18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER cu olmaktan çok uzaktır. Şöyle ki: 1) 1983 yıh A + G envanterine göre, ülkemizde A + G harcamalarının GSMH'ye oranı <^oO,24 olarak hesaplanmıştır. Gelişmi^ ülkelerde bu oran bizimkinin 10 katından daha fazladır. 2) Yine bu envantere göre, ülkemizde her 10.000 çalışan nüfusa düşen araştırıcı sayısı 4.2'dir. Bu sayı gelişmiş ülkeler için 4590 arasmda değişmektedir. 3) Ülkemizde, uygulamalı A + G'den elde edilen sonuçların dışsatımı yok düzeyindedir. 4) Türkiye'nin A + G çalışmaİarına ayırdığı kaynaklar, öbür ulkelere ve özellikle OECD üyesi ülkelerle kıyaslandığında, gerek para ve gerekse insan gücü açısından çok gerilerde ve yetersiz düze>'dedir. 5) Türkiye GSMH yönünden dünyanın 25. ülkesi durumunda olmasına karşın, bilimsellik göstergesi yönünden 46. ülkesi durumundadır. Buna göre ülkemizde A + G harcamaları GSMH içindeki paymı alamamaktadır. Türkiye'de, bilim (üniversiteler) uygulama (endüstri kuruluşları) yönetim arasındaki bağlar kopuktur ve günümüze kadar böyle süregelmiştir. Yönetim, GSMH'yi antırabilmek için kendi kendine çabalar harcamakta, ama eli altındaki kurum ve kuruluşlann neler yaptığından haberdar dahi olamamaktadır. Geleceğin güvencesi sayılan A + G çalışmalannın arttırılması, beşer yıllık kalkınma planlannda dile getirilmekte, ancak bu inancın gerçekleşmesi için yönetim, bilim ve uygulama işbirliği ve çalışma uyumu sağlanamamaktadır. Uygulama ise, yeterli ve yetenek/i araştırmacı ve uygulayıcı kadrolara, araştırma olanaklanna sahip olmayıp, bu alana gereken harcamaları ayırmamakta ve yönetimden her şeyi beklemektedir. Türkiye'deki araştırma ve geliştirme potansiyelinin hemen hemen tümüne yakmı, üniversiteration" şeklinde ifade edilmektedir. Ülkemizde ise bu ilişki, bugün için fabrikalarda çalışan üniversite ve yüksekokul mezunu mühendislerle, teknik elemanlar aracılığıyla olabilmektedir. Oysa, bu ilişkinin daha etkili ve verimli olmasının zorunluluğu ortadadır. Bu konuda iki husus çok önemlidir: 1 Üniversitelerimizde, "Yüksek Lisans Öğretim Yönetmeliği"nde doktora tezinin, bilime yenilik getirmesi ya da yeni bir bilimsel yöntem getirmesi ya da bilinen bir yöntemi, yeni bir alana uygulama niteliklerinden birini yerine getirmesi önkoşuldur. Bu özellikler, patent konusunda öngörülen özelliklerin hemen aynısı olmakta, dolayısıyla yüksek bir düzey öngörülmektedir. O halde, zaman kaybetmeden bu Uygulamalı araştırmalar, kısa olanak ve potansiyel gerektiği gisürede üretime olumlu etkisini bi işletilmeli ve değeılendirilmegösterir. Türkiye gibi hızla kalkınması gereken ülkelerde, yo lidir. Ülkemizde ekonomik, toplumsal ve kültürel yapılanmanın ğun bir şekilde yürütülmesi gereken araştırma, bu türden olma dinamikleri, bilimsel araştırmalıdır. Türkiye'nin teknolojik so lara gereksinim duyulacak bir işrunları daha çok, teknolojik aşa lerlik ve etkinlik kazanmalıdır. maların ileri basamaklarına var2 Uygulama, A + G'nin pahamış ülkelerin yıllar öncesinde iı, fakat zorunlu olduğunu kabul çözdüğü sorunlardır. Maddi ve etmeli ve bilimin şekilde, bünyemanevi yönden yeterli teşvik görde ya da yöntemde yenilikler gemeyen bilim adamının bu soruntirmek için hazır reçetelere sahip ların çözümüne yönlendirilmesi olmadığını bilmelidir. Bilimin, için ne yönetimin, ne de uygulaTürkiye'nin A + G sorununu çömanın herhangi bir çabasından zümlemek için uygulamaya nasöz edilebilir. zaran çok daha iyi organize olduğu, bu nedenle uygulamanın Genellikle üniversitelerimizin daha uzunca bir süre bu potanbu türden araştırma yerine büsiyelden yararlanma yolunu seçyük ölçüde temel araştırmalarla mesi gerektiği açıktır. uğrajması, aynı zamanda uygulamayla bilim arasındaki kanalSONUÇ lann tıkalı olduğunu da gösterir. Bu kanallan açacak ve sağlıklı Türkiye'nin ilerlemesi ve kalilişkileri kuracak olan da kuşkukınması ortak amacımızdır. Bu suz yönetimdir. Yine yönetim, ancak gayretli, programlı ve diyaşamsal konularda günümüzün siplinli bir çalışma ile gerçekleve yarının sorunlannı çözecek şebilir. Kesinlikle söylenebilir ki, ekiplerin yetişmesini sağlayıcı ülkeler yetenekli bilim ve teknik önlemleri de almak durumundaadamları, rasyonel çalışan yönedır. ticileri ve yüreği yurt sevgisiyle dolu, nitelikli aydınlan öncülüEndüstrileşmiş ülkelerde, üniğünde kalkmabilir. En ileri ülkeversite ve endüstri ilişkileri o denler, zengin bir kültüre, en çok sali önem kazanmıştır ki, bugüne natçı, bilgin ve araştırmacıya sakadar "Industry University hip olan ülkelerdir. Böyle bir cooperation" şeklindeki yakın kadroya sahip olup da kalkınailişki, bazı merkezlerde artık "Inmamış tek bir ülke gösterilemez. dustry University integlerimizde toplanmıştır. Ancak bu potansiyel daha çok temel araştırmalara yönelmiştir. Geiyekte temel araştırmalardan bilime, tekniğe katkıda bulunabilecek sonuçlar elde etmek çok zordur. Temel arastırmalar, en uygun buluşlarla sonuçlansa bile, bu buluşların kısa sürede ekonomide olumlu etkisini görmek çoğunlukla mümkün değildir. Üniversitelerimiz, eğer ulusal bünyemizde uygulama bulamayan araştırmaları seçiyorsa, belki de üniversite içi prestij ve dışa açık vitrinlerde teşhir yapabilme arzusunda olmasıdır. Araştırmalardan dolayı aldjğı unvandan başka bir şeyi olmayan bilim adamı için bu unvanın dünyada da geçerli olma arzusunu anlayabilmek gerekir. Kesinlikle söylenebilir ki, ülkeler yelenekli bilim ve teknik adamları, rasyonel çalışan yöneticileri ve yüreği yurt sevgisiyle dolu nitelikli aydınlan öncülüğünde kalkmabilir. En ileri ülkeler, zengin bir kültüre, en çok sanatçı, bilgin ve araştırmacıya sahip olan ülkelerdir. Böyle bir kadroya sahip olup da kalkınamamış tek bir ülke gösterilemez. Clkemizde Bilim ve Teknik Prof. Dr. SÜLEYMAN KADAYIFÇILAR PENCERE Efendilik? 11 MART 1987 Günümüzde bilim ve teknik sözcükleri. her yerde ve herkes tarafından kulianılır olmuştur. Bilindiği gibi sözcükler ifade ettikleri fikirlerden çok, kendilerini saran duyguiarla elkilerini gösterirler. Bu nedenle bilimin güzelliğinden, yararından söz edilmekte, ona geniş ölçüde değer veriltnektedir. Ne yazık ki, ülkemizde, bilim sözcüğü şatafatlı bir sözcük olarak kaimjştır. Bilimsel erk yönünden dünya ulusları arasında 46. sırada yer almamız, bu sıralamada önümüzdeki ülkelerin ancak yansımn kalkınmış ülke olması, bizim kalkınmaku olan ülkeler arasında dahi çok gerilerde yer almamız acı gerçeklerdir. Bilim çok büyük bir bütün oluşturur. AraştırmaGeliştirme (A + G) temel türden olduğu zarnan bilim adını almaktadır. Bilimsel ve teknik ilerlemenin temelini günümüzde planlı ve sistemli A + G çahşmaları oluşturmaktadır. Genelde bilim, tabii yasalann yani çeşitli olayları birbirine bağlayan zorunlu bağlantılann incelenmesidir. Bilim, insanın bilinmeyeni öğrenme arzusundan doğar. • Ara$tırma ve geliştirme, bilim bütünlüğünün temel öğeleridir. Bir yönü ile ara$tırma "istenen biçimde mevcut olmayan temel bilgiyi elde etmek için planlanmış bir çalışma" olarak tanımlanabilir. Geliştirme ise, özel bir amaca yönelen bir plan üzerinde adım adım ilerlemeyi ifade eder. Uygulama da; yaşantıyı da ha kolay, daha çok istenir bir duruma eriştirmek için yenilikler gerirmeyi amaçlayan her türden çalışmaya araştırmageliştirme (= A + G) denilmektedir. A + G pahalı bir çabadır. Ancak A + G'nin üretim ve milli gelir üzerinde olumlu ve önemli eıkileri vardır. A + G, üretimde etkisi dolaysız (direkt) olarak hesaplanabilen bir girdi özelliği taşımaz. Başka bir ifadeyle A + Gnin çıktı içindeki sayısal etkisini hesaplamaya yarayan metot henüz geliştirilmemiştir. Ancak bir ülkedeki A + G çabalan ne kadar yoğun ise, o üfkenin dış ödemeler dengesi de o ölçüde olumludur, kişi başına düşen milli gelir yüksektir ve o ülke zengindir. A + G için kullanılan başlıca ulusal kaynaklar; arajtırma ve geliştirme harcamaları ile nitelikli araştıncılardan oluşur. Bu nedenle bilimsel ve teknik araştırma çahşmaları yönünden bir ülkedeki A + G harcamalarının GSMH'ye oranı ile tam zamanlı araştırmacı sayısının 10.000 çalışan nüfusa oranı, o ülkenin en önemli iki gelişmişlik göstergesi olmaktadır. Türkiye'nin aralarında bulunduğu bazı kalkınmakta olan ülkelerde A + G harcamalarının GSMH'ye oranı %l değerinin altındadır. Orta gelişmişlik düzeyindeki ülkelerde bu oran %l2 arasmda olup, "io2 ve daha fazlası ileri gelişmişlik göstergesi olarak kabul edilir. Öte yandan tam zamanlı araştırmacı sayısının 10.000 çalışan nüfusa oranında ise 15 sayısı gelişmişjiğin ilk basamağının göstergesi olarak sayılır. Aynca bilimsel araştırmalarla ilgili yayınların niteliği ve niceliği, sağlanan bilimsel katkı, uluslararası alanda öbür bilimsellik göstergeleridir. A + G çalişmalannın yoğunluğunu ve olumlu sonuçlannı ülkeler arası bilim ve teknik alışverişlerinde, (patent, lisan, knowhow, royality ve yeni buluşlar) izlemek de mümkündür. A + G çabalannın Ulkelere sağladığı üstünlük, son çeyrek yüzyıllık dönemde tüm sonuçlarıyla görülmüştür. Sanayileşme yolundaki ülkelerde bilimsel ve teknik bilgiden yararlanarak teknolojik düzeyi yükseltme çahşmalannın yoğunluk kazanması da bu nedenledir. Bir ülke geleceğini ne ölçüde düşünüyorsa, o ölçüde A + G çalışmaİarına hız ve önem vermek durumundadır. Örneğin ABD'nin A + G harcaması, refah düze>'i yüksek Batı Avrupa ülkelerinin A + G harcamaları ile karşılastınldığında, ABD'nin ekonomik büyüklük nedeni açıkça görülüp, anlaşılabilir. Bunun etkisi, kendisini sadece en yüksek üretim oranları elde etme şeklinde göstermekle kaJrruyor, aynı zamanda ABD 1 yi dünyada en çok teknoloji ve bilgi satan ülke durumuna getiriyor. TÜRKİYE'NtN A + G ÇAHŞMALARI Ülkemizde A + G çahşmaları ve elde edilen sonuçlar doyuru Geçenlerde uzaktan bir tanıdık sizlere ömür Rahmetliyi anarken dediler ki: Tam bir Osmanlı efendisiydi. Övgü müydü bu? "Osmanlı efendisi" deyişi, kuşkusuz öleni yücetonek için kullanılmıştı, ama çoğu zaman konuşurken sözcüklerin üzerinde pek durmadan, alışkanlıklarımıza kendimizi kaptırarak laflarız. Acaba "Osmanlı efendisi" olmak iyi midir? • Centilmen sözcüğü dilimize ne zaman girdi? Bilmiyorum. İngiliz centilmeni dünyaca ünlü bir kimliği akla getirir. Büyük Britanya imparatohuğunun yarattığı bir tiptir centilmen. Oar sözlüklerde karşılığı "kibar adam"dır, ama daha derin ve boyutlu bir anlam taşıdığı yadsınamaz. Konuyu biraz kurcalarsak, köylüden ya da işçiden centilmen türemediği ortaya çıkar. Centilmen, üst toplumsal katmanların ürünüdür; yontulmuş, egitilmiş, cilalanmış, görgülü, ölçülü biçili adamdır; usta bir makastarın biçtiği dört dörtlük kişiliği vurgular. Ancak centılmenin anlamı biraz daha eşelenince, başka soru işaretleri de günderre girebilir. Sozgelimi Britanya imparator{uğu'nun Hindistan Genel Valisi de bir centilmen değil miydi? ingiltere sömürgelerindeki üst yönetim kadrolarını hep ingiliz centilmenleri oluşturmuyorfar mıydı? Bunlar kolonyal şapka ve kırfoaçla dolaşırlardı; yemek yemekten oturup kalkmaya, kadınlarla Ölçülü konuşmaktan gerektiği gibi dansetmeye değin kurallara özen gösteririer, aşırı serinkanlılıkla yerlı halkların canına okumasını bilirierdi. Centilmenin yaşam biçimi kuşkuya yol açar. Çağımızda insanın görgüsü, günlük davranışları, yaşam biçimiyle kişiliğinin bütün anlamını veren dünyaya bakış açısı bir bütün olduğundan, centilmenlik nasıl yorumlanacak? Osmanlı efendisi üzerinde düşünmek daha degişik ufuklara açılmaktır İngiliz centilmeni deyişinin Şark'a yansıyan izdüşümü mü "Osmanlı efendisi" deyişini yarattı? Sanınm, Tanzimat'tan önce böyle bir deyiş yoktu. Osmanlı efendisi, dış görünüşüyle, kavuklu, şalvariı, kuşaklı, kaftanlı, mintanlı değildir; kalıplı fesi, kolalı yakası, ince kravatı, kravat iğnesi, dar yeleği, redingotu, sivri uçlu potinleri ve bastonuyla yan Batılı yan Doğulu bir melezdir. Osmanlı efendisi ne denli kibarlık taslasa da özentidir; içinden pazarlıklıdır. Batıya hayrandır, istanbul seçkinidir; Anadoiu'ya tepeden bakan, ama Düveli Muazzama'nın üstünlüğüne el pençe divan duran adamdır. Osmanlı efendisinin evindeki yer sofrası, ayaklamp masaya dönüşmüştür de, kafasındaki fikirfer boyun egişin secdeye vanşından kurtulamamıştır. Osmanlı efendisi, mütareke Istanbul'unun kibarıdır; Tanzimat'ı aşamamış, Anadolu'ya geçememiştir. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nı üstlenerek devrimleri gerçekleştiren gözüpek insanların ve alnı dik kişilerin hiçbiri İstanbul efendisi degildi. Çağdaş dünyanın değer yargıları sınır tanımadan yaygınlaşıyor; evrensel davranış kuralları halk kitlelerinin davranışlarını biçimlendiriyor. Artık İngiliz centilmeni müzeye dönüşen şatolarda bir hayatettir; Osmanlı efendisi, restore edilmeye muhtaç ahşap konaklann sandık odalarında dolaşan bir gölge... • Osmanlı efendisi öldü. Mirasçısı kim? ^ Düveli Muazzama karşısında iki büklüm Osmanlı efendisi gitti; yerine rakı göbeği gömieğinden fıtiayan, etli parmaklarından altın yüzükler parlayan, arabeskin nağmeleriyle gerdan kıvıran, Amerika karşısında secdeye varan sahtekâr geldi. EVET/HAYIR OKT4Y AKBAL OKURLARDAN Sosyal adalet bu mu? Bizler, yurdun her köşesinde PTT camiasında devlete 1020 yılını vermiş ortadirek memurlarız. Devlet her yıl artan enflasyon nispetinde maaşlarımıza zam yapacağmı bir kaç ay öncesinden beyan ederken. esnaf ertesi gün mallarını zamlı satışlarla devam ettiriyor. Memurun eline geçmeden, hayalini dahi kurmadan zamlarla karşdaşması ve her gün cebinden biraz daha para çıkması zavallı ortadireği perişan etmektedir. Yeni yıla girildiğinde ilk zamlı maaş alındığında, piyasada mallara yine zam (elektriğe, suya v.sj yapılırken. ortadirek eline geçen 710 bin liralık zatnma sevinememekıedir. Kamu Ikıisadi Teşebbüslerinde 4 vülık yüksek okul mezunu 9/1, .1 yıllık yüksek okul mezunu 10/2 ve 2 yıllık yüksek okul mezunu 10/1'den 657'ye tabi olarak bastamaları halinde 6075 bin TL. almalart gerekmektedir, Bu durum böyle iken 2, 3 ve 4 yıllık yüksek okul mezunu sö'zleşmeli statüsünde çalışan ve işe yeni baslayan sözleşmeli memur 190 bin ile 390 bin lira arasmda maaş almaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 1020 ytllarımızı vermiş devlet memurları olarak yıllarımıza göre net 60 bin ile 75 bin lira arasında maaş ahnaktayız. Aramızdaki maaş durumu ve hizmet itibariyle uçurumlar yaratılmıştır. Sözleşmeli statü yönetmeliğine göre yeni giren ile 1020 yıl devlete hizmet etmiş ortaokullise çıkışlı sözleşmeli memur brüt 110 bin, üniversite mezunu sözleşmeli memur brüt 200 bin lira maaş almaktadır. Bu da gösteriyor ki, aynı işi yapan kişiler arasmda farklı maaşlarla sosyal adaletslzlik yaratılmaktadır. Devletimizden, yıllarımızın ve derece durumlarımızın göz önünde tutularak derece ve yıllara göre bir puanlamaya tabi tutulmamızı ve eşitliğin sağlanarak sosyal adaletin verine getirilmesini beklivoruz. PTT MEMURLARI Güneşli Günleri Özleyerek... Karlı günler. Pencereden bakıyorum, yollar boş. Ne otobüs, ne başka bir taşıt. Lapa lapa tanecıkler düşüyor, hızlı hızlı... Yaşam durmuş. Kent ölmüş... Ağır ağır yürüyerek çarşıya inmeli. Dikkatle basarak adım attığın yere... İnsan düşse de bir yerini kırsa, kalır o düştüğü yerde!.. Ne hekim bulursun, ne hastane, ne de oralara seni götürecek bir yardımcı. Tele taksilerde kimseler yok, telefonlar bife yanıtsız kalıyor. Bir kaç gün kar yağdı ya, ne su, ne elektrik ne de ekmek! Bir savaş var sanki! Altı yedi milyonluk kentin bu semti böyleyse, ya öteki yerierne durumda? Karjara basarak yürüdüm. Parktan geçtim. Gazete almak gerek. Üç gündür dağıtıcı oriada yokl Alışmışız bir kez, gazete görmezsek o günü yaşamamış gibi oluyoruz. Beş dakikalık yolu on beş dakikada aştım. Büyükbabamın bastonu sağ elimde... Hep korkarım düşmekten, annem de büyükbabam da düşme sonucu kalça kemiklerini kırdılar, bir süre sonra da öldüier. Ister istemez bu korku yerleşmiş içime... Büyükbabam bahçede dolaşırken düşmüştü; annemse evde, halının üstünde... Ama epey yaşlıydılar onlar. Yine de düşmemeye dikkat etmeli. Düşmek, her anlamda kötüdür. Parktan geçerken, Orhon Arıburnu'nun düşmek üstüne yazdığı bir şiiri anımsamaya çalışıyorum: "Meyveler ballandıkça düşerYapraklar kuruyuncaYavru kuş uçmayı şaşınnca düşerYıldızlar da düşerinsanlar da düşer." Bunun gibi düşmek konusundaki sözler, dizeler gidiyor: "Düşmez kalkmaz bir Ailah", "Düşenin dostuolmaz" gibi... Karşıdan bir çift geliyor, kolkola. Gülüyorlar, birbirlerine iyice sokulmuşlar. Gezmeye çıkmışlardır, bir mutluluk havasını duymaya... Ötede okulun bahçesinde çocuklar kar topu oynuyor. Birden çocukluğuma gidiyorum, Gedikpaşa yokuşundan karlı ftrtınalı günlerde nasıl inip çıktığımı... ne de sert eserdi o günlerde rüzgâr! Beyazıt Meydanı'nı aşmak bir yüreklilik işiydi. Gedikpaşa yokuşunu ve Beyazıt Meydanf nın tipili günlerdeki acımasızlığını yaşıyorum birden... Sırtımda okul çantam, başımdaki kasketi tuta tuta Kumkapı'dan Şehzadebaşı'na gelişim.. Kâh bir iki arkadaşla, kâh tek başıma... O yıllardane de çok kar yağardı! Günlerce kalkmazdı ortalıktan. Sur dibindeki bahçemizde komşu çocuklarıyla kardan adam yapmaya çalıştığımız günler... Bir türlü doğru dürüst yapamamıştık kardanada mı; bitirirken bir yana çökerdi, vazgeçerdik sonunda. Alt kattaki odaya sığışırdık, kocaman bir dolabın içine, kız oğlan. evcilik oynamaya... İlkokulun ilk yıllarıydı. Şehzadebaşı apayrı bir dünyaydı. Dört sinemanın yan yana dizildiği bir sokak, eski Direklerarası... Kar yüzünden okulların tatil edildiğini ise hiç anımsamıyorum. Kar da yağsa, yağmur da düşse fırtına da çıksa okula gitmek zorundaydık. Hiç ekmek sıkıntısı, elektrik yokluğu, su kısıntısı çektiğimiz olmamış mıdır? Ama belleğimde hiçbirinin izi yok. Demek etkileyici biçimde yaşamamışız bunları... Küçükken sık sık hastalanırdım. okula gidemezdim, hele karlı havalarda büsbütün eve kapanmak zorunda kalırdım. Varsa yoksa köşe penceresi! Dergiierimle, kitapianmla o pencere önündeki sedire kurulup, sokakta kar dövüşü yapan mahalle arkadaşlarımı seyretmek, çini sobada yanan ateşe bakmak, sobanın önüne yapıştınlan beyaz kâğıdın sıcağın etkisiyie yavaş yavaş sarardığını, derken kızardığını görmek... Yıllardır böyle kar görmedik gerçekten de! Bir iki gün yağar geçergider. İstanbul'un bir ünlü lodos rüzgan vardır, o bir esti mi ne kar kalır, ne fırtına! Ne demiş Fuat Paşa, Üçüncü Napolyon'a, 'Siz karlı günlerde yollarınızı nasıl temizliyorsunuz?' diye sorduğunda... 'Bizde bir Lodos Paşa vardır, o gelir yardımımıza, her işi o çözümler"... Günlerdir Lodos Paşa yok ortalıkta! Lodos bu, ne balıklar, ne insanlar dayanır, ne de bir metreyi bulan kar yığınları!.. Ama lodosu ara da bul! Bir haftadır evlere kapandık. Okullar kapalı. Devlet daireleri kapalı. Bankalar. işyerleri, her yer kapalı. Yaşam kapandı kendi içine!.. Yahya Kemal'in "İstanbul'un böyledirbaharı" dizesini çeviriyorum: "istanbul'un böyledir kışı"... Uygar ülkelerde kar yağınca insanlar sevinir, bambaşka bir mutluluk duyar; bizde ise kar bir canavardır, gözleri korkutur, üşütür, hasta eder, aç bırakır!... İşte uygarlıkla aramızdaki inceya da kalın aynm bu! Güneşli günlerin özlemiyle... KÜLTÜR SANAYİİ KARŞISINDA SANAT/ Mehmet H. Doğan İDEOLOJI / Ali Taygun MANHATTAN / John Berger İNCE MEMED / William C. Hickman IPOUSTEGUY / Michel Trouche IPOUSTEGUY'YLE SOHBET / Jean Paget TEK SESLİLİK... ÇOK SESLİLİK / Timur Selçuk EDEBÎYAT VE DELİLİK / Gürhan Tümer KÜLLÜK KAHVESI / Hilmi Büyükjekerci \VHrTMAN, AMERİKANIN OZANI / Octavio Paz KARŞITLARIN BİRLİGİ / Sevda Çahşkan EDEBİYATA KOMŞU ALANLARDAN BAKMA/ Tahir Abacı Şiir: Tahir Abaa, Erdal Alova, Ali Asker Barut Ataol Behramoğlu, Tank Günersel, Küçük hkender Elif, Betül Kılıç, Eugenio Montale (Ceval Çapan), Oktay Rifat, Yücelay Sal, Ercüment Uçart, Walt Whitman (Sevda Çalışkan). , Bu sayıdaki Heykelci: Ipousteguy Hikmet Çetın Toroslardan Aşağı Hikmet Çetinkaya Toroslardan Aşağı CjKurovamn san stcağ nda paTiuk 'oplayan ^gatların jr.versıieı ıssüierın. nracatı :esvık öe'gesıyle kredı alıp TIB Wosu kuran beroerienn keDapçıların öyküsu. Fryaı, 525 TL (KDV dahıi) TEKIN YAYINEVI VEFAT Merhum İhsan Salih Bey ve Şair Nigar'ın küçük oğlu, merhum Hatice Nigar'ın eşi, merhum Münir Mari Nigar'ın, merhum Ferudun Nebire Nigar'ın küçük kardeşleri, merhum Suat Fahriye Nigar, merhum Cemil Matbule Nigar, merhum Nedim Selma Onat, Metin Nazmiye Nigar, merhum Fitrat Saniha Nigar, merhum Vecdi İffet Nigar'ın amcaları, Sevinç Nigar Alemdar, Şermin Baki Bilgin, Osman Kıvırcım Nigar, Murat Bilun Onat ve Canan Nigar'ın büyük amcaları, Melis, Selin, Sinan, Selçuk, Melodi, İzzet, Hüsrev'in büyük büyük amcaları Hayatta kalan en yaşlı Galatasaraylı, son Halife Abdülmecid Efendi'nin hususi kâtibi inşaat dostu İyi bir inşaatta ısı kaybı en az İşini bilen müteahhit, ileriyi gören düzeyde olmalıdır. mimar, mühendis Volkan'ı seçer. Bu da; seçiten malzeme, detay v e ^ y |s| T u ğ | 3 S | ( i j D o s t u ,, uygulama butunlugu ile saglanır. * " ^ TSE Belgelı VOLKAN işi başında çözer... Her mevsimde eşit ortam ısısı sağlar, ekonomitctir, kolay örülür, sevkiyatta bekletmez, işinizı aksatmaz, Çünkü, VOLKAN tam bir inşaat dostudur... Eğitimci ve yazar SALİH KERAMET NİGAR Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Aziz naaşı 12.3.1987 perşembe günü Bebek Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra Aşiyan Aile Kabristanı'nda toprağa verilecektir. Tanrı rahmet eylesin. MECITOZU TAPULAMA MAHKEMESİ Sayı 1982/3032 Davacılar Mehmet Mert ve Fikrct Piroğlu'nun davalı Hikmet Piroğlu ve arkadaşları aleyhine açtıkları tapulama tespitine itiraz davasının verilen ara kararı gereğince; Davalılardan Neziha Piroğkı adresinde bulunamadığından gazete ile ilanına kurar verilmiş olduğundan. davalı Neziha Piroğlu'nun tayin edilen 7 5.1987 günü saat 09.00'da duruşmada hazır bulunması veya kendisini bir vekilJe temsil ettirmediği takdirde davaya yokluğunda devam olunacağı ilanen tebliğ olunur. Basın: İ3965 VOLKAIM TOPRâK SAMAVİ VE TİCARCT ».». MerKez: Selustü No: 39 Kat: 2 FındJfclıistanbul Tel: 14S 02 33 14S 02 34 145 64 07 Fabrika: Lofidra Aslaltı Karaali Çeşmesı Mevkîi Sılıvnlstanbul Tel 1599 Fabrika: KumbaSTekirdaS Tel 14931 Tel. KumBafl 27 Bart>»ros 41 AİLESİ Not: Çiçek göndermek isteyenlerin Türk Eğitim Vakfı'na bağışta bulunmaları rica olunur. VOLKAN ISI TUGLASI BELGELIDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle