10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kanunun yayını tarihinde yürürlüğe girecektir. Yani böylece, 25.4.1985 tarihinde kabul edilerek 2.5.1985 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bankalar Kanunu'nun hükümleri, bu tarihten itibaren uygulamaya başlanacaktır. Hemen belirtmemiz gerekirse, Bankalar Kanunu ile getirilmiş olan yeni hükümler, alacaklı ile borçlu arasında bulunması gereken silah eşitliğini (dengeleri), alacakhlar lehine geniş ölçüde bozmuştur. Uygulamada kredi sözleşmelerine konulan takip hukukuna ilişkin çok sayıdaki kloz ile (ki bunların geçerliği de aynca tartışılabilir) alacaklı ile borçlu arasında korunması gereken bu dengeler büyük ölçüde zaten bozulmuş bulunmaktadır. Bu nedenle, Bankalar Kanunu yolu ile getirilen takip hukukuna ilişkin bu hükümler, karşı tepkileri de davet edince; zaten İcra ve İflas Kanunu'nun değiştirilmesi sürecini de başlatmış bulunan Adalet Bakanlığı devreye girmiş ve böylece TBMM'de 6 Haziran 1985 tarihinde kabul edilen 3222 sayılı kanun ile bir yandan İcra ve İflas Kanunu değişikliğe uğratılırken; öte yandan da Bankalar Kanunu ile getirilmiş olan bu kanunun 92, 93 ve 94. maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır (3222 sayılı kanun m. 47, b bendi). Buna karşılık içerikte (nıuhtevada) bazı ufak değişikliklere girişilmek suretiyle Bankalar Kanunu'nun sözü edilen bu 92. ve 93. maddesi, İcra ve İflas Kanunu'nu tadil eden 3222 sayılı kanunun içine alınmış; 94. madde ise tamamiyle ortadan kaldırılmıştır. Böyle bir usule neden başvurulduğunun cevabını İcra ve İflas Kanünu'nu değiştiren 3222 sayılı kanunun hazırlık çalışmalanndan çıkarabiliyoruz. YENİDEN YAŞAMA GEÇİRİŞ Gerçekten de, tasarı halindeki metne ilişkin göruşleri hakkında rapor veren Adalet Komisyonu (30.5.1985 Esas No. 1/690, 2/99, 2/226 Karar No. 81) bu konuda şöyle demektedir: "Tasarının kabul edilen 25. ve 26. maddeleri ile iflas idaresinin seciminde alacak tutarı ekseriyeti esas alınmıştır. 25.4.1985 tarihli 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun 93. maddesinde de iflas masasında banka alacagı bulunduğu halde iflas idaresinin teşkilinde alacak tutan ekseriyeti esas alınmaktadır. Yine Bankalar Kanunu'nun 92. maddesinde borçlunun kendi iflasını talep etmesi halinde tatbik edilecek hükümlere yer verilmiştir. Tasannın 22. maddesinde de aynı konu Bankalar Kanunu'ndaki hükme paralel olarak düzenlenmiştir. Aynı konunun iki ayn kanunda yer alması uygulamada tereddüt doğuracağından ve konunun esas kanununda düzenlenmesi, kanun tekniği açısından daha uygun olacağından Bankalar Kanunu'nun 92 ve 93. maddelerinin yürürlükten kaldırılması uygun görülmüştür. Bankalar Kanunu'nun özel görevli bankaların ipotekli alacaklarımn tahsilini düzenleyen 94. maddesi hükmü, aynı konuda hiçbir tefrike gjtmeksizin İcra ve İflas Kanunu'nun genel hükumlerinin uygulanmasının eşitlik Ukesine uygun düşeceği sonucuna varıldığından yürürlükten kaldırılmıştır" Böylece diyebiliriz ki, 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nda, banka alacaklarımn tahsilinin hızlandınlması için 90 ve 91. maddeler orada korunurken, öte yandan, banka alacaklarımn tahsilinde onlara fazlaca kolaylıklar sağlayan hükümler (m. 9293) 3222 sayılı kanun ile yeniden yaşama geçirilmiştir. Belirtmeliyim ki, Bankalar Kanunu'nun 90 ve 91. maddelerinde bırakılmış olan bu hükümler, bu kere de aşağıda sözünü edeceğimiz yeni tasanya kaydınlarak, bu tasarının 68 "a" maddesi ile 150 " ı " maddesinde yeni bazı ekler yapılmak suretiyle yasalaştırılmak istenmektedir. Bu şekilde davranılmasına gerekçe olarak da inandırıcı bulunmamakla beraber bu maddelerin esasen sadece bankaları ılgılendirmediğinden söz edilmektedir. Ancak 3182 ve 3222 sayılı kanunlar ile bu yeni ve bankalar lehine getirilmiş olan düzenlemeler, basınımıza da yansıdığı üzere borçlu kesimin sert "karşı tepkisini" davet etmiş ve hatta bu yeni hükümlerin, anayasanın eşitlik ilkesine aykın olduğu ve bu bakımdan da anayasaya dahi uygun düşmediği ileri sürülmüştür. Nitekim, Yargıtay da verdiği kararlar ile, özellikle 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nda tahsilatın hızlandınlması amacı ile konulmuş bulunan yeni hükümlerin, kanunun yürürlüğünden sonra yapılacak olan kredi sözleşmelerine ancak uygulanabileceği yönünde içtihatlar tesis etmek yoluna gitmiştir. Buna karşılık, aşağıda sözünü edeceğimiz yeni tasannın geçici maddesinde, bu tasarı ile yeni getirilen veya değiştirilen hükümlerin önceki olay ve işlemler hakkında da uygulanacağı hükme bağlanarak, Yargıtay'ın sözü edilen bu uygulaması, bu suretle bertaraf edilmek istenmektedir. SONUÇ İşte, Yargıtay'ın bu yeni tesis etmiş olduğu içtihatlar kendilerini tatmin etmeyen bankalar, bir yandan borçlulan, takip hukuku hükümlerine göre takip ederek; güç durumda kalan borçlularına yeni ödeme koşullan ile yeni tarihli kredi sözleşmeleri imzalatırlarken; öte yandan da hükümetin gündeminde bir rehabilitasyon yasa tasarısı mevcut bulunduğunu bile bile Yargıtay1 ın bu tutumuna karşı kampanya baslatılarak, İİK'nin yeniden değiştirilmesine ihtiyaç olduğu fikrini işlemeye başlamışlardır. Bundan sonraki gelişmelere yakında, gelecek yazımızda değineceğiz. 21 OCAK 1987 Kusur, îera ve Iflas Kaııunu'ııda mı? Diyebiliriz ki, 3182 sayılı Bankalar Kanunu 'nda, banka alacaklarımn tahsilinin hızlandınlması için 90 ve 91. maddeler orada korunurken öte yandan, banka alacaklarımn tahsilinde onlara fazlaca kolaylıklar sağlayan hükümler (m. 9293) 3222 sayılı kanun ile yeniden yaşama geçirilmiştir. PENCERE Pazar Zorlaması!.. Asansöre bindim, altıncı katın düğmesine dokundum. Son günlerde aklıma saçma sapan sorular yapışıyor. Asansör Türkiye'ye hangi dönemde girdi? Sobayı Tanzimattan sonra Batıdan almışız Asansör de kuşkusuz 20'nci yüzyılda elektrik ve apartmanla birlikte hayatımıza katıldı. Ya demiryolu? İzmir Aydın hattı ilk adım değil mi? Altıncı kat. Odama girdim. Buzdolabından bir maden suyu aldım. İçerken televizyonun düğmeleriyle oynuyorum. O ne? Otelin kapalı devre videosunda film gösterisi. Pencereye yaklaştım. Camı açtım. Ocak ayında Adana ilkyazı yaşıyor. Karşıda Kuruköprünün ünlü kahvesi. Eskiden buraları kışın çamur, yazın toz deryasıydı. Şalgam suyu, aşlama içilir; karsanbaç yenir, şeker kamışı somurulurdu. Okula gidip gelirken, sabah akşam bu yolları teperdik. Kim derdi ki kırk yıl sonra Kuruköprü'de video izleyeceğim? Dünya ne kadar değişti?.. Biz ne kadar ilerledik?.. * • Prof. Dr. SAİM ÜSTÜNDAĞ îst. Üni. Hukuk Fakültesi Bu başlık altında hazırlamış olduğumuz yazımızı iki bölüm halinde sunmayı uygun bulduk. Bu yazjmı^ın konusunu teşkil edecek olan bu birinci bölümde takip hukuku (icra ve iflas hukuku) alanında bugüne kadar ortaya çıkmış olan gelişmeler anlatılacak, gelecek yazımızın konusunu oluşturacak olan ikinci bölümde ise, bu alanda geleceğe dönük olarak programlanmış bulunan gelişmelerden bilgi verilerek, bunlar hakkında bir genel değerlendirme yapılacaktır. İşte, birinci bölümün konusunu teşkil eden bu birinci yazımızda bu konudaki gelişmelerin özetle açıklanmasma geçersek, bilineceği üzere İcra ve İflas Kanunumuzun kaynağı, tsviçre'nin 11 Nısan 1889 tarihli borç için takip ve iflas hakkındaki Federal Kanunudur. Yine bilineceği üzere, tsviçre1 nin sözünü ettiğimiz bu kanunu esas aiınmak suretiyle hazırlanmış olan taslak, 1932 yılında kabul edilerek ülkemizde, 2004 sayılı kanun olarak 4 eylül 1932 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Hatırlanacağı üzere bu 2004 sayılı İcra ve tflas Kanunumuz 1965 yılında 538 sayılı kanun ile önemli ölçüde değişikiiğe uğratılmış ve o tarihten 1985 yılına kadar da ufak bazı değişiklikier dışında herhangi bir değişikliğe uğratılmamıştır. Ancak, özellikle 1979 yılından başlayarak 1980'li yıllarda geliştirilmeye çalışılan ekonomik modeli takiben, önce firmalar bazında başlayan ödeme güçlüğü dalga dalga tüm sektörlere yayılmış ve işte böyle bir ortamda alacakhların alacaklarını elde edebilmek için takip yollanna başvurmaları sonucu günlük yaşamda haciz ve iflaslardan geçilmez olmuştur. Bu psikolojik ortam içinde, alacaklılar alacaklannı elde edebilmek için asgari bir sürenin geçmesini beklemeye dahi tahammul gösterememişler; buna karşılık borçlular da, kendilerini mahva kadar götürecek olan bu yaklaşımı, hukuk mevzuatının en ince noktalarıru da harekete geçirerek önlemenin yollannı aramaya başlamışlardır. Borçlulardaki bu direnme gücünün de eklenmesi ile alacaklannı istedikleri zaman içinde elde edemeyen alacakhlar ve özellikle bankalar, bu kez, alacaklannın tahsili bakımından İcra ve İflas Kanunu'nun yetersiz kaldığı fikrini ortaya attırmışlardır. Hatta daha sonraları bu düşünceyi, bizzat bankalann yetkili organları da verdikleri beyanatlar ile kamuoyuna benimsetmeye çalışmışlardır. İşte böyle bir ortamda konunun uzmanı olduğumdan söz edilerek benim de düşünceme başvurulduğunda, o zaman ortaya çıkan güçlüklerde kanunun bir kabahati bulunmadığını belirtmiş, ancak, aynca şunları da eklemiştim: "Bu sözlerim ile, yasanın hiçbir değişikliğe tabi tutulmasına gerek olmadığını ifade etmek istemiyorum. Ancak yapılacak değişiklikier bu hukuk dalının özellikleri gereği tarafsız bilim adamlarının da içinde yer aldığı komisyonlar eliyle saptanmalıdır. Ne var ki, şimdiye kadarki yapılan değişiklerde olduğu gibi, aceleye getirilecek her yeni değişiklik, uzun ömiirlü olmayacaktır. Yapılması gereken değişikliklerin ne yönde olması gerektiği sorusuna ise, böylesi bir komisyonun oluşturulmasından sonra daha açık bir şekilde cevap verilebileceği kanısındayım" (Nokta Dergisi, 1218 Mart 1984, Yıl 2, sayı 3, sayfa 49). OLAĞAN SAYILAMAYACAK YOLLAR İZLENEREKBu söylenenlere karşın bu yolda ilk önemli değişiklik, 3182 sayılı Bankalar Kanunu yolu ile gerçekleştirilerek, takip hukukuna ilişkin bir konuda, Bankalar Kanunu'na hükümler koydurulabilmiştir. Gerçekten de, bu kanunun 14. bölümüne "Bankaların Kredi îşlemlerinden Doğan Alacaklarımn Tahsilinin Hızlandınlması" baslığı altında m. 90, 91, 92, 93, 94. maddeler konulmuştur. Belirtelira ki, bu hükümlerin yasalaşması da bir ölçüde, olağan sayılamayacak yollar \zlenmek suretiyle gerçekleştirilmiştir. Nitekim, bu hükümlere ilişkin bir Adalet Bakanlığı tasansı mevcut bulunmadığı gibi; bu konuda herhangi bir taslak da kamuoyuna açıklanarak tartışılmasına olanak verilmemiştir. Bankalar Kanunu'nun yukanda andığımız hükümleri ile getirilen düzenlemeler, yine bu kanunun 99. maddesine göre, bu OKTff AKBAL EVET/HAYIR Neydi 0 Komiklikler? OKURLARDAN Okuma akşkanlığı konusunda anket 12.3.1986'daAnkara VaUliği'ne verdiğim dilekçe ile, okuma aiışkanhğı konusunda soruşturma (anket) yapmama izin verilmesini istedim. Adı geçen valilik 3.4.1986 günlü, 6730 sayılı oluru ile Aktepe Usesi'ade, 5.4.1986 günü sözkonusu soruşturmamn yapıimasına izüı vermiş; ne var ki, Aktepe Usesi Müdürlüğü'nce onayın gereği yerine getirilmetrttştir. Verdiğim dikkçelerle onayın, verdikleri yazdı buyruğun yerine getiribnesini istedim. "Bizim başımızdan ne komiklikler geçti" diyor. Kim bu? Atatürk döneminin ilkokul öğretmeni Hafize Hanım. Cumhuriyet bayramlarında kürsüye çıkan, Atatürk devrimini öven söylevler veren kişi. Aradan zaman geçmiş, Atatürkçü bayan öğretmen ki şimdi anlıyoruz içtenlikten iyice uzakmış! oğlunun iktidar olduğu günlerde sıkmabaşlı, bir tutucu, bir gerici kimliğine bürünmüş... Hiç sıkılmıyor, "Bizim başımızdan ne komiklikler geçti" diyor. Nedir o 'komiklik'? Atatürk'ün kadınları çarşaftan, kapalı yaşamdan, kölelikten kurtarmak için giriştiği devrimci atılımlar! Bayan Hafize o kadarla kalmıyor, bugünün sıkmabaşlı genç kızlanna, kendilerini kölelik yaşamına hazırlayan, bu köleliği olanca güçleriyle özleyen genç kızlara şu öğütleri veriyor: "Ben başımı açmayacağım diye tahsilini terkadenlerin günahı, yasaklayanların boynunadır. Başını açıp da tahsiline devam edenlerin günahı, yasaklayanların boynunadır. Başlannı açanlar tövbe ederler. Allah onları affedebilir." Sonra da işbaşındakilerin bu gücü nerden aldıklarını soruyor: "Bunu hangi kanundan almışlar? Madem ki demokratik bir memlekette yaşıyoruz, ister başını açar ister kapatır. Gidin söyleyin bunları, hiç korkum yok." Daha önce de, Bay özal da anasının bu sözlerini basın önünde yinelememiş miydi? "Günahı, size başınızı açtıranların boynunadır" dememiş miydi? Gerçi sonradan "tam öyle demedim" dedi. Bugün gericilik nerdeyse tüm devrim kapılarını zorlamaya başlamışsa, Beyazıt'ta Cağaloğlu'nda. Konya'da daha başka yerlerde binlerce çember sakallı genç ya da genç görünümlü ihtiyar insanlar 'ille de gericilik' diye bağrışıyorlarsa suç kimdedir? 12 Eylülcülerin elleriyle iktidarı teslim ettiklerı Bay Özal ve arkadaşlannda değil mi? Adam, Konya Belediye Başkanıyken yanına almış Erbakan Hoca'yı, daha başka Atatürk karşıtlarını, şeriat bayrağını çekmiş, çember sakallıları arkasına takmış, yürümüş... 12 Eylülcüler 'şeriatçılık akımını' sözde önlemek için darbe yapmışlar. Ama birkaç gün içinde şeriatçı kalkışmalar unutulmuş, yalnızca soldaki eylemler ele alınıp kovuşturulmuş. O kadar ki, yıllarca süren mahkemelerde Atatürk devrimini savunan, 27 Mayıs Anayasası çizgisinde yürüyen kişiler, çevreler en ağır biçimde suçlanmışlar, ama şeriatçılık savunucuları aklanmış, 12 Eylülcüler ise 'sola karşı sağı tutarsak işler düzelir' diye diye akla gelen gelmeyen her türlü yanlışlığı yapmaktan geri kalmamışlar!... "Bizim başımızdan ne komiklikler geçti..." SHP'nin Kartal ilçesinde yaptığı paneli izlerken Bayan Hafize'nin bu konuşmasını düşündüm... Doç. Dr. Bahriye Üçok konuşuyordu: "Bir ulus, dünya uluslan arasında vahığını, bağımsızlığını ve saygınlığını sürdürebilmesi için bilimde teknikte sanatta ve ekonomide gerekli olan düzeyin altına düşmemelidir. Bu, onun çağdaş eğitime vereceğiönemle orantılıdır..." Salonu dolduran bin kişi Prof. Dr. Türkân Akyol'un, Mehmet Mogoltay'ın konuşmalarını ilgiyle dinliyor, SHP'nin iki yetkili kişisinin gericilik karşısında aldıkları kararlı ve sağlam tutumu alkışlarıyla destekliyordu. Ali Sirmen de SHP dışında bir kişi, devrimci bir yazar kişiliğiyle 12 Eylül'den sonra gericiliğe neden ve nasıl prim verildiğini, ama bunu sola karşı bir güç yaratmak amacıyla yapanların artık pışmanlık duyduklarını, şimdi hiç değilse yanılgılarını açıklamaları gerektiğini söylüyordu. Bayan Hafize'nin Atatürk döneminin bir ilkokul öğretmeni olarak şapka giydiği, bayramlarda devrimden yana konuşmalar yaptığı yıllar, geçmişe 'mazi' mi oldu şimdi! Anaoğul Özallar, kardeş Ozallar Atatürk'ün bütün başardıklannı yadsımak. hatta hafife almak, 'irtica yoktur' diyerek gerçeklere göz yummak isteseler de başarıya ulaşamayacaklardır. Kartal'daki toplantı bir kez daha bunu gösterdi. Atatürk Cumhuriyeti'nde Humeynicilere yer olmadığını... Başımı açmayacağım diyenlerin başını açtıranlar bunun günahını yüklenirler... Böyle diyor oğul Özal, ana Özal!.. Kim açtırıyor bu çağdışı kafaları? Bugünkü iktidar, yani ANAP, yani Bay Özal! Demek bunca 'günah'ı da yükleniyorlar! Bayan Hafize'nin eski bir resmini görmüştüm, çıkmış meydana, Cumhuriyet Bayramı söylevi veriyor, genç bir öğretmen olarak... Demek hepsi sahteymiş. hepsi aldatmacaymışL Baksanıza 'biz ne komiklikler yaşadık' diyebiliyor hiç çekinmeden, kendi geçmişindekı kişiliğinden hiç mi hiç sıkılmadan... Oysa bir başbakanın anası olarak söyledikleridir gerçekte komik, hem de acınacak derecede gülünç, hem de acıklı olan... Ancak, ne yazık ki, sonunda, aynı valiliğin, 29.4.1986 günlü, 7495 sayılı onayı ile yukarda sözünü ettiğim ilk onayını iptal ettiği bildirildi. Bunun ü'zerine, ayn ayn zamanlarda, 3 ayn dilekçeyle, "iptal'" onayımn ve varsa dayanağını oluşturan belgelerin verilmesi isteminde bulundum. Sonuç çıkmaması üzerine, durumu, 8.9.1986 günlü dilekçeierimle BAŞBAKANLIK'a, İÇİŞLERİ BAKANLIĞVna bildirdim. Sorumluları şikâyet ettim. Tüm dilekçelerimin, şiftöpttçisi olduğum yerlere "havak" editmesinden öteye bir sey olmamıs; tüm basvuru ve şikâyetlerin karşısında Ankara Valiliği, tl MEGS Müdürlüğü bildiklerini okumuşlardır. Soruyorum: 1. Resmi bir belge ile önce "evet" denilen bir konuda, sonradan niçin "hayır" denilmistir? 2. Ülkemizin çok gereksinim duyduğu "araştırma" gibi bir alanda da, 36 yıl hizmet etmiş bir emekli öğretmen için güvenlik soruşturması türünden bir islem mi sözkonusu olmuştur? 3. Araştırma yapmasma önce resmen izin verilen aynı bir yurttaş üzerinde, verilen iznin sonradan iptali ile, türlü "kuşkulann" uyanmasma hangi yasalar yer vermektedir? 4. Belirttiğim konuda 16.7.1986'da Ankara ValiliğVne 8.9.1986'da Başbakanhğa, Içisleri Bakanlığı'na verdiğim dilekçeler, niçin "havale" aşamasından öteye geçmemiş, şikâyetçi olduğum yerlere havale edilmekle yetinilmiştir? Son olarak bir de, kamuoyu önünde, Ankara Valiliği'nin araştırma yapma hakkımı ortadan kaldıran 29.4.1986 günlü, 7495 sayılı onayımn ve varsa dayanağı olan belgelerin ömeklerinin verilmesini istiyorum. MEHMET DÜNDA R EMEKLİ ÖĞRETMEN ÇEKİRGE SOK. 45/14 KEÇtöREN/ANKARA Fotoğraf 1727'de bulundu; fotoğraf makinelerinin yaygınlaşması 1839'dan sonradır. Osmanlı'ya fotoğraf ne zaman girdi? Çoğu yenilik gayri Müslimler eliyle Batıdan Türkiye'ye aktarılmıştır. Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra Enver Paşa dışarı kaçar; 1922'de Buhara dolaylanndadır. "Halifenin damadı Enver"'m gelişi çevrede yankılanır; ama kapkara bir cehalet egemendir; okuma bilen yoktur, yemek elle yenir, fotoğraf günahtır. Enver Paşa, eşi Naciye Sultan'ın fotoğrafını cebinde taşımaktan korkar ve yakar. 1922 yılında Tacikistan bu düzeydedir. Türkiye'de ise fotoğraf yaygınlaşıyor; otomobil, tren, telefon, elektrik Anadolu'ya yavaş yavaş giriyor. Neden? Çünkü Batı kapitalizmi, sanayi devnminin ürünlerini satmak için pazarlarını genişletmek zorundadır. 1950'lerde, Demokrat Parti ileri gelenlerinden birisi, Türkıye'nin ne kadar ilerlediğini vurgulamak için: " Artık" demişti, "dağdaki çobanın bile radyosu var." Transistör 1948'de keşfedildi; 1953'te endüstri ürünü olarak satılmaya başladı. Kapitalizmin dev tekelleri, transistörlü radyoları bütün dünyaya yaymak zorundaydılar. Geri kalmış ülkeler bu zorlamayla iletışım alanında atılım yaptılar. Dış gelişmenın kurallan, dünyada çoğu azgelişmiş ülke gibi, Türkıye'yi de içten etkiliyordu. 1980lerde iletışırn alanında bir başka atılım gerçekleşti. Batıda telefon santralları kapsamındaki gelişme Türkiye pazannı zorluyor. Bugün her köye telefon ulaştırmakla övünen ANAP iktidarı, kendisinin dışında bir gelışmenın aracılığını yapmaktan başka marifete sahip değildir. Türkiye ister istemez Batıda yaşanan "bilimsel ve teknolojik devrim"in etki alanındadır. • 1960'larda Batıda televizyon siyah beyazdı. Amerika'da renkli televizyon piyasaya yeni gırmeye başlamıştı. Türkiye'de ilk plan (19631968) yapılırken, bu değişim göz önüne alınarak iki kez harcama yapılmasını önlemek için doğrudan renkli televizyona geçilmesi düşünüldü. Ne var ki plan yürümedi. İç pıyasa önce siyah beyaz televizyonla donatıldı; ikinci vurgun renkli televizyonla gerçekleştirildi. 1961'de İran'a gittiğimde televizyonun yaygınlaşmış olduğunu görmüştüm. Türkiye'de daha televizyon yoktu. iran'da sanayi bizimkinden geri değildir; kimi alanlarda daha ileridir; ama bugünkü İran'a çağdaş bir ülke diyebilir miyiz? Ya Suudi Arabistan? Bunca lüksüne ve Batının teknolojik cicilerinı kullanmasına karşın ileri bir toplum sayılabilir mi? • Sabah, oteldeki televizyonlu, buzdolaplı, videolu odamdan ayrıldım; sokağa çıktım. Adana ocak ayında ilkyazı yaşıyor. Yürüyorum. Kaldırımlaradilencilerserilmiş. "Allahının horozuna kravat taktığımın" düzenü... Bir kez daha anlıyorum ki, Türkiye'deki gelişme, Batı kapitalizminin azgelişmiş ülkelerde pazar zorlamasından öte bir anlam taşımıyor. TEŞEKKÜR Kızımız PINAR'ın doğumu sırasında yakın ilgilerıni esirgemeyen. GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Kadın Hastalıklan Kliniğı Direktörü Yrd. Doç. Dr. NEVZAT AKNAR'a, doğum olayını gerçekleştiren Garanti'ye İstanburdaki 75 şubesinde su faturalan ile ilgili ödemelerinizi kabul etmeye devam ediyor. Garanti'li Bankacılar, sizi güler yüzle karşılıyor, işinizi hızla sonuçlandınyor. GARANTÎ BANKASI, Sufeturalan İstanbul'da her semtte... Op Dr. AHMET ÇETİNSAYA'ya, ilgilerıni esirgemeyen Dr ERŞAD BATMAZ'a, klinik personellen. Rukiye Erdoğan, Müjgân Yazıa, Hülya Güzel ıie Nebiye Bahar'a teşekkür ederiz. ŞehnazTanm YÜZER Hoşgeldin PINAR bebek. 7 Ocak 1987 İstanbul Şehit Kıdemli Yüzbaşı Ahmet Tevfik Bey ile merhume Düriye Hanımefendinin oğlu, Meliha Sokullu'nun kardeşi, SencerHülya Güneşsoy'un babası, Devrim Güneşsoy'un dedesi, Muhittin Nimet Bulgurlu, Altan ve Metin Boysan'ın enişteleri, EnverMuazzer îdil'in dünürleri, Nuriş ve Nurdan'ın enişteleri, Akile Güneşsoy'un değerli eşi, 1908 doğumlu Yıldız Teknik Üniversitesi eski öğretim üyelerinden Doçent Yüksek Mühendis VEFAT ŞEMSİ GÜNEŞSOY 20.1.1987 tarihinde vefat etmiştir. Naaşı, 21.1.1987 Çarşamba günü Maltepe Camii'nde kılınacak öğle namazını müteakiben Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedilecektir. AİLESt Aramızdan ayrılışının yıldönümunde Sevgili SAMİ AKYÜZ'ü özlemle anıyoruz. SEVENLERİ ANMA Sevgili OKJM Gideli iki yıl oldu. Seni çok özlüyoruz. Dostların bugün Zincirlikuyu'da sana merhaba diyecekler. Saat: 11.00 SemihaMuratZeynep ARAYICI GARANTÎ BANKASİ ELEMAN Yapılacak olan Kitap Fuarı'nın pazarlamasında çalışacak elemanlar alınacaktır. Mür: 512 05 05'ten 515 ELEMAN Dön yaşında, anaokuluna giden kızımıza bakacak, ev işleri yapacak, gerektiği zaman yatılı kalabilecek bayan eleman. Tel: 161 34 39 (Iş saatleri içinde)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle