19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 HABERLERİN DEVAMI 18 MART 1985 Duvar ve Demokrasi. (Baftarafı 1. Sayfada) si Projesi'ri\ Cumhuriyet'e anlatırken, "Evet, genel olarak hiçbirzaman bu gruplann sevgi gösterilerine muhatap olmadım" demiştir... (Ispanya'da Demokrasiye Geçiş; Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 6 Ocak 1985). Suarez, merkez sağda kurduğu partiyle yolunda yürümeye devam eder. Yeraltından çıkan sosyalistler ile komünistlerin de desteğini alır. Sosyalist lider Felipe (bugünkü İspanya Başbakanı) ve komünist lider Carillo, daha çok kısa bir süre öncesine değin bir Frankist olan Suarez'le el ele verirler; onun başbakanhğına da pek güçlük çıkarmazlar. Ve ispanya'da Demokrasi Proiesi, sağda ve solda sivil güçlerin el ele vermesiyle tıkır tıkır ışler, kırK yıllık Franko diktatörlüğünden demokrasiye geçiş kolaylaşır... Aradan daha on yıl bile geçmemiştir, ama bugün İspanya'da Adolfo Suarez'in adı, "ülkeyi demokrasiye geçiren adam"olarak okullarda okutulan tarih kitaplarında yer almaktadır... • Sağda ve soldaki gelişmelerin şu günlerde çizmekte olduğu grafik getirdi bunları akjıma. Bir bizde bugün olup bitenlere, bir de İspanya'da demokrasiye geçişe bakınca, insan, demokrasi adına pek o kadar lyimser olamıyor. Gerek sağın ve solun kendi iç mücadelelerindeki yönelişleri, gerekse birbirlerine karşı tutumları hiç de iç açıcı gözükmüyor. Kimse burnundan kıl aldırmıyor. Öyle bir hava var ne yazık ki. Herkes kendini kendi başına bir guç olarak görme eğiliminde. Sanki kendinden başka demokrat yokmuş gibi ve sanki tek başına demokrasiyi gerçekleştirmek mümkünmüş gibi bir hava estirilmekte... Siyaset hayatı, bir dönemde oğlan çocuklannın duvar dibi ıslatırken oynadıkları oyuna yakın özellikler göstermiştir: Buna benzer bir yarış, bu kez, "Ben daha demokratım, hayır ben daha demokratım" tarzında yeniden uç vermeye başlamıştır. Bu arada karşılıklı çıkışlar, zaten siyaset hayatımızda pek yeri olmayan hoşgörü geleneğine bir hayli aykın çizgiler taşımaktadır. Her geçen gün birçok köprünün atıldığı izlenimini veren tutumlara tanık olmaktayız. Basite indirgeyerek özetlemeye çalıştığımız bu gelişmeler, daha önce de belirttiğimiz gibi hem sağ ve solun kendi içinde hem de genel olarak birbirleriyle ilişkilerinde meydana gelmeye başlamıştır. Eğer iyi niyetli amacımız demokrasiye geçiş ise, demokrasiyi Türkiye'de bir daha yıkılmayacak biçimde inşa etmek ise, o zaman sağda ve solda olup bitenler umut verici değildir. Sağda ve solda şu günlerde çok lafı edilen "birtik", "beraberlik" ya da "birleşme"den söz etmiyoruz. Kimin, hangi siyasal gücün, sağda ve solda başı çekeceğini ancak zaman gösterecektir. Bu iş, günü geldiğinde seçim sandığında çözülecektir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz, demokrasi adına birtik sağlamak, hiç olmazsa demokrasi platformu'nda birieşmekVr. Oysa olan bu değildir. Ne sağda, ne solda görülen bu değildir. Bırakalım sağ ve sol güçlerin demokrasi için bir araya gelmelerini, kendi içlerinde bile bu konuda pek öyle umut verici belirtiler yoktur. Şimdilik herkes birbirine karşı sanki duvar örmekle meşguldür; ya da zaten var olan duvarları kalınlaştırmakla... Ne sağ, ne sol, ne de kişiler, tek başlarına ne demokrasiye geçişi sağlayabilirler, ne de demokrasiyi gerçekleştirebilirler. Birbirleri arasında köprüleri atıp duvar örenler, ancak demokrasiyi istemeyenlerin ekmeğıne yağ sürmek gibi hiç de istemedikleri bir işi yapmış olurlar. Demokrasi elbette bir mücadele işidir; ama aynı zamanda çok boyutlu bir diyalog ve işbirliğini de gerektirır. Hele ülkemizin içinde bulunduğu koşullarda... Unutmayalım geçmişi: Takım oyunu çıkaramazsak gol yemeye devam ederiz... MUSTAFA EKMEKÇİ A1NKARA NOTLARI Çam Kadı, Pelit Aybastı'dan güzel izlenimlerle ayrıldık. Aybastı'da kahvedeyken, bir Aybastılı şöyle demişti: Çam kadı, pelit müftü, bu da Aybastı atasözu. Bu sözü hiç duymamıştım. Küçük yerlerde yaşayanların, umarsızlıklannı anlatıyor. Derdini kime yansın, kime başvursun? Çam kadı, pelit müftü, Anadolu'da meyvesi olan meşe ağacına "pelit" denir. Güçlü, dayanıklı ağaçlardır. "Tararna Sozlüğü" pelit için, "yerpalamudu" djyor. CHP eski Konya Senatörü Fakih Ozlen anlatmıştı, bir fıkrayı. Bir Nasrettin Hoca fıkrası, ama Fransız eski devtet başkanlarından de Gaulle anlatmış; "de Gaulle'ün Nasrettin Hoca fıkrası" diye anlatılırmış. Fıkra şöyle: Timur, Nasrettin Hoca'yı bir gün ağlar görür, sorar: Bak şu halime Hoca; ayağım topal, gözüm kör. Aynaya bakamıyorum... O sırada Timur tutar, aynayı kırar. Sonra da kahkahalarta gülmeye başlar. Gülmece ustası Hoca Nasrettin ise, hâlâ ağlamaktadır: Timur. dayanamaz: Hoca efendi: Niye hâlâ ağlıyorsun, diye sorar. Nasrettin karşılık verir: Haşmetlim, aynayı ben kırmadım ki... Aybastı'da ağlayan vatandaşın durumu hepimizi etkilemişti. SODEP Genel Sekreteri Prof. Hicri Fişek: Ağlamak yarar sağlamaz, dayanmak gerek, diye mırıldandı... Aybastı'dan Ordu'ya giderken, yamaçlarda kurulmuş evleri, o tepelere sırtında bir şeyler taşıyan kız çocuklarını seyrediyoruz. Yamaçlar fındık ağaçlarıyla kaplı. Fındık bu yörelerin belli başlı geçim kaynağı. Buralarda edindiğim bılgrye göre, fındık destekleme fiyatı yeterli değil. 1984te 400420 lira olması gereken Kabuklu fındığın kilosu, 240 liradan işlem gördü. Üreticinin bir kilo fındığından 160200 TL. kesilerek devletin kasasına girdi. Hiçbir üründe, bu kerte, yarı yarıya bir vergi yok. Üretici, harmandaki fındığının yarısını bu fon ışlemıyle devlete vermiş oldu. Bu nedenle de, geçimini fındığa bağlayan bu yöre halkı, parasal yönden güçsüzlüğe itildi. Yaşam koşulları nedeniyle fındığını elinde tutamayan, pazara getirmek zorunda kalan üretici fındığını ucuz fiyatla sattı. Burada belirtildiğine göre, her şeyden önce, bir kilo kabuklu fındıkta alınan 50 cent, bir kilo iç fındıkta altnan bir dolarlık fon kaldınlmalı. Böylece, üretici fındığın gerçek değerini elde edebilir, deniyor. Yoksa, üretici bugünkü ürününün yarı değeriyie yetinme zorunda. Bir de, "Fiskobirlik ödemeyi peşin yapsın" diyorlar. Devlet adına alım yapan Fiskobirlik, son yıllarda ödemelerini taksitle yaptığı için serbest piyasadaki fiyatlar, mevsim başında sürekli destekleme fiyatlarımn altında oluşiiyor. Örneğin 1984 mevsiminde verilen 240 TL.Iik destekleme fıyati, Fiskobirlik'çe taksit taksit ödenince, fındık alıcıları, parasız üreticıden fındığı 200220 lira arasında bir fiyatla toplayabiliyor. Bunları depoya koyuyor. 1985 yılbaşından sonra, fındık piyasası Avrupa'da canlanıp, yüz kilo iç fındığın tutarı 270 dolara çıkarken, dolann değerinin de artması sonucu bir kilo kabuklu fındık, Türk parasıyla 425 liradan işlem gördü. Burada, üreticinin etine ise, en iyi satışlarda 240 lira geçti. Böylece fındıktan kazananlar, fon yoluyla devlet, fiyat artışlarıyla tüccar oldu. 1984 "toplam ürünü" yani, "rekoltesi", 300 bin ton kabuklu fındık olarak gerçekleşmek üzere. Fındığa yaşamını bağlamış insanların elinden devlet kilo başına en azından 200 TL. fon keserken, fındık bölgesi üreticilerinin 60 milyar lirası devletin kasasına aktarılmakta. Bu fondan ne kadarı, geri bıraktırılmış bu bölgeye yatırım olarak gelecek? Ordu yöresinde anlatıldığına göre, "fon" alınmamış olsaydı. bugün Karadeniz bölgesinde fındık üreticisinin eline bir kilo kabuklu fındıktan 400 TL. geçecek, bu parayia da zorunlu gereksinimlerini karşılayacaktı. Bölge yaşantısında da, bir canlılık olacaktı. Bölgede esnafın alışveriş canlılığı da, fındığın değerlendirilmesine bağlı. Karadeniz'de eskiler: Bir kilo fındıkla beş kilo mısır alınırsa, fındık değerini bulmuş sayılır... derlermiş. Bugün mısırın kilosu 100 TL, bir kilo fındık, üreticinin elinden çıkarken 240 TL. Bir kilo fındıkla iki buçuk kilo mısır alınabiliyor. Yani, yarı yarıya. Ordu'ya giderken, yol üstünde, bir evin önünde durduk. Mısır ekmeği verdi bir genç kadın. Elimizi yıkamamız için ibrikle sıcak su getirdi. Sordum, altı çocuğu vardı. Minicik minicik kız çocukları. Gözleri maviş maviş... O mavi gözlü minik kız çocukları, gözlerimin önünden gitmedi hiç. Evler, havada gibi. Tahta destekler üzerine kondurulmuş. Bununla akrepten, yılandan, fareden korunmuş oluyorlar. Alttan da rüzgar esiyor, havadar oluyormuş. Ordu'da, "turistik otel"de kaldık. O gece, Karadeniz gezisiyie ilgili ilk "Ankara Notları"nı yazmak istiyordum. Çatıyı çatmak için, sabaha dek uyuyamadım desem yeri. Yazıların bir çeşit "Karadeniz kokteyli" olmasını düşünüyorum. Ordu'da otelde akşam yemeğinde yan yana oturduğum çok kişi, Ferda Güleyî sordu. Onun. gözünden ameliyat oldugunu bilmryorlardı. "Geçmiş olsun" dediler, selam yolladılar... Ordu SODEP il Başkanı Osman Memecan. Belediye Başkanı SODEP'li Kazım TürkmerAe kalabalık bir Ordu "topluluğu" yemekteydiler. Ordu'dan Bulancak'a, oradan Giresun'a gidiyoruz. İzlencemiz böyle. Kimi, yazı yazmak için kaldığımdarı^kafileyi arkadan izlediğım oluyor. Bir yerde yetişiyorum. İlçe çapındaki örgütlerde, yapılan tartışmaları dinledim. Bir ara, içimden "Ben bu içtoplantılarını görmesem" diye geçirmedim değil. Bunu çrtlattığım da oldu. Prof. Hicri Fişek: Bizim basından gizleyecek hiçbir şeyimiz yok. Her şeyi açık açık konuşuyoruz. Lütfen siz de ayrılmayın. Arkadaşlarımız sizlerin okurlarınız, orUarda sizi tanımak isterler... deyince sevindim doğrusu. Hicri Fişek, rahat bir adam. Alçakgönüllü de. Tabandakiler, açık açıkeleştiriyoriar. Örneğin sorulanna, sorunlarına yanıt istiyorlar. Örgüt binalannın kirası, o yörece karşılanıyor. Parasızlıktan yakınıyorlar Biri: Çoğumuzun cebinde çay parası yok, dedi. Demokrasiyi yerleştirme savaşımı böyle yapılıyor... ÖZAL RIYAD'DA Suudi Arabistan 'a yaptığı gezide Başbakan Ozal'ı Veliaht Prens Abdullah Bin Abdülaziz karşüadı. Kral Fahd da Özal onuruna "Kışlık Divatt"da yemek verdi. (Fotoğraf: a.a.) Özal, Kral FahcPla görüştü (Hastarafı 1. Sayfada) de bir milyar dolarlık bir hedefe ulaşılması için gerekli önlemler, maddeler halinde ele alınıyor. Suudi Arabistan gezisinin ikinci gününde de görüşmelerin ağırhğını siyasi ve askeri konulann oluşturması, heyetin yarısını meydana getiren işadamlarını sabırsızlığa itiyor. Bu ulkede taahhüt üstlenmiş müteahhit firmalann yetkilileri bir an önce Suudi yetkililerle konunun değerlendirilmesini ve istihkakların ödenmesinin sağlanmasını bekliyorlar. Dört milyar dolan aşkın bir iş yüklenmiş bulunan 127 Türk müteahhit firmasının istihkaklarını alamamasından dolayı işçi ücreti ödeyemedikleri, bu yüzden 150 bin dolayındaki Türk işçilerinin giderek güç durumda kaldığı belirtiliyor. Bu arada, on yıldan beri bu ülkeyle iş yapan ve bir tek firmadan "icra"ya konulacak biçimde 1,5 milyon dolar alacağı bulunan bir Türk firmasının yöneticisi, Türk heyetine "özel bir öneri ile" başvurdu. Bu öneriye göre, işadamımız bu paranın kurtanlması haiinde bu meblağın yarım milyon dolarını halen Cidde'den yeni başkent Riyad'a taşınan Türk Büyükelçilik binasının yapım ve donatımı için hibe etmeye hazır oldugunu belirtti. Başbakan Özal'a iletilmek üzere verdiği dilekçesiyle ilgili olarak heyetten bir yetkili, konunun toptan ele alındığım, söz konusu işadamının sıkıntısını ve çaresizliğini anlayışla karşıladıklannı, ancak böyle bir hibeye ne olanak ne de gerek bulunduğunu belirterek meselenin iki ülke arasında kısa zamanda çözüleceğini söyledi. Özal'ın gezisine katılan bakanlar da dün Riyad'ta meslektaşlarıyla ikili görüşmelerde bulundular. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, meslektaşı Prens Suud Al Faysal'ı ziyaret etti. Görüşmede, özellikle IranIrak savaşının son tırmanışının ele alındığı lcaydediliyor. Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk, meslektaşı Prens Sultan Bin Abdülaziz'le ortak savunma sanayii konusunda görüş alışverişinde bulundu. Bu görüşmeye, Genelkurmay'dan Tuğamiral Tanju Erdem de hazır bulundu. Yavuztürk, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, "Henüz kristalize olmuş bir sonuç yok. Suudi Arabistan Genelkurmay Başkanı, önümüzdeki aylarda Turkiye'yi ziyaret edecek. Bu konudaki temaslarımm devam ettireceğiz" dedi. Başbakan Özal, bu sabah bir basın toplantısı düzenleyerek, resmi görüşmelere ilişkin açıklamalarda bulunacak. Çağlayangil: Kahır (Baftarafı 1. Sayfada) dedı. Beşiktaş Kongresi'ne katılan Kocayusufpaşaoğlu "bir siyaset adamı için en ağır cczanın seçilememek olduğu"nu söyledi. Bursa Yenişehir Kongresi'nde Çağlayangil "Kahır döneminde kaçanlar bizden değil" biçiminde konuştu. DYP'nin Isparta Kongresi'nde delegeler sık sık "Büyük Türkiye" diye gösteri yaptılar. DYP'nin ilçe kongrelerinde genellikle tek liste ve tek baskan adayı olduğu gözlendi. İsparta Merkez Tlçe Kongresi'nde tek liste çıktı ve tek aday İsmail Atilla kazandı. AP eski il başkanlarmdan Şevket Demirel'le DYP MKYK üyeleri Ali Sümer, Nevzat Özkan ve Fuat Uyar'ın izlediği kongrede coşkulu konuşmalara tanık olundu. Delegeler sık sık " B ü y ü k Türkiye" diye gösteri yaptılar. Genel Başkan Yardımcısı Gökberk Ergenekon, eski siyasilere getirilen kısıtlamalar üzerinde dururken "Biz bunları meşrn yollarla. meşnı vasıtalarla en kısa zamanda halledeceğiz. Yedinci yüına giren Sıkıyönetimin normal idare tarzı haline gelmesini makul karşılamıyoruz. Türkiye bir anayasa devleti olmalıdır. Türkiye eninde sonunda bu kamburlardan kurtulacak, hür ve demokrat olacaktır" dedi. Bursa Yenişehir ilçe kongresinde konuşan DYP üyesi thsan Sabri Çağlayangil, "demokrasi, hüniyet" ve "milliyetçüik" ka\ramlan üzerinde durarak, "Kanla, entrika ile, zorbalıkla iktidar el değiştirmez" dedi. "Milliyetçilikten Atatürk milliyetçiliğini anladıklanm" söyleyen Çağlayangil, "Hüniyet ekmekten önce gelir. Hürriyetsiz ekmeğin tadı tuzu olmaz" biçiminde konuştu. Hükümetin ekonomik politikasmı da eleştiren eski dışişleri bakanı, "Siz, tarihten gelen bir inancın, bir misyonun bugünkü kuşağısınız. Dün vardınız, bugün de varsınız, yarın da olacaksınız" dedi. Kendileri parladığında yanlanna gelen, kahıra uğradıklarında kaçanların kendilerinden olmadıklannı söyleyen Çağlayangil, "Biz bunları gözlerinden, bakışlanndan, geçmişlerinden tanınz" dedi. Ankara'nın Kırıkkale ilçe kongresine katılan Genel Başkan Yıldırım Avcı, " A N A P iktidar olmasaydı, bugünlere zor gelirdi. ANAP'ı ayakta tutan, iktidar zamkıdır" dedi. DYP'nin 34 kurucusundan 30'unun veto edildiğini, kalan dört kişiyle bu kişilerle partiyi 4 milyona çıkardıklarını söyleyen Avcı, Özal hükümetini ağır şekilde eleştirirken, "gecinmenin bir mucize, yaşamanın ise bir sanat haline geldiğini" söyledi. Avcı, Bulgaristan'ın Türklere yönelik basV.\lan için bu zamanı seçtiğini söylerken, "Çünkü, hükümetin içte ve dışta nasıl çalıştığı ortadadır. Bulgar hükümeti de Özal'ın bu zayıflığından yararlanmıştır" dedi. DYP;nin dün tstanbul'da Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy, Kartal, Beyoğlu, Gaziosmanpaşa ve E>üp ilçe kongreleri yapıldı. Genel Başkan Yardımcısı Nazif Kocayusufpaşaoğlu "siyasette yegâne ve meşnı müeyyidenin seçim oldugunu" bildirdi. Demokratik rejimlerde seçimi kaybetmekten daha ağır bir müeyyide olmadığına işaret eden Kocayusufpaşaoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Demokratik rejimde geçiş dönemi >oktur. Anayasamızda da geçiş dönemi diye bir kavram ve hustıs yer olmadığına göre nereden çıktı bu geçiş dönemi sözleri. Geçiş dönemi, ANAP hükümetinin kendi siyasetini, ANAP Genel Başkam'nın 'benden sonra tufan' anlayışını mazur göstermek için uydurduğu bir aldatmacadır. Millet, ANAP iktidannın bu gidişine 'Dur' diyecektir." Beşiktaş Kongresi'ne MKYK üyelerinden Prof. Nezihe Sönmez, Aziz Gümüş ile eski parlamenterlerden Talat Asal ve Sadık Batum, Çağlayangil'in kızı Fatma Itır, gazeteci Nazlı Ilıcak katıldılar. DYP kongrelerinde başkanlıklara seçilenler şunlar: Dereli (Giresun) Hacer Osman Şendikoğlu, Manisa (merkez ilçe): Emin Uz, Iğdır: Atalay Sefer, Rize (merkez ilçe): İlyas Özdemir, Elazığ (merkez ilçe): Fevzi Septioğlu, Viranşehir (Urfa): Selim Ekinci, Diyarbakır (merkez ilçe): Ekrem Aksal, Gebze (Kocaeli) Alaaddin Kurt, Çorlu (Tekirdağ): Kâmil İnan, Turgutlu (Manisa): Cengiz Sivrican, Bursa (merkez ilçe): Hüseyin Çiftliklioğlu, İstanbul Yalova: Levent Acar, Adalar: Yılmaz Faik Akbulut, Kadıköy: Fahrettin Köken, Beyoglu: Necati Aslan Gaziosmanpaşa: Hasan Soylu, Beşiktaş: Fehmi Yıldırım, Kartal: Kadri Ates, EVÜD: Mehmet Gürpınar. Üsküdar Cengiz KapUnoğlu. (Boştorafı 1. Sayfada) O sırada eşim yardıma yetişti. Batı demokrasilerinde örnekleri görülen türden bir tanıtma bürosunu Türkiye'de ilk kez ogerçekleştirdi. Küçük bir gönüllü ekibiyle birlikte, bir yandan partinin yeni tutumunu tanıtıcı her türlü malzemeyi hazırlarken, bir yandan da bunlann küçük bağışlar karşılığında dağıtımı yoluyla, partiye hem gelir sağladı hem de demokratik sol hareketin güçlenmesine katkıda bulundu. Kar kış demeden, toplantı yaptığımız meydanlarda, bazen de sokaklara tezgâhlar kurarak, arkadaşlarıyla birlikte, bu malzemeyi halka sundu. Ben Genel Başkanken, Başbakanken de bu çalışmalarını sürdürdü. O zamana kadar, varlıklı kişilerin bağışlan dışında, parti, ara sıra düzenlenen balolarla veya daha çok hali vakti yerinde olanlann katılabildiği eğlence geceleriyle gelir sağlamaya çahşırdı. Biz, partiyi halka yabancüaştıracak türden toplantılan, eğlenceleri kaldırdık. Halkın ayağınagiderek, halkla daha çok bütünleşerek gelir sağlama yöntemlerini, gönüllü arkadaşlarıyla birlİKte, eşim geliştirdi. Böylece tanıtma ve gelir sağlama yöntemleri demokratik sol doğrultuyla tutarlı duruma geldi. Demokratik sol tutumun bir gereği de, sosyal çahşmalara, en az siyasal çahşmalar kadar önem verilmesi ve sosyal çahşmaların, siyasal çalışmalardan ayrı tutularak, daha geniş halk kesimlerine yönelmesi idi. Oysa örgütün böyle bir alışkanbğı yoktu. "Aydın" veya "ilerici" denen çevreler de bazı demokratik Batı ülkelerinde sosyal demokrasinin nasıl geliştiğini ve uygulandığını, topluma nasıl yayıldığını bilmedikleri veya bilmezden geldikleri için, bu tür sosyal çalışmaları küçümsüyorlardı. En iyi niyetlileri bile, "Pollyannacılık" gibi deyimler kullanarak, böyle çalışmaları hafıfe alıyorlardı. Daha doğrusu, sosyal demokrasiyi ve demokratik solu hafife ahyorlardı. Gönüllü ekiplerie. Örgütün bu tür çalışmalara yönelmesinden umut kesilince, eşim, yine gönüllü arkadaşlar bularak, özellikle kadınlardan, gençlerden, emeklilerden gönüllü ekipler oluşturarak, geniş halk kesimlerine yönelik sosyal çalışmalan, parti dışında, ama demokratik sol doğrultuda düzenlemeye girişti. örgütün bazı kesimleri bundan tedirgin oldular. KJmi politikacılar, yapılması gerekeni hem kendileri yapmıyor hem de başkalarının yapmasını istemiyorlardı. Eşim, o yüzden gelen engellemelerin, hücumların hedefi oldu. Bir büyük partinin üst yönetim mevkilerine, özellikle genel sekreterlik veya genel başkanlık görevlerine gelen kimseler, geniş halk kesimleriyle doğrudan ilişki sürdürmekte, ister istemez bazı güçlüklerle karşılaşırlar. Halkla aralarına duvarlar örülmeye başlar. Dolaştıklan yerlerde, örgüt toplantılanna veya örgüt tarafından düzenlenen açık toplantılara İcatılmaktan, halkla kişi kişiye temas olanağını yeterince bulamaz olurlar. İşlerinin ağırlığı ve zamanlannın doluluğu da bunu aynca güçleştirir. Geçmişte eşim bu bakımdan da bana büyük ölçüde yardımcı oldu. Toplantılar için gittiğimiz illerde, ilçelerde, köylerde, ben kürsüden konuşmarru yaparken veya örgütle görüşürken, eşirn halkın arasına giriyordu; tek başına, darçelirlı halk kesimlerinin yaşadığı sokaklara, gecekondu mahallelerine giderek. hiç tanımadığı ailelerden çağıranlar olursa, parti veya düşünce ayrımı gözetmeksizin, onlan ziyaret ediyor, onlarla ve komşulanyla özel sohbetler yapıyordu. Tanıştığı görüştüğü herkesin adıru, adresini alıyor, onlarla haberleşiyordu. Belki binlercesinin adı, adresi hâlâ ezberindedir. Birlikte değerlendiriyorduk. Bu ilişkilerden edindiği izlenimleri sonradan bana anlatıyordu, birlikte değerlendiriyorduk. Halkın sorunlannı ve düşüncelerini, doğrudan doğruya halktan öğrenmiş oluyorduk. Böylece, eşim Rahşan Ecevit, kamuoyu yoklaması bakımından da benim için, partinin büyük bir eksiğini gidermiş oluyordu. Eşimin bu tür çalışmaları başlangıçta kolay olmadı. Çünkü bir kente veya kasabaya gidildi mi, genellikle oranın ileri gelen partilileri, Ankara'dan 'Engelleri beraber aştık' gelen parti yöneticisinin eşi de birlikte gelmişse, ne yapacaklarını biraz şaşınrlardı. Kendi hanımlarını toplantılara, sofralara getirmeye alışkın olmadıkları, getirirlerse bunun çevrede yadırganacağmı sandıklan için, genellikle, eşimi bir parti yöneticisinin evine buyur edip orada ağırlamak isterlerdi. Zaten bunu ev sahipliğinin gereği sayarlardı. Eşimse, olabildiğince onlan kırmamaya çalışarak izin alıp veya gözden kaybolup, kenar mahallelere gitmenin, kendi başına dolaşıp halkla ilişkiler kurmarun yolunu bulurdu. Terörün en çok yaygınlaştığı dönemlerde bile, eşim bu davranışını sürdürdü. Başına da hiçbir şey gelmedi. Zaman oldu, parti örgütünün, "Biz oraya giremeyiz, sizi de götüremeyiz!.." dediği; jandarmanın bile, "Oraya giderseniz sizi koruyamayız!.." dediği bazı köylere, mahallelere, ya kendi başına ya da gönüllü hanım ve genç arkadaşlanyla birlikte gitti. Her yerde de halkımızın geleneksel konukseverliği ile karşılandı. Eşim, benim de isteğimle ve onayımla, bu çalışma ve halkla ilişki yöntemini sürdürdükçe, bazı alışkanlıklar kınlmaya, bazı gereksiz çekingenlikler aşılmaya başladı. Açıkhava toplantılanmıza büyük sayıda hanımlar da gelir oldu. Buna, "aydın" denen çevrelerin hanımlarından çok, köylü hanımlar, gecekondularda yaşayan aileler öncülük ettiler. Giderek sofralardan içki kalktı; ve sofralara, eşimle birlikte, partililerin hanımları da gelmeye başladılar. Bu kurallara uyulmayan yerlerde ise, ben de eşim de yemeklere gitmeyi reddettik. Aynca yemeklerin dar çevrelerle sınırlı kalmamasını, halka açık olmasını da şart koştuk. öte yandan eşim, sosyal çalışmalar açısından gerekli araştırmaların yapılabilmesi için, geniş uzman kadroları oluşturdu. O uzman kadrolarınm değerli çahşmalarından yıllarca ben de yararlandım. Eşimi hedef aldıiar. Eşimin başlangıçta yadırganan, hatta bazı konularda sonuna kadar yadırganan çalışmaları ve yöntemleri karşısında, açıktan bana bir şey söyleyemeyenler, eşimi hedef aldılar. O, bunlara üzüldü, ama üzerine düşen görevin bilinci içinde, eleştirilere aldınş etmeksizin, bildiği gibi, bildiğimiz gibi davranmaya devam etti.O arada, dışımızdaki solla demokratik sol arasına belirgin bir çizgi çizme konusunda benim kesin tavnmdan tedirgin olanlar da,bunun " s u ç " unu haksız olarak esime yüklediler. "Ecevit tek başına olsa daha yumuşak davranır, asıl katı davranış eşinden geliyor" yollu söylentiler yaydılar. Oysa bu konuda ikimizin tutumu ve davranışı arasında hiçbir zaman en küçük bir ayrılık olmadı. Ikimiz de dışımızdaki sol akımlann özgürlüğünü savunmakla birlikte, o akımları kendi içimize sızdırmamak, demokratik sol doğrultuyu saptırmamak konusunda aynı duyarlılığı gösterdik. Su^amalar. Bazı çevreler, sade giyim kuşamı yüzünden, eşimi "asın solcu"lukla suçlarken, bazı "ilerici" çevreler de "sol düşmanhğı" ile suçladılar. Yolculuklanmızda eşim, benim sağlığıma ve güvenliğime büiük özen gösterirdi. Ama herhangi bir yerde silahlı saldırgan gruplardan gelen can tehlikesiyle karşılaştık mı eşim, hiç duraksama göstermeksizin, benimle birlikte kürsüye gelip yanımda dunırdu veya otobüsün üstüne çıkardı ve tehlikeleri birlikte göğüslerdik. Üzerimize ateş edilir veya taşlar atılırken eşimi yanımda görenler de daha büyük bir inançla meydanlarda toplanırlardı ve öylece meydan saldırganlara boş bırakıhnamış olurdu. Kısacası, sorunlanmı, hep eşim Rahşan Ecevit'le birlikte çözmeye; engelleri, halktan güç alarak, birlikte aşmaya çalıştık. Eşim, demokratik sol harekete ve benim çalışmalarıma bu katkılannı sürdürürken, partinin örgüt işlerine karışmamaya da özen gösterirdi. Kendi düzenlediği veya katıldığı çalışmalarla örgüt çalışmalannı birbirine karıştırmaya kalkışanlardan hemen uzaklasırdı. Bir demokratik sol veya sosyal demokrat harekette yapılması gereken ama yapılmayan işleri üstlenirdi." Katkınıın (Baştarafı 1. Sayfada) leceğe yönelik bir parti kurmak istiyoruz. • 'Seçkin'lere. kendilerine 'aydın' diyenlere ayrıcalıklı yer veren, halka öncülük etmeye özenen değil, halkın önculük edeceği bir hareketi oluşturmaya çalışıyoruz. Dışımızdaki solla ayrüıgımızı açıkseçik belirtmeye özen gösteriyoruz. • Şimdi var olan partilerin hepsi, yetkiyi kendi kendilerine tanıyan veya toplumun üst katındaki smırlı çevrelerden yetki alan kimseler eliyle kurulmuştur. Halini de görüyorsunuz. Eski ve deneyimli siyasal kadrolardan bir kısmının siyaset yapması yasaklanmıştır. Bir kısmı ise 12 Eylül sonrasında üzerlerine düşen demokratik görevleri yerine getirmekten kaçındıkları için etkilerini, işlevlerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Yepyeni siyasal kadroların ortaya çıkması gerekiyor. Bu da zaman alıyor. • Sayıları şimdi 25 bini bulan kurucu adayların lümüyle temas kuruldu ve kunıluyor. Titiz bir incelemeden gecirilerek kurucu a laylıkları uygun bulunanlar aynı titiz incelemeyle başka kurucu adaylar da sağlıyorlar. • Çok yakında, program ve tüzük taslaklan üzerinde kurucu adaylarıyla yurdun her köşesinde görüşmeler yapılacak. Birlikte politika oluşturma alışkanlığı daha kuruluş öncesinden yerlesmeye başlayacak. • Şu anda faaliyet gösteren partilerde olan kişiîerden istekler de yoğunlaştı. Biz titiz bir inceleme yapıyoruz. Bazıları şimdiden geliyor, bazılan kuruluş aşamasında gelmeye hazır. Ancak, kurulu partilerden kurulacak partiye 'yönetici' kadrolar aktarraak gibi bir durum söz konusu değil. • Kuruluştan önce herhangi bir kimsenin herhangi bir göreve talip olması, aday görulmesi veya gösterilmesi de söz konusu değildir. Kendi durumumla ilgili olarak açıkça belirteyim: Ben hiçbir göreve aday değilim ve olmayacağım. Şimdiye kadar olduğu gibi hiçbir mevki beklemeksizin demokratik sol harekete katkımı sürdüreceğim. Katkımın etkili olmasını elbette gözeteceğim. Ama bunun güvencesini herhangi bir mevkide aramıyorum. • Kendimden söz etmeksizin söyleyeyim. Bazen koşullar öyle oluşabilir ki, bir insanın bir harekete etkili biçimde katkıda bulunabilmesi için, bırakınız belli bir mevkide bulunmayı, siyasal haklara sahip bulunması bile gerekmeyebilir. Çamaş (Baftarafı 1. Sayfada) aday olan Ali Karapınar Belediye Başkanı oldu. Karapınar, 3737 seçmenin bulunduğu ve bunlardan 3322'sinin oy kullandığı seçimlerde 1591 oy aldı. SODEP adayı Hayri Çıtır 997, DYP adayı Şükrii Çelik 581 oy topladı, 153 oy iptal edildi. 25 mart seçimlerinde, şimdi Çamaş kasabası sınırları içinde kalan yerlerdeki 15 sandıkta kayıth 3733 seçmenden 35OO'ü oy kullanmış, ANAP 1278, HP 1238, SODEP 830 oy toplamıştı. Bu seçimlere DYP katılmamıştı. Dünkü seçimlerde SODEP'in oylarını artırdığı anlaşıldı. ANAP'taki oy artışına 25 mart yerel seçimlerinde HP'den Sarıyakup'ta Belediye Başkanlığına seçilen Ali Karapınar'ın bu seçimde ANAP'tan aday olmasının etkili olduğu bildirildi. ÇOĞULHAN SEÇİMİ Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesine bağlı Çoğulhan kasabası Belediye Başkanlığı seçimini SODEP adayı Çubadar Çiçek kazandı. 25 mart seçimlerinde SODEP'ten seçilen Osman Şahin'in öldürülmesiyle dün yenilenen seçimlere ANAP. SODEP ve DYP katıldı. SODEPli Çuhadır Çiçek, 597, DYP'li Halit Yıldız 581, ANAP'lı Sadettin Dönmez 130oy topladılar. 25 mart seçimlerine göre SODEP oylarını artırırken, ANAP'ın oy kaybettiği gözlendi. EVET/HAYIR AKBAL (Baştarafı 1. Sayfada) tür Bakanı,kendi bakanlığının bir iki yıl önce yayımladığı kitaplar için, "zararlı diye depolara kaldırdık" diyebiliyorsa; "Bu kitaplar hangileri, kimin yapıtları?" diye sorduğumuzda da bir türlü yanıtlayamıyorsa; bazı gerici kişiler o kitapların SEKA'ya gönderilmesi gerektiğini açıkça yazabiliyorsa, yüksek yerdekiler de bunlara seyirci kalabiliyorsa; kitap alıp okumak; kitap satmak, kitapçı dükkânı açmaya kalkışmak gereksiz, hatta zararlı bir tutum olmaz mı? "Evet, biz, hep kitapçı demiştik, kitap demiştik, okumak ve yazmak demiştik. Çünkü onların ilgilerinin konusu olan bütün şeyler, nelerse, bu çamurlu yokuşta bile, alınıp satılmakta olan her şeyin, eskiden plaklann, gramofonların, kasketler ve fötrlerin, şimdilerde kontrplakların, metal kupaların, kapkacağın, daha çeşitlisi, daha renklisi, özellikle de daha doğrusu, bu birbirinin üstüne kapanan sıra sıra yazılı basılı, adına kitap denilen nesnelerde bulunurdu. Onsuz hiçbir yere varılamıyordu. Dünya bunu böyle bilmiş ve bellemiş..." Çelik Gülersoy'un "Kitapçı mı Dediniz?" yazısını hüzün içinde okudum. Derken, çocukluk günlerimin Yüksekaldırım'ında buldum kendimi... Simit yiyerek, o kitapçı vitrinlerini, seyreden bir ilkokul öğrencisiydim yeniden... Cebimdeki otuz kırft kuruşla, ciltli, güzel bir kitap almayı düşleyerek, 1935 yılının bir mart gününde avare avare dolaşan bir çocuk... Şimdilerde böyle cocuklar yine var elbet, ama o küçük, o sevimli, o tozlu kitapçılar tarıhe Varıştı... Birdüzeltme: 10Mart 1985tarihli "KüttürBakanınaSesleniş" başlıkh yazımda, 12 Eylül öncesindeki Demirel hükümetinin Kültür Bakanı olarak Sayın Tevfik Koraltan yerine, Sayın Avni Akyol'un adı yazılmıştır. Bu üzüciî yanlışlığı düzeltir, Sayın Akyol'dan ve okurlarımdan özür dilerim. EVINIZIN MUTFAGINIZIN DOSTU (Baştarafı 1. Sayfada) cumhurbaşkanlığı için aday gösterilen Hristos Sarzetakis beklenildiği gibi 200 oyu sağlayamadı. Sosyalist PASOK ile Komünist Partisi'nin desteğindeki Sarzetakis, dünkü ilk tur oylamada ancak (178) oy sağlayabildi. Ana muhalefet Yeni Demokrasi Partisi'nin ret oyları da (112) 113'ü buldu. İlk tur seçimlerde 6 boş, 6 da geçersiz oy kullanıldı. Yunan Anayasası, cumhurbaşkanı adayının ilk turda 200 oy sağlayamaması halinde 5 gün sonraki ikinci turda 200 oy sağlamasını gerektiriyor. Aksi halde yine 5 gün sonra yapılacak 3. turda en az 180 oy yeterli olacak. Sarzetakis ANKARA PAZARLARI ANK ARA GIDA TlC.ve SAN. A.S. (Baştarafı 1. Sayfada) lan iddialara dayalı Bulgaristan aleyhtarı kampanyanın derhal durdurulmasında ısrar etme hakkına sahiptir ve egemen Bulgaristan devlelinin içişlerine ve kökenleri ne olursa olsun vatandaşlanna müdahale girişimlerine son verilmesini talep eder" denildi. Şiddet yok
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle