18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kalan şiirler için şu bölümler açılıyor: 1) Kitaplarına girmeyen son şiirleri (sağhğında yayımlananlar) 2) Kitaplarına girmeyen son şiirleri (ölümünden sonra yayımlananlar), 3) Dergilerde yayımladığı ama kitaplarına almadığı eski biçimli şiirleri, 4) Sağhğında yayımladığı eski biçimli şiirleri, 5) Dergilerde yayırnladığı ama kitaplarına almadığı yeni biçimli şiirleri, 6) Sağhğında yayımlamadığı yeni biçimli şiirleri. Bunlann içinde en dikkati çekenler, Orhan Veli'nin dergilerde yayımlayıp da kitaplarına almadığı eski ve yeni biçimli şiirlerini içeren bölümlerdir sanınm. Neden derseniz, bu bölümler, tarihçi için büyük bir soru işaretine bağlanacaktır: Orhan Veli bu şürlerini neden kitaplarına almadı? Beğenmediği için mi, yoksa o sırada çıkardığı kitabın havasına uygun bulmadığı için mi? Belki daha başka nedenler de düşünülebilir. Ama sonuç şudur ki, derleyici (şiir tarihçisi) ozanın önlemlerine boş vermekte, bütün şiirleri günün birinde bir kitapta toplayıvermektedir. Keşke böyle olmasaydı, diyemeyiz; bir ozan bütün yazdıklarının ozanıdır, üstelik ileriki inceleyici, onun diyelim beğenmeyip kitaplarına almadığı şiirlerde kişiliğinin kimi başka çizgilerini bulup ortaya çıkaracaktır, hatta o şiirler belki yeni bir dönemde yeni tatlar, değerler kazanacaktır. Işte dergilerde yayımladığı ama kitaplanna almadığı eski biçimli şiirlerden biri: MASAL Çociık gönlüm kaygılardan azade, Yiiderde nur, ekinlerde bereket At üslünde mor kâküllü şehzade, Lnutmaga başladığım memlekeı. Şakagunda annemin sıcak dizi Kulağımda falcı kadının sözii, Göl başında padişahın üç kızı, Alaylarla Kaf dağına hareket. Bir de dergilerde yayımladığı fakat kitaplarına almadığı yeni biçimli şiirlerden bir örnek sunayım: SABAH Elimi çok dallı bir ağaç gibi Tutanm gökyüzüne Ve seyrederirn bulutlan Bir deve gürültüler içinde koşar, koşar, koşarken Giineş dogmadan evvel varmak için Ufka... Sağhğında yayımlamadığı yeni biçimli şiirlerinden de bir örnek vereyim: ÇOK ŞÜKÜR Bir insan daha var çok şükür evde Nefes w , Ayak sesi var; Çok şükür, çok şükür. Elimizdeki kitapta uygulanmış olan bölümleme dışında, sanıyorum, Orhan Veli'nin şiiri şu üç dönemde de incelenebilir: 1) Garip öncesi şiirler, 2) Garıp esprisindeki şiirler, 3) Garip esprisinden aynldığı şiirler. Bu son dönemdeki şiirlerin en tipik olanları "Destan Gibi" ile "Istanbul Türküsü"dür. Orhan Veli'de önemli olan bu dönemlerdir. Değişme, araştırmanın bir başka adıdır ve çağımız elbette araştırma çağıdır. Orhan Veli bıkıp usanma bilmeyen bir araştırmacı idi. Büyük ozanımızın bu büyük emekle hazırlanmış yapıtı da araştırmacısını bekliyor. 29 MAYIS 1987 MELİH CEVDET ANDAY Orhan Veli'nin şiir kitabı ("Bütün Şiirleri") yirmi üçüncü basımına ulaştı. Adam Yayınlan arasında çıkan ve yeni basımdaki şiirleri, kendimi elden geldiğince yabancılaştırarak (çünkii onlar benim yaşamımm da parçası sayılır), ilk kez görüyonnuşum gibi merakla okudum ve Orhan Veli'nin tümden yeni olan güçlü şiir yapısını neden sevdiğimi bir daha anladım. Yeni kuşakların bu şiir karşısındaki duygu ve düşünceleri gerçekten meraka değer; neden derseniz, Orhan Veli'nin büyük etkisi ile şiirimiz tepeden tırnağa değişmiş ve bu değişik biçim, ezelden beri varmışçasına özümsenmiştir yenilerce. İmdi genç bir şiir heveslisi, örneğin, Gemliğe doğru Denizi göreceksin Sakın şaşırma. şiirine, Orhan Veli'den bu yana bir birikim oluşturan şiir beğenisi ile, şaşırmadan mı bakmaktadır, diye düşünüyorum. Yeni Bütün Şiirleri bir akımı başlatanların zamanla olağan görülmeleri büyük başanlarının kaçınılmaz sonucudur, çünkü okur, yeniliğin öncesini araştırmaya gerek görmez. Ama Orhan Veli, yeni basılan kitabından da anladığım gibi, kendi şiiri içinde gene pınl pınl duruyor. "Bütün Şiirleri" için yaalan önsözde şöyle denmiş: "Varlık Yayınevi, Orhan Veli'nin beklenmedik ölümü üzerine, okurlardan gelen istekler doğrultusunda, Bütün Şiirleri adlı kitabı derledi. Birinci basımı 1951'de yapılan bu kitapta, şairin 19451949 yıllan arasında basılan beş kitabı ile, çoğu Varlık dergisinde çıkmış olan ilk şiirleri bir araya gethiliyordu" ve ekleniyor: "Büyük bir coşku ile karşılanan kitabın basınilan birbirini izlerken, ne yazık ki, dizgi düzelti yanlışlan gittikçe çoğalmaya, dizelerin yerleri bile değişmeye başladı. Bu önsözden anlaşüdığına göre, Can Yayınlan'nca gerçekleştirilen sonraki basımlarda (16. Basr22. Bas.) ofset baskı tekniğine geçildiği için, yeni dizgi düzelti yanhşlan ile karşılaşmak tehlikesi ortadan kalkıyor. Fakat Orhan Veli'nin eski yazı ile yazdığı şiir defterindeki şiirlerle yirmi ikinci basım karşılaştınidığında birtakım tutarsızlıklar ortaya çıkmış ve kimi kuşkular uyanmıştır. Özsözde deniyor ki: "Yapıt baştan sona yeniden incelendi, şiirler dergilerdeki, kitaplardaki ilk basımlan ile karşılaştınldı, şairin şiir defterindeki yazüışlan ile denetlendi ve yirmi ikinci basımda da düzeltilmesi gereken önemli yanlışlar bulunduğu görüldü!' Boylece Adam Yayınlan içinde çıkan yeni basımda (23. Bas.) bir yetkinliğe ulaşıldığı anlaşılıyor. Artık, diyelim ki, Orhan Veli için başvurulacak, tartışmasız bir yapıta kavuşulmuş demektir. "Bütün Şiirleri"nin yeni basımında, Orhan Veli'nin sırası ile GARİPVAZGEÇEMEDİĞÎM DESTAN GİBİYENÎSİ KARŞI adh kitaplanndaki şiirlere başta yer verildikten sonra, geri PENCERE En sonunda televizyonumuz sayesinde Rambo'yu görebildim. Gerçi film İstanbul sinemalarında kapalı gişe haftalarca oynamıştı; gazetelerde eleştirileri çıkmıştı; söylencesi dilden dile dolaşıyordu; bir türlü fırsat bulup gidememiş, görememistim; ama tanıyordum Rambo'yu filmini izlemeden... Dünyayı kasıp kavuruyordu Rambo; Amerika'mn dışlanmış çocuğu, savaş kartramanı, "yeşil bereli" asker, teskereyi aldıktan sonra kendi ülkesinde ne yapacağını şaşırmış komando, insanüstü yaratık, ister kutupların buzullarında olsun, ister Afrika'nın cangıllannda, yaşamasını ve savaşmasını bilen Rambo, kendi toplumunda yaşamasını bilmiyordu. Olacak şey mi? Her ortama uyan, yılan çıyan yiyerek gününü gün eden, her koşulda hayatını sürdürebilen, vurduğunu deviren, attığını vuran, en gerilimli saniyelerde zekâsını şimşek hızıyla kullanabilen kahraman Rambo, kendi yurdunda kendi toplumuna ters düşüyor, aklını kullanamıyor, şapşallaşıyor Amerikan sineması en şaşılası düşlerin kanadından yağ çıkarır; gerilimin gergefine seyircinin ilgisini sardınr. Hayatında en ağır haksızlıklar karşısında sesini çıkaramayan sıradan insan; filmde kötüleri, güçlüleri, zalimleri yerden yere vuran masal kahramanını izledikçe geniş bir soluk alır, avutur kendini... Artık Rambo'nun dostları dostlarımızdır, düşmanlan düşmanlarımız... Hey gidi Rambo, insanların çoğunluğunun ne kadar geri zekâlı olduğunu bir kez keşfetmişsin ya, oyna oynayabildiğince bütün dünya sinemalarında... ve Türkiye televizyonunda... "İlk Kan" filmini izlemeyen var mı bilmiyorum; sanınm bir ben kalmıştım görmeyen... Rambo bir kasabanın belalı şerifi ile çatışıyor. Zaten kafası bozuk komandonun. Şerif de eski askerin üstüne üstüne gidince, ortaya kanlı bir çatışma çıkıyor. Bir yanda şerif ile adamları, ordu birlikleri; 6te yanda aslan Rambo... Rambo yenilir mi? Kahramanımızın Vietnam savaşındaki komutanı olan albay, şerife önceden soylüyor: Rambo, diyor, yenilmez... Kötü şerif, hain şerif, şişko şerif aldırmryor albayın uyansına. ve Rambo kasabanın altını üstüne getiriyor, bütün polisleri dağıtıyor, askeri birtiklerin hesabını göruyor. şerifi de tepeliyor. Amerikan sinemasının gücüne diyecek yok. Oyuncular olağanüstü, yönetmen gerilim ustası, kameraman harika, senaryo palavra olsa da hızlı mı hızlı... Filmi izlerken düşündüm: Rambo insanüstü, yenilmez, önünde durulmaz bir "yeşil bereli"ymiş de Vietnam'da sırtı nasıl yere gelmiş? Pirinçle beslenmekten ya da beslenememekten kavrulmuş cılız Vietnamlılar karşısında neden yenilgiye uğramış? Sorunun yanıtını kendim verdim: Televizyona güven, gerisini merak etme sen!.. Rambo'nun arkası var; kendi yurdunda polise ve askere gücünü gösteren Rambo, tek başına Vietnam'a giderek Amerikan yenilgisinin öcünü alıyor. Filmin adr. Rambo 2. Piyasaya bol gerilimli Rambolar sunarak para kazanan Amerikalı, işin ardını bırakır mı; bizim "muhafazakâr ve milliyetçi" televizyonumuz, inşallah gelecek ramazanda yine iftardan önce Rambo 2'yi programa sokarak dini bütün seyırcılerımize bir kan banyosu daha yaptırır. • Film Eleştirisi + ARADABIR HÜSNÜ A. GÖKSEL Prof. Dr. OKURLARDAN Yunanlı Meslektaşa Çağrı... Bir Yunanlı meslektaşıma sesleniyorum. Sevgi ile saygı ile sesleniyorum. Bir meslektaşımı arıyorum Yunanistan'da. Benim gibi barışı seven, insanları seven ve benim gibi bir tıp fakültesi profesörü olan meslektaşımı. Çocukları, torunları da olan benim gibi. Benim gibi, öğrencılerı, yurdunun dört bir yanında halkına hizmet veren, üniversite kürsülerini dolduran. Kıvanç duyan onların varlığından benim gibi, övünen onlarla, onların da kendisini sevdiklerine inanmış olan. Bir Yunanlı meslektaşıma sesleniyorum sevgi ile, saygı ile, içtenlikle ve diyorum ki: Biz aynı topraklann, aynı denizin, aynı iklimin çocuklanyız. Eski uygarlıkların ortak sahibiyiz. Neden sevmeyelim birbirimizi, neden düşman görelim? Geçmişi unutalım demıyorum, ama geçmişi Iyi yorumlayalım diyorum. Ondan ders alalım, ortak dersimizi. Savaş iki taraf için de yıkımdır her zaman. Kime ne kazandırırsa kazandırsın, yine de yıkımdır. Savaş histerisine kapılıp, tehdit ve korku rüzgârları estirilmesi kimseye yarar sağlamaz. Zor olan, asıl olan, savaşı değil banşı yaşatmak, barışı canlı tutabilmektir. Savaştan birkaç yil sonra, Venizelos'un Ankara'ya gelişinde, gardan çıkarken ismet Paşa ile kucaklaşmalan, İstasyon Meydanı'nı dolduran halkı, el ele, birlikte selamlamaları hâlâ gözlerimin önündedir. Benim için TürkYunan barışı o gün orda, Ankara İstasyon Meydanı'nda kurulmuştu. İkinci Dünya Savaşı'nın, insanhk tarihinin o en kanlı, en ölümlü, en acı günlerinden beri, bilinçli olarak, Yunan halkının sevincine ve üzüncüne ortak olmuşumdur. İtalya Büyükelçisi, gece yansı uykusundan uyandırdıgı Yunan Başbakanına bir nota vermiş ve sabahleyin İtalya, Yunanistan'ı işgale başlamıştı. Kurşun gibi inmişti sızısı içime. "Yunanistan'ın ciğerini sökeceğim" demişti Mussolini. İnsanhk adına utanmıştim. Fakat birkaç gün içinde Yunan ordusu, Mussolini'nin faşist ordularını yüzgeri edip, sınırlarının ötesinde kovalarken insanhk adına sevinmıştım. Bu utkuyla içim ısınmıştı. Hitler yetişti Mussolini'nin imdadına ve Nazi ordulan işgal etti Yunanistan'ı. Kapkara oldu yüreğim yine. Kıtlık büyük ölçüde etkiledi savaşta Yunanistan'ı. Blzde de vardı kıtlık elbet, tüm dünyada da vardı. Türkıye'de karne ile adam başına avuç içi kadar, kapkara, çok yenmesin diye de bayat ekmek veriliyordu. Savaş sonrasmda da sürdü kıtlık birçok ülkede ve Yunanistan'da. O günlerde Yunanistan'da Başbakan George Papandreu idi, şimdiki Başbakan Andreas Papandreu'nun babası. Yiyecek yardımı getiren bir gemiden çıkan ilk un çuvalını sırtında taşımıştı. O öyle bir kıtlıktı ki gemiyi boşaltan taşıyıcılardan biri yere düşen bir soğanı kapmış, kaçmıştı. Arkasına düştü polisler. Vermemek için ağzına attı. Yutamadı. Boğazına tıkandı, öldü. Bir tek baş kuru soğan için öldü. İçim sızlamıştı günlerce. Günlerce boğazımda takılmıştı lokmalanm, o avuç içi kadar, kara ekmek lokmalarım Nazilere karşı verdiğiniz gerilla savaştnı coşkuyla izliyordum uzaktan ve "her şafak vakti, kalbim Yunanistan'da kurşuna diziliyor"du. Albaylar Cuntası'nın mengenesi benim de yüreğimi sıkıştırıyordu. Bir gün Atina'da otelimin penceresinden bakarken aşağıda bir polisin bir taksi şoförünü arabasmdan çıkanp tokatladığım görmüştüm. Cuntanın Yunan halkına tokadıydı o sanki, ama benim de yanağımda patlamıştı. Bendim sanki o tokadı yiyen. Dişlerim, yumruklarım sıkılmıştı. Evet, Yunan halkının sevinci benim sevincim, Yunan halkının üzüncü benim üzüncüm olmuştur hep. Ve Yunan halkının mutluluğu, yine benim de mutluluğum olacaktır. Bu içtenliğimle bir Yunanlı meslektaşıma sesleniyorum. Sevgi ile saygı ile sesleniyorum. Türk halkının sevinci ile sevinen, Türk halkının üzüncü ile üzülen, Türk halkının mutluluğunda kendi mutluluğunu duyan bir meslektaşıma sesleniyorum. Benim gibi, politikaya bulaşmamış, politik ihtiraslardan arınmış, politikacıların oyununa gelmeyecek bir meslektaşıma sesleniyorum. Barışın korunması, barışın yaşatılması için sesleniyorum. Bu iki güzel ülkenin kahraman, dürüst, onurlu, güzel halkının, dünyayı paylaşma yarışına kalkan güçlerin oyununa gelmemesi için sesleniyorum. Yurt düzeyine dağılmış barışsever oğrencilerimizin iki ülke halkına karşılıklı sevgi aşılamaları için sesleniyorum. Torunlanmın, çocuklarımın, öğrencilerimin, bilmem hangi tröstün, bilmem hangi kartelin, bilmem hangi silah tüccarının, ya da beyaz zehir kaçakçısının kasalarını doldurmak uğruna Ege'nin güzelim sularına gömülüp gitmemesi için sesleniyorum. Ölmesin onlar, kimseyi de öldürmesinler. Çok seviyorum onları. Onları sevdiğim kadar sizin tomnlarınızı, sizin çocuklarınızı, sizin öğrencilerinizi de çok seviyorum. 15 Kasım 1973'te Atina Teknik Üniversitesi'nde onlarla beraberdim tanklara karşı. Çocuklarımız birbirlerini öldürmesinler, sarmaş dolaş olsunlar sevgi ile. Bunu sağlamaya çalışalım, bunun onurunu duyalım, yaşayalım, paylaşalım. Savaşın getirdiği hangi barış sürekli olmuştur ki? Sürekli, adil, kalıcı barış; barışın getirdiği barıştır ancak, sevginin getirdiği banştır. Karşılıklı bir kampanya açalım hekimler arasında. Benim gazetemin bu kampanyaya katılacağını, bu kampanyayı destekleyeceğini sanıyorum, umuyorum. Bir Yunan gazetesi de desteklesin, sahip çıksın bu kampanyaya. Sahip çıkalım barışa el birliğiyle, güç birliğiyle, gönül birliğiyle. Barışın savaşla değil, barışla yaşayacağını; her gün her smıftan her düzeyde insanla karşılaşan bir mesleğin, insan sağlığının değerini, yaşamanın değerini bilen bir mesleğin, öldürmeyi değil yaşatmayı amaçlayan bir mesleğin mensupları olarak, Türkiye ile Yunanistan arasında çıkacak bir savaşın saçmalığını herkese anlatalım. Güzel dünyamızın bu en güzel denizinin kıyılarını sevgi ile ısıtalım, barışla süsleyelim. Hiç belli oimaz, bugün dağılmış gibi görunen savaş bulutları bir gün aniden üstümüze çöker ve aklın yolunu karartır. O zaman bu yolu aydınlatmak için çok geç kalmış olabiliriz. Asistanhğa giriş sınavları , Tıpta uzmanhk öğrenciliğine (asistanhğa) giriş sınavlarının merkezi olarak yapılma karan apar topar alınmıstı. Nitekim bu aceleciliğin sonucu, yapılması öngörülen ek sınav, doğuracağı uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle eylül ayına ertelendi. Daha önce her anabilim dahnın yönetmelikler çerçevesinde kendi yaptığı ve yetiştireceği asislanını kendi seçtiği sisiemin değistirilmesinde açıkça olmasa bile gerekçe olarak kayırmacılık gösterUmisTir. Yüzeyde olan gerekçe ise standardizasyondur. Birbirinden farkh uzmanhk dallart birbirinden farkh yapıdaki fakülteler için acaba nasıl bir standart sınav havrlanacaktır? Oluşturulabilse bile acaba böyle bir OandardUasyona gerek var mıdır? Aynca sınavlarda kayırma iddiası üniversilelerin kendi iç bünyesindeki yöneticilerine karsı ciddi bir suçlama değil midir? Bu karar karşısında tıp fakültelerinin suskunluğu ise anlaşılmaz düıeydedir. Ancak sınav için yapttan ilk hazırlıklar, gerçek amaç hakkında bazı olasılıkları ortaya çıkarmıştır. Sınav için fakültelerden istenen sorulann hemen tümü Ankara'da çoğunluğunu Hacettepe Tıp'tan üyelerin oluşturduğu komisyon taraftndan "uygun görülmemiştir." Böylece sınavı bu komisyonun düzenleyeceği ve dolayısıyla hangi fakülteden gelecek sorulann "uygun görüleceği" de anlaşılmıstır. Bu tutumun Hacettepe mezunlanna önemli avantaj sağlayacağı açıktır. Uzmanhk öğrenciliği, öğretim üyeliğinin ilk basamağı olduğuna göre uzun vadede amacın "tıp öğretim üyeliğini Hacettepelilere özgü kılma" olduğu akla gelmektedir. Buna belgesel kayırmayı önlemek bahanesiyle "merkezi kayırma" demezlerse ne derler? Eğer şüphemizde haklı değilsek ve sınav değisikliği bir ilkeye dayanıyorsa neden üniversitelerin öbür fakültelerindeki tisans ve doktora giriş sınavları da aynı sisteme dönüştürülmemistir? "sınavda kayırma'''' suçlamasvtı sineye çeken ve yetistirdiği öğrencilerinin hakkını korumak için ciddi bir çaba göstermeyen tıp fakülteleri yöneticilerine, durumun ciddiyetini ve ilerideki onarüamaz sonuçlarını hatırlatırken, olayı kamuoyunun dikkatine ve takdirine sunmamızda gazetenizin aracıhğını rica ederiz. BtR GRUP TIP FAKÜLTESİ ÖĞRENCtSt, ANNE VE BABALARI çıkıslı "Grevci Işçilere İş Müfetttişlerinden İşe Dön Bildirimi" bashkh haber incelenmistir. Etaş Endustriyel A.Ş. 'de Petroltş Sendikası'nca sürdürülen grev nedeniyle, işyerinde stok meyankökünün havalandırılması islemi için aktarma ekibinin tespiti konusunda gerekti islemin yapılması için tzmir VaUUği'nin İ.S.1987 tarihli havale emri üzerine ve Toplu İş Sözlesmesi Grev ve Lokavt Kanunu ve ilgüi tüzük htikümlerine uygun olarak Bukanlığımız tzmir Bölge Müdürluğu tarafından sadece aktarma islemi için 7 kişilik aktarma ekibi tespit edildiği ve bu durumun işçilere müdürliiğün dağuıctlan tarafından tebliğ edildiği anlaşılmıstır. tsmail AŞÇIOĞLU ÇALIŞMA VESOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI BASIN VE HALKLA tUŞKtLER MÜŞA VİRİ Bakanlığın açıklaması Gazetenizin 4.5.1987 tarihli nüshasında yayımUuıan îzmir Johnson Bcbe Şampuanı. Saçlarınız bebekler kadar özen ister. • ^ Şampuan seçimi, bebeğiniz için önemli olduğu kadar sizin içinde önemlidir. Saçlarınız denizden, güneşten, boya ve permadan yıpranır. Bu nedenle saçınızın doğal yağ dengesini koruyan saf bir şampuan kullanmalısınız. Bebekler için özel olarak hazırlanan Johnson Bebe Şampuanı, sizin için idealdir. Yaz mevsimi boyunca, saf Johnson Bebe Şampuanını, her tür saç için her gün güvenle kullanabilirsiniz. Johnson, saçınızı yıpratmadan temizler, saçlarınız sağlıklı, canh ve * •" : yumuşak olur. Johnsonla her gün güzel görünç siniz. Johnson Bebe dünyanın kullandi; Dr. NURDOĞAN ALPAY Akupunktur, Lazer, Neuraltherapie ve Cimnastik Cemil Topuzlu Cad. Dalyan İş Bankası Blokları B Blok Daire 2 Tel: 358 88 79 Fenerbahçe
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle