17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 KASIM 1986 CUMHURİYET/7 California'dan yürüyerek gelen barış yürüyüşçüleriyle, Amerika'nın dört bir yamndan b\uçakla yola çıkan kaz avcıları, aynı günlerde Maryland'da buluştular. Ortaçağ masal ?7 kahramanlan gibi yedi iklimden geçen barış yürüyüşçülerinin sayısı 700'e düşmüştü. Kaz ^ avcılanmn sayısımn ise 45 bine ulaşması \ bekleniyordu. TANJU AKERSON i WASHINGTON Califor* nia'dan yürüyerek gelen banş yürüyüşçüleriyle Amerika'nın dört . bir yanından uçakla yola çıkan kaz avcılan, aynı günlerde Washington çevresinde buluştular.. Washington'un komşu eyaleti Maryland'daki av sahasında toplanmakta olan kaz avcılannın sayısımn 45 bine ulaşması bekle• nirken, ABD'yi bir uçtan öbür uca taban teperek geçen banş yü• rüyüşçüleri, yollarda döküle döküle 700 kişi olarak başkente va, rabildiler.. Yaklaşık 5 bin 500 ki/ lometrelik yolu ve 15 eyaleti birkaç kamyonet ve otobus eşliğinde 260 günde kateden barış yürüyüşçüleri, ortaçağ masal kahramanlan gibi yedi iklimden geçtiler.. Movaje Çölü'nün buzlu gecelerinden, Nebraska'hın nemli mısır tarlalanna, oradan Colorado'nun karlı geçitlerine, Pennsylvania'nın binbir renge giren sonbahar yapraklarından Nevv York'ta Harlem'in siyah sokaklarına ulaştılar... Bir geceyansmdan sonra Iowa'nm insansız toprağında kamp ateşi çevresinde rock konseri dinlediler... Beklenmedik bir anda aralarına giren ünlu rock yıldızı Jackson Browne, güneş ışıkları bastırana kadar barış yürüyüşçülerini coşturdu... Movaje Çölü'nde sıcağın en çekilmez hale geldiği saatlerde karşılarında birden dondurma dolu bir kamyon bitti... Kendilerini destekleyen kişilerin bağış olarak gönderdiği vanilyalı dondurmaları buz dayanmayan çöl sıcağı ile yarışırcasına yediler... Ohio'nun bazı kentlerinde kiliselerin "hoş geldin" çanlanyla karşılaştılar... Nebraska'nın bir kasabasında ise tüm dükkânların kapılarım suratlarına kapanmış buldular... Pennsylvania'nın bir kasabasında da bir adam, kendilerini çadırlarını başlanna yıkmakla tehdit etti... Kasabanın delikanhlan portatif tuvalet kulübelerine çatapat koydular... Washington'a yaklaşırken yürüyüşçülerden biri "L'znn bir sefere çıkan askerler gibiydik. Cephede her şeyi birbirleriyle paylaşan askerlerin psikolojisini yaşadık. Tıpkı askerler gibi birbirimize yakınlaştık, silah arkadaşı olduk. Karşımıza ne çıktıysa. tüm sorunlan, kötıi hava koşullannı, üziintüleri, sevinçleri birlikte yaşadık... Şimdi yüriiyüş bittikten sonra sabahlan kalktığımda kucaklaşacağım yuzlerce kişi bulamayacagım. O biiyiik sevgi olmavacak bir daha çevremde. Özleyeceğim bu yiirüyüşii" diyordu... Barış ve kaz avı JVashinzton'dan Atina'dm Yunanistanda KDVgrevleri STELYO BERBERAJLtS Barış yürüyüşçüleri aıasında çocuklar da vardı.. Çocukların sayısı 50 civanndaydı.. Beş yaşından küçük çocuklann sayısı ise 14 idi... Bazı çocuklar anasız babasız, tek başlanna yürüyüşe katılmıştı. Bu çocuklardan 10 yaşındaki Crystal, nasıl katıldığını şöyle açıklıyordu: "Yürüyüşte ben de olmak istedim. Çünkiı büyümek,' babam yaşında olmak istiyorum. Eğer savaşı onleyecek Lokantadan çıktıklarında bir şeyler yapmazsak büvüdüğü"Prenses" adlı av köpeği ve samü, yaşlandığımı göremeyebilirim.. Anneme gitmek istediğimi hibi, banş yürüyüsçülerinden basöyledigimde, kendisinin geieme zılarına rastladılar. Yürüyüşçüler arasındaki küçük çocuklar köpeyeceğini, ancak emanet edecek ğe el salladı. Köpek dilini sarkıbirini bulursa yalnız gitmeme izin verebileceğini söyledi. An tarak çocuklara sevgi ile soludu. Sahibi köpeği "Hadi bakalım" nem böyle birini buldu ve ben de diyerek tasmasından çekti, gün yürüyüşe katüdım. Yürüyüş çok güzel geçti. Çok eğlendim... Bir ağarmadan tekrar av serüvenine tek televizyonda 'Cosby' dizisi başlamak üzere otelin yolunu tuttu... O sırada lokantanın baş ni özledim..." En küçuk banş yügarsonu camdan seyrettiği barış ruyuşçüsu ise 19 aylık Alexa idi. Alexa, Los Angeles'tan Washing yürüyüşçüleri ile kaz avcılarını kıyaslıyordu... "Bu kaz avı büton'a küçük arabasının içinde yük bir olay. Altın madeni gibi sallanarak giderken bol bol ağbir şey... Maryland'daki av sahası ladı, güldü, soya fasulyesinden dünyanın hiçbir yerinde yok.. yapılma mamasını yedi, plastik oyuncaklannı kemirdi. Barış vu ' Hava fotoğraflanna göre bu mevsim 600 bin kaz geliyor buraya... Avcılar geçen yıl 140 bin kaz vurmuş... Onlar kazları vururken oteller, lokantalar, dükkânlar, arazi sahipleri dünyanın parasını yaptı. Bu mevsim kaz avından 40 milyon dolar bekleniyor" diyen başgarson, başı ile banş yürüyüşçülerini işaret ederek dudak buktü: "Bunlar, boydan boya tüm Amerika'yı dolastılar... Gazetede okudum, bıraktıklan para 1 milyon dolan bile bulmuyor..." rüyüşü sırasında konuşmaya başlayan Alexa'nm ağzından çıkan ilk sözcükler "Yürümek, ağaç, taş, yıldız, kamyon, otobtts, inek, koyun ve tren" oldu... Annesi Alexa için "Biiyüdüğünde bu yürüyüşle bizim, insanların bilincinde bir şeyler uyandırmaya çalıştığımızı anlatır. Kızım ve öteki çocuklar geleceği temsil ediyor. Ama nükleer sUahlardan annmış bir dünya olmadıkça onlara bir gelecek vaat etmek çok zor.. Bu yürüyüşte çocuklann da bulunması, vermek istediğimiz mesajı daha etkili kıldı" diyordu... Banş yürüyüşçüleri, Washington'da 114 Kongre üyesi tarafından kutlanırken, Maryland'da toplanan avcılar, kazlara tufeklerini ateşledikleri ilk günün şerefıne başkent lokantalannda kadeh kaldırdılar. Bir avcı kurşunlanmış kaz peşinde ilk kez koşan köpeğine, gösterdiği başarıdan ötürü ödül olarak biftek yedirdi. "Prenses" adlı köpek, başta çekingenlik göstermiş, vurulan kazı almak için soğuk dere suyuna girmek istememişti. Ancak sahibinin taş atarak kazı hedef gostermesi üzerine suya dalmış, henüz yaralı olan hayvaru dişlerinin arasına kıstırarak sahibine getirmişti. Sahibi çırpınmakta olan kazı eliyle boynunu kırarak öldürdükten sonra "Prenses"e, "Aferin kızım" demişti, "Bu senin yakaladığın ilk kaz. Sana ilk avını getirdiğinde biftek yedirmeye söz vermiştirn. Bunu hak ettin..." Devrhnci Godotlar RAGIP DURAN LONDRA Sabah işbaşı saati, metrolann içi meyve bahçesi. Elma, muz, şeftali kokuyor şirin kızların saçları. Çalışanlar sütüman, dalmışlar gazetelerine: Hükümet, gizli istihbarat servisi M15 hakkındaki bir kitabın Avustralya'da dağıtımını önlemek için açtığı davada ilk raundu kaybetti. MI5'in eski bir yetkilisi tarafından kaleme alınan kitap, servis şefinin KGB ajanı olduğunu ileri sürüyor. Bir başka haberde, Thatcher VVashington dönüşü yaptığı açıklamada, " H e r şeye rağmen" Reagan'ı desteklediğini söylüyor. Aşkın mı gözü kör, yoksa yeni sağ politikacıların mı? Metro, Charing Cross'ta boşalıyor. Charing Cross Londra'nın tarihi göbeği. Sıfır kilometre taşı da zaten gann önünde garip bir kule. Ben de bu durağın müdavimlerindenim. Sonra Trafalgar meydanınm sağ cenahından otobüs durağına yürürüm. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Londra'dan Londra'da iki nöbet. Aylardır bir şeyleri bekleyen, bir şeylerin gerçekleşmesini bekleyen insanlar bıkmadan, usanmadan, kendi çaplarmda eylemde. kilde gelip geçene ırkçılığı anlatıyorlar. Umutla, banşçı eylemle bekliyorlar. Londra Film Festivali'nde gösterilen Günter VVallraff'ın " E n Alttakiler" filmindeki işçilerin ise bekleyecek halleri bile yoktu. Banşçıydılar, ama umutsuzdular. BaaderMeinhof grubunun yargılanmasını beyaz perdeye getiren "Stammheim" filmindeki kızıl gönüllu militanlar da barış istiyorlardı aslında. Ama beklemek olmazdı. Bir çıkmazın imkânsızlığım gösterdi film. Bir de batı Alman adaletinin Nazi maskesini. Her gün rastladığım Ikinci Godot ise Avustralya Büyükelçiliğinin önündeki yalnız protestocu. O da kınama ve vize talep nöbetinin dördüncü ayına girdi. 3035 yaşlarında bir tngiliz, çadırını elçiliğin önüne kurmuş. 24 saat orada. Elçilik binbir bürokratik engel nedeniyle adama talep ettiği uzun süreli vizeyi vermiyor. Adamın ablası ve yeğenleri Avustralya'da yaşıyor, o da Brando'nun ete kemiğe büründürdüğü Don Corleone tipi, mafya babalanm bayağı özendirdL Her biri, onun gibi konuşmanın, tavırlarmt onunkine benzetmenin tutkusunda. Mafya mistiğinin heşfi FBt'nın yaptığı bir araştırmaya göre, 'God Father' fılmi, mafya ile ilişkideki halyanAmerikalıların yasam tarzını değiştirdi. Filmin piyasaya çıkışından sonra, mafya ailesine mensup olanlar siyah fraklarla, yakalannda karanfil, ellerinde keman kutulanyla dolaşır olmuşlar. Konuşma tarzlan, jargonları değişmiş. ŞEBNEM ATİYAS NEVV YORK Geçen hafta başında ünlü mafya ailelerinden Cotombo ailesinin sekiz üyesinin New York'ta sonuçlanan bir mahkemede çeşitli hapis cezalarına çarptınlmalanmn ardından "Örgütlü Suç ve Medialar Mafya Mistiğinin Keşfi" adıyla bir panel düzenlendi. ItalyanAmerikan Vakfı'nca düzenlenen panelde, FBI raporlanna dayanılarak ünlü "Baba" (God Father) fılminin mafya ailelerinin üyelerinde yaptığı etkiden soz edildi. Sözü geçen FBI raporunda Marion Brando'nun başrolu oynadığı, 1972'de piyasaya çıkarak gişe rekorları kıran "Baba" filmi, mafya aileleri üyelerinin yaşam biçiinlerini değiştirdi. Düleri ve zevkleri filme uygun olarak tümüyle değişen mafya üyeleri siyah frakları, kırmızı karafîlleri ve keman kutulanyla dolaşır oldular. Saçlannı arkaya doğru briyantinler, evlerini filmin dekoruna benzetir oldular. Panelde konuşulan FBI araştırması, bazı "babalann" aynen "Baba" filminin Brando tarafından canlandırılan kahramanı Don Corleone gibi alçak sesle homur homur konuştuğunu, bazılanmn arabalannın kornasını filmin ünlü muziğiyle değiştirdiklerini kaydetmekte. Panelin konuşmacılan filmin bir mafya tipini klişeleştirdiğini, böylelikle ölümsuzleştirdiğini, "soylu bir boyuta çıkardığını" iddia ettiler. Aynı nedenlerden dolayı "Mafya klişe yaşam tarzının bir geleneğe dönüşmekte olduğunu, medialann bu klişe mafya tipini kabullenerek bir mafya mistiği yarattıklannı" söylediler. Filmin hem medialarda hem de mafya ailelerindeki kötu etkisinin 14 yıldır sürdüğünü belirttiler. Bu klişeleştirmenin medialan her olayın arkasında bir mafya hikâyesi aramaya ittiğini öne sürdüler. Panelin bir konuşmacısı, bundan en çok zarar gören azınlığın İtalyanAmerikalılar olduğunu söyledi. "Medialar kendilerine daha mistik göründüğünden her suç olayının arkasında mafyayı aramaktalar. Geçen yıl televizyonlar Yahudileri Holocausl ile siyahları ise Bill Cosb> şovuyla tanıyorlardı. İtalvanAmerikalıların kaderi malum. Mafya ile tanındılar." Bir başka panel konuşmacısı, mafyanın bir mistik tip haline dönüşmesi ile ilk mücadele edenin hafta başında tutuklanan "meriium" reisi Joseph Colombo olduğunu söyledi. Colombo, 1970 yılında mafyanın medialarda klişeleştirilmesine karşı New York FBI merkezinin önünde bir protesto yürüyüşü düzenlemiş. Daha sonra tam klişe mafya cinayetine uygun olarak kafasından vurularak öldürülmüş. Paneldeki konuşmacılar, medialann biraz da, kokainle, Kolombiyalılarla ya da başka benzer suç örgütleriyle de aynı şekilde uğraşması gerektiğini öne sürdüler. Bir konuşmacı "Neden mafya konusunun en çok seçim dönemlerinde gündeme geldiğini biliyor musunuz? Cevabı kolay, çünkü insanlara bir mesajı Uetmenin en kolav yolu. Böylece klişe canlı kaldıkça örgütün varhğını sürdürmesine neden olmakta." Aynı konuşmacı mafyanın bir folklor öğesi haline geldiğini böylelikle "sevinıli" bir görüntüye büründüğünü beiirtti. New YorkHan MANDELA Nebon 'un özgürtüğu için mucadelede yalnu değtt. Büyükelçiliği var orada. Nazi mimarisinde kocaman taş yapı. Kapının önünde 24 saat protestocular duruyor. Bugün tam 200. gününe girdi dayanışma nöbeti. "Londra Irkçılığa Karşı Mücadele Kampanyası" adlı örgütün niyeti açık: Nelson Mandela serbest bırakılıncaya kadar buradayız! 6 ayı aşkın süredir ırkçı Botha rejiminin uygulamalarını kımyorlar. Hafta içinde genellikle 1015 kişi bildiri dağıtıyor, imza topluyor. Yaklaşık 25 yıldır, mahkemeye çıkarümadan hapiste tutulan devrimci siyah liderin sahverilmesi için örnek bir eylem. Hafta sonlannda ise Trafalgar meydamnın sağ kanadı Afrika bayramı. Tamtamlar, nefesli ve yayh sazlar kara kıtanın hem acılı hem militan nağmelerini getiriyor. Polisler ki müthiş efendi, onlar bile bazen kendilerini tutamayıp kıvrak ritmlere ayak uyduruyorlar. Yüz ifadeleri müzikli. Dayanışma gözcülerinin çoğu beyaz. Her seferinde değişik insanlar. Gençler çoğunlukta, ama dedelerle nineler de sakin ama kararlı bir şeailesinin yanına gitmek istiyor. "Benim sabnm sizin inadımzdan güçlüdür" yazan kocaman bir pankart asmış. Sorununu posterlerle anlatıyor. Hakkında çıkan gazete kesiklerini de sergilemiş. Onun bildiri dağuacak mali gücü yok. Ama o da imza kampanyası açmış. Bir de dayanışma parası topluyor. Galiba da işbilir bir girişken, kendisine mali yardım yapanlara bir kura numarası veriyor. Yılbaşında piyango çekilişine dahil edecekmiş yardımseverleri. Büyük ikramiye renkli televizyon. O da kendine göre mücadele ediyor. Karışan eden yok tabii. İlgi duyanlar var sadece. Yürekleri filizlenmemiş, beyinleri hadım edilmiş çoban taslaklan çok telefonlu ve çok dosyalı masaları işgal ettiği sürece, yannlann müjdesi siyah liderler hapiste, ailelerine kavuşmak isteyen insanlar da vize nöbetinde kalacak. Sabırlı bir itina ile yürekleri meyve bahçelerine, beyinleri de Pasifık Okyanusu'na benzetmek gerek. ATİNA Yunanistan, 1 Ocak 1987 tarihinden itibaren Katma Deger Vergisi uygulamasma geçiyor. Avnıpa Ekonomik Toplulugu'mm bir asü Oyesi olarak Yunanistan'ın bu uygulamaya 1986 ocağmda gecmesi gerekivordu. Ancak hükümetin, ülkenin ekonomik istikrannı «gt»m«k amaoyla ahnış olduğu bir <*» sert ** g ğ DV l 987 ü ekonomik önkmden sonra, KDV uygulamasının 1987 yüına ertelenmesini istemis ve AET bunu kabul etmişti. Yunanistan'daki her iki ekonomi bakanhgı, Yunan kamuoyunun ilk kez karşılaşaca|> KDV yöntemine naarlanmaa için 3 ay öncesinden 1 açıklamalar yaptı. Karaborsanın önlenmesi için 31 Ocak 1987 tarihine kadar tum fthal ve yerti mallann fiyatlannı dondurdu. YımanisUn'daki KDV, yuzde 6, yüzde 18 ve yttzde 36flzerindenuygulanacak. Tüketim maddelerinin yüzde 47'sini kapsayan yiyeoek içecek, gjyiın vb. için yuzde 6, lüks tüketimkr içİB ki bunlar tuketimin yuzde 6'sını ohjsturuyor yflzde 36, geri kalan tüketim maddeterine yüzde 18 vergi getirilecek. Yunan hükumetinin ve Cumhurbaskanhgının karamamesiyle fryatlan uç ay doodurulacak mallara bugünlerde olağanüstü bit rağbet gosterüryor. Atina'da ve diger Yunan kentlerinde ozdKkle elektrikti tihazlardan televüyon, video ve muzik setlerine, lüks giyim eşyalanna, mflcevherata ve her tür öteberiye bflyuk Ugi var. Piya&adaki dttkkân sahipleri bugünkü yoğun alışveriskrden memnun ounasına meojnun, a"»> akıUan hep "KDV'de. ÇOnku yaklaşık 1 ay sonra mal fryatlan ne de olsa attacak ve tfiketid düsünmeye baslayacak. AkıHarmı en çok bu işe yoranlar da mutlaka luks gnıbuoa giren mallan satan dflkkftn sahipkri. ÇOnkfi lüks tuketim için tüketici zaten simdiye kadar yuzde 12 oranmda vergi ödüyordu. Şimdi yuzde 36 "daha" ödcyecek... Çttnkfl yuzde 36 yalnız yflzde 12'nin yerini »im»irla kalmayacak, ustelik yuzde 12'ye yuzde 36 eklenecek... Dolayısıyla Myatlar otomaükman yuzde 50'ye yakın bir artış gösterecek... Ulusal Ekonomi Bakanlığı'nın simdiye kadar "HUu" sayümayan mallara da yuzde 36 Katma Deger Vergisi'ni getinneye karar vermesi, işte bu dukkfln sabiplerinin grev tehditlerine başlamasına yol açü... örneğin bugune dek " i t k s " saydmadıklan halde plak ve kasetlere yuzde 36 KDV kondu. Aynı jekilde etektrikli cibazlara da aynı vergi konulacak. Kuyumcular ise simdiye kadar yuzde 12 vergjsine tabi olduklan haJde, şimdi bu vergiye bir de yuzde 36 vergisinin cklenmesine şiddetle kanp çüayorlar. Çunku örneğin 100 bin drahmüik bir koryeyi 1 ocaktan itibaren zonmlu olarak 150 bin drahmiye satmaya çabşacak ve tüketici buimakta zorhık çekecek. Kuyumcular bugünlerde ve Noel'e yakın gtolerde daha da çok gnlıpyak. Belki vhrinlermdeki mficevherier son indsine kadar tüketikcek... Ama ocakta ne yapacak? Onu dfişunüyor... Tüm bu nedenlerle yuzde 36'ya tabi olanlar şimdilik "«yan greyfcri" yapmaya baştadılar. Kuyumcular, aralık ayının ilk günlerinde 48 saatlik grevkrini başlatacaklar ve sonuç almazlarsa grevi " ı b t a i z " hak getirecekier. Diğer yüzde 36'ya tabi olanlardan dektrik cihazı ve plak satan dukkan sahipleri de buna benzer grevlere gidecek. Kuyumculann başka bir kaygısı daha var. Acaba altın, gumfi$, yakut ve zfimrut merakhları Yunanistan yerine Türkiye'yi mi yeğteneye baslayacak? BUindiği gibi, Yunanistan'dan Turkiye'ye ve özelUkle lstanbul'a akın akın Yunanb gelip, Yuoanistan'a oranla "daha a c a ı " olan deri ceket saün ahvor. lste kuyumculann kaygısı da bu. Acaba Yunanülar şimdi Istanbul'dan satın aiacaklan deri ceketkrin yanı sıra Turk kuyumculannı da mı "riyaret" etmeye başlayacaklar?.. Oysa Yunanistan'daki kuyumculann bugune kadar durumlan iyi idi. ltaryanlarla adeta /anşan Yunanlı mucevherat desinatörieri, daha çok antik Yunan esenerinin imhasyonunu altın ve gumüşlere donuşturuyor ; ve büyük sayıda alıa buluyordu. : Yunanlı tüketici, 1987 yılı içinde evi için saün almayı dusündoğu bütün mallan, aralık aymın socuna kadar tamamlamaya eabsıyor. Dukkânlar bkhm ukhm dolu. Bu arada fıyatlar resmen dondunılmus ofanasma karsm, Ekonomi Bakanhgı'nın müfetöşleri, yalnız Atina'da yaptıkkn denetimde, 18 firmanm "yan ,4fcp" nıal sattıklanm tespit etti. Bu firmalar, alınan resmi karariara uymayarak fiyatlan artürdıkJan için şimdi 300 bin drahmi (yaklaşık 3 miryon lira) para cezası ödeyecek ve büyük bir olasıukla cezaevine girip ginneyecegini tayin edecek duruşmalara dayet edilecek. Singapur'dan Lord Jim yok artık, Pia da... NAPtR PAKSOY StNGAPUR Lacivert denizci ceketini omuzuna vurmuş; pipolu, sarışın kaptan izlendiğinin farkında değil. Biraz ürkek, biraz tedirgin, kalabalığı yarmaya çalışıyor. Donuk mavi gözleri arayış içinde. Rıhtımın en canlı saatleri. Başları eşarplı, yan bele kadar çıplak tayfaların asık, ablak yüzlerinde tuzlu sabah yorgunluklan. İskeleyle, yelkenİiler arasındaki dar kalaslarda onlarcasının bir gidip bir gelişleri, kaptanda ip cambaziarıyla becerikli karıncalar arası bir izlenim uyandınr gibi. Köşede ise, üçbeş çekçekçi ayaklannı bisikletlerinin didonuna uzatmış, hasır şapkalanru ahnlarına devirmiş, müşteri bekleme devresini bile boşa geçirmeme gayretiyle uyuklamakta. "Lord J i m " Uzakdoğu'nun bilinmez, gizemli limanlarını birer birer gözler önüne seren bir filmdi. Nerelerdi o limanlar? Şimdi anımsamak güç, ama ne zaman "Singapur" adını duysam o görüntüler yeniden bir anlam, bir canhlık kazanır. Singapur, gürültülü dar sokaklarda ara sıra, yanıp sönen çekik gözler, yarım peçeli baygın süzüşlü kadın yüzlerinde kapkara iki kaş ortasına kondurulmuş kırmızı Hint boyası ve mistik akşam rüzgârlannın sürüklediği tarçın kokusudur. Hürmüz Boğazı'na yol alan baharat yüklü yelkenlilerde kent, hep böyle anlatılagelmiştir. Joseph Conrad'ın Somerset Maugbam'ın öykülerinde ise Singapur, dövmeli tayfalar, ucuz aşklar, kara mavnalardan yükselen özlem şarkıları, karanlık bir köşede aniden parlayan bir hançer, loş liman meyhanelerinde esrarlı erkete bakışları ve beyaz şortlu somürge valilerinden oluşan acılar dizisidir. Bugün Şingapur'da artık bunların hiçbiri yok. Yalnızca, nehrin her iki yakasında, dar bir geçite sıkışıp kalmış, Çin harfleriyle bezeli ambarlarda, tek tuk geçen yağlı sampanlarda (geleneksel Uzakdoğu mavnası), geçmişin serüven dolu o günlerine karşı histerik bir özlemin son çırpınışları sezilmekte. Singapur Sanskritçe "Aslanlı Kent" anlamına geliyormuş. Şimdilerde ise, Şingapur'da aslan kalmamış, ama kentteki çağ Stuttgart'tan Bombalar ve çocuklar AHMET ARPAD 20yüönce çekilen bu fotoğraftaki Singapur UmmuMın serüven kokulu, sampanlarla dolu gizemli yapısından bugune kalan o kadar az ki... daş "aslanlar" gladyatörlerinı kovalamaktan da geri kalmıyor. Bulanık nehre, loş ambarlara, üstü başı dökulen sampanlara tep»eden bakan gökdelenlerde, onbinlerce bilgisavar, borsadaki altının, çokuluslu şirketlerin kâr grafiğinin, dev tankerlerdeki navlunun, bankalardaki döviz kurlarının hesabını yapıyor. Ve elli kat aşağıdaki pasaj girişini mekân edinmiş bir Tamilli ise, elindeki " S o n y " müzik setini ucuz mal heveslisi Alman'a " o k u t m a " peşinde. Singapur'un tüm zorluğunu Stamford Raffles çekmişti. Rafnes 1800'Ierde İngiltere'den yola koyulduğunda taşıdığı önemli "misyon"un altında ezilmemeye yeminliydi. "Canım Endonezya" pisi pisine Hollandalılar'a kaptırılmış, "koskoca Doğu Hindistan Kumpanyası"nın Uzakdoğu'daki işlerine ket vurulmuştu. Vurulmuştu ya, imparatorluk için de çareler hemen tükenmiş sayılmazdı. Ne yapıp edip kumpanyanın Üzakdoğu'da el, koi peşrevine girişebileceği bir yer bulunmalıydı. Raffles'u» böylesi bir yer olarak bula bula sivrisinekten geçilmeyen, Javah korsanların cirit attığı Singapur bataklığını seçtiğini duyan Londra, önceleri "bu adamın aklından zoru olsa gerek" dıye düşünmüş, fakat gel zaman git zaman işlerin tıkır tıkır yürudüğü "kolonyal" bir kentin kurulduğunu görünce de pek keyiflenmişti. Singapur'a eylülden bir gece birdenbire paldır küldur düştü. Ekvator'da gün göz açıp kapayana kadar doğar, gece de yumruk gibi çoküverir. Aylar yalnızca takvimlerde algılanır, mevsimlerde değil. Tropikal kuşakta yaşam akut (ivegen) ve gunlüktü. Kronik (süregen) ve emekliliğe dönük "domestik" yaşam Ekvator'un felsefesine uymaz. Bazen, yukarı dönencelerden "kronikdomestik" yaşam bıkkınlannın buralaıda huzuru ve mutluluğu yakalayabildiklerinden söz edilir. Eylülden bir gece paldır kuldür duştü. Çinlisi, Malezyalısı, Arabı, Hintlisi, Avrupalısı iki buçuk milyon sokaklara dökuldu. "Kentler" boşaldı, kaldırımlar doldu. Singapur, haritadaki uzak noktalardan kopartılıp yapıştınlmış dörtbeş ayrı kent, ayrı ülkeyi barındıracak denli de geniş yürekli. Oy»a tum bedeni beş yüz kilometre kareyi taş çatlasa geçmez. "Serangon Caddesi" boyunca Kalkuta, Bombay, Madras; Sultan Camii çevresinde kümelenen sokaklarda Muskat, Bağdat, Kuala Lunıpur; Andrev. Kilisesi, Raffles Oteli gölgesinde Viktorya Londrası yaşanır. .Ama gecenin bu böluk porçük, egzotik, gizemli parçaları günün ilk ışıklarıyla birlikte "tek bir Singapur ruhu"na dönuşuverir çarçabuk. Işıklar sapsarı nehre açılan üçüncu mevki sokaklarda. Ağır bir, yağda kavrulmuş baharat kokusu sinmiş. Mavnalar da soluk soluğa boşaltılmış. Çin birahanelerinde kâğıt fenerler için için yanıyor. Alışkın parnıaklarda tahta çubuklar, porselen kaselerden karidesli erişteleri, yemek süresince değişmez bir devinimle çekip çekip çıkartıyor. Ve dışarıda kentin başı donuyor. Kabukları dikenli yerel bir meyve "düriyan", geleneksel Malezya yemeği olan "Salay" (yer fıstığı sosuna banarak yenen, acılı şiş kebap benzeri) satıcıları çığlık çığlığa. " N e olur ne olmaz" diyerek ben de sırtımı duvara veriyorum, bir masaya ılişirken. Hay Allah!.. Yine şu "Lord Jim..." Hançer mi kaldı artık... Pekiyi ya " P i a " nerede? Onu da bulamıyorum. Halbuki, "Ben bir şehre geldiğim vakit, o başka şehre gitmese, Singapur yolunda demeseler" demiyor mu Attila İllıan... Şingapur'da "Lord Jim" yok, "Pia" çoktan başka bir kenie gitmiş.... insanın yanından geçiyorlar. Bakmadan. Çabuk çabuk. Dağıtılan bildirileri alıp, okuSTUTTGART Stuttgart'ın Schlossplatz alanı. Kentin tam yanlar da var. Ne oluyor? Bu inonası. Çevresi eski eserlerle do sanlar ne yapmak, ne anlatmak lu büyük bir alan. Saray, park, istiyor? Dünyaca yaygın çocukeyalet parlamentosu ve eski bir lara yardım kuruluşu "Terre des çok yapı bu alana açıhyor. Ken hommes", özellikle Üçüncü tin kalbi burada atıyor. Büyük Dünya ülkelerinde her gün kırk gezinti ve ahşveriş caddesi Kö bin çocuğun öldüğünü, karm ve nigstrasse buradan geçiyor. in cebi dolu refah ülkesi insanlansanlar gelip gidiyor. Birçoğu ça na anlatmak, onlann dikkatini buk çabuk. Günlerden cumarte çekmek istiyor. si. Alışveriş günü. Mağaza vitKüçük kürsüye çıkmış gençten rinlerine kış gelmiş. Ayakkabı bir insanın çevTesinde toplananlar, kazaklar, paltolar ve kürk lar var. "Dünyamızda her gün lerle Noel yakın. Dağlara kayağa beş yaşından küçük kırk bin çogitmeye hazırlananlar da var. İn cuk ölüyor" diye sesleniyor genç sanlar vitrinlere bakıyor. Çocuk adam. "Bebeklerini eraziren larının ellerinden tutmuş. analar yeteri kadar gıda alamaÇocuklar... O gün Schloss dığı, çocuk hastahklarına kapıplatz alanında başka insanlar da lan küçükler güçlenip. iyfleşemevar. Yan yana duran. Bir dizi in diği için. Gıdaları yetersiz, içtiksan. Yüz elli kişi. Aralannda bü leri su mikroplu, ana babalan yük, çarşafı andıran beyaz örtü fakir olduğu için. Her gün kırk ler. Örtülerin üzerinde küçük si bin çocuk... Üç günde bir Hiroyah benekler. Kırk bin. Çocuk... şima bombası! Her ay bir milKırk bin çocuk! Yeryüzünde her yon, her yıl on iki milyon çocuk." Gençten adam sesini yükgün ölen... seltiyor. Çevresine toplananlar Schlossplatz alanı kalabalık. Hızh hızh yürüyen insanlar. Vit artıyor. Genellikle yaslı insanlar kürsüye sokuluyor. "Kunıluşurinlere bakan insanlar. Cepleri muz Terre des hommes, Almandolu, para harcamak isteyen insanlar. Biraz ötedeki büyük ma ya'da düzenlediği bu tür toplantılarla mümkün olduğu kadar ğaza vitrinine oyuncak bebekler, otomobiller, trenler doldurul çok insanın dikkat ve ilgîsini bu muş. Karh dağların, beyaz çam büyük oyuna çekmeyi amaçhyor. Özellikle politikacılann. ların arasında. Orta yerde bir Micky Mouse! Noel Baba giysi Terre des hommes'un çabalan büyük denize düşen küçük damleri içinde. Burunlarını vitrin calalardır. Küçük damlalar büyük mına dayamış bakıyor çocuklar. denizi oluşturur. Ülkeraizdeki Ağızlan açık. Gözleri parlıyor. insanlann yardımstver oldu£uSonra anne ve babalannın elinnu btHyonu." den tutup yürüyorlar. Yüz elli
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle