14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER tın almak durumuna düşürmesidir. Bu olumsuz duruma neden olan politik tercihlerin doğuracağı ciddi sakıncalar, zamanında sürekli olarak dile getirilmesine karşın, sorumlular, bunu adeta yok sanmış, hatta bu olumsuzlukları veteriner ve ziraat meslekleri arasında, üstesinden zor gelinir bir karşılıklı suçlama ve kapışma olguları arenasına dönüştürerek, belki de asıl sorumluluklarını gözden uzak tutmayı düşünmüşlerdir. Böylece, bu iki meslek arasında giderek güçlenen, süreğen bir duruma giren söz konusu çekişmelerin doğurduğu tedirginlik ve gerilimler yüzünden hayvancılıkla ilgili çalışmalar çok büyük ölçüde aksamış, nerede ise yürütülmesi güç bir kaos haline getirilmiştir. Otuz yıh aşkın bir süredir, adeta inatla sürdürülegelen bu olumsuzluklar, yurt hayvancılığına ilişkin temel çalışmalann nasıl, ne ile ve kimlerle yürütülebileceği, bilinmez bir keşmekeşe itilmiş, kısacası bu çalışmalar bozuk bir yapıya sokulmuş, yozIaştırılmıştır. Gerçekte, 1520 yıl önce iyice şekillendirilmiş bu olumsuz tablo ile, Türkiye hayvancılığının var olan kurumları ve teknisyenleriyle yürütülemeyeceği, ters ve yanlış kanısı, ülkemizin siyaset adamlarına, yazık ki benimsetilmiş; sonuç olarak, yabancıların önerip, büyük ölçüde denetleyebildiği bir hayvancılık politika ve stratejileri, 1960'h yılların sonunda yasaJaştınlarak, uygulamalara geçilmiştir. mekle hay\ancılık çahşmalarının gerekli birlikteliğini daha da bozarak çok ciddi sorunlar doğuracaktır. SONUÇ Siyasal tercihlerin başansı, yapılması ongörülen işlerin, elle tutulur sonuçlar verecek biçimde düzenlenmesine bağlıdır. Bu da, Sayın Başbakan Özal'ın sıkça yinelediği "iş bilen, iş bitiren" İcişilere söz konusu hizmetlerin yaptırılmasıyla ancak gerçekleştirilebilir. Yoksa, iki meslek arasında yazık ki yapay olarak yaratılmış geçimsizliği, işin yetkince yapılması ve zamanında bitirilmesine bakmaksızın, salt bu geçimsizliği, kuramsal (teorik) dengelemelerle gidermek amacıyla varılacak bir siyasal tercih ve buna dayalı olarak kurulacak yeni örgüt biçimleri, ne denli parlak, çekici görünümde olursa olsun, sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Bizce bu konuda izlenecek tutum, geçimsizlikleri ne denli büyuk boyutta olursa olsün, söz konusu mesleklerin bütünlüğünü ve onurunu koruyacak bir biçimde, çok açık olan, kimin hangi çalışmalan en etkin biçimde yapabileceğini açıkça belirleyip, mesleki baskı ve yaygaralara kulak asmaksızın, hayvancılık çalışmalannı ehline yürütmektir. Yani adama iş değil, işe adam bulmaktır. (1) S«viııç. A. 1974. Turkiyt Hayvancılığının Islahı ve Başlıca Sonınlan. Turkiyc 4. Hajvancılık Kongresi. (2) Serinç, A. 1981. Turimt'de Ha>vaasal İ relimin Vapısı, Po(ansiytli. Gtlişlirmf Olanakları ve ÖRİemleri A.t'.Vel.Fak. Yayını: 3«7/Z65. (3) S o i * ; . A. 1971. Veleriner Hekinılik ve Zoolekni Çalışmalanıiın Yönetim Sonımlulugtı. A.t'.Vet.Fak.Vayını: 267. (41 Turk Veteriner Hekimligi Öğretiminin 131. Vıldönüm» A.U.Vet.Fak. Vayinı. 20 ARALIK 1984 Hayvancılıkta Yozlaştırma Hayvanalığımız gerilemeye 1950'liyıllarda başlamış, buyetmiyormuş gibi, kimi dış ülkelerden kredi almak uğruna, yabancı denetimi altına da sokulmuştur. PENCERE Z'li Yazı... Sevgili arkadaşım Can Yücel, Adanalı değildir; ama sanırım on iki yıl önce siyasi mahpus olarak Adana'da epey kaldı. Bu bakımdan zort çekmenin ne demekolduğunu bilir; bildiğini de kanıtlamıştır. Sayın yöneticilerimizin dünyanın en güzel körfezi Gökova1 da (eski adı Cova) termik santral kurup, yaşayan balık türlerini yok ederek alabalık yetiştirmek inatları sürdüğünden, Can Yücel, bu unutulmaz olayı tarihsel belgeye bağlamak amacıyla bir yergi yazmış. Bu "Z'li Şiir"\ "Duyduk. Gördük" köşesinde Yalçın Pekşen arkadaşımız yayımladı. Okumayanlar okusun, duymayanlar duysun diye yineliyorum. "Zenerci ve zabii kelaynaklar Büyükbaş Bakanın Cova'da zermik zantral zurmakla Zalabalıklarının zıplayacağını Zaçakçılığın önleneceğini Zurizmin zıplayacağını Büyükbaşlar züretiminin zartacağını YEŞİLLE MAVİNİN zok edileceğini zütfen zifade zetmişler... • * • Prof. Dr. AFİF SEVİNÇ Hayvansal uretim gücü bakımından Türkiye, özellikle Anadolu, dünyada en elverişli birkaç kara parçasından biridir. Bu, Anadolu yanmadasının fızik yapısı ve bölgesel çeşitli ıklimlerinin doğal bir sonucudur. Anadolu'da yaşamış, uygarlıklar kurmuş çeşitli kavim ya da toplumların, bu elverişli koşullara kaçınılmaz biçimde bağlı olarak çok büyük ölçüde hayvanalıkla uğraştıklannı tarihsel verilerden biliyoruz. Yine, kesinlikle biliyoruz ki, en az Selçuklulardan bu yana Anadolu'ya civar, hemen tüm komşu ülkelerin canlı hayvan ve hayvansal ürünlere olan gereksiniralerinin önemli sayılabilecek miktarlarını Anadolu hayvancılığı sağlayagelmiştir. CUMHURİYET DÖNEMİNDE GELİŞME Türkiye'de sanayinin gelişmesiyle hayvancılığın yıllık ulusal gelirdeki payı azalmışsa da, tüm olumsuz koşullara ve potansiyelinin yeterince harekete geçirilmemesine karşın, giderek artmaktadır. Kaldı ki, yurt hayvancılığı, yeni teknolojilerin, Türkiye'nin koşullan ve hayvan yetiştiricilerimizin durumu ile tutarlı bir biçimde uygulanması halinde, sanayisi gelişmiş kimi ülkelerde olduğu gibi, saniyeye eşit, hatta ondan çok, ulusal gelire katkı sağlayabileceğinden kuşku duyulmaktadır (1, 2). Çağdaş ve bilimsel anlamda hayvancılığımızın ıslahı ve korunmasına ilişkin ilk ciddi girişim ve çalışmalar, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin, 1924 yılından başlayarak çözümüne önemle yöneldiği temel yurt sorunlan arasında hayvancılığı, ne büyük bir ağırlıkla ele aldıklarını, o zamanın Başbakanı olan Sayın İsmet Inönü'nün, oluşturulan teknik çalışma komisyonu toplantılanna bizzat katılarak, adeta bir teknisyenmiş gibi çalışmasından anlıyoruz (3, 4). Bu çalışmalar sayesindedir ki, Türkiye hayvancıhğının ülke koşullarıyla tutarlı ve bugün bile tartışma götürmez sağlık ve etkinlikteki altyapısı gerçekleştirilebilmiştir. O ilk yıllarda, bir yandan verimi düşük yerli hayvan türlerimizin verimlerini arttıracak damızlıkları yetiştirmek için hara, inekhane ve koyun çiftlikleri kunıluyor; bir yandan, salgın ve paraziter hastalıklarla savaşacak bölgesel enstitü ve laboratuvarlar, birkaç yıl içinde donatılarak açılıyor; bir yandan da kısa ve uzun sürede doğacak öğretim üyesi ve çeşitli uzman gereksinimlerini karşılamak amacıyla Rusya, Almanya, Macaristan ve Avusturya'ya önemli sayıda genç veterinerler gönderiliyordu. Böylece, o çağ hayvancıhğının en yeni teknolojileri, dört, beş yıl gibi kısa bir süre içinde ülkemizde uygulanabilmiştir. Bunun en çarpıcı örneği, hayvancıhkta yapay (suni) tohumlama yönteminin, dünyada Rusya'dan sonra uygulandığı ikinci ülkenin (1925) Türkiye olmasıdır. Nüfusumuzun, belki 50 milyonu aştığı bugünlerde, hayvansal ürünler bakımından bir sıkıntı çekmiyor, önemli ölçülerde canlı hayvan ve hayvansal ürünler dışsatımı yapabiliyorsak, kuşku yok, büyük ölçüde bunu, o zaman yapılan ciddi, gerçekçi, uzağı gören, sağlıklı temel calışmalara borçluyuz. 1950'DE BAŞLAYAN GERİLEME Ne yazık ki, 1950"den sonra bu türden çalışmalann yapılması şöyle dursun, gereken verimde çalışmalann yürütülmesi sağlanmamış; bundan beteri, kimi yazarlanmızın romanlarında dile getirmekten kendilerini alamadıkları boyutlarda ekonomik ve sosyal yansımalara neden olan ve hayvancıhğın en önemli temel girdisi otlak (mera) ve çayırların sürülüp bozulmasıyla hayvancılık bilinçsizce baltalanmıştır. Nitekim, tahıl üretimini yaygınlaştırmaya yönelik, bu 1950'li yıllarda yılların otlak yıkım uygulamaları, Türkiye'yi dışardan yıllarca donmuş sığır eti ve tavuk dışalımı yapmak zorunda bırakmakla kalmamış, ekime elverişsiz, çok sığ otlak topraklarının aşınmasıyla (erozyonuyla) akıp gitmesine neden olmuştur. O zamanın uygulanan kısır politikalannın olumsuz bir yanı da, ülkeyi dışardan bugday ve arpa sa Özal hükümetinin, başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkının temel ve Türk köylüsünün Bu yetmiyormuş gibi. kimi dış ülkelerden kredi sağlama uğru çok önemli bir geçim kaynağı na, "yurt hayvancılığını kısa sü olan hayvancılığı, geçmiş denerede geliştireceğim" savı ileri sü yim ve yurt koşullarıyla tutarlı rülerek devletler arası anlaşma bir biçimde geliştirilmesi için gerekli, gerçekçi önlemleri aJabilelarla, Türkiye hayvancılığını geceğini içtenlikle ummuştuk. Ne liştirme çalışmalan, bilindiği gibi Dünya Bankası'nın, ne zaman var ki, hükümetin bu konudaki ilk girişimleri, bu umudumuzu sonuçlanacağı bilinmeyen istenç güçlendirmek yerine, hayvancıve denetimine sokulmuştur, hkta söz konusu yozlaştırmayı Gelişmiş ülkelerin, gelişmekdaha da büyük boyutlara götüte olan ülkelerdeki kaynâklardan olabildiğince yararlanmaya ça recek bir nitelikte gördüğumüzü belirtmeliyiz. lışmalan doğaldır. Önemli olan, gelişmekte olan ülkelerin, yeni Birkaç inceleme yazısına koteknolojileri üretebilmeleri, bunu olabilecek Tarım Orman ve na olanak bulamadıklan durumKöyişleri Bakanlığı'nın yeni örlarda, gelişmiş ülkelerin sultasıgütlenme biçimiyle, bir yandan na girmeden, karşılıklı çıkar ve bir konunun yürütülmesine desaygı dengelerini içeren bir bi ğişik birimler yetkili kılınırken, çimde yeni teknolojileri edinme öbür yandan hizmetin niteliği, ye çaiışmalandır. Bu tür konuteknolojisi dikkate alınmadan, larda gelişmiş ülkeleri elde ettik sırf iki meslek elemanlarını bir leri ayrıcalıklar nedeniyle yer arada çalıştırırız düşüncesiyle, mek, onlarla ilişkilerimizi dışlabitkisel üretimden anlayan elemaya kalkışmak gibi duygusal manları hayvancılıkta, hayvandavranışlar, yalnız sakmcalı de cılıktan anlayantarı bitkisel üreğil, düpedüz bilinçsizliktir. tim kesimlerinde görevlendir Ülkemizde A'dan işe başlayanlar Z'ye geldiler. Can arkadaşım da zort çekerek durumu herkese pek güzel duyuruyor. Gökova'da Z'ye dayandık... Ya ekonomide? O kesimde neler olup bittiğini de ancak zort çekerek anlatmak olasıdır. Zözal zözetiminin ZİMEFE gözetimi zaltındaki başarılarından zötürü zahmetkeşan halkımız zok zevinip Zallah Zallah diye göbek zatmaktadır. Zıhracatımız zıçrama zapmış zolup, zenflasyonun beli zırılmış, en çok gözetilen zoldinglerimiz dünyaya zaçıldıklanndan zayncalıklı zişadamlarımız zadamakıllı ziftlenmişlerdir. Zortadırek ise zorlana zorlana zıngırdatmak züzeredir. Zanaatkârlarla zesnafımız zamkinos zolmuşlardır. Zahaliyi zaptu rapt zaltında tutmak zor olmakta; Zavrupa zu. rumu zemmetmekte; zübükleşmiş zekonomistler zamlan zavunmaktadır. Zaruri zamların zorunluğunu zanlamış zekâvet zahiplerinin zelektriği ve zakaryakıtı durmadan zamlamaları zekonomiyi zurnalaşmıştır. Zortadirek yediği kazığın acısıyla ye(Arkası Sa. 8, Sü. S'te) OKT4Y AKBAL EVET/HAYIR OKURLARDAN Heyecan ve akıl 26 Kasım 1984 tarihli Cumhuriyet 'te yayımlanan ' 'Çağdaş Bir Türkiye İçin Eğitim" başlıkh ilginç yazısmda Sayın Şinasi Özdenoğlu, efitim çıkmazımızın en canahcı noktasına parmak basıyor. Gerçeklen, çağdışı düşünce ve yöntemlerle çağı yönetmek olası depldir. Hele hele geleceğin Türkiye'sini yönlendirecek gençliğin, özgür ve bilimsel düşünce gücüne sahip, insan haklarma ve onuruna saygılı, yaratıcı kişiler olarak yetiştirilmesi zorunludur. Sayın Ozdenoğlu'nun dediğigibi: "Atılımlan yaratanlar, sistemler değil insanlardır. Yaratıcılığın başlıca şartı ise heyecandır." Sayın yazann katudığımız görüşüne bir noktayı eklemek istiyoruv Gençliğe, heykel ve büst Atatürkçülüğünü değil de, gerçek Ataiürkçülüğü öğretmek ve benimsetmek zorunda olduğumuz şu dönemde; onları akılcı ve yurtsever yöntemlerle eğitip, kişilik sahibi yapacak çağdaş kafadaki eğitici kadroların ne zaman kurulacağını ilgili ve yetkililerden sormak hakkımız değil midir? N. ESMERANKARA Sözüyle Eylemiyle... "Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım." Bir otel odasında canına kıyar bu sözlerin ardından. Pavese'nin güncesi böyle biter: "Sözler değil. Eylem". Söz de eylem değil midir? Ama her eylem bir söz sayılmaz. Boş sözler vardır havaya uçan, yerini bulmayan, hiçbir amacı olmayan. Yani gevezelik! Ama eylem, eylemdir ne olsa. Bir şey yapmak, bir şey başarmak. İyi kötü. Bence eylem sözün önündedir. Boş söz, gereksiz gevezeliktir. Ama gerçek söz, eylemin başlangıcıdır, öncüsüdür... Dalıpgitmişim 1946günlerine... Yeşil küçük birdefter. 1 ocak salı akşamı yazdıklarım: "Geceyi Fatih'te geçirdim. Hava soğuk. öğleye kadar yattım. Sonra Beyazıt'ta üniversite lokantası. Salâh Birsel ve Fethi Karakaş'la iskambil oynadık. Yılın ilk günü. Bu yıl benim için önemli olacak sanıyorum." Oldu mu? Gerçekten önemli oldu mu 1946? 4 ocak cuma günü şunlar yazılı: "Tuna birahanesinde Fahir, Salâh, Edip, Karakaş oturduk. Vapurda Necip Fazıl'la. Şöyle bir anlaşma: Haftada bir kısa yazı yazacağım. Ayda 20 lira alacağım." 5 ocak cumartesi: "Ozdemir ve Salâh'la Özipek Palas'ta. Teviik Fikret üzerine tartışma. Özdemir'le ben Fikret'ten yanayız. Necip Fazıl'la Zahir Güvemli karşı çıktılar. Uzun tartışmalar. Fikret'in şair olup olmaması. Dergide yayımlanacak bu tartışma. Bari eksiksiz çıksa! Gece Necip Fazıl, Güvemli, Kâzım Nami Duru trenle geldik Erenköy'e." O, 1946 yıh!.. Caddebostan'da büyükbabamın yanındaydım. Sabahları kente inerdim. önce tramvay, sonra vapur. Necip Fazıl da olurdu kiminde. Tartışarak, konuşarak. O günlerde Fahir Onger. Salâh Birsel, Naim Tirali, Behçet Necatkjil gürv delik yaşantımın en yakın insanlarıydı. 'Büyük Doğu' bir sanat edebiyat dergısi niteliğindeydi daha. Ama seziyordum Necip Fazıl'da bir şeyier değişiyordu. Sabah akşam beraber gidip geliyorduk. Ne var ki bir yıldan beri, o 4 aralık olaylarından bu yana eski dostluk, yakınlık kalmamıştı. Birbirimizi anlamıştık, o başka yerdeydi, ben başka. Günden güne değişecektik, uzaklaşacaktık. Cesare Pavese'nin 'Yaşama Uğraşı'nı yeniden okurken kendi güncelerime gitmem, eski yıllara dönmem neden? 3 Nisan 1946'da şöyle yazmış defterine: "Her sabah, kendimizin nemli, sıcak bir kahbı gibi, bir gök cismi gibi, yorgunluğumuıu bırakırız yatağımızda". 3 martta da şöyle diyor kendi kendine: "Birinden öç mü alacaksın? Onu bağışlamış gibi davran, bırak, hayat öç alsm ondan. Zamanın kendi kendine geçişi, kurbanın bir şey yapmasını gerekîirmeden, nasıl olsa korkunç acıiar çektirir herkese." 19 haziranda şunlan: "Ben hep iş işten geçtikten sonra şiir yazmaya başlıyorum. Ama bir şiirin herhangi bir şeyi değiştirdiği de görülmemiştir!' Ben de 15 temmuzda defterime şöyle yazmışım: "Başım ağrıyor Cağaloğlu'na, Kenan'a kadar indim. Hiç halim yok. Çiftesaraylar bahçesinde oturduk. Sonra Marmara'ya gittim. Galiba ateşim de var". Sonra yatağa serilmiştim: Tifo... Tam iki ay evden çıkamadım. Olümlerin eşiğinden döndüm. O günlerde Pavese şöyle yazmış: "Bir kere özgürlüğe kavuştular mı özgürlüklerini ne yapacaklannı bilmiyorlar!' Özgür değildim her hasta gibi! Bekliyordum bir şeyleri. Yaşamayı ya da ölümü... Eve gelip gidenler birer düş insanı gibiydi. Özdemir Asaf, Salâh Birsel, Fahir Onger gelmişlerdi, başka dostlar da vardı. Bir cibinliğin içindeydim ağustos sıcağında. Necip Fazıl da gelmişti, sevinmiştim, "İnan, iyileşirsin. Inanan insan Üsküdar'a yürüyerek gidebilir" demişti. Gülmüştüm. Cesare Pavese'nin güncesinin kimi bölümlerini ben yazmış gibiyim: "DersJer verilmez, alınır" demiş. "Gene de bir uğraştır bekiemek. BekJeyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan" ...Hastalığımın iyileşme döneminde beklemeyi öğrenmiştim. Bir kitabı, birdergiyı, bir sevilen dostu, arkadaşı; sabahın olmasını, sokağa çıkacağım günü. "Bir tek zevk vardır: Diri olmak. Her şey sıkıntıdır bunun dışında"... O 1946 yılını bir kez daha kendi günceme, Pavese'nin güncesine bakarak yaşamak... Canına kıymasından birkaç gün önce şunlan yazmış: "Geride kalana, geçmişe bir şey eklenemez. Hep yeniden başlanır. Çivi çiviyi söker. Ama bir çarmıh yapıiır dört çividen. Yapacağımı yaptım şu dünyada elimden geldiğince. Çalıştım, şiir verdim insanlara, pek çoklarının acılarını paylaştım." Geçmişe ne eklenebilir ki! Önemli olan gelecektir, geleceği kurmaktır, geçmişten yararlanmaktır. Bu küçük defterdeki insan ben miyim? Hem benzer, hem benzemez yanlanmız var geçmişin o genç dejikanlısıyla... 'Yapacağımı yaptım' diyebilmek Pavese gibi... Ölümün eşiğinde kendisiyle hesaplaşabilmek, sözüyle eylemiyle bu hesaptan ak alınla çıkabilmek... Gülbin GülarEv kadını 'ftkbank'a güveniyorum" însan parasmı nereye yatırdığını bilmeli, güven duymalı. Akbank'ta herşey insana güven yeriyor. İşlemler süratle tamamlanıyor. Akbank şubesine gırdiğimde güvenilir, büyük bir bankada olduğumu hemen anlıyorum. Evime, yuvama düşkün bir insanım. Rahat, huzurlu bir hayat için karşılıklı güven gerektiğine inanıyorum. Akbank'ta hiçbir şey aksamıyor. Akbank'a güveniyorum. BILIM, SANAT, KULTUR MERKEZİNDE YÖNETİCİ OLMAK İSTER MİSİNİZ? Bilim, Sanat ve Kültür aJanında hizmet veren kuruluşumuz, üst düzeyde yönetici olarak çalıştınlmak Uzere, dinamik elemanlar arıyor. Bilim, Sanat ve Kültür konularına eğilimi ve bu konularda deneyimi olan isteklilerin Ö2geçmişleri ile birlikte, BİLSAK, Bilim, Sanat, Kültür Hizmetleri A.Ş., Sıraselviler Caddesi, Soğancı Sokak No:7 Cihangir adresine şahsen başvurmaları rica olunur. Siz de milyonla tasaıruf sahibi gibi Akbank'a gelin, Akbank güvencesinde kazanın. AKBANK GüveıunizHi eserı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle