18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ZUMHURÎYET/8 Karanlığın Kalbinden UFUK GÜLDEMtR Zimbabwe*de bir hafta D ans edenlerin vücutlarındaki bir organ ile diğeri arasında hem ilişki vardı hem yoktu. Çünkü her organ birbirinden bağımsız hareket edebiliyordu. örneğin belden yukarısı heykel gibi dururken, kalçalarıyla yılanımsı kavisler çizebiliyordu. Hele bir dudağı yerde, bir dudağı gökte o ağır melek dans ederken nasıl da uçuyordu? Duvarlarına is kokusu sinmiş sazdan evinin içinde fotoğraflanan bu Zulu buyücusu, yağmur yağdırmak güneş açtırmak gibi soyut işlerde değil, kızlara koca bulmak gibi somut işlerde uzmanlaşmıştı. Her ne kadar Zulular ile NdbeleUr arasında tarihi bir düsmanbk varsa da Zulu büyucusünün, alanındaki olağanüstü hüneri onun Matabele ülkesinde Ndbeleler içinde yaşamasını kolaylaştırmtştu Zulu ve Ndbele'den başka dil bilmemesi onunla Uetişim kurmayı güçleştiriyordu. Rehber JosepVtn yardımıyla gerçekleşen sohbet sonucunda hangi kızın hangi erkeğe uygun olaeağmı bir tür trans yoluyla saptadığı öğrenüdL Ancak kendisi için anlam ifade eden bazı sözcükUrle anlattığı tütsü onu, kendinden geçiriyor, belki de kendine getiriyor ve bu işlem sırasında bekâr gençler eş sahibi oluyordu. Peki bu yöntemle gerçekleştirilmiş evlUiklerin ömrü ne kadar oluyordu? Zulu buyücusu kafasıyla daireler çizerek Joseph'e yatut vermiştu "Kaplumbağalann ömrü kadar.'' MEHMED KEMAL POLTTIKA VE OTESI Söyleşi Ustasıydı... Eskiden Babıali'de üstattan geçilmezdi. Kim birkaç parmak yaşlıysa üstat sayılırdı. Üstat lafını eskitenin Nazım Hikmet olduğunu söylerler. Kimi görse, kâğıt hamalından kâğıtçıya değin üstat dermiş. Dene dene söz yozlaşmış. Son zamanlarda üstat lafını kullananlann başında Elif Naci gelirdi. Ona göre, adını unuttu ise kendinden 2025 yaş genç adam üstattır, beğenmedi, taktlmak istiyorsa ise beyefendidir. Eh, biz de İstanbullu sayılırız, nerdeyse yirmi yıl oldu. Geldiğimin ilk yılında Hayri Alpar, bir gün beni Yenıkapı'da 'Elif diye bir lokantaya götürmüştü. Demıryolunun denize doğru hemen altında şirın bir yerdi. Kapıda Elif yazdığı gibi, içerde de camlanmış ünlü Elrt imzası asılıydı. "Bura Elif Naci'nin mi?" diye sormustum. "Yok canım, burayı Elif keşfetti, şimdi hepimiz geliyoruz." Genç yaşlı demez, herkesin dostu olan kaçındaydı? Biyografisine bakıyorum da, 1898 yılında doğmuş, bir yıl daha yaşasa doksanı bulacakmış. Kuşaklar arasında bir köprü gibiydi. Kim Babıali'den geçmişse ya dostluğu ya merhabası vardı. Şair Özdemir Asaf'la tanışması şöyle: Bir gün kitap vitrini seyrediyormuş, dükkânın kapısında bir adam belirmiş: "Sen Elif Naci değıi misın?" "Evet, sen de Özdemir Asaff.J' Kendi kendilerine tanışırlar. Özdemir kocaman bir bardaktan çay içiyor. Elif Naci'ye sorar: "Sen de içer misin?" "İçmem, çay sevmem!." "Ama içinde konyak varT Özdemir, bir punç öyküsü anlatmaya koyulur, laf olsun diye... Adamın birine punç ikram ederler, çok hoşuna gkder. Adam da karısına tarıf eder. Günün birinde karısından bir punç ister. Yapar getirir, ama bakar ki hiç bir şeye benzemiyor. "Nasıl yaptın bunu?" "Çay yoktu kahve koydum, konyak yoktu rakı koydum, limon yoktu sirke koydum." Elif'in öğüresı gelir. Kuşaklar arasında köprü olmuştur dedim ya, sadece kuşaklar mı? Ressamlardan ressamlara, şairlerden şairlere, yazariardan yazariara köprülük etmiştir. Bakarsın ayaküstü hemen bir Yahya Kemal, bir Ahmet Haşim, bır Çallt Ibrahım öyküsü anlatır. Dünya savaşı yıllan... Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa'nın bagcısı Tahir Efendi'nin Göztepe'deki evine gıdiyorlar. Yahya Kemal bir kır sofrasında demleniyormuş Dost kalabahğı bağdan içeri girıyor. Kimler yok ki: Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Yahya Saim, Halit Fahri, Peyami Safa... Geneievden getirilmiş iki de Rum yosması var. Sabaha değin uzayan bir âiem... Yahya Kemal yosmalardan birinı çok beğenmiş olacak ki, her kadehten sonra yanak meze diye bir öpücük alıyor. Sabaha doğru buyük şair çok duygulanıyor, iki dize döktürüyor: Göztepe'den dedik Allah, hemen ses verdi Bize ince, &tâ gözlu bir prenses verdi Çallt ibrahim öğretmentdir. Onda okumuş, ondan ders almıştır. Bir gün bir rakı şöleninde Çallı'ya dalkavukluk etmek istiyen biri, "Maşa//ah, Elif Naci iyi rakı içiyor. Ne de olsa Çallı'nın öğrencisi..." der. Çallı bu lafın altında kalır mı: "VaHahi, ona ben resim yapmasını öğrettim. Rakı içmesini kendi kendine öğrenmiş." Elif Naci resim, müzik (delikanlılıklarında Peyami Safa keman, Elif ut çalarmış), yazı, makale, dergi gibi şeylerle uğraştığı gibi, bir de espri küpüydü. Bir harfendazlık mı ettiniz, yanıtı şıpınşak hazırdı: Babıali'de, yokuşta Vahdet Gültekin'le karşılaşırlar. "Nasılsın Naci Bey?" "E, valla iyiyim... Iyiyim ya, demin şuramda bir şey pır pır ediyordu, sizi gördüm geçti." "Bana güvenciniz, üfuruğe inancmız varsa, okuyayım üfleyeyim isterseniz..." "Beyefendi, benim okunacak yerim kalmadı ki... Ezelden çarkıma okunmuş benim." Bir neşe adamıydı. hiçbir sözü batmazdı... Sözleri dikenli gül gibiydi ama... Gülü severken dikenine katlanırdınız. Fikret AdiU den sonra 'bir istanbullu' daha yitirdik. Sanat ortamında geride kim kaldı ki? Gidene rahmet, kalana sağlık dileriz. Yalan dünya böyle değil mi? Reggae müziğiyle Afrika disko 1979"da iç savaş bitti ve Londra'da Lancaster House"da yapılan konferans sonucunda iktidar 220 bin beyazdan 7.2 milyon siyaha geçti. Yüzyıl önce işadamı Cecil Rhodes tarafından kan dökülerek yaratılan Rodezya'nın sonuydu bu. Zimbabwe'nin de başlangıcı. Peki şimdi siyah Zimbabwe'de beyaz Rodezyalı olmak nasıl bir duyguydu? Mugabe'den sonra Zimbabwe'nin ikinci adamı Ali Helimeh (FKÖ Büyükelçisi) siyah iktidar altındaki beyaz azınhğın durumunu şöyle anlatıyordu: "Çıkartan sarsdan beyadar şikâyetçi ama çofu bu memlekete baglı. Irkçı olanlar kaçtı, bazılan da çiftliklerine çekildi; giinlük bayata girmiyorlar, kendi hayatlannı yaşıyorlar. Hepsinin hali vakti yerinde. Bunu bir bakıma Mugabe'ye borçlular çunkü devrimden sonra kamulaştırma yapmadı; beyazlar hem ekonomik hem siyasi ozgürlüfee sahip." Siyahbeyaz önyargıter Zimbabwe'de beyaz ve siyahlar bir arada yaşasa da asltnda ayn yaşamaya devam ediyorlardı. Siyahlar kendi aralannda konuşurken beyazlardan "Rodezyalı" ya da "Rodri" diye bahsediyor, siyahlarla beyazların arasındaki çelişkilerin ne bu yüzyıla özgü ne de bu yüzyılda kalkacağınm işaretini veriyorlardı. Sokak duzeyinde beyazlarda siyahlara karşı ne kadar önyargı varsa siyahlarda da beyazlara karşı o kadar önyargı vardı. Örneğin Zimbabwe TV'sinin Haberler Mudttru Reddy Mazimba "Beyazlar hayatlarından memnun mu?" sorusuna "Bu konuda fikir yürutmeye dahi hakları yok" yanıtını vermişti. Dünyanın en güzel zenci oğlanlan ile kıdan bu salonda, kesifbir duman ve zevk çığlıklaru.. P \ rof. Murphree siyah hükümet aliında beyaz olmayı şöyle anlatıyor: Bulgaristan'daki Türklerin durumu gibi. Unutmayın ki bugün adları zorla değiştirilen Türkler bir zamanlar Bulgaristan 'ın yöneticileriydi. Tek fark buradaki beyazların ekonomik açıdan çok güçlü olması. Beyazların bu gücü, aynı zamanda en zayıf noktaları. Başlıca korkuları geleceklerinden emin olamamalan. RODEZYA ÇOBAM Harare ÜniversUesi ögretim üyeUrinden Prof. MarshaU Murphree ve atiai Zimbabvve henüz Rodezya iken vk ayrmuna karşı olan hareketin öncuiüğünü yapmışlardı. Prof. Murphree bu tavnnı tfnuttde sürdürüyor ve 'Rodezya Çobam' köpek lerini bu adıyia anmanın ters bakiflar getirebüeceğbü söytüyor. NOBELE KÖYLÜSÜ Atmosfer olaylarına kayttsızuklan Nobelelerin doğa 0* bütünUştiklerinin işaretini veriyordu. Ama bu tepkisiıttk dısardan gelen bir yabancıya "memieket neresi" diye dahi sormamaianna kadar uzantnca sinir bozucu bir UetişimsUUie dönüsuyordu. ' Zimbabwe Ünıversitesi öğretim üyeleri Prof. MarshaU Murphree ve eşi Dr. Bett>Jo Dorstj, bu havanın devam ettiğini söylemekle birlikte değişmeye başladığını da vurguluyorlardı. örnek olarak da yüzme havuzlu evlerinin verandasmda bacaklanmızın arasında dolasan köpeklerini gösteriyor. Bokser renginde, Kangal iriliğinde ve sırtında siyah çizgi olan bu köpekler "Rhodesian Ridgeback" cinsiydi. Prof. Murphree "Arük Zimbalmean Ridgeback dcmezscniz Utsız bakışlar alabilirsiniz" diyordu. Prof. Murphree, ırkçı değildi, Rodezya'nın Zımbabwe şeklinde değiştirilmesine de karşı değildi ama "kopek cinsleriyle ugraşümasını" abesle iştigal olarak nitelendiriyordu. Böyle rahat konuşabiliyordu çünkü 1%5'ten beri beyaz rejimi eleştirmis. eşiyle birlikte yazdığı "Rodezyı'da Egitim, Işdztik ve Irkçüık" adlı kitabıyla ırk aynrmna karşı çıkmıştı. Zengin azınhk olmak zor Bu performansııuza bakılırsa yeni rejimi de ilk eleştiren herhalde siz oldunuz? Herhalde. Ama korkumdan dozu biraz düşük tuttum. Çünkü bu hukümette kendilerini ancak siyahlann eleştirebileceği gibi bir izlenim var. Siyah hükiımel altında beyaz iktidar olmak nasıi bir duygu? Bulgaristan'daki Turklerin durumu gibi. Unutmayın ki bugün adlan zorla değiştirilen Türkler bir zamanlar Bulgaristan'ın yöneticileriydi. Tek fark buradaki beyazlann ekonomik açıdan çok güçlü olması, ki galiba siz de muhalefetteki iktidar derken beyaz ekonomik gücüne atıfta bulurdunuz. Beyazların bu gücü aynı zamanda en zayıf noktaları. Çünku zengin azınkk olmak çoktehditkârane bir durum. Müthiş bir istikrarsızhk kaynağı. Bu yuzden başlıca korkuları geleceklerinden emin olamamalan. İç savaş sırasında ne yaptınız. Savaş genel olarak felaketti ve sanki 100 yıl önceki Matabeletngiliz savaşımn rövanşıydı. Aynca çok Üçüncü Dünya kokuyordu. örneğin buradan iki kilometre uzakta oturan başpiskoposun evi, iddiaya göre savaştan önce hizmetçisiyle evlenmek isteyen ama başpiskopos karşı çıktığı için e% lenemeyen bir gerilla tarafından roketlenmişti. Fakat biz şehirlerde hiç savaş görmedik. Birinci neden Ian Smith'in ordusunun siyah gerillalardan çok güçlü oluşuydu. İkinci neden de savaşın klasik Marksist devrim şeklinde cereyan etmemesiydi; savaş kırsal alana sıkıştı ve beyaziar şehirlerde hâkimiyeti sürdürdu. Tabii şehirlerdeki siyahlann, işlerini kaybedecekleri endişesiyle ayaklanmaya katılmaması siyah gerillalan hayalkırıkhğına uğ* rattı. Kissinger Guney Afrika'yı Rodezya ordusuna yardımı durdurmaya ikna edince de Rodezya ordusu yenildi. Bu da Amerikalılann da Guney Afrika'yı son ikna edişi oldu tabii. O gunden beri Güney Afrika Amerikalılann istedigi hiçbir şeyi yapmıyor. Şimdi Zimbabve'de nedir durum? Açık ırkçılık gitti. Şimdi beyaz çiftçîler kokteyllerde siyah politikacılara yağ çekiyor, onlar da kendilerini adam sanıyor. Coca Cola'ya teşekkür Bu topraklarda siyahlar ile beyaziar o kadar aynı dili konuşmuyordu ki Prof. Murphree hasta bir siyah kadını 400 kilometre uzaklıktaki hastaneye taşımış, kadın arabadan inerken ona sadece yolda aldığı Coca Cola için teşekkür etmişti. "Bana canını kurtardığım için degil, Coca Cola için teşekkür etti çünkü daha önce yardun eden çok olmaştu ama coke alan hiç olmamıştı diyordu." Fedakârlık ve misafirperverliğin sıradan bir şey, ama Coca Colanın zihinlere nakşolunduğu her geri kalmış coğrafya gibi Zimbabwe de artık ırk aynmının renge göre değil sınıfa göre yapılacağı bir rnecraya girmişti. Her ne kadar rejimin sesi The Herald gazetesinin genel Yayın Müdürü Tommy Sithole "Zimbabwe'de sımf ve ırk aynmı kalmamıştır" diyorsa da yaşam söylenenden farkb sürüyordu. Fakat bu coğrafyamn çileli insanlan cephede yendikleri beyazı bir giin elbette vicdanlannda da yeneceklerdi. O gün geriye dönüp bakacak, belki de başlannı acı bir tebessümle sallayarak şöyle diyeceklerdi: Hükümet olmakla iktidar olmak meğerse ne farkb şeymiş... SCTRECEK ÇALISAMARIN SORULAR1/SORUNLARI YILMAZŞtPAL "Bu tazminatı almak" SORU: Ben 16 yü calısagım fabrikadan iş akdim feshedilmk ayrüdım. Ayrddıgım tarihte tophı iş södeşmesi görüşmeleri sürüyordu. O tarihte kıdem tazminatımı ve ihbar tazminatımı alarak aynldım. Ben hesabımı kesip aynldıkUn sonra bağlandı ve iki aylık maaş farkını ödediler. Kıdem tazminatı ile ihbar tazminatı farkı için odeme yapüamayacagını ikinci kez tazminat almamayacagıııı söylediler. Ben kıdem tazminatı tavanuu doldurmamıştım. Bu tazminatı almak hakkım defil mi? E.Y. tZMÎT YANTT. Sorunuzu Yargıtay Hukuk Genel Kuruhı'nun 19.2.1982 tarih, 9/1203 esas ve 135 sayıh karan yarutlayacaktır: "Davah iş\«renin 22.1.1978 21.1.1980 döneminde yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmesinin suçsuz çıkarmalarla Ugfli 10. maddesine dayanarak, rasyonalizasyon ve kısmen de otomasyon sebebiyle ihbar ve kıdem tazminatlannı peşin ödemek suretiyle davacı ile diğer bir kısım işçilerin işlerine 31.10.1978 tarihinde son verildiği anlaşılmaktadır. Işine bu şekilde son verilen davacı, iş akdinin, feshin ihban ile son bulmayıp, ihbar önellerinin geçmesinden sonra sona ermesi gerektiğini ileri sürerek söz konusu dönemde toplu iş sözleşmesinden doğan ücret artışı ve sosy'al haklann ihbar ve kıdem tazminatına yansımasından ileri gelen alacağm dava dilekçesinde, belirlenen kesimin davah işverene ödetilmesini istemektedir. 1475 sayüı İş Kanunu'nun 13. maddesinin 3. fıkrasının 'işveren, işçinin ihbar önellerine ait ücretini peşin vermek suretiyle hizmet akdini feshedebüir' hükmü uyannca, hizmet akdini ihbar ve kıdem tazminatını peşin ödemek suretiyle bozabüir. Hukuki niteliği itibariyle bozucu yenilik doğuran haklardan olan bu yoldaki irade açıklaması karşı tarafın kabulüne bağlı olmaksızın hukuki sonuçlanm doğurur. Öyle ise ihbar ve kıdem tazminatı peşin ödenmek suretiyle hizmet akdinin bozulmasına ilişkin irade açıklamasıyla hizmet akdi son bulmuş olacağmdan, artık ihbar önellerini kapsayan devrede toplusözleşmede öngörülen haklann davacıya uygulanması söz konusu olamaz. Hukuk Genel Kumlu'nun 24.4.1981 gün ve 1979/9 166307 sayıh karannda da aynı hukuki görüş benimsenmiştir. Dava dilekçesinde toplu iş sözleşmesine aykın davranüdığı ileri sürülmüş ise de, sözleşmenin suçsuz çıkarmalarla ilgili 10/B2. maddesinde '...işveren isterse işçinin ihbar önellerine ait ücretini peşin ödemek suretiyle önelin başlangıç tarihinde işten çıkanlma işlemi yapılabileceği..'. hükme bağlandığına göre, olayda sözleşmeye aykınlıkda görülmemiştir. O halde Hukuk Genel Kunılu'nca da benimsenen özel Daire bozma karanna uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykındır. Bu nedenle direnme karan bozulmalıdmi' Hele Meikel Oteü'nin lobisindeki siyah resepsiyonist beyaz çocukları nasıl da azarlamıştı? Tepişmeye devam ederseniz dışan atanm. Oysa bu çocuklar her çocuğun yapmaya hakkı olduğundan daha fazla şımankhk yapmamışu. Ama siyah resepsıyonistin nazarında onlar herhalde "Smlth'in dakotalanyla siyab köylerine bomba yajdıran pilotlann çocuklan" olmaya devam ediyordu. Siyah adam onlan azarlarken gözlerindeki gizli zevk pınltılarıru da saklayamamıştı. Daha yedi yıl öncesine kadar ancak arka kapısından girebileceği otelde bugun eski patronlarının çocuklarım dışarıya atabilmek imtiyazım kullanmak için sanki fırsat arar gibi bir hali vardı. Ve hakkını tereddütsüz kullanmaya kararlı gözüküyordu. Bu kararlılığın, yüreğini yakan kompleksle kesiştiği nokta ise beyazlara duyduğu gizli saygı idi. Beyazlardan nefret ediyordu çünkü nedenini bir türlü anlayamadığı ve önleyemediği otomatik bir saygıyla yanıp tutuşuyordu. Yönetîlen olmakıan çıkıp yönetmeye başlamış olduğunu vurgulamak uğruna ölçüsü kaçmış tepkilere sürüklenmeye bu yüzden hazırdı. Aksi halde, işsiz güçsüz olsa dahi sonsuzdaki bir randevuya yetişecekmiş gibi başı dik, kararlı adımlarla sokaklarda yürümesi nasıl acıklanacaku? Köylerdeki bio yıllık tevekkiil Zaten bu kişilik gösterisinin şişirilmiş bir balon olduğu, kentlerden köylere doğru gidildiğinde iyice belirginleşiyordu. örneğin kentteki şamataya karşın Matabele köylülerinin o garip suskunluğuna akıl sır erdirmek mümkün değildi. Tıpkı Tahtacı göçerleri gibi, konuşmuyor sadece duruyor, bekliyor ve susuyorlardı. Tahtacı göçerlerinin bu meraksızlığı onları bilinçlendirmek misyonuyla dağa çıkmış 68 kuşağuun iki dilden aşağı konuşmayan Beatles vurgunu, iyi kalpli devrimcUeri nasıl da hayal kınklıgıaa uğratmıştı? öyle ya bir kentlinin yağan yağmur karşısında tepki göstermesi, cayutı koparması için nedeni olabilicdi, randevulan, iş yemekleri belki vardı. Ama Matabele zencisinin sağanak yağmura, yaz dolusuna ne itirazı olabilirdi? ttirazı olsa ne olacaku? Yağmur yağdığında yanında yağmurluğu bulunmamasma, hiçbir zaman yağmurluğu olmadığı için lanet okuması mumkun müydu? Fakat, Matabele zencisinin bu sinir bozucu kayıtsızlığma anlayış bahçesinden bakıldığında, bin yıllık tevekkülünü doğa ile arasındaki müthiş bütünleşme sonucunda gelıstirdiği gözden kaçrmyordu. Matabele zencisinin atmosfer olaylarına tepkisizliği nasıl ki farklı bir gözle yola çıkıldığında takdir toplayan bir bilince dönüşebiliyorsa, Harareli resepsiyonistin beyaz çocuklara aşırı tepkisine uygulanacak farkh bir bakış da onun şişirilmiş balon olmasını sempatik kılabilirdi. Örneğin resepsiyonist çocuklan azarlarken ırkının bin yıllık tevckkülüne hakli bir isyanın peşinde olabilirdi. Aynca biraz şımankhk berkes gibi onun da hakkı değil miydi? Hem daha neydi ki Zimmabwe; uçmasını öğrenen bir yavru kuştan başka? Başkent Harare, sşte bu yavru kuşun iki ayn dünyasının yüzeyde bulustuğu bır vitrinden başka bir şey değildi. Gündüzleri sokaklarda siyah ve beyaz bir arada yaşıyor fakat geceleri herkes kendi mekânına çekiliyordu. örneğin Archipelago, siyah Afrika'mn ortasında kurulmaş ufak bir Alman kasabasının diskoteğini andınyordu. Kapısından içeri adım atıldığı andan itibaren Afrika'da bulunduğuna ilişkin en ufak bir isaıet vermiyordu. Pistte sanşınlar dansediyor, sanşınlar bira dağıtıyordu. Archipelago, belki de tıpkı adı gibi, bir siyah denizin içine dogru uzanan beyaz bir yanmadaydı. Fakat bu diskotekten 150 metre ötedeki Playboy ise simsiyahtı. Ka HARARELİ KAD1NLAR Beyaziar Zimbabwe'dt devrimden sonra da ülkenin ekonomik lokomotifi olmaya devam ediyordu. Siyahlar arasında işsiıtik oranı hayli yuksekti ve Harareli kadmlann bir kova dahi doldurmayan meyve satışmdan elde ettiği gelir aüe bütçeshu katktnut ötesinde bir gelir sağuyordu. pıdan girince surata çarpan kesif duman, raggae müziğinin dumanlı nağmeleri ile havada sevişirken, "Ey gezgin, işte burası Afrikadır" diye zevk çığhkları atıyordu. Dünyanın en guzel zenci oğlanlan ile kızlan buradaydı. Ve sanki vücutlarındaki bir organ ile diğeri arasında hem ilişki vardı hem yoktu. Çünkü her organ birbirinden bağımsız hareket edebiliyordu. Örneğin belden yukansı heykel gibi dururken, kalçalarıyla yılanımsı kavisler çizebiliyordu. Hele bir dudağı yerde bir dudağı gökte o ağır melek dansederken nasıl da uçuyordu? Sayısı yüzlere ulaşan saç örgüleri uzaktan saçı duzmüş izlenimi veren o ağır melek. Onlarla olmak Kastamonu'da ilk Amerikah olmak gibi bir duyguydu. Gazetecinin ellerinin üstüne ürkekçe dokunarak soruyorlardı. "Söyler misin, Türkiye nerede?" "Türkiye arzın merkezidir meleğim" demişti en güzellerine. Melek nasıl jda şaşırmıştı? Çünkü bir Türkle tanışıncaya kadar Zimbabwe"yi arzın merkezi zanneden oydu. Üstelik tüm beyazların birbirine benzediğini düşunduğü için "Çinli misiniz?" diye ilk konuşmaya başlayan da oydu. Çinliler Harare'de stat inşa etmeye başlayab beri zenci olmayan herkesin Çinli olma ihümali yükselmiştı, ama beyazla birlikte olmak Çinli de olsa prestij konusuydu. Aksi halde bu siyah melek daha on beşinci dakika sonunda gözlerini, Türktin gozlerine kitleyerek gayet masumane sorar mıydı: Beni öpmen için ne yapabilirim? Bu diskotek Zimbabwe'de AIDS'in merkeziydi; eğer onun dediği olsa, lstanbul'a bir ölüm busesiyle dönulmeyeceğini kim garanti edebilirdi? Mugabe'nin devrimden sonraki en büyuk başarılanndan biri&i de entelektuelleri kustürmemek oimuştu. Telelonüa lubaıca Konuşuyor, danulo yazıyot. dosyalama ışlerimten anlıyot ve bıraz da ingılızce konuşuyorsun Oyleyse. neden hala bızde sekreter olarak çalışmıyorsun' Adın Safınaz oımasa da buı ara. Lutfen1 ROMAN VE \AZAMJK ONURU Samim Kocagöz Çağdaş Yayınlan Türkocağı Cad 3941 r"fal0ğluİsuınbul 550 lira (KDV içinde) Tel:146 0115 «e 146 0116
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle