mezat salonunda ve kimi oteberisınin 206.000 marka satıldığını duyurdu. Bir başka AP haberi, telefonla mezata katılan bir Almanın da üntü Chaplin pabuçlarının 105.000 marka satıldığını duyurdu. Alman basınında gördüğum bu ifd haber, altmış yıl öncelerin Şarlo'suna götürdü beni. İkişer bötümlük kısa fllmlerinden aklımda pek az şey kalmış. Koşuşmalar, kovalamacalar, birbirinin suratına pasta atanlar, korkunç görünümlü iriyarı polisler (Arkas 10 Sayfada) Sendikal haklarım verilmiyor Halen lstanbul Su ve. '."•*!< ^ ;?' Kanalizasyon tdaresi Genet Müdürluğü'nde göre\' yapıyontm. 1973 yıunda Kartal Havalisi Içme Su BhrUği'nde isçi olarak göreve SPOR TOTO LOTO TEŞKİLAT MÜDÜRLÜĞÜ, KALİTELİ VE GÜZEL SPORU CENTİLMENLİĞİ TEŞVİK AMACI İLE, 198788 SEZONUNDA BİR ÖDÜL PROGRAMI DEVREYE SOKMUŞTUR. TÜRK SPORUNÜN GELİŞMESİNE BÎR KATKISI OLACAĞIİNANCI İLE TÜM KLÜPLERİMİZE, FUTBOLCULARIMIZA VE HAKEMLERİMİZE BAŞARILAR DİLERİZ. FEDERASYON KUPASINI KAZANACAK TAKIMIMIZA 1. TÜRKİYE LİGİNİ ŞAMPİYON OLARAK BİTİREN KLÜBÜMÜZE; 15.000.000.TL. 15.000.000.TL. 1. TÜRKİYE LİGİNİ İKİNCİ OLARAK BİTİREN KLÜBÜMÜZE Centümence ve Spcrtmence Mucadeleyı Teşvık etmek amacıyla SPORTOTOLOTO Teşkılat Mudürluğu başkanhğmda Futbol Federasyonu Genel Sekreten, Merkez Ceza Kurulu Başkaru Proîesyonel Ceza Kurulu Asbaşkaru, Türkiye Spor Yazarlan Demeğı Genel Başkaru, Genel sekreten ve Şube Başkanı Türkiye Futbol Hakemlen Demeğı Temsılası, TRT Spor Yaymlan sorumlusu, ile Amator spor Kluplen Konfederasyonundan ıkı Temsılcı olmak uzere, oluşturulacak junnın yapacağı değerlendırme sonucu, 10.000.000.TL. 1. TÜRKİYE LİGİNİ 3. OLARAK BİTİREN KLÜBÜMÜZE; PROFESYONEL LİGLERDE EN CENTİLMEN TAKIMA 5.000.000.TL. 2. TÜRKİYE LİGİNDE HER GRUBUN BİRİNCİSİNE; 2.500.000.TL. PROFES.FUTBOL LİGLERİNİN EN CENTİLMEN FUTBOLCUSUNA; 10.000.000.TL. 2. TÜRKÎYE LİGİNDE GRUP İKİNCİLERİNE; 2.500.000.TL. AMAT. FUTB TÜRKİYE GENELİNDE EN CENTİLMEN TAKIMA; 7.500.000.TL. 2. TÜRKİYE LİGÎNDE GRUP ÜÇÜNCÜLERİNE; 5.000.000.TL. AMATÖR LİGLERDE EN CENTİLMEN FUTBOLCUYA; 5.000.000.TL. 2.500.000.TL. AMATÖR FUTB. TÜRKİYE GENELİNDE EN BAŞARILI TAKIMA; a TÜRÖYE LİGİNDE GRUPL ŞAMPİYON OLAN KLÜPLERİMİZE; 7.500.000.TL. a TÜRKİYE LİGİNDE GRUPL İKİNCİ OLAN KLÜPLERİMİZE; 5.000.000.TL. PROFESYONEL LİGLERDE EN BAŞARILI HAKEME 5.000.000.TL. 2.500.000.TL. AMATÖR LİGL.(KLASMAN DIŞI KALMIŞ) ENmŞARILI HAKEME a TÜRKÎYE LİGİNDE GRUPL ÜÇÜNCÜ OLAN KLÜPLERİMİZE; 2.500.000.TL. 1.000.000.TL. P. 3.LİGE ÇIKAN 4 TAKIMIN HERBİRİNE "TOTO LOTO /VO5ER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle