19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yer veren bu hukuk uzmanı, öte yandan tüzelkişinin 'intifa hakkı'ndan söz ederken "intifası" diyor. Bu da yeni Dil Kurumunun "imıâsı" olmalı(!) Konuya dönelim: Üstat, Atatürk'un vasiyet yoluyla vakıf kurduğunu kanıtlamak için boş yere yorulup ter dokmüş, boş yere sayfalar doldurmuş. Vasiyetin bir vakıf olmadığını anlaması için Yargıtay Genel Kurulu'nun 22 haziran 1977 tarih ve 1976/23219 E1977/648 k. sayılı kararını bulup okumasını salık verelim. Keııdilerinın bizden daha iyi bilmeleri gerekir ki, vasiyetname "vasiyet yoluyla kurulmuş bir vakıf senedi" olsaydı Medeni Kanun'un 74. maddv i gereğince asliye mahkemesindeki sicile geçirilmiş olması, Vakıflar Genel Mudürlüğundeki merkezi sicile de kayıt olunarak Resmi Gazete'yle ilan edilmesi gerekirdi. Bugünkıi ve dünkii dil kurumlan: Üzerinde duıduğumuz yazılardan birinde "bugünkü Dil Kurumu, amacı ve devletle ilişkisi açısından 1982 yılından önceki Dil Kurumu'na nazaran Atatürk dönemindeki şekle daha yakındır" deniliyor. Bu gorüş, gerçeği yansıtıyor mu? Şimdiki Dil Kurumu devletle ilişkisi açısından Atatürk dönemindeki şekle daha yakın olmak şöyle dursun, ondan apayn bir "şekil" içindedir. Çünku yukarıda da geçti eskisi özel bir dernektir, yenisi kamu kuruluşudur. AMAÇ'A GELİNCE... Yeni Dil Kurumu, Atatürk dönemindeki amaç metnini oiduğu gibi almıştır. Ama dikkat edin, yazarın da belirttiği gibi, sadece o dönemdeki "şekü"e yakındır. Ya öze yakınlık durumu?.. Bunun yanıtını şu üç buçuk yıllık yaşamıııı gözden geçirerek bulabiliriz. Bakalım: Yasaya göre Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yuksek Kurumu, Başbakanlığa bağlıdır. Başbakan, yüksek kuruiun da baskanıdır. Bu nedenle Dil Kurumunun en ust duzeydeki başkanı durumundadır. Üzerinde bu görevler bulunan basbakan, Türk Dili Dergisi'nde yayımlanan 26.9.1984 tarihli genelgesiyle "ana dilimizin tabii seyri içinde gelişmesi" gerektiğini savunmuş ve aşırılıklardan kaçınılmasım istemiştir. Bundan güç alan kimi resmi daireler 1982 Anayasası'na bile girmiş olan birtakım yeni türetilmiş sözcükleri kendi örgutlerine yasaklamışlar ve yeni Dil Kurumu, Başbakanlığa bağlılığı dolayısıyla bunlara seyirci kalmıştır. Dahası, Osmanlıcacılan yüreklendiren bir yol tutmuştur. Bir ornek verelim: Türk Dili dergisinin 415417'nci sayısı "Divan Şiiri" adı altında 718 sayfalık bir kitap olarak çıkmışür. Bu yapıtın bilimsel değerine sözümüz yok. Ama, amacı "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini ortaya çıkarmak" olan bir kurumun, çalışmalarını bu yolda yoğunlaştırmayıp Türk dilini ezmiş olan, bugün bile baskısını sürdurmeye çalışan Osmanlıcanın en ağır metinlerini tanıtmakla uğraşması, amaçtan ne denli uzak ve Osmanlıcacılara ne denli yakın olduğunu kanıtlamıyor mu? Divan şiirini tanıtmak, öğretmek, Dil Kurumunun değil, Dil ve Edebiyat Fakültelerinin işidir. Dil Kurumu, bu fakültelerin Osmanlıcayla uğrasan bölümune bağlı bir organ gibi çalışmakta, amacın gereklirdiğj doğrultuda bir etkinlik göstermemektedir. Yazarlardan biri, eski Dil Kurumunun neden devletleştirildiğini anlatırken diyor ki: Devlet bir derneğin yarım asra yakın bir sure boyunca Türkçe bilmeyen tek bir vatandaşa tek bir Türkçe kelime oğretemediğini görmezlikten gelemez. Peki, yeni Dil Kurumu, Divan şiirini tanıtmakla sayın yazarın üzerine parmak bastığı göre vi mi yapıyor? Şu üç buçuk yıl içinde böyle bir girişimde bulunduğunu da işitmedik. Amacı değiştirdi diye yerilmekte olan eski Dil Kurumu ise binlerce yeni sözcük türeterek, binlerce yabancı sözcük ve terimi Turkçeleştirerek, unutulmuş binlerce Türkçe sozcuğu günışığına çıkararak "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini ortaya çıkarmış"; çağdaş kavramları karşılayacak bir anlatım gücü kazandırdığı dilimizi "dunya dilleri arasında değerine yaraşır yuksekliğe eriştirme" yolundaki görevini yerine getirmiştir. Bunlar devrimci anlayışın mutlu sonucudur. Atatürk "dilimizi tabii seyri içinde gelişmeye bırakma" düşüncesinde olsaydı Turk Dil Kurumunu kurma gereğini duyar mıydı? Dil "tabii seyri içinde" zaten gelişiyordu. Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek için başka alanlarda oiduğu gibi dilde de atılımlar yapmamı/, hızlı yol almamız gerekiyordu. Devrimcilikten, vebadan kaçar gibi kaçmak Atatürk Ukelerine sığar mı? Eski Dil Kurumu'nun devrimci tutumu ulusça öylesine benimsenmiştir ki türetilen yeni sozcukler, toplumun yuksek eğitim görmüş kesiminden eğitim görmemiş bireylerine değin herkesin diline girmiştir. Çunkü toplumun gerçek gereksinmelerini dilimizin öz güzelliği ile karşılamaktadır. SONUÇ Eski Dil Kurumunun "derneğe devrimci bir nitelik" vermesini ve dil çalışmalarını "devrimci bir anlayışla" yürütmesini büyük bir suç gibi göstermeye çalışan yazarın, devrimci anlayışla türetilen sözcükleri nasıl benimsemiş olduğunu, yazısında kullandığı şu sozcüklerde görebilirsiniz: Görev, yaşam, loplum, birev, kamu kurumu, siire, kural, konu, orantılı, olanaksız. kanı, zorunlu, açısından, uvgulanacak, vararlı, yargı, eykm, veterli, yetki, yetkili, sonuç, işlem, ilke, özel, özel, özellik, alan, anayasal, bağımsız, siyasal, gozetim. yönetim, yönelme, •lişkin. ilgili, güvence. bakımından, içermek, geçerii, donem, kanıt, sakınca, nitelik, yünırlükte, yasama, egemenlik... Şimdi bu yazara sorulmaz mı: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Bir soru daha: Yeni Dil Kurumu bunlara benzer tek sözcük türetmiş midir? Atalar ne demişler: "Sırça köşkte oturan, komşusuna taş atmamah". Son sözümüz şu: Yeni Dil Kurumu, bu düzeni ile dilimizin "öz güzelliğini" ortaya çıkaracak ve onu zenginleştirip yukseltecek bir etkinlik gösterememektedir. Yanlış bir düzenleme yapılmıştır. Yanlış hesap Bağdat'tan döner. 23 Nisan Bayramı, kaldırılmasındaki yanılgı kabul edilip nasıl geri getirilmişse, Atatürk'ün ince düşüncelerle devlet dairesi olarak kurmayı doğru bulmayıp dernek olarak kurduğu Dil Kurumu da daha çok zaman yitirilmeden eski kimliğine dönüştürülmelidir. Amaçtan Sapan Bir Kurum Var 9 Ama Hanğisi? 23 Nisan Bayramı, kaldırılmasındaki yanılgı kabul edilip nasıl geri getirilmişse, Atatürk'ün ince düşüncelerle devlet dairesi olarak kurmayı doğru bulmayıp dernek olarak kurduğu Dil Kurumu da daha çok zaman yitirilmeden eski kimliğine dönüştürülmelidir. PENCERE P HAZİRAN 1987 ÖMER ASIM AKSOY 6 haziran 1987 günlü yazımı, Türk Dil Kurumu'nun amacını değiştirmediğimizj, iki tüzuk maddesinde daha geniş karşılaştırmalar yâpacağımı belirterek bitirmiştim. Işte konuyu daha iyi aydinlatacak açıklamalar: 1. Ilk tüzukte birinci amaç, "Türk dilinin oz güzelliğini meydana çıkarmak" diye yazılıdır. Bu genel \e esnek anlatımın önemli yonu, Turk dilinin "güzelliğini" deme\i yeıerli bulmayıp "öz guzelliğini" demiş olmasıdır. Bunjjııl.ı dilinıizin özünde bir güzellik frıılunduğu, ama bunun şimdi\c dcğın ortaya çıkanlmadığı beliı ıı'.ıııcktcdir. Özdeki guzellik, bu ıvıı rnılmadan ortaya çıkmaz. Denıck ki amaç "özleştirme" yi içerrtekıedir. İşte ikinci biçimdeki "dilimizin özleşmesini sağlamak" so/uyle amacm bu yönu açıklığa ka\uşturulmuştur. ü. Ilk tuzüğün gosterdiği ikinci amaç, "Turk dilinin zenginliğini meydana çıkarmak" tır. Türk dilinin zengin oiduğu nasıl ortaya çıkarılır? Somut ve soyut her türlü kavramı karşılayacak bir anlatım gücünün ve zenginliğjnin bulunduğunu göstermekle değil mi? Bu güç ve zenginlik nasıl gösterilir? Elbette unutulan dil varlıklarımızı dirilterek ve yeni gereksinmeler için dilimizin o sonsuz türetme gücünden yararlanarak... Görulüyor ki ikinci biçimde bulunan "butun bilim, teknik ve sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişnıesini sağlamak" sözu, ortaya çıkarılacak zenginliğin kapsamını açıklamaktadır. 3. L'çüncu amaç, "dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekhğe eriştirmek" lir. Hep biliyoruz ki dilimiz, yuzyıllarca işletilmeyerek kısır bırakılmış, Arapça ve Farsçanın baskısı altında ezilmiştir. Onun dünya dilleriyle boy ölçüşecek yuksekliğe erişebilmesi, biraz önce belirttiğimiz zenginliği 1azanmasına, "bütün kavramları karşılayacakyoldagelişmesi"ne bağlıuîr. Dcmck ki ikinci biçirr:, birinci biçimde bulunan bu amacı sağlamanın yolunu da gostermektedir. Özetle, ikinci biçimdeki amaç maddesi, birinci biçimdeki genel sözlerin somutluğa, aydınlığa kavusturulmuş açiklamasıdır. Devrimci Anlayış: Yazarlar, tüzuğe "devrimci bir anlayışla" sözünün eklemesini amaçtan sapma olarak nitelemektedirler. Konuya yakından bakalım: Atatürk, bir dil kurumu kurmaya neden gerek görmüştur? Çünkü dilimizin o zamanki durumunu "dilde geri kalmışlık" olarak saptamış, bu durumu bir kalkınma örgütü ile yenmek istemiştir. Dil Kurumunu kurmadan iki yıl önceki sözleri ile de isteğini ortaya koymuş; "dilimiz yabancı diller boyunduruğundan kurtarılmalıdır" demiştir. Bunlardan başka Teşkilatı Esasiye Kanunu'na, Türkiye Cumhuriyetinin "devrimci" oiduğu ilkesini koymuştur. Bu veriler ortada dururken, hele toplumumuzun bütün kesimleri için uyulması zorunlu kurallan kapsayan Teşkilatı Esasiye Kanunu'nda "devrimcilik" ilkesi varken dil çalışmalannm tüzüktc yazılı olması bile devrimci bir anlayışla yurutulmesinden daha doğal ne olabilirdi? Devrimci anlayış ilk tuzüğun özünde vardır. Onun söz olarak belirlenmesini, amacı değiştirme gibi göstermek, o tüzuğün özünü görememekten ileri gelir. Bilim metotlanna uygun olarak: İlk tüzukte çalışmaJarın "bilim metotlanna uygun" olacağı da ya zıh değildir; bu kural 1951 tüzüğüne eklenmiştir. Yazarlann mantığına göre bu ekleme de amaıa aykırıdır. Yani bilimsel yontemlerle çalışmak, amaca ters duşer! Siyasetle Ugraştı mı? Yazarlar, eski Dil Kurumunun "siyasetle uğraşmaya yöneldiğini", "günluk politikanın içinde olduğunu", "politik bir hüviyet taşıdığım'" da söyluyorlar. Dilin kemiği yok; söyluyorlar işte. Eski Dil Kurumu politikanın içine girmişse. bu onun için bir kovuşturma ve kapatılma nedenidir. Otuz iki yıldanberi gelip geçen çeşitli siyasal iktidarlardan biri olsun neden kovuşturma yapmamıştır? özellikle bu iktidarlardan kimisi Dil Kurumunun çalışma yöntemine de karşı idiler. Dahası, Atatürk, vasiyeti yerine getirme görevini CHP'ye verdiği için, Dil Kurumunu CHP'nin tjir örgütü diye niteleyen siyasetçiler de az değildi. Neden, hiç olmazsa bunlar kovuşturma girişiminde bulunmadılar? Bu kurumun siyasetten ne denii uzak kaldığımn en çarpıcı kanıtı, CHP ile mahkemelik olmasıdır. Kısacası, otuz iki yıl siyasetle uğrastığınm en küçük bir izi görülmeyen, tersine, dilimizi geliştirici, zenginleştirici çalışmalarından dolayı en yetkili ağızlarla ovülmuş olan eski kurumun yaşamına anayasa ile son verildikten üç yıl sonra 'politikanın içine girmişti' diye suçlanması bir "ibret" olayıdır. Vakıf mı?: Yazarlardan biri, kırk dereden su getirerek Atatürk'ün vasiyet yoluyla bir vakıf kurmuş olduğunu ileri suruyor ve "Ahkâmül evkaf'ın "mesele1" lerine dayanarak birtakım sonuçlara varmaya çalışıyor. Bir yandan Ahkâmül evkafın "munkatıülvasat vakıflar" gibi inceliklerine Özal tatilden dönmeden, toplam yüz bin seçmenli "minibelediye seçimleri" sonuçlanmıştı; Başbakan kendisinden beklenen demeci patlattı: Hepsinin (muhalefet partilerinin)toplamıyuzde 27 ediyor; bu da göstehyor ki 5'inin toplamı ANAP'ın yansı değil." Bir iktidar partisi lideri, kuşkusuz her fırsattan yararlanarak yandaşlanna "moral" aşısı yapmaya çalışacaktır. Başbakanın bu türden konuşmalan da çoktur. Geçenlerde bizim gazetede Özal'ın enflasyona ilişkin sözleri yayımlanmıştı; alt alta koyunca çok ilginç bir görüntü ortaya çıkıyor: Eflasyonu yüzde 10'lann altına indirmedikçe gelir dağılımını düzeltemeyiz." (19.12.1983) " önümüzdeki sene yüzde 25'i tutmak daha realist olur" (6.11.1984) " Enlasyon, 1985 yılmda hedef alınan ortalama yuzde 25lik seviyeye indirilecektir." (12.12.1984) " Enlasyon 198Tde belki yüzde 15'e, belki yüzde 25'e iner" (26.1.1985) " Açıkça söyiüyorum, 198Tde enflasyon yüzde 15'e inecek." (26.1.1985) " Enflasyonu inşallah 1988'dan evvel yüzde 10 civarına indiririz" (7.4.1986) Enflasyon bir hesap kitap sorunudur; ekonominin mekanizmaları da Özal'ın elindedir. Bu alanda yaşanan fiyasko ortadayken seçim konusunda soylenenlerin cuk oturması beklenir mi? Ne var ki özal ANAP'taki ve ekonomideki depremin yarattığı moral bozukluğunu gögüsleyebilmek için mini belediye seçimlerinin sonuçlarını beklemeyi yeglemişti; şimdi kafasındaki tasarımları uygulamaya yönelecek... Peki, sonuç ne olacak? Bir yıl önce enflasyonu yüzde 10'un altına indireceğini söyleyen özal'ın karşısına bu yıl enflasyon canavarı yüzde 40'ın üstünde bir oranla çıkıyor. Ister misiniz enflasyon yüzde 40'ın üstüne tırmamrken ANAP'ın oyları da yüzde 40'ın üstüne çıksın? Çünkü mini belediye seçimlerinde iktidar partisi yüzde 45 oy toplamıştır; bir genel seçımde yüzde 45'le ANAP ortalığı silip süpürür; sevgili halkımız "yabancı sermaye için ucuz emek cenneti"ne dönüşen ülkemizde bir beş yıl daha mutlulukla yaşar. Ne var ki gelişmeler daha degişik kokular üretiyor; ANAP : ın, düşlemlerine pek de uygun düşmeyen bir yöne doğru savrulacağını gösteriyor. Ortadoğu bugün "dünyanın en stcakbölgesi"ö\r. Sovyetler, Avrupa, Japonya, Amerika; "Zenginler Kulübü"nün petrol deposuna ilgiyie ve kaygıyla bakıyoriar; hesaplar karışık, değışik... Türkiye bu bölgededir. Hem de nasıl? 50 milyon nüfuslu, 50 milyar dolar ulusal gelirli. 35 milyar dolar dış borçlu, yüzde 50'ye doğru tırmanan enflasyonla yüklü, EgeKıbrısGüneydoğu'da dış gerilimle kusatılmış bu ülkede yasaklı liderier konusunda üç ay sonra referanduma gidiliyor; daha dört yıl önce askeri yönetimin yaptığı anayasa değıştiriliyor. Yaşadığımız süreci rahat bir doğallığın yolunda yürüyüş saymak akıl kârı değil. Özal, sağcı askeri darbenin olağanüstü koşullarında birdenbire iktidar koltuğuna oturmanın ruhsal depremini yaşamaktadır. Kendisiyle birlikte iktidara tırmanan yakın çevre, Karun1 un hazinelerine kavuşmuş gibtdir; kimilerine sanki piyangodan, lotodan, totodan ikramiye vurmuştur; dalkavuk taburiarı ve yağcı bölüklerinin sesleri ülkeyi ve basını sarmıştır. Lale devri geceleri, yat filoları, moda gösterileri, mavi yolculuklarla donanmış bir yaşamda kaptan kasketini giyen özal'ın yelkenlerini binbir gece masallarının rüzgârları şişiriyor. Kaptan, böyle rüzgârlar eserken pusulayı iyice şaşırabilir. Sakın ha!.. önümüzdeki genel seçimleri kaybetmek Özal için talih olacaktır. Türkiye'de seçim yitirmenin kimi zaman kazanmaktan daha hayıriı olacağını yakın tarih hepimize öğretmedi mi? Mini ve Maksi... HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD İstanbul üzerine yazı yazmak gittikçe güçleşiyor. Konular ve sorunlar öylesine birbirinin benzeri ki, yazmaktan yazar, okumaktan okur bıkkınlık getiriyor. 21 Mart 1979 günü yayımladığım yazı "Adalar Sahilinde..." başlığını taşıyordu. O günlerde Adalar belediye başkanlığı yoktu. İstanbul Belediyesi'nin Adalar Belediye şubesi vardı. Fakat yakınmalar, hoşnutsuzluklar yine vardı. Doğayı ve çevreyi tahrıp eden girişimterin hızla arttığından yakınıyordular. Mektupla, telefonia ve gelip konuşarak yakınıyordular: "Büyükada"da ormanlar yavaş yavaş ve sinsice yok edilmektedir. Bir yanda doymak bilmeyen varlıkhlar. birkaç metre daha toprak için yüzyıllık ağaçları acımasızca kesmektedirler; öte yandan, doğa sevgısınden yoksun bırakılmış kimi yurttaşlarımız, çam ormanlarına gecekondu kalkanını kullanarak, konutlarını oturtmaktadırlar. Yaver Sokağı ve Kadıyoran Yokuşu'nda oiduğu gibi. Kışın da yakıt için ağaçlar kesilmektedir. Böylece arsa vurguncuları için yeni ve ideal bir vurggn alanı açılacak, şimdiden başlamış apartmanlar çamlıkları yutacaktır." Bu yakınmalardan günümüze sekiz yıl geçti. Değisen bir şey yok. Saldırı daha da korkunçlaştı, hiçbir şeyden çekinmez oldu. Adalar'da yaşayanlar arasında bir avuç insan yakınmalarını duyurmak amacıyla bir dergi yayımlıyoriar. "Çevremiz" adı(Arkası 15. Sayfada) OKURLARDAN Çalışma Bakanı'na açık mektup 25 Mayıs 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Sayın Güner Yüreklik'in yaptığı röportajda, "Bu süper emeklilik sıfatı doğru değil, bir haksızlık gideriliyor" diyor ve sistemi şöyle izah ediyorsunuv "600.000 TL. üeret alırken emekli olup halen 88.000 TL. emekli maaşı alan işçi, super emeklilikten yararlanmak için 5 yıl boyunca her ay 116.400. TL'nin üstünde kalan 483.600. TL.'nin % 20'si olan 96.720, TL'yiyatıracak ve 5 yıl sonunda 241.800, TL. maaşa hak kazanacak." Böyle bir uygulama ile haksızlık gidermek şöyle dursun, emekli işçiyi aldatma ve aptal yerine koyma söz konusudur. Asağıda izah edelim: 1 88.000. TL. emekli aylığt alan isçi bununla geçinecek ve ayrıca nereden bulacaksa bulup her ay 96.700 TL.'yi yatıracak (Bunu yatırmazsa 88.000 + 96.700 = 184.70O TL.'si var demektir). 2 Bu sisteme göre, 5 yıl, yani 60 ay yatınlacak prim toplamı 60 x 96.700 = 5.803.200. TL olacaktır. 5 yıl yatırılan bu paranın ortalama vadesi 2.5 yüdır. Yani emekli her ay 96.700. TL.'yi SSK yerine bankaya yatırsa, yıllık % 38.5 ve 6 aylık % 34 faize göre, 5 yıl sonra bankadaki parası tdkriben 13 milyon olacaktır. Bankada biriken bu parayı emekli yine yıllık faize verse, takriben 5 milyon eline geçecektir. Yani ayda 416.000. TL. Halbuki sizin sisteminizde, emeklinin bankada 13 milyonu olmayacağı gibi, eline de 416.000. TL. yerine 241.800 88.000 = 153.800 TL. geçecektir. Yani 5 yıl her ay 96.700. TL. ödeyecek ve eline 153.800 96.700 = 57.100. TL. fark geçecek. Bu hesabı yaptıktan sonra bunun yorumunu kamuoyuna ve cevabım size bırakıyorum. ZEKÂt YÜZBAŞ1OĞULLARI Y. MÜH. İSTANBUL gezinti yapılamamakta, çevre ve deniz pislikten geçilememektedir. Senelerdir Bebekte ya da htinye'de bir yat limanı inşa edileceği, bunun önüne geçileceği söylenmektedir. Ancak yıüardır bu hakstz işgal ve çevre kirlenmesi süriip gitmekte, önlenmesi şöyle dursun, mevcut dü'zen alabildiğine devam etmektedir. Aslında Boğaziçi'nde yat limanı kurmak, doğayı koruma ve çevre kirlenmesini önleme bakımmdan son derece zararlıdır. Bu karmaşaya ne zaman dur deneceği ve önlem alınacağı merak ve hayretle beklenmektedir. Zaman zaman da uı.ıudumuzu yitirdiğimiz oluyor. Ancak A'dan Z'ye kadar bozuk olan bu düzen ve zihniyet, kişiler değişse de yine devam edecek diye düşünüyoruz, ama ben umudumu hiç de yitirmedim. Cün doğmadan neler doğar diyorum. BİR OKUR "Adalar Sahilinde..." Bebek ko\u yat limanı oldu Dünyanın en seçkin doğa güzelliklerini bir arada toplayan Boğazın incisi Bebek koyu, son beş sene içinde Aşiyana kadar uzanmakta olan yatlar ve deniz motorları ile dolmakta, kıyıyı isgal etmeye devam ediyor. Bunlarm, doğayı ve dolayısıyla çevreyi, motor zehirli gazları, sintine pislikleri, insanlann yiyecek artıkları, hatta dışkıları ile kirlettikleri aşikârdır. Bu şirin kıyı, Aşiyana kadar mü'kemmel bir gezinti şeridine kavuşmuştur. Gelin görün ki, sahili işgal eden bu deniz araçları yüzünden rahat bir AĞABEYİMÎZ iyi insan, güzel dost, şair ve yazar CAHİT ZARİFOĞUJ'nu kaybettik. Cenazesini dün Rabbine uğurladık. Mevla rahmet eylesin. HAKSAL KARDEŞLER AHMED NEDİM ÇEKER ULASIMDA İSTANBUL VE KTANBULLULARA YARAŞAN ÇOZUM I Bu gemiler kendi smıfında: st "stanbullulara Dünya gemicilik teknolojisinin en geliştirilmişini su sunuyoruz. Kutlu olsun. Dünyada en çok gemi inşa eden ülkelerden biri olan Norveç'in teknoloji birikiminden; Fjelstrand tersanelerinin 25 yıllık deneyimlerinden İstanbul için özel bir dizayn yarattık. İstanbul tipi Katamaran. Onlardan büyük kıvanç duyuyoruz. • Yolcu emniyeti ve konfor bakımından Dünyada hiçbir gemi ile mukayese edilemez. • Türk Denizlerine en uygun gemi dizaynıdır. • Sisli, fırtınalı havalar dahil bütün meteorolojik şartlarda rahatça çalışır. • Süper hızda bile çevredeki küçük tekneleri ve sahildeki yerleşme ünilelerini rahatsız eden dalgalar çıkarmaz. • Seri manevra kabiliyeti, çok kısa süre ve mesafede durma ve tam hıza erişme gücü ile yoğun trafıkte dahi hizmeti aksatmaz. • Özel alaşımlı aluminyum gövdesi ile bakım tutum giderlerini asgariye indirir. • Yolcu kapasitesi, sürati ve konfor u hesaplandığında bu tip sürat teknelerindeki en ucuz işletme maliyetini sağlar. Oellstrand a.s. / ALBA : r Bundan sonraki hedef teknolojimizi Türk işçisinin emeğiyle birleştirebilmektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle