19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 30 HAZİRAN 1987 Timsah ile maceralarım Birgün büyük mağazadaydım, dedi Kadir, Ayı Peter'in çantasına düşmanları bir şey koydular. Ayı'nın kılı bile duymadı. Sinra gidip mağaza dedektiflerine söylediler. Onlar da gelip Ayı'yı yakaladı, üstünü aradılar, bir şey yok. Çantasııu açtüar: Eyvaaah!.. Ayı ne diyeceğini şaşırdı. Hım kım etti. Bu dar gününde ben yetiştim. Böyleyken böyle dedim, Ayı Peter paçayı kurtardı: "Ulan Kadir" dedi "bundan böyle anca beraber, kanca beraber." " T a m a m ! " dedim. Düşmanlarını izledik. Onlar dört, biz iki. Dışarı çıkınca kovaladık, kaçtılar. Bırakır mıyız hiç? Sonunda yakaladık. Bir dayak, bir dayak, sorma. Zaten Ayı Peter ayı gibi. Ondan kurtuluş olmaz. Onunla arkadaşlığımız boyle başladı. Şimdi yapmadığıraız yok... Bunca işi nasü yapıyorlar? Kadir polise neden yakalanmıyor? Dehşetü merak ediyorum. Ama yakalanacak bir gün, mutiaka yakalanacak. Belki de on sekiz yaşına gelmesini bekliyorlar. Daha on altısmda o. Arkadaşlan arada yakayı kaptırıp giriyorlar içeri. Tümü ondan bıiyük. Ayı Peter yirmi ikisinde, BMW Cevat, Otomat Mehmet yirmisini geçmişler. Polis tehlikesi oldu mu, yılan gibi akıp sıvışıyorum öğretmenim. Dokuz yıl önceydi. Ben daha öğretmenlik yapıyordum. Babası bu Kadir'i benim sınıfa getirdi: Al hoca! diyerek bana doğru itti. Bu itoğluitten elaman dedim. Bundan bir bok olmayacak. Al eti senin kemiği benim. Eşkıya bu, tam bir anarşist!.. Kadir'e baktım, çocukların içinde müthiş utanmıştı. Gözleri ışıl ışıl çakıyor, ama ne yapacağıru bilmiyordu. Bakışlannın ardında bir başka pırıltı sezdim; gücü yetse, oracıkta babasını tokatlayabilirdi. Hiç de dediğin gibi değil, dedim babasına, bu çocuk çok akıllı birine benziyor. Ah hoca, aklı kim dökmüş ki bu toplasın?! Bu kez sesimin tonunu yukselttim: Eee yıllardır ben çocuk okutuyorum. Senden iyi bilirim heralde! Göreceksin bu çocuk sınıfm en iyilerinden biri olacak. Gidip başını okşadım. Öylesine bir güvenle bana sığındı ki; yüreğim sızladı, gözlerime yaş yürüdü. Kollanmın arasına alıp evladım gibi sardım, sıklım. Kadir'Ie yakınhğımız işte o zaman başladı. Hep arkadaş gibi davrandım ona. İnanır mısınız, Uç ayda hem Almancayı hem de okuyup yazmayı söktü. Sınıfm en iyi öğrencisi oldu. Almancayı iyi öğrenen çocukları hep Alman sınıflanna devrediyorduk. Çünkü Türk sınıflarınm hiçbir geleceği yoktu. Ben de ikinci yıl Kadir'i Alman sınıfına yoiladım. Ne çare ki, babası gibi bir öğretmenin eline düştü. Onun gösterdığini on dakikada yapıyor, dersin geri kalan oluz dakikasında sınıfm altını ustüne getiriyordu. Ozel ilgi istiyor, öğretmen kavrayamıyordu. Araları fena halde açıldı. Hep bana şikâyet getirmeye başladı. Artık öğretmenler odasında Kadir'i konuşuyorduk. Ve o Alman olduğundan ve Alman ırkı da Allah'ın dayısıoğlu olduğundan, hep o hakhydı: Kadir sorundu. Hem de sorunlann sorunu... Bir gün teneffüsteydik. öğreımen nöbetçiydi. Aaaa! Bir de baktım ağlaya aglaya gelmiyor mu? N'oldu? dedim. Kadir, Kadir, Kadir!.. Gerisini getiremedi, sandalyeye çöküp kaldı. Ben aşağı koştum. Kadir suçiu suçlu arkadaşlarının arasında duruyor, herkes ona gıpta ile bakıyordu. N'oldu? diye sordum. Hepsi birden başladı: Öğretmenim Kadir çardağan üstünden Bayan Winkler'in sırtına atladı. öğretmen düştu, ağlamaya başladı. Tepem attı: Nedir lan bu yaptığın! diye ilk kez Kadir'i azarladım. • Geri zekâh odur, dedi, deli! Ne delisi be?! Ağlamaya başladı. Kolundan tutup boş bir sınıfa götürdüm. Ağladı, ağladı, boşaldıktan sonra anlattı: Öğretmenim beni geri zekâlılar okuluna yazdırmış. Deliler okuluna. Ben gitmem oraya. Kendısi gitsin! Gırtlağıma bir şey tıkandı, beynimden vurulmuşa döndüm. Titrek bir sesle: Merak etme, göndermem seni oraya, dedim. "öğrenme zorluğu olan" çocukların okuluydu. Türkler arasında "Deliler okulu" diye tanınmışo. Zeki çocuklanmızı zaptedemedikleri için, Almanca bilmeyenleri "öğrenme zorluğu var" diyerek oraya gönderiyorlardı. Ve bu okullar 1 ark çocuklarıyla doluydu. Eylül 1985'te Federal Çalışma Bakanlığı verilerine göre bu okullara devam eden 39 bin 455 yabancı çocuktan 22 bin 621 'i Türklerdi. Oysa dört buçuk milyon yabancının sadece 1 milyon tup ben sordum. Yerlerinde duramadılar bir türlü. Sandalyelerini santim santim çekerek çevreme doldular. Başka sınıftan gelen tanımadığım gençler ise daha bir uzakta kaldılar. Siz de yakın oturun bari, dedim. Söyleşimiz başladı. Sen ne olacaksın Hayati? Bir şey olma şansım yok. Ama okulu bitirmek istiyorum. Belki kurslara katıhr, bir tamirci olurum. Motor tamircisi. Türkiye'de " N e olacaksın?" diye bu yaşta birine sordunuz mu, "Doktor, öğretmen, mühendis..." gibi yanıtlar aürsınız. Ama burada öyle mi?.. Daha bir gerçekçiydiler, boş umut beslemiyorlardı. Ben de okulu bitirip diploma almak istiyorum, dedi Nazik, çünkü berber olmak istiyorum. Eve dönünce ne yapıyorsun? Elişleri, örgüler yapıyorum. Evi topluyonım, bulaşıklar... Nazik 14 yaşında, 7. sınıftaydı. Turkçesi de, Almancası dayarım, cümle kurmakta oldukça guçlük çekiyordu. Aslında bu, yurtdışında büyüyen tüm ikinci kuşağın sorunuydu. Fakat Nazik daha da takılıyor, sözcükleri zor ha zor doğrultuyordu. Ötekiler söze girmek için sabırsızlanıyor, birinin yüzüne bakacak olsam, sozünu kesiyorlardı. Yanında oturan Şerife Kocakaya coşkuyla söze katıldı. Gözlerinin ışıltısından: "Ben doktor olacağım" diyeceğini sandım: Ben hastane temizlikçisi olacağım, demez mi, kolum kanadım kalkmaz oldu. Nedenini sormadım. dılim varmadı. Kurduğu kuçücuk dunyasım sarsmak bana mı duşer dedim. Başka soruya geçtim, şöyle yanıt verdi: Odam mı? Var tabii. Üç kardeşimle bir odamız var. Tırnaklann; kartal gibi çıkanp öne şığıdı. Kadir sesini çıkarmadı, şaştım. Oysa herkes ondan korkuyordu. Fatma Ergun gözlerini iri iri açarak: Kavgayı dövüşü bir seviyor ki öğretmenim. Geçenlerde öğretmen ne dedi biliyor musunuz? Dedi ki, Amerikalılar Hiroşima'ya attıkları atom bombasının daha büyüğünü yapmışlar. Bir tanesi bile tüm dünyamızı yok edecekmiş. Kadir diyor ki, bir tane alıp atacağun. Sana ne lan!.. Atacağım işte!.. Birdenbire ortalık kanştı. Konu; savaş... Erkeklerden çoğu Almanlarla savaşa hazırlanmıştı bile. Fatma'nın gözleri dehsetle bakıyordu. Belki de atomun etkisiyle paramparça olup savrulan dünyanın tozları gözlerinin önünde uçuşuyordu, kimbilir?.. Sen ne olacaksın Fatma? dedim. Turkiye'ye dönüp hemşire okuluna yazılacağım. • Neden dönmek istiyorsun? Ülkeniz koskoca. Sana küçücük bir yer kalmadı mı diyorlar. Ben de, siz yazın izine gidiyorsunuz ya, biz de sizin buraya izine gelmişiz diyorum. Peki bu izniniz ne zaman bitecek? diyorlar. İstediğimiz zaman diyorum. Sarmısak otlayanlar! diyorlar. Ben de domuz çiğneyenler djyorum, kavga çıkarıyorum. Öğretmen de bana çekişiyor... Hüsevin'e döndum. Soru sorayım diye hep gözlerimin içine bakıyordu. O da en iyi öğrencilerimden biriydi. Neler olmazdı ki ondan... Ne olacaksın Hüseyin? Maden işçisi olacağım. Madende elektrikçi de olabilirim belki. Git lan! diye Ahmet karşı koydu, senin flzik zayıf, olamazsın! Hüseyin bozuldu. Birden Ahmet'e doğru atılıp masanın gözünden yanm örulmüş bir kazak çıkardı: tşte bu Ahmet'in, diye gösterip gülmeye başladı. Sen de örüyor musun? diye sordum. Gülmesi kirp kesildi: Hayır! Ben kız mıyım? Bu kez Ahmet kızdı: Elişleri dersi öğretmenim! Onu zor ha zor yatıştınp Nebiha Adıgüzel'e döndüm. Sadece soyadı değil, hepsinden farklı olarak dersleri de çok güzeldi Nebiha'mn. Alman çocukları dahil sıruf birincisiydi. Peki neden liseye gitmedin de burada kaldın? Öğretmen liseye git dedi, lise bizim eve çok uzak dedim, gitmedim. Bir de böyle bir sorun vardı. Çocuklar ve velilerimiz okullar arasındakı farkı bilmiyor, daha başlangıçta geleceklerini biraz da bilmezlikten köreltiyorlardı. Peki ne olacaksın Nebiha? Bilmiyorum. Çok tehlıkelı öğretmenim. Olsun ben de gelmek istiyorum. Kabul etmezler. Çekinirier senden. Kabul ettirmeye çalış. Senin arkadaşlarının hepsini mutiaka tanımak istiyorum. Bir bakayım öğretmenim. Aynldık, yürüyüp gitti Kadir. Gözümün akı karası, mahallenin kabadayısı Kadir. Ben ne beklemiştim, o ne olmuştu... Arkasından uzun uzun baktım, öyle bilin ki bir zalim kıbç hızla yüreğimin ustüne inip öteki yansını da alıp götürdü. Sokağın ortasında yüreksiz, bungun kalakaldım... YiicelFeyzioğlu'na YunusNadi Armağanı ikincilik ödülünü kazandıranyapıt Mutfak koltuğunda yatıyorum Soz "odamız"dan açılmışken, bu soruyu herkese sordum. Kardeşleri ile aynı odayı bölüşüyordu hepsi. Bir çoğunun çalışma masaları bile yoktu. Oturma odasında yatıyorum ben, dedi Lütfiye. Konuklar gelirse mutfak koltuğunda. Onlar gidene dek anamın babamın yatağına uzandığım da oluyor. Ne olmak istiyorsun Lutfiye? Terzi olacağım hocam... seyyy öğretmenim... şeyy... Ne diyeceğini şaşırdı birden. " H o c a m " dedi, cami değil, "öğretmenim" dedi, değilim. Sen hele sus! diyerek Sema araya girdi, bu dediklerimı sakın gazeteye verme öğretmenim. Babam her gün gazete okuyor. Eğer resmimi görür, dediklerimi okursa "Senden bir bolc olmaz" der gene. Neden oyle diyor? Ben öğretmen olmak istiyordum. Ama bu okuldan çıkan öğretmen olamaz. Onun için diyor. Peki ne olacaksın? Hiçbir şey! Buradan çıkan ne olur? Bir bok! Ama diploma almak istiyorum. Babam, al koy bir kenara diyor, diplomanın zaran mı olur, bakarsın bir gun gerekir. Taa birinci sımftayken Sema'nın böylesine güzel, böylesine gökçek olacağım tahmin etmiştim. Nasıl alımlıydı yarabbi... Aya sen doğma ben doğayım, gune sen doğma ben doğayım diyordu... Kadir'in hayranlıkla süzduğünü fark ettım. Sema oralı bile değildi. Canlar yakan o gözler, o kaşlar... Kadir nasıl bakmasındı?.. Cin gibi kızlardan biri de Tulay. Sen ne olacaksın kızım? özözune çok hoşnut bir tavırla: "Bir saltanat" Bir Italyan kahvesine tedirgince girdik. Timsah, BMW Cevat, Ayı Peter, Otomat Mehmet ve ben. Beş zorlu arkadaş. Lan Ayı, dedi Otomat, sen öteki masaya otur, kapıyı kolla. Sivil mivil girmesin. Ayı Peter Almanlara özgü o görkemli disiplini ile çaktırmadan geçti. Fakat içi rahat etmeyip geri geldi: Hey Kavat sol köşeden geleni göremiyorum. Sen de sandalyeni şöyle çek. Cevat kızdı gene: Kavat değil lan! An soksun dilini! Cevat, Cevat! Bana döndu: Değiştireceğim abi bu adı. Hep kavat diyorlar. Amma kalın kafalı bu Almanlar. Dilleri bir türlu dönmuyor. Okay Kavat okey, dedi Ayı Peter. Tüm çabasına rağmen doğrusunu çıkaramadı. Oturduk. Bana ısınmaları için kaç gunden beri elimden geleni yapmıştım. Kadir: " O da bizim yaptığımızı eskiden yapmış" demişti. Yavaş y'avaş yakınlaştık. Birlikte polise düştük abi, dedi Otomat Mehmet. Kesik kesik konuşup susuyordu. Gözlerimin içine bakamıyorlardı. Ben de bir şeyler uydurup anlattım. Açmaya, onlan deşmeye çalıştım. =...Üstümüz arandı, diye surdürdü, Komiser, bizim bu BMW Cevat'a "\ahu sen bir kuyumcu dükkânı gibisin" dedi. Kuyumcu dükkâru BMW'nin yanında hiç abi. O bir saltanattır. Vallahi de saltanatur, billahi de! Boynunda altın zincir. Parmağında çıban (elmas) yüzuk, iki bin mark. Göstersene lan! Cevat utandı, yerinde büzüldu. Cebinde Düpont çakmak, zinciri ile 1500 mark abi. Kolunda değtrmentaşı saat, 4600 mark. Göstersene be! Utanma! Hele ıvır zıvırlan da saymıyorum. Ben soyuyorum, bu bezeniyor. BMW Almanya'nın birinci değilse de ikinci sürücusüdür. Şimdi yüzüne değil, gözüpek bir arkadaştır. Polisten hiç korkmaz. Eli açıktır. Para bu cebinden girer, ötekinden hemen çıkıverir. Ama vitrinlerine dokunmayacaksın. Altında 160 PS yani 160 at gücünde BMW'si var. Bir de BMW'sine söz söylemeyeceksin. Fazladan iki de karbüratör taktırmış. Otomatlan ben kaldınnm, polis tehlikesi sezer sezmez o gaza dokunur, araba bir ok! Anında 100 km. hıza ulaşır. Sayesinde kurtuluruz. Değil Timsah Kadir Birden çocuklardan biri: Bakın bakın! diye bağırdı. Herkes pencerelere fırlayıverdi. Aaa!.. 45 Türk çocuğu yarı sökülmüş patates tarlasına doluşmuşlardı. Toprakta kalan tek tük patatesleri toplayıp torbalarına dolduruyorlardı. Biraz seyrettik onlan. Biri sökülmemiş tarlaya doğru ilerleyip ötekilere el etti. Birden anılarım cana geldi, uçup çocukluğuma, Karsçayı'nın şır ha şır çağladığı yerlere gittim. Köyümun üstünde yürek döğüntüleri ile dolanıp döndüm... Dağlar yeşile kesmiş, her yan çiçeklerle bezenmişti... Laleler nergislere sevdalanmış, birbirlerine gözeyliyor, eleyliyorlardı. Mayıs çiçekleri burcu burcu kokuyordu... Gunebakanlar güneşe ermişlerdi. Dayanamayıp Kerim dedenin bostanına girdim. Salatalıkları, havuçlan yolup yolup koynuma koltu üzereydi. Tertemiz bir Türkçe konuşan yok gibiydi. Federal Alman Hükümeti, geri dönüşleri hızlandırmak için elinden geleni ardına koymuyordu. 425 binini biz oluşturuyorduk... Kadir'i okula göndermelerıni engelledim, ama önü yüksek okullara kapalı olan ortaokula gitmekten başka seçenek bırakmadılar çocuğa. Oysa Federal Almanya'da dört yıllık ilkokuldan sonra üç çeşit okula gitme olanağı var. Birincisi, direkt liselere: Seçkinlerin, halivakti iyi olanlann çocukları için. Ikincisi, meslek okulları: O n a halli ailelerin çocukları için. Uçüncüsü; ortaokullar. Sadece işçi ve emekçilerin çocukları için kurulmuş gibidir. Hiçbir meslek edinmeden bu okul bitirilir.. 1850 yıllarından beri bu eşitsiz eğitim sistemi sürup gitmektedir. Son on yılda kunılup iyi sonuçlar veren bir de Birleşik Okullar (Gesamtschule) var ki, çocukların hepsini bir çatı altında toplamakta, herkes yeteneği doğrultusunda eğitilmekıedir. Ve yine Eylul 1985 verilerine göre 16 yaşından küçük gençlerimizin ve çocuklanmızın sayısı 501 bin 200'ü buluyor. Kuzey Ren Vestfalya eyaleti Herne'de yapüan 1986 araştırmalarına göre, ortaokula giden gençlerimizin sayısı "?t 73'u bulurken Alman gençlerinin sayısı % 34'te kalıyor. Liseye giden gençlerimizin sayısı "o 3,4'te kalırken Alman gençlerinin sayısı "ta 28'e ulaşıyor. Son on yılda kurulan Birleşik Okullarda ise çok olum'lu bir sonuç var. Almanların sayısı "!» 12, bizim sayımız 1a 9,8'dir. Bu okullann yaygınlaşmasmı ise gerici tutucu partiler, güçler engellemektedir. Çok fazla rakam sıraladım değil mi sevgili okurlar? Kadir'in akıcı yaşamı birdenbire rakamların arasına kanşıp gitti. Ne edersiniz ki, hayatın kendisi böyle. Bazen anlaması guç, karmaşık. Ama biz yine de Kadir'e ve arkadaşlanna dönebiliriz. Ne olacak bunların gelecekleri? 2000 yılına hangi eğitim, hangi meslekle girecekler? Başdöndürücü hızla gelişen tekniği öğrenebilecekler mi? Anadilimizi konuşacak kaç sözcükleri olacak?.. Bırakalım yetkili yetkisiz buyükleri, kendilerine soralım gençlerin, daha iyi. J• ocuklarımız anadillerinden olmak o« Aırıl pırıl parlayanların içinde ırıl müthiş bir enkaz, artık onarılması güç bir yıkım vardı. Daha fazla gencin yıkıma girmemesi, onlann 2000 yılına sağlıklı varabilmeleri için ne yapabilirdik? mi lan! Gözlerimin içine bakamadı Cevat. Hâlâ tedırgindı. Sanki tutup polise verecektim. Oturduğu köşeden sol yanı gözlüyordu. İçeri giren biri oldu mu heyecan yükseliyor, hepsi son derece rahatsız oluyorlardı. Şu anda bilmem nerede bir otomat soygunu olsa, burada onlar sanık olarak yakalanabilirlerdi. Kavramaya, anlamaya çalıştım. tklsinin saçlan da kıvnm kjvnm yapılmıştı. Dün ise alaca bulacaydılar. tkisi de deri elbise içinde. Otomat Mehmet 22'sinde, BMW Cevat 21 yaşındaydı. Montaja çıkınca beni de alır mısınız, dedim. Hayır! dediler. "Montaja çıkmak", otomat soymak için ise çıkmak demektir. "Tura çıkmak", başka şehirlere, uzaklara açılmak anlamına gelir. Neden, dedim, hiç zaranm dokunmaz. Uzaktan izlerün. Olmaz. Üstelemedim. Peki soygunu nasıl gerçekleştiriyorsunuz? Anlatılmaz orası. Neden? Bir duyan olur. önlem alırlar hemen. ^Eskiden nasıl yapıhyordu? Otomat Mehmet sorumun karşısında daha da buzursuzlandı. Cevat kısa kısa cümlelerle yanıtladı: Markın iki yamna super yapıştırıcı sıvayıp sigara otomatına atıyor, bir süre bekliyorduk. Içerdeki mekanizmaya yapışınca tüm sigaraları çekiyorduk. Ya da misinamn ucuna markı yapıştırıyor, dört kere atıp çekince bir sigara çekme hakkı doğuyordu. Ayrusını para otomatlan (modern kumar makineleri) için de yapıyor, para atmadan oyun oynuyor, para çıkarıyorduk. Ama önlem aldılar. Şimdi başka şeyler yapılıyor. Ne gibi? Otomata kontak yaptınp tüm parayı döktürüyoruz. Ya da ince bir burguyla delip kısa devre >aptırmak var. Para yine aşağı akar, mendilini alüna tutup cebe indirirsin. Ama tüm bunlar oyuncak işler, dedi Otomat Mehmet, bunları 15 yaşındaki çocuklar yapıyor. Bize göre değil. Biz iş yapıyoruz... Bu "işi" o kadar çok o kadar çok genç yapıyordu ki; tek tek önlemler hiçbir işe yaramamış, otomat firmalan piyasadaki tüm otomatlan kaldırıp çok daha güçlulerini üretmiş, son altı ay içinde tüm Federal Almanya'yı donatmışlardı... Ama başa çıkabilmişler miydi?.. 15 Nisan 1987 günü, Federal Alman İçişleri Bakanlığı Kriminal İstatistik Dairesi'nin Bonn'da açıkladığı verilere göre, 1986 yılında otomat soygunlan yüzde 10.1 orarunda artarak, 114 bine yükselmişti. Evlerden çalma olayı, yüzde 7.9 artarak 147 bin, yankesicilik yüzde 17.7 artarak 20 bin, arabalardan bir şey çalma olayı yüzde 17.9 artarak 771 bine ulaşmıstı. Bir yıl içinde çalınan bisiklet sayısı ise 334 bindi. Ömeğin geçen yıl benim bısiklet de çalındı, ama polise fîlan bildirmedim. Bunu da saymayın siz. Bana sorarsanız polis duymasın da çalana helal olsun... Yeni otomatlar yerleştirilince işsiz güçsüz on binlerce gencin ekmek kapısınjn kapatılacağı sanıldı. Oysa herkes yeni bir yöntem aramaya koyuldu. En etkilisini yine Otomat Mehmet buldu. Oyun salonu olan bir Alman arkadaşına 4800 DM \ererek yeni otomatlardan bir tane aldırdı ve evine yerleştirdi. "Neresinden yol bulur, parayı daha kolay çıkarırım" diye makineyi didik didik etti, onu yapan mühendis kadar tüm aynntılannı öğrendi. Şimdi "montaja" ya da "tura" çıkanda en kârlı dönenlerden biri oluyordu. Kısa sürede "Otomat Mehmet" diye nam salması bu yuzdendi. Oturduğu sehirde "mimli" olduğu için çevre şehirlere, uzak yerlere "tura" gidiyorlardı: Biz otomatın kasasını toptan kaldırıyoruz abi, dedi. Içinden ne kadar para çıkıyor? Şansına bakar. Bin iki bin çıktığı da olur, iki yüzde kaldığı da. Nasıl başarıyorsunuz? Orası sır. Bana da söylemeyecek misiniz? Kolay oluyor mu bari? Alman kız arkadaslarla gidince rahat oluyor. Müzik otomatına para atıp iyice açıyoruz. Kızlar garsonları ya da salon sahiplerini kafaya alıyorlar. Dört dakika bize yetiyor. Türk kızlan da katılıyor mu bu işe? Yok abi. Birkaç kere bizim Motor Turkân katıldı. Kızı apar topar evlendirdiler. Şimdi bebek bekliyor. Artık motor füan da alamaz. Hiçbir zaman sevdiği motorun parasını biriktiremez artık. Koca BMVV motorlanm nasıl seviyordu bir bilsen... Baktım konu dağılıp gidecek, hemen araya girdim: Tura gidince beni de alın bir sefer. Olmaz! Inat ettim, her gün onlarla buluşmayı sürdürdüm. Nereye gittilerse gölge olup peşlerinden gittim. En sonunda birlikte çıkmayı başardık. NE OLACAKT1 BU ÇOCUKLAR? Teknik, baş döndürücü bir hızla gelişiyor, işçüerin yerini tek tek, grup grup makineler, robotlar ahyordu. Bizim çocuklar ne olacaktı? Hepsi askerlik çağtna gelmişti. Askerlik bedeli İS bin markı nasıl bulacaklardı? 9 yıl sonra yine Kadir'le Artık öğretmenlik yapmıyordum. Gençleri nerede toplu halde bulabilirdim ki?.. Okula gidip oğretmene rica etsem, mudüre soracaktı. Müdür, eğitim müdürlüğüne. O da binbir dereden su getirip, belki de gençlerle buluşmamı engelleyecekti. Ne yapmalıydım?.. Kadir geldi aklıma. Gozumun akı karası, mahallenin kabadayısı... Çoktan beri görmemiştim. Aradabir haber alıyordum: "Şöyle yapmış, böyle yapmış..." diye. Yaptıklanna muthiş şaşıyordum. Sonunda gidip buldum onu. BMW Cevat, Otomat Mehmet ve Ayı Peter'le birlikte volta atıyordu çarşıda. Onlan tanımıyordum. Akşama bana bir uğrar mısm? dedim. Çok sevindi. Arkadaşlarına beni gururla taruttı: Öğretmeram, dedi. Bana dönüp: Tamam, diye yanıt verdi, istediğin saatte gelirim. Tam zamarunda çıkıp geldi. Büyümüş, görkemli bir delikanh olmuştu. Karakaş, karagöz, Alman kızlannın bayıldığı... "Ahh bir de Turk olmasaydı..." Bu kadar maceraları nasıl yaşıyordu? Alman polislerim nasıl atlaııyordu? Dehşetli merak ediyor, ama soramıyordum. Evinize gelen birine nasıl sorardımz?.. Sonraya bırakıp: Beni sınıf arkadaşlannla bir buluştursana dedim, okul yönetimi ve öğretmen duymaan. Tamam öğretmenim. Ben hepsini öğleden sonra sınıfa toplanm. Senin geleceğini söyledim u i , hepsi gelir. 2000 yılında çocuklarımızı neler bekliyor? Ahh çocuklar, genç arkadaşlarım, sizleri çok ozledim. Şurada hayata atılmanıza ne kaldı ki... Ne olmak, ne tutmak istiyorsunuz? dedim. Bilmiyorum, diye ilk yanıtı Hasan Direk verdi. Önceden o da öğrencim, kabına sığamayan biriydi. Bisikletle duvarların ustüne çıkar, olmaz engellerden atlardı. Birgün fena halde düşmuş yara bere îçinde kalmıştı. Şimdi 16 yaşında ve hâlâ o yaraların izi vardır yüzünde. Iki yıl önce çok sevdiği bir tecik kardeşi küçücük bir gölde boğuldu. O gün bu gündür Hasan fena halde suskun, bakışları hep uzaklarda sanki. Ne olacaksın Hasan? dedim. Hiçbir şey! dedi. Işçi de olmayacak mısm? Bilmiyorum. Arkadaşlan gülüştuler. Eski öğrencilerim, gözleri parlayarak çevremi sarmışlardı. Bir anda çocuklaşmış, dokunmak istiyorlardı. Ben de onlan kollanmla sarmak, tıpkı binnci sınıfta olduklan gibi sevmek ıstiyordum, ama yapamadım. Artık genç kız olmuşlardı. Memeleri çıkmış, iki ürkek serçe gibi göğüslerine doluşmuştu. Bıyıklarının ucu görunuyordu oğlanların... Neden okula gelip gitmediğimi, daha neler neler yazdığımı sordular. Nasıl cıvıl cıvıldılar anlatamam. Öğretmenlik yapüğun arada öğretmenliğin böylesine büyük olduğunu, insana coşku verdiğini, cana can kattığını hiç fark etmemiştim. Sorularını hep yanıtladım. Sonra eskiden olduğu gibi hepsini yerine otur Ben nişanlıyım öğretmenim, gelecek yıl evleneceğim. Şaşırdım birden: Yaşın kaç ki? Almanlar on dört diyor, ama ben on beşindeyim. Evlenmek için çok küçuk bir yaş. Tülay başını yere indirdi, sözü yine Sema kaptı: Hamide de nişanlandı öğretmenim. Yakında onun da duğünü olacak. Beni de istediler, ama gitmedim. Deli miyim? Sonunda doktor olmak isteyen birini bulduğum için heyecanlandım doğrusu. Bu okulu bitiren doktor olamaz, ama nasıl olacağım varsın Velime'rün özü anlatsın: Turkiye'ye gideceğim dedi, orada dayım ve kansı avukatlar. Bir kızlan var. Doktor okuluna gidiyor. Anama babama mektup yazıp beni istiyorlar. Yaz gelsin hemen gideceğim. Gidip dayım kızı ile birlikte okuyacağım. Öylesine inançla söyledi ki, öteki arkadaşlan: " N e yapalım bizim böyle bir olanağımız yok. Biz de okurduk yoksa..." der gibi kırgın, daha çok da kıskanarak baktılar. Oysa gerek yoktu buna. Bir arkadaşlan doktor olmayı hayal etse ne olurdu sanki... Kendileri nasıl olsa bir şey olmayacaklardı. Federal istatistik burosunun verilerine göre Hauptschule denen ortaokula giden ^o 73 oranındaki gençlerimizden "a 58'i diploma bile alamadan okuldan ayrılmak zorunda kalıyorlardı. Bu da yetmiyormuş gibi çocuklarımız anadillerinden de olmak üzereydiler. Tertemiz bir Turkçe konuşan yok gibiydi. Federal Alman hukumeti hem geri dönuşleri hızlandırmak için elinden geleni ardına koymuyordu hem de kültür bakanlan Türkçe derslerinin zorunlu ders olmasını kabul etmemek için direniyor, var olan dersleri de azaltan yönetmelikler yururlüğe koyuyorlardı... Peki çocuklar, dedim, Türkçe dersini resmi ders kabul etmiyor, isteyen alsın diyorlar. Içinizde Türkçe alan var mı? Vaaar, dediler hep birlikte. Kaç kişi? Söz almadan yine Sema girdi söze. Sanki tüm arkadaşlarının sozcüsü: Hepimiz 116'yız bu okulda. Ders alan 28 kişi. Peki neden Türkçe ders alıyorlar? Eee yarın bizi atarlarsa?.. Dilimiz bize gerekmez mi?.. Türkçe dersi isteyen az olduğu için 5 ve 6. sınıflar bir, 7,8 ve 9. sınıflar da bir okuyorlardı. Haftada iki, en çok dort saat. Öğretmen ne verebilirdi onlara? "Türkum, doğruyum, çalışkanım..." Başka?.. Ülkeniz koskoca, sana yer kalmadı mı? Biz söyleşiyi sürdürurken, kolunu tufek gibi pencereye uzatan Kadir: Cıvv cıvv cıvvv!.. diye aniden dışanyı taramaz mı... Herkes ona doğru dondü. Kuşları vurdun mu Kadir? dedim. Eski Kadir yoktu artık. O gitmiş, yerine vuran, kıran, çalan çırpan biri gelmişti. Düşürdüm öğretmenim, diye hazır bir yanıt verdi. Hemen konuya sokmak istedim: Sen ne olmak istiyorsun? Televizyon tamircisi olacağım. Sende o kafa var mı? diye Sema atıldı, tüm derslerin zayıf. Konuşma sen! Ben de polis olurum. Bir bok olmaz senden. Döverim haaa!.. Ben döverim! ğuma doldurdum. Karsçayı'nın kıyısından sıne sıne Karıaı Kayalanna doğru gittim... Arkadaşlanm orada beni bekliyorlardı. Faik, Cengiz, Hasret... Yukarıda kartallar dön ha dönüyordu... Onlar kartalları taşlıyorlardı. Beni görılnce: Geldin mi? dediler. Geldim! dedim. Smıftaki gençler bana baktılar. Yüksek sesle söylemiştim. Hay Allah, dışandaki çocuklar bana nasıl da sevimli görünüyorlardı. Birden sağ baan gözlerimde canlandı. "Türk Çocuklar Patates Çalarken Yakalandılar:.'.' Enfes !.. Sansasyonel bir haber... Bir yerler sızladı içimde: Koş Kadir! Onlan oradan çıkar! dedim. Haydi Timsah! diye arkadaşlan bağnştı. Kadir sanki böyle bir iş bekliyormuş gibi yerinden ok gibi fırladı. Ötekileri güçlükle yerlerine oturttum. Hepsi birden gidecekti nerdeyse. Pencereleri açtılar: ^Timsah!.. Timsah!.. Kadir'e böyle bir ad takıldığını da ilk duyuyordum. Neden Timsa'h diyorsunuz? Bir yaman ki öğretmenim. Herkesi dövüyor, gücü yetmeyen biri olursa dişleri ile kopanyor... Kaşla goz arasında Kadir çocukları kovalayarak tarladan çıkardı, soluk soluğk döndu. Sözü Zehra Çivici'ye verdim: Carola da ben de çocuk hemşiresi olacağız öğretmenim, dedi. Yanında oturan kızı dürterek: Değil mi kız? Sen de konuşsana. Çok iyi Türkçe konuşur öğretmenim. Evet, dedi Carola. Saçlan kumral, Turkçesi iyi olduğundan hiç farketmemiştim Alman olduğunu. Türkçe dersine de geliyordu. Bizimkiler onu hep Turk sayıyorlardı. O da kendini hep oyle hissediyordu. Biz aynı evde büyüdük, dedi Zehra, onun babası da maden işçisi, benim babam da. İyi arkadaşlar. Tatilde hep Turkiye'ye gidip geliyoruz. Turkçeyi nereden öğreudin Carola? Zehra'dan öğrendim. Biz birlikte büyudük. Arkadaşların Türkler olduğu için Almanlardan bir tepki görüyor musun? Bazılan benimle arkadaşhk etmiyor. Etmesinler!.. Biz daha çoğuz. Sıra Recep'e, Seymen'e, daha ötekilerine de geldi. Konuyu dağıtsalar da bir yolunu bulup topladım: "Ne olacaksınız?" diye sordum hep. Bilmiyorum, maden işçisi, tamirci, duvarcı, temizlikçi, hiçbir şey!.. ... Ve bizim gençlerimiz 2000 yılına böyle hazırlanıyorlardj. Ve teknik baş döndürücü bir hızla gelişiyor, işçilerin yerini tek tek, grup grup makineler, robotlar ahyordu. Bizim çocuklarımız ne olacaktı?.. Askerlik bedeli için 15 bin mark gerekiyordu. Haydi gidelim Kadir, dedim. Aynldık oradan. Israrla "yine gel öğretraenim" dediler. Yüreğimin bir yarısı orada kaldı. Yürüduk Kadir'le yan yana: Sema'yı dövmediğine iyi yaptın, dedim. Kızlara karşı ince olmalı insan. Birden yuzü kızardı, bir şeyler söyleyecek oldu, utandı. Soyle, dedim. Her şeyi sana söylüyorum ya öğretmenim, sevfyonım onu ben. Ama anlamıyor bir türlü. Onun için dövmuyorum, yoksa... İyi yapıyorsun, dedim, sevda guzeldir. Sevdasız insana insan mı derim. Belki o da anlıyor seni. Belki de seviyor. Duygularını öyle dile getiriyor belki. Sana kızarak, saldırarak... Kibar davran ona. Anlamaya çalış. Tamam öğretmenim. Yann yine buluşalım. Hem söyleşir hem de senin büyuk arkadaşlannla buluşup onlann gittiği yerlere birlikte gideriz. (Arkası 13. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle