15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHVRİYET/8 26 MART 1984 ER(;i\ Ç4Ğ4T ORLY KATIIAMENDAN YASAMA DONUŞ Ölümle yaşam sınırında 2 gün Bir koltuğa oturdum. Salonu gaz ve yanık kanşımı pis bır koku kaplamıştı. Yanıma uniformasından ne olduğunu anlayamadığım biri geldi. Yuzume oksijen maskesi takmak istiyordu. Yuzümü görünce vazgeçti. Acı ve koku. Sıkılmıştım. Yurüyerek terminal binasınm dışına çıktım. Amacım bir taksi bulup gitmekti. Dışarıda büyük bir kargaşaIık vardı. Bir telefon kulübesinin dibine çöktüm. Biraz sonra yanıma Fransız olduğunu tahmin ettiğim bir kadın geldi. Yan tarafı yanmıştı. Hafiften bir ruzgâr esiyordu. Rüzgânn serinliği, ellerimde ve yüzumde artan acıyı biraz olsun azaltmıştı. Biraz ilerdeki kaldırıma içeride daha once ustünden atladığım iri yapılı adamı getirip uzattılar. Gözumün ucuyla baktım, nefes ahp almadığı belli olmuyordu. Biraz sonra onun yanına birini daha getirıp yatırdılar. Hemen arkasından bir foto muhabiri geldi, fotoğraflanmı çekmeğe başladı. Foto muhabirinin yuzune baktım, tanımadığım gençten birisiydi. Onun arkasında başka bir foto muhabiri daha vardı. O da resim çekmeye başladı. Gulmeye başladım. "Demek böyle oluyormus" dedim içimden. Hep acı içinde fotoğrafını çektiğim ınsanlar, yuzleri, yardım arayan bakışları, acı dolu gozleri, ümitsizlik. Van depreminde üç yavrusunu kaybetmiş babanın yuzu, 1973 Arap Israil savaşında fosfor bombalannın etkisi ile yanmış askerlenn kıvranmaları ve diğerlerı ışık hızı ile gözlerimin önünden kaydı gitti. MUSTAFA EKMEKÇİ ANKAR A NOTLARI Bir seçim böyle geçti... DAYANACAK GÜCÜMKALMAD1 Terminalden dışan çıknm. Artık yüruyecek gücum kahnamıştı. Bir telefon kulübesinin dibine çöktüm. Biraz sonra yanıma bir kadın oturdu. Onun da yan tarafı yanmıstı. Ruzgâr aalanmı biraz olsun hafifletiyordu. nanları hastanede ziyaret etti, seninle konuştu" dedi. Ben bunların hiçbirini hatırlamıyordum. Gozlerimi açıncaya kadar aradan iki gun geçmişn. Ölumle, yaşam sınırında 2 gun. Hastanede geçırdiğim ilk gunlerin acısını kelimelerle anlatmam olanaksız. Ancak çok iyi bakılıyorduk. Askeri tesıs olan Perc> hastanesindeki uzman doktorlar yanık konusunda çok ıddialıydılar. "Amerika'yı bilme>iz ama Avrupa'da bizden daha iyisi \e gelişmiş metotlan olan bir ikinci hastane olmadığını rahatlıkla soyleriz" diyorlardı. Nitekim olaylar, tedavi suresince devam eden yoğun bakım ve gordüklerim, uzmanların söylediklerini doğruluyordu. Yanık bolumu uzay çağındaki bir hastane görunumundeydı. Bulün yaralılar, ayrı ayrı ve mıkroptan annmış odalarda kalıyorduk. Steril olan yalnız bizim kaldığımtz odalar değildi. Tüm ağır vanık bolumu elektronik olarak kontrol edilen ve mıkroptan tamamen annmış bır bolum haline getirilmişti. Buraya uzman doktor ve hemşirelerin dışında başkasının girmesi olanak dışıydı. Orneğin eşim tüm tedavi ve bakım sırasında bir kere olsun odama gelememişti. Kendisi ile kalın bir cam ile ayrılan odamın bitişiğindeki ziyaretçi odasından ya telefon ile ya da aracın bozuk olduğu gunler kâğıt kalemle anlaşıyorduk. Kaldığımız hastanede ağır yanık bölümü cam bir altıgen şeklinde inşa edilmişti. Altıgenin ortası, sera gibi üstu camla kapalı, çeşitli tropikal bitkilerin yetiştiği büyükçe bir bahçeydi. Bölümde yatan her hasta altıgenin kenar uçlanna sıralanmış odalanndan bahçeyi rahatlıkla görebiliyordu. Böyle bir bahçeye neden gerek duyulduğunu sorduğum zaman bolum şefi Dr. Albay Gilbaund, "Biz bu bahçeyi acı içinde kıvranan insanlann ıstırabını biraz olsun hafiflelmek, onlara giızel bir şey gostermek, onlan hayatın guzel olduğuna, yaşamağa değer olduğuna inandırmak için yaptık" dedi. Ancak ben sonraları o bahçenin başka bir işlevini öğrenerek hayretler içinde kalacaktım. Gündüzleri yoğun tropikal bitkilerinın ürettiği oksijen, basınçla hasta odalanna veriliyordu. Boylelikle yapay oksijen kullanma gereği ortadan kalkıyordu. Bir kolonun dibine çöktüm. Artık hiç halim kalmamıştı. Gazeteciler fo toğraflarım ı çekmeye başladılar. Gülmeye başladım. Gözümün önünden Van depreminde üç yavrusunu yitirmiş babanın yüzü, Arapİsrail savaşında fosfor bombaları ile yanmış askerlerin kıvranmaları geçiyordu. Onlar acı içinde bağrışırken, ben fotoğraflarını çekiyordum. Şimdi ise, ben acı içinde kıvranıyor, başkaları da fotoğrafımı çekiyordu. Gozlerimi açtığımda sargılar içindeydim. Ziyaretime gelenler helikopterle önce başka hastaneye kaldırıldığımı, oradan bu hastaneye getirildiğimi, Mitterrand'ın beni ziyaret edip konuştuğunu söylüyorlardı. Bunların hiçbirini hatırlamıyordum. minde olan taraflar kazınır, kesilir, temizlenen yerlere yeni pansumanlar yerleştirilirdi. Dr. Pierre ağır yanık bölumünde yedeksubaylığını yapıyordu. Çoğu zaman yanıklarımı temizlemek işi ona düşüyordu. Bir gün banyo sırasında, "Çok acıyor rau?" diye sordu. "Başka bir yontem biliyor musunuz? Başka bir seçeneğim var mı?" diye cevap verdim. "Hayır yok" dedi. " O halde siz bunu yapmaya. ben de acısına katlanmaya mecburum. Tabii siz iyileştirmek. ben de iyileşmek istiyorsam" dedim. Dr. Pierre yuzume baktı, eündeki bisturiyi gobeğimin uzerine bırakarak guldu. 'Doktor size başka bir şey söyleyeyim' dedim. "Turkiye'de erkeklerin ağlaması ayıp sayılır. Canlan yansa da acıyı gostermemeye çalışırlar. Acıya dayanıklılık erkekliğin bir simgesi gibidir" dedim. Dr. Pierre hayretle yüzüme baktı, "Bu hastaneye 15 ağır yaralıyı getirdikleri zaman lobide sıralanan sedyelerden bir iki inilti dışında bu nedenle mi hiç ses çıkmıyordu? Biz çok şaşırmıştık. Normal olarak bu kadar sayıda acı çeken insan ortalığı birbirine katar. Bizim geçmiş tecrübelerimizde bu böyle olmuştur" diye hayretini saklamadı. Yann: Fransız doktor: Elçiliğiniz masrafları karşılamazsa sizi arnelivat edemeviz. Yardım geliyor Acım gittikçe artıyordu. Etrafta bana yardım edebilecek birini ararken üniformalı bir adam yanıma geldi. Koluma ığne yapıp bir serum bağladı. Az sonra bir sedye getirdiler. Bana yardım edenlerden biri, kolumdan uzanan serum hortumuna bir ilaç kattı. İlaç daha etkisini göstermeden makasla gömleğimi kesti. Yavaş yavaş uykum geliyordu. Ellerimin acısı hafiflemeğe başlamıştı. Gozlerimi açtığım zaman her tarafım sargı içindeydi. Az sonra odaya bir doktorla bir hemşire girdi ve o zamana kadar kapalı duran bir perdeyi açtılar. Camın arkasında karırfı ve Perihan duruyordu. Olaydan iki ay sonra hastaneden ayrıldığım giın kanmın söyledikleri beni hayrete düşürmuştü. Konuşma sırasında, "Seni ilk önce Creteil Hastanesi'nde aradım" dedi. Ben ise hayretle "Niye orada aradın? Ben hep Clamart'taydım" dedim. " H a y ı r " dedi kanm, "Seni ilk önce Creteil hastanesi'ne götürmüşler sonra Clamart Perc> Hastanesi'ne getirdiler." Yanıta çok şaşırmıştım. Yine hastaneye ziyarete gelen gazeteci arkadaşların söyledikleri bilmediğim bir gerçeği doğruluyordu. Kimi "Seni TV'de gördük, helikoptere bindiriy'oriardı. Mitterrand ola> yerine geldi ve seninleçok ilgilendi...", bazıları; "Mitterrand olayda yarala Yanık banyosu Percv hastanesi'nin ağır yanıklar bolümunde, tedavi gereğınce her gun banyo yapmak zorunluğu vardı. Her gun sedye ile banyo odalarına goturuyorlar, paslanmaz çelikten yapılmış kuvetlerin içindeki ilaçlı suya daldırıyorlardı. Bu işlemi hastayı banyoya bağlı mekanik bir sedyenin üstune yatırdıktan sonra, sedyeyi hastayla beraber suya HER TARAFIM SARG1LAR İÇİNDE Fercy hastanesmde gozlerimi açtığunda her tarafımsargüar daldırarak gerçekleştiriyorlardı. deydL Mikropiardan anndmlmış bir odada kahyordum. Ziyarete gelenlerle ancak telefon araaJığı ile aniaşaBanyo faslından sonra ne kadar biliyordum. ledavi dayanüacak gibi değildL Her gün ilaçh su dolu küvetin içine batmyorlar, daha sonra da yanmış deri varsa elden geçer, çürüyen, iltihapkman yerleri kazıyorlardı. Acdara dayanmaktan başka bir seçeneğim yoktu. çurüyen ve iltihaplanma eğili,t • 19831984 YUNUS NADİ ARMAĞANI YARIŞMASI KONU: lıklardan kalabalıklara, dağlardan ormanlara, hayvanlardan bitkilere dek her alanda çalışmaya yanşma alanı açıktır. Yurdumuzun çeşitli yörelerinde fotoğrafçılığı amator bir ruhla ikinci meslek edinmiş okurlarımızın bulunduğunu biliyoruz. Çağımızın teknolojisi fotoğraf makinelerini geliştirmiş; kolay kullanılabilir küçük aygıtlara dönüştürmuştür. Yunus Nadi Armağanı Fotoğraf Yarışması'na yurdun her yanından katılım bekliyoruz. Her yöreden gelecek gorüntülerin yasadığımız Türkiye'nin büyuk bir albümünu oluşturması ve çağımıza tanıklık edecek belgesel bir bütünluk kazanması yarışma sonucunu ayrıca değerlendirecektir. Fotoğraf F otoğraf günümüzde tüm dünyayı kapsayan etkili bir iletişim aracı niteliğine dönüşmuştur. Ne var ki, fotoğrafın ;şlevi bu boyutta kalmıyor; denizaltı araştırmalarmda, tıp çalışmalarında, uzay deneylerinde ve bilimin her alamnda fotoğrafın önemi gun geçtikçe büyümekte, aynca güzel sanatlar arasında özel bir ver tutmaktadır. lletişimde, bilimde, sanatta gun geçtikçe önemini duyuran fotoğraf, Yunus Nadi Armağanı 19831984 yanşmasının konusu olarak seçilmiştir. Bu seçimin bir de ozel nedeni vardır. Cumhuriyet, baskı sistemini yenileyerek otset düzenıne geçti. Bu değişim en ince detaylanna kadar fotoğrafı gazetemiz sayfalanna yansıtmak olanaklannı yarattı. Kimi zaman bir sanat yapıtı değerini taşıyan, kimi zaman toplumsal bir gerçeği vurgulayan, kimi zaman gazetecilik değeri içeren siyahbeyaz fotoğraflan okurlarımıza sunmaya çalışıyoruz. Baskı sistemini yenileyerek fotoğrafları değerini yitirmeden basabilmek olanaklannı sağlayan Cumhunyet'in Yunus Nadi Armağanı Yarışması'nı bu yıl fotoğraf vanşmasına ayırması bir anlam tasımaktariır Dünya gazetecilik yasamında fotoğrafın onemi yadsınamaz. İnsanlığı ilgilendiren yaşam kesitlerinı anında saptamak için günün her saatinde uyku durak bilmeden olayları kovalayanlar arasında olağanüstu bir yarış sürmektedir. Önemlı ya da anlamlı bir olayı anında objektifle saptamak o geçici ana süreklilik kazandırmak demektir, ancak bu işi yaparken sanat değeri olan bir ürün verebilmek için ayrı bir yetenek söz konusudur. 19831984 Yunus Nadi Armağanı Fotoğraf Yarışması'nda konu serbesttir. Toplumsal, siyasal, doğasal alanlardaki her tür fotoğraf yarışmaya katılabileceği gibi yaşamın özel kesitlerini, bireyin ruhsal durumlarını yansıtan fotoğraflar da yarışma çerçevesi içinde sayılmaktadır. Portrelerden yığınlara, yalnız YARIŞMA KOŞULLARI 1. Yarışma amatör ve profesyonel bıitü'n fotoğrafçılara açıktır. Yarışmacılar istedikteri herhangı bir konuda en çok uç tane siyahbeyaz fotoğrafla yarışmaya kalıiabilirler. 2 . Yarışmaya katılacak siyahbeyaz fotoğraflann en az 18 x 24 santimetre (uzun kenar 24 santımetrej, en çok 30 x 40 santimetre (uzun kenar 40 santimetre) boyutlannda olması gereklidir. 3. Soz konusu fotoğraflar daha önce başka yerde yayınlanmamış ya da sergilenmemiş olmahdır. 4. Yanşmaaların, arkasına adlarını ve soyadlarını yazdıkları iki kişisel fotoğraflarını, yaşam oykuleri ve açık adresleriyle birlikte 1 nisan 1984 tarihine kadar, "Cumhuriyet Gazetesi, Yunus Nadi Armağanı, Cağaloğlu / Istanbul" adresine elden teslim etmelerı, ya da iadelitaahhutlu olarak postalamaları gereklidir. 5 . Yanşma sonuçları 29 haziran 1984 günü açıklanacaktır. G. Yarışmayı kazananların dışında, katılanların kimlikleri açıktanmayacakttr. 7. Yarışmaya katılan fotoğraflar geri verilmeyecektir. 8. "Yunus Nadi Armağanı Fotoğraf Yanşması"nın parasal ödullen şöyledir: Birinciye, 200.000 Türk Lirası. İkinciye, 120.000 Turk Lirası. İçüncüye, 80.000 Turk Lirası. Ayrıca, beş fotoğrafa 10.000'er Turk Lirası mansiyon. Yarışmaya katılan fotoğraflann Cumhuriyet 'te yayınlanması durumunda, her birine 2000 Turk Lirası telifucreıi odenecektir. ti Ceçtiğimiz yıl'' Yunus Nadi Ödülü' 'nü almaya layık yapıt bulunmadığmdan, birinciye, ıkinave ve uçuncuye odenmesi gereken 100.000, 60.000 ve 40.000 Türk Lirası tutanndaki uç ödul bu ytlın bırincilik, ıkincilık ve uçunculuk odulune eklenmiştır. Bülent Dikmener Haber Ödülü Yarışması Vedat Dalokay, seçım kampanyasını fıkralarla yürüttü, denebilir. Vedat, dengine getirip fıkra anlatıyor, kahvedekileri kınp geçiriyordu. Andre Gide'ın bir öyküsünden esinlenerek anlattığı fikralardan birini, Vedat şöyle anlattyordu: Sevgıli iarkadaşlarım, burası gecekondu bölgesi; size bir gecekondulu ile ilgılı fıkra anlatacağım. ("Anlat, anlat", sesleri) Gecekonduda yaşayan bir vatandaş ölmüş. Allah rahmet eylesın... ("Amin" sesleri) Bu vatandaş öbür dünyaya varınca, Tanrı sormuş: Sen cennetlıksin, seni cennetıme alıyorum, tamam mı? Cennet nasıl bir şey, diye sormuş vatandaş; ne menem şey? Cennet, demiş Tanrı, Hiçbır eksıği olmayan bir yerdir. Yediğin önünde, yemediğin ardında. Kevser şarapları, gılmanlar... Sonra, sutar akar her yerden; yolları asfalt, trafiğı düzgün, can güvenliği var! Yok. diye karşılık vermiş vatandaş, ben böyle bir yeri yaşamım boyunca düşlemedim bile. İstemem... Tanrı kızmış iyiden lyiye: O zaman. demiş, seni cehenneme göndereceğim!? Orası nasıl yer öyle? 'Zebaniler var; ateşte yanacaksın, suyu yok, açlık, perişanlık, telefonsuz, böyle bir yer... Hayır, demiş vatandaş Tanrıya, beni oraya gönderemezsin! Neden? Çünkü ben gecekondudan geliyorum! ("Bravo" sesleri, alkışlar) • * * Seçim arifesı, cumartesı gunü, Ferda Güley'le TRT'nin oradan yurüyerek Kızılay'a iniyorduk. SODEP'in konvoyu geliyordu karşıdan Erdal İnönü, öndekı arabanın içınden el sallıyordu. Seçim yasaklarına gırdiğinden, Cebeci'deki açık hava toplantısı da, dün kamuoyuna yansıtılamadı. Erdal İnönü konuşurken, tam üstlerinden uçurtma gibi, kuyruğunda "ANAP" yazılı, pırpır uçağı geçti. Erdal İnönü, konuşmasını keserek, el salladı uçağa. Halka da: Onların parası var, bizim halkımız var! dedi. Uzun uzun alkışlandı. Dövızlerden birınde, "Kent enstitulen, SODEP'in eseri olacaktır" biçımindeydi Köy enstıtülerınin bir benzeri yani; bu Tonguç'un düşuncesıydi. Köy enstitülerıne benzer, iş içinde eğitimı öngören "Kent enstitüleri"y\e ilgili yasa taslağını, yıllar önce hazırlamıştı bile Ancak kaldı, unutuldu... Yerel seçimler, bir çeşit genel seçim havasında geçti. Demokrasiye bir özlemin, bır susamışlıgın simgesi gibıydı. En etkin propagandayı ANAP'lılar yaptılar. İlginçtir, ANAP için çalışan bir bayanı bilirim, 1973 seçimlerı öncesinde, CHP için çalışmıştı1 Değerimizi bilmediler abicim, bildiler mi? diyordu.. Sezdiğim, esnaf, bilinçlenmemiş işçi çoğunluğuyla yine ANAP'a oy kullanıyordu. Bilenlerin söylediğine göre, SODEP'in Halkçı Parti'de yüzde beş, ANAP'ta da bir ölçüde "emanet" oyu duruyordu... • * • Yine cennetle ilgili bır fıkra, bu çok parti değiştirenler için yakıştırılabılir: Bir yaşlı kankoca, kadının adı Mszruka, kocanın adı diyelim Mustafa olsun; Mezruka kocasından altı ay önce ölmüş. Mustafa da, Mezruka'nın ozlemıyle çok yaşamamış işte. Doğruca cennetin kapısına varmış. Cennetin adı: 'Ravzai Rıdvan". Cennetin kapıcısının adı da Rıdvan. Rıdvan efendı, kapıyı açıp da, karşısında Mustafa'yı görünce sorar: Kimsin? Mustafa! Rıdvan, deftere bakar, evet listede adı var; "Bu/urun şöyle Mustafendı, ne emrediyorsunuz?" diye ağırlar onu. Mustafa: Ben, der, kanm Mezruka'yı arıyorum. Onu görmek istiyorum. Altı ay önce cennete gelmişti. Rıdvan, sayıayı çevirir, tarihlere bakar yok... Yok, der, gelmemiş. Nasıl olur? O kadar namusludur ki, ne eline kinsenin eli değmiş, ne gözüne bir göz degmiştir... Yok kardeşim, ışte bakıyoruz. Cennette yok. Belki cehennemdedir; Cehenneme gıderler. Orada zebani Karşılar. Mustafa cennette oturduğu için, her yeri dolaşma hakkt da var, vize filan gerekli değil. Anlatır, "efendim, böyle böyle... Ben karım Mezruka'yı arıyorum" Adı ne, demiştiniz? Mezruka... Bakarlar, yok. Zebani, "Bir kadınlar bölümü daha var, isterseniz oraya da bakalım'öer. Mustafa, "Eyvaaah!"deriçinden, keşke burda bulunsaydı... Orada, ınsanı suçları işlemiş olanlardan daha ağırlan bulunmakta. Onlar, daire bıçimınde bir yerin çevresinde dumnadan dönmekteler. 360 derece, dönüyorlar babam dönüyoriar... Iıh... Mezruka, orada da yok. Mustafa sevınır: Bilmiştım zaten, benim Mezrukam buralarda olamaz. Öyle dürüst bir insandı ki o. Fakat nerede? Bir zebani: Yoksa, başka adla mı geldi? Asıl adı neydi? diye sorar: Asıl adı Hanife'dir efendim, ama biz Mezruka deriz. Nüfusa öyle geçmiş... Zebani, uyanır: Ha, der şu tombul Hanife? Evet evet, nerede o? Onu müdür odasına vantilatöryaptık!O denli hızlı dönüyordu ki.... • • * Ne zaman bir seçim olsa, usuma çuvaldız fıkrası gelir: Köylünün biri, pazarda dolaşırken, yerde bır çuvaldız bulur. Bulunan şey, kendısının değıl, sahibıne vermek ister; ancak çuvaldız da öylesine gerekli ki... Ne yapsın? Bağırır: Ben biiir... (içinden söylenır)"çuvaldız buldum". Köyüne gitmek ıçın, oradan hızla uzaklaşır, tepeye vanr. Pazar yerine bakar. Üzaktan insanlar, yerde bir şey arıyorlarmış gibi gelir. görünür ona. Çuvaldızı aradıklarını sanır: Tepeden bağırır: Kayna gidininpazarı kayna, der, çuvaldızı bulan buldu!" SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL "Hak ettiğim kadro verilebilseydi"7 Gazeteci Bulent Dikmener'in anısını yaşatmak ve Türk gazeteciliğine olan katkılarım manevi yönden surdurmeyi sağlamak amacıyla, adına 1980 yılında konulan "Haber Ödül ü " 1984 yılında da sürdürulmektedir. Odul koşullan şöyledir: 1Oduk her Türk gazetecisi aday olabilir. 2Adaylık gazetecinin kendi önerisi veya Odül Komitesi'nin onerisi ile gerçekleşir. 3~Ödüle aday göstenlecek haberlerin 1 Nisan 1983 ile 31 Man 1984 gıinlerı arasında günluk gazetelerden bırınde yaymlanmış olması gereklıdır. 4Ödüle aday olabilmek için nitelikleri 3. maddede belirtilen haberlerin yayınlandığı gazetelerin bır sayısının 10 Nisan 1984 guniı akşamına kadar, SSeçıcı Kurul'un değerlendırmesisonunda birinciliği kazanan habertn yazarına 20 bin lira ödul ve bır plaket verileceklir. Haberin bir ekıp tarafından oluşturulması halinde ödul tuıarı yazarlar arasında eşıt olarak paylaştırılır. Kişisel başvurularda, tmzasız yayınlanan haherler için yazarın kimliğinın, sorumlu yazı işleri müdurü tarafından onaylanmış olması zorunludur. Bülent Dikmener Haber Ödülü PK 246 tSTANBÜL adresine ulasacak biçimde taahhütlu olarak gönderilmesi zorunludur. 4 yıllık \uksek öğrenim kunımunu bitirdim. 2. derecenin 5. kademesinden emekli oldum. Hak ettiğim kadro verilebilseydi, 1. derecenin 2. kademesinden emekli olacaktım. Bu durumda ek göstergeden kaybım olmaktadır. Bu kaybımın önlenmesi mümkün mıidur? T.G. İSTANBUL ÇAUŞANLARIN "Ayrıcalık kaldınlabilir" Ek göstergeler hakkında yazmış olduğum yazının cevabını gazeteni/de okudum. Sizinle aynı gun Emekli Sandığı'na da kanuni durumumu belirten bir dilekçe gondermiş ve incelemelerini istemiştim. Sağolsunlar, incelemişler ve diplomalanmın asıllarını istemişler. Yazıyı aldığım gün hemen 2 diplomamın asıllarını bir yazıya bağlayarak gonderdım. Sonucu merakla bekliyorum. Bildiğiniz gibi 657 sayılı Devlet Memurları Yasası çıkarıldıktan sonra 1975 yılında yapılan intibaklarda 1970 mart oncesi emekli olanların öğrenim durumlarına göre gidebilecekleri tavan derece ve kademelerıne göre intibakları yapıldı. Bu yuzden de çok kişi mağdur oldu. Sonuçta bu kişilerin çeşitli uğraşıları ve gazetelerin konuyu sık sık ele almaları sonucu 10 yıllık bir gecikmeyle bu haksızlık 1981 de kanunla duzeltildi. Fakat ne yazık ki yaşlı kimselerin pek çoğu bunu göremediler. Şimdi de ek gösterge işinde aynı yola sapıldı. Ayrıcalık yuzünden yine yuzbinlerce memur emeklisi mağdur durumda. 23.9.1983 gun ve 2898 sayılı yasaya açıklık getırılerek bu ayrıcalık kaldırılabilır. Gazeteniz ilgililerince, bu konu uzerine yazılar yazılarak olumlu bir sonuca varılması için gayretlerinizi bekliyoruz. A.C. DFN1ZI.I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle