18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/8 16 EKİM 1983 133 YILSONRA CEZAYJR'E DON POUTIKA VE OTESI Büyükelçi SEMİH GÜNVER MEHMED KEMAL Otel kapıcısına bırakılanBen Bella'nın daveti Türk Kadınlar Derneği üyelerine yaradı 1 kasım ba>Tamında, yabancı heyetler, Cezayir idarecilerince, dostluk derecelerine göre tribünlere oturtulmuşlardı. Şeref Tribünü'nde Ben Bella \e Bakanlar aralarına Arap ülkelerinden gelen heyetlerin başkanlannı almışlardı. Sosyalist ülkeler ikinci kategoriyi teşkil ediyorlardı. Batılılar ve bu arada biz, büyük tribünde bulabildiğimiz yerİereiliştik. Başbakan Yardımcısı Hasan Dinçer, haklı olarak almdı. Şeref Tribünü'nün yan tarafında oturmakta olan DışişJeri Bakanı Buteflika'ya yanaştım. Türk hükümetinin, kendisine gönderilen daveti önemle dikkate aldığını ve Başbakan Yardımcısının Cezayir Devrim Bayramı'na gitmek üzere görevlendirmiş olduğunu, Başbakan Yardımcısına gerektiği şekilde ilgi gösterilmemiş olmasını resmen protesto ettiğimi söyledim. Buteflika bir kerre daha sinirlendi. Tribünde fazla yer olmadığını, Cezayir'e tnücadele yıllannda yardım etmiş olan ülkelere öncelik verilmiş olunmasını normal kabul etmemiz gerekeceği cevabını verdi. "Madem ki, misafirleriniz arasında farklı bir muamele yapıyorsunuz. O zaman, davet mektubunuzda en yiiksek sevijede işlirak olunmasını lalep etmekle batalı hareket etmiş oluyorsunuz" dedim. Buteflika, işi mizacının müsaadesi nisbetinde tatlıya bağlamak zorunda kaldı. Ertesi akşam, Ben Bella'nın yaz köşkündeki davetine gittik. Hasan Dinçer, girişte Ben Bella ile bir iki nezaket cümlesi teati etti. O kadar çok yabancı heyet vardı ki, Cezayir Devlet Başİcanının önünde bir iki dakikadan fazla kalmaya olanak yoktu. Hasan Dinçer, Ben Bella tarafından aynca resmen kabul edilmek istedi. Daha önce, böyle bir istekte bulunacağım tahmin ettiğim için, Cezayir Dışişleri Bakanlığına randevu telebinde bulunmuştum. Kadın temsilcilerimiz ise kendi toplantılannda başanlı konuşmalar ve temaslar yaptıklarını bana anlatmakta ve hallerinden memnun görünmekteydiler. Resim Sergileri... Sonbahar geldi mi sanatsal olaylarda ilk gözünü açan dal resım sergileri oluyor. Tiyatrolar, konserler, türlü toplantılar resim sergilerinin ardından geliyor. İlkın Muzaffer Akyol'un Hobi Galerisi'nde (Vali Konağı Cad.) açtığı sergiyi izledim. Muzaffer Akyol, gerçekten her yıl sanatmı geliştiren. renk düzenınde yetkinliğını gösteren bir sanatçıdır. Bunu, sadece birkaç sergisini görmüş olan ben söylemıyorum, onu yıllardır izleyenler ve gelişiminı adım adım gözleyenler de söylüyor. Muzaffer Akyol için, "Çok ilerledi, çok gelişti." diyorlar. Hobi Sanat Galerisi'nin sahibi Bayan İnci ile görüşüyoruz. Benim bu galeride gördüğüm ikinci sergisidir. "Nasil?" diyorum. 'Büyük ılgi var mı?" Resimlere ilginin her yıla göre, şimdıden, daha çok olduğunu söylüyor. 1 ekimden 20 ekime kadar açık olan sergi göz doyurucu. Bundan elli yıl önce 'D' Grubu diye adlandırılan ressamların sergileri iki yerde birden açıldı. Biri Garanti Bankası'nın Halaskârgazı Caddesı'ndeki Galerisi'nde, ötekı de Barbaros Bulvarı'ndaki Tabar Sanat Galerisi'nde... Her iki sergiden de amaç, elli yıllık geçmişi yeniden canlandırmak. Şurdan burdan toplanan resımler 'emanet' olarak alınmış ve sergilenıyor Bundan 50 yıl once Beyoglu'nda bir şapkacı dükkânında altı ressam, Abidın Dino, Zeki Faik izer. Cemal Tollu, Nurullah Berk, Elif Naci ve Zühtü Muhdoğlu ortak sergilerinı açıyorlar. Bu altılardan geriye kimler kaldı? 'D' Grubu bir okul muydu? Elif Nacı, bu kuruluşun bir okul olmadığını söylüyor. "Ne bir atılım, ne birakım, ne de bir kuruluştur. Olsa olsa bir araya geliş, bir îoplanıştır." diyor. Adını Latin ABC'sinin dördüncü harfi olan 'D' den alıyor. 1933 yıllarını düşündüğümüzde resme, bugün duyulan ilginin bınde biri yoktur. Elli yıl öncekı altı genç ressamın bıraraya gelmesi bıle bir olaydır. Biraraya gelıyorlar, bir şapkacı dükkânında bir sergı açabilıyorlar. Zühtü Müridoğlu, "Şimdi aradan elli yıl geçmiş biz unutmuşuz biie. Ama kadirbilir kişiler unutmamışlar." diyor. "Bir akşam dört ahbap çavuş birarada idik, bir sergi açalım dedik. Abidın Dino ile Cemal Tollu sonradan katıldılar. Hadi açalım. Açtık. Adını ne koyalım? Bir de ad bulduk V, adı V oldu." 'D' Grubunun bir okul, bir akım olmadtğını kendileri de açıklıyorlar. Resimde olsun, öteki sanat dallarında olsun, rastlantı olarak bir araya gelmış toplulukların bir ekol, bir akım olabilmesi ıçın derli toplu koşullar, dünya görüşü, estetık uyum ister. Bunu sağlamak çok güçtür. D' Grubunda çok sonra Abıdin Dino'nun öncülüğünde "LJman Sergisi" açılmıştı. Bu sergide toplaşan sanatçılar da bir akım, bir okul oluşturmuyorlardı. Ama hemen karşıt yerlerden acı tatlı eleştirıler gelmeye başladı. Solculuk karaiaması ülkemizde hazır elbısedır. sergiye bu da gıydirildi. Hele Abidin Dino'nun yaptığı memişhane ibrıklerı kınanmaya başlandı. "Efendim. yapacak hiçbir şey yok da memişhane ibriği mi kaldı!..." Oysa memişhane ibriği de o yıllarda ülkemizin bir gerçeği idi, onsuz olmazdı. Ne var ki, resmi yapıldı mı kızıyorlardı. Muzaffer Akyol'un sergısine yeniden dönelim. Akyol, Bedri Rahmi gibı Karadeniz'den kopup gelen ressamlarımızdan birıdir. İlkın koy oğretmenliği ederken, bir yandan da resim yaparmış. Birkaç Ataturk resmi yapmış, duvara asmış. Bunu gören bağnazlardan bırı. "Bu ne?" diye? sormuş. Muzaffer, "Ne olacak, resim!..." demış. Bağnaz kızgın kızgın baktıktan sonra, "Hadisıkıysan bu resimlere can da versene..." demiş. Böyle bir çevreden kopup gelerek ressam olmuş. Akademiye geldıği zaman butün istediği Bedri Rahmi Atölyesi'ne girmekmiş. Nedense olmamış, başka atölyelerde çalışmış Bugun yaptığı resimlere egemen olan, bence konusal olarak oyküden çok renklerdır Durmadan renklerle oynuyor. onları çıftleştirıyor, eşleştıriyor, uyum sağlıyor. Resimlerinde öykü, renklerden sonra geliyor. Belkı öyküyü ızlemedığimiz sananlar çıkabılir. Onun için söylüyorum. Önce renk, ardından konu... Buna zaten şiırde olsun, resımde olsun öykü demıyor muyuz? Muzaffer Akyol, karşısına çıkıp "Hadi can versene!..." dıyen bağnazı vanıtlıvor. Her tuvalinde renkler canlıdır. Pakistan Büyükelçisinin verdiği resepsiyonda, beyaz sakallı bir Pakistanlı yanıma yaklaşîı. Hatırımı sordukîan sonra "Dün akşam Türk Büyükelçisi yemeğe çağırdı, gitmedim. Bu Türkler İslam dini ile ilgisi olmayan kendini beğenmiş insanlar. İslam'ın gerçek temsilcisi sizlersiniz, en büyük lider de Nasır'dır" dedi. Adatn daha sonra benim Türkiye Büyükelçisi olduğumu öğrenince dilini yutacaktı. lefon ettim. "Bekliyoruz" dediler. Dinçer, haklı olarak kızdı, daha fazla beklemedi. Kendisini, "Darül Beyda" hava alanına götürerek yolcu ettim. Sefarete dönüşte, Giinseli Ozkaya ve arkadaşı neş'e içinde, eşime, hararetle bir şeyler anlatıyorlardı. "Biliyor musunuz Sefir Bey, biz nereden geliyoruz? Ben Bella tarafından kabul edildik. Kendisine, Kiitah>a çinisinden güzel bir tabak hediye ettik. Türk kadınının bukuki statusünü ve özgürliigünü anlattık. Bizi dikkatle dinledi, iltifatlarda bulundu. Göriiyor musunuz, Başbakan Yardımcısını kabul etmeyen Ben Bella, bizi evinde tam bir saat aükoydu." Bu işe ben de şaştım. Ben Bella"nın, uluslararası bir kadınlar kongresine gelen heyetlerden, yalnız Türk temsilcilerini kabul etmesi akla yakın gelmıyordu. tjünseli Özkaya ve arkadaşına da, küçuk Turk bayrağını taşıyan, resmi araba ile havaalanına kadar refaket ettim. Mağrur ve mutlu aynldılar. ra Kıbns konusundaki gorüşlerimizi anlatmaya devam ettik. Ben Bella ile başbaşa görüşebilmek olanaklannı anyorduk. Fakat, kendisinin, resmi davetlerde benimle her karşılaşmasında "Geliniz, göriiselim, birerçay içelim" vaadlerine rağmen, telefonlarım ve yazılı muracatlanm, Cumhurbaşkarunın etrafını çeviren o görünmez duvara çarpıyor ve geri püskürtülüyordu. 1964 yazına girdik. Bir tatil günu, ailece, Cazayir'in batısında bir plaja gitmiştik. Küçük radyomu, kuma yaydığımız kilimin uzerine ko>TOuştum. Fransızca Jıaberler verUiyordu. Spiker, Türk uçaklannın Kıbns üzerinde uçtuklan ve Türk savaş gemilerinin Kıbrıs'a çıkarma yapmaya hazır durumda olduklarını bildiriyordu. Plaj kalabalıktı. Beni tanıyan Cezayirliler yanımıza yaklaştılar. "Yaşasın Türkiye. Ezilen Müslüman halklannın şeref ve gururlannı siz kurtarıyorsunuz. Şu küstah Rumlara hak ettikleri cevabı veriniz" diye etrafımızı sardılar. Bu adeta küçük bir nümayiş başlangıcıydı. Olay çıkmaması için, acele toplanıp şehre döndük. Resmi makamlann tepkileri de cesaret vericivdi. Kısa bir süre sonra Johnson'un mektubu açıklandı, harekât durdu. Bu mektup bizim için olduğu kadar dost Cezayirliler için de soğuk bir duş, gerçek bir hayal sükutu oldu. KARŞI PROPAGANDA Karşı propaganda yeniden canlanmıştı. Cezayir'de AsyaAfrika Halkları Dayanışma konferansı tertiplenmişti. Bu resmi bir konferans değildi. Daha ziyade Sovyetler ve peykleri ile aştrı solcu özel kişilerin katıldıklan yan resmi bir konferanstı. Ruslar, bu konferansları, üyesi olmadıkları Asya, Afrika Ülkeleri (Bandung 1955) konferansına ve biraz da Çinlilere karşı tertipletmişlerdi. Makarios, bu konferanslardan azami istifade etmesini bilmiştir. Türkiye'de, 1960'a kadar bu konferansa, özel olarak, Bayan Nazlı Tlabar'la katıhrken, sonradan fazla solcu bulduğu bu toplantılardan çekilmişti. Toplantıdan birgün önce, güvenebileceğimiz tek dost ülk'j olan Pakistan'dan gelen heyetın başkanı ile temasa geçmeye çalıştım. Kendisini Saint Georges Oteli'ne yemeğe çağırdım. Özür diledi ve vardımcısım yollayabi leceğini bildirdi. Ben de kendi yardımcılanmı görevlendirdim. Arkadaşlanm, Pakistanlıların muhalefet temsilcileri olduklarını, yemeğe gelen Pakistanlının kendilerini dinlemekle yetindiğini, her hangi bir vaatte bulunmadığını bana naklettiler. Cezayir'deki bu konferansta da, Dr.Lissarides, Kıbns konusunu istismar etmek hazırhğı içindeydi. Ankara'dan, konferansı dışardan takip etmek ve aleyhimize bir kararın çıkmasını önlemeye çalışmamız hususunda talimat geldi. Konferans başladı. Biz konferans salonuna giremiyorduk. PAKİSTANLININ KIRDIĞI POT Pakistan Büyükelçisi evinde bir resepsiyon tertipledi. Konferansa katılan heyetlerin büyuk bir kısmı davete icabet etmişlerdi. Kalabalık arasında sıkışıp kalmıştım. Pakistan milli kıyafetinde, zayıf, yaşlı, beyaz sivri sakallı bir delege yanıma yaklaştı, hararetle elime sarıldı, hatırımı sordu. Sonra riyakâr bir tebessümle: "Size anlalacaklarım var. Dün akşam, Türkiye Büyükelçisi beni yemeğe çağırdı, gitmedim. Bir başkasını gönderdim. Kıbns konusunda bizden yardım istemiş. Biliyor musunuz, bu Türkler, kendilerini beğenmiş, İslam dini ile ilgisi olmayan insanlar. İslamın Ortadoğu'da gerçek temsilcisi sizlersiniz. En büyük lider Nasır'dır, TürkJeri desteklemeyeceğiz, sizin politikanızı takip edecegiz. Bunu size bildirmek istedim." Keçi suratlı herifin suratına alaycı bir tavırla baktım: "Bir yanlışlık olacak gaüba. Siz kiminle konuştuğunuzu sanıyorsunuz?" diye sordum. Bir an tereddut gösterdi: "Siz Birleşik Arap Cumhuriyeti Büyükelçisi Ali Kashaba değil misiniz?" dedi. "Dostum Ali Kashaba ile bir benzerliğimiz vardır. Ama, ben Pakistan'ın her sıkışık anında peşinden koştuğu, dostlugunu aradığı. Hindistan'a karşı mucadelesinde yalnız kalmamak için. İslami bağlan her vesile ile ileri sürerek boynuna sanidığı kardeşiniz Türkiye'nin Büyükelçisi. sizi dün akşam yemeğe davet eden kimseyim" tepkisini gosterdim. Adam dilini ymacaktı, sakalı titredi've birden yok oldu. Bu iki yüzlulük ve sahtekârlık karşısında fena sinirlenmiştim. Kızardığımı gören bazı diplomat arkadaşlarım ve Türk kanından olduğunu soyleyen ve bununla iftihar eden Protokol şefı Bousselham, yanıma yaklaştılar, ne olduğunu sordular. "Sormayın, bu günlerde Cezayir garip bir yer oldu. tnanılmayacak olaylar cereyan ediyor." Ve Pakistanlı ile konuşmamızı anlattım. Güldüler, şakaya bağladılar. Pakistan Büyükelçisine de olayı naklettim ve şikâyette bulundum. Mahçup oldu. "Bu adamlar, hükümet temsilcileri degil, Butto'nun sosyalist geçinen adamlan. Sözde muhalefeti temsil ediyorlar. Yann iktidara gelseier. ilk yapacaklan iş Türkiye'nin peşinden koşmak olacak tır. Karaçi'ye yazanm. bir daha bu adamlan dışarıya yollamazlar" cevabını verdi. Politikanın temelinde, içte de dışta da, sahtekârlığın yattığını bir kere daha anladım. YARIN: LMİT MİLLİ TAKIMIMIZA ŞİKE TEKLİF EDİYORUM BEKLENMEDİK MİSAFİRLER Sonradan soruşturup öğrendim, Cezayir protokolu, Hasan Dinçer heyetinin sefarette misafir edildiğinin ve AJetti Oteli'nde kalmadığının farkında değilmiş. Ben Bella'nın, Türk heyetini kabul edeceği saati bir kâğıda yazarak, otelin kapıcısına oda numarasını vererek bırakmışlar. Temsilci bayanlarımız da bu davetin kendilerine yapıldığını düşünerek, belirtilen saatte "Villa Jolie"ye gitmişler. Asansörle Ben Bella'nın en üst kattaki dairesine çıkarılmışlar. Cezayir Cumhurbaşkanı, karşısında iki genç ve zarif hanımı gorünce, hayret etmişse de renk vermemiş. Beklemediği misafirlerinin kim olduklannı konuşma sırasında öğrenmiş. Cezayirlilerin bana verdikleri bu izahat, ne dereceye kadar doğruydu bilemiyorum. Belki de, Hasan Dinçer'in kabul edilmeyip Giinseli Özkaya'nın kabu! olunmasının yaratacağı menfi tepkileri önlemek istemiş olabilirlerdi. Fakat her şeye rağmen, anlattıkları hikaye gerçeğe daha yakın görünüyordu. Giinseli Ozkaya'dan, beni mazur görmesini rica ederim. DİNÇER İÇİN BASIN TOPLANTISI Hasan Dinçer'e şehri gezdirdirn, civardaki plajlara kadar uzandık ve tenha bir yerde, kayalar arasındaki kumlu bir plajda, yanımızda mayolarımızın olmamasına rağmen, denizin cazibesine dayanamadık ve biraz ilkel bir kılıkta suya girdik. Goren olmadı. Cezayir Diyanet İşleri Bakanlığı'nda, Hasan Dinçer için bir basın toplantısı tertiplendi. Hasan Dinçer'e ben tercümanhk ettim. Cezayirli gazetecilerin, iki taraflı ilişkiler hakkındaki suallerini kolay atlattık. Fakat, gazetecilerden bir işgüzarı, birden şu suali yoneltti: "Başkanınıu Ahmed Ben Bella, bildiğiniz gibi, halen bir Cezayir Anayasası hazırlamaktadır. Kardeş Türk hökümetinin Başbakan Yardımcısı bu Anayasa hakkında ne düşünüyor?" Ben Bella'nın hazırlattığı Cezayir Anayasası, daha ziyade MarksistLeninist prensiplerden esinlenen bir siyası programdı. Oaha henüz kesinlik kazanmamıştı. Ben Bella'nın etrafındaki özel müşavirlerinin bu belgenin hazırlanmasında esaslı rol oynadıkiarı soylenrnekteydi. Hasan Dinçer, bu Anayasa hakkında bilgi sahibi olmaic için vakit bulamamıştı. Aramızda biraz fısıldaştık. Sonra gazeteciye, Başbakan Yardımcısı adına şu cevabı verdim: "Bu Anayasa. Cezayir halkına, Ben Bella tarafından bazırianmaktadır. Şartı bir elbiseye, Ben Bella'yı halkının viicudunu yakından tanıyan birinci sınıf bir terziye benzetirsek, size layık olan ve üzerinize yakışacak elbiseyi dikeceğinden eminiz. Ancak, şu anda. henüz çabşması birinci prova safhasındadır. Bir şey söylemek güç. İtimadınızı muhafaza ediniz, ikinci ve hatta son provayı bekleyiniz." Gazeteciler gülüştüler. Biz de bu sıkıntılı durumdan böylece sıyrıldık. Gidiş günü geldi, Ben Bella'dan ses çıkmadı. Dışişlerine te KIBRISTA DURUM GERGİNLEŞİYOR 1963 aralık ayı sonunda, Kıbrıs'ta durum birden gerginleşti. Kanlı Noel olayları Cezayir'de dikkat ve endişe ile izlendi. Yunanlılar ve Kıbrıslı Rumlar, tarafsızlar üzerinde baskılanru arttırdılar. Biz de, gerek Cezayirlilere, gerek yabancı diplomatla Uluslararası Şişli Şubesi yeni binasında! Uluslararası Şişli Şubesi, Uluslararası 'nın her şubesi gibi• tam kambıyo yetkisı, I yabancı bankalarla direkt temas imkânı ve I uluslararası bankacılık anlayışıyla ıhracat, sanayı ve tıcaret kuruluşları ile tüm müşterilerme hizmet vermeye, 17Ekım 1983 Pazartesı gününden itibaren, yeni binasında devam edecektır. ŞİŞLİ ?. SULH HUKUK HÂKİMLİĞf'NDEN 983/31 Vasi Gultepe Yahyakemal Konak Sokak No l'de ikamet eden Şaziye Akraan oğlu ayni adreste ikamet eden Hüseyin Akman'a 7/7/983 tarih ve 983/31 esas, 983/38 karar sayıh ilamla vasi tayin edilmiş ve annesi olması nedeni ile velayetine tevdi edilmiştir. Keyfiyet ilan olunur. 10.10.1983 Basın: 11153 İZNİK ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN İLAN Dosya No: 1983/75 Davao Sakarya Akyazı ilçesi Sepetçiler köyu nüfusunun 17. hanesinde kayıtlı Bahrı kızı 1958 doğumlu Zcynep Akşıt tarafından davalı Akyazı Kabakulak koyünden Hasan oğlu 1962 doğumlu Cemal Akşıt aleyhıne açılan boşanma davası sırasında bütun aramalara rağmen davalının adresının tespiti yapılamamış, kendisine da\a dilekçesı teblig edılemedığinden ilanen tebliğine karar veriimiştir. Dava, boşanma davasıdır. Duruşması 20.10.1983 gunu saat 9'a muallaktır. Da\alının anılan gün ve saatte duruşmaya gelmesi veya keııdisini bir vekille temsil ettirmesi ve bütün delıllemle bırlikte mahkemede hazır bulunması veya delillerini mahkemeye ibraz etmesi, gelmedığı ve vekille temsil ettirmediğı takdirde yokluğunda duruşmaya devam olunacağı, gıyap karan verileceğı, dava dilekçesi yenne kaim olmak uzere ilanen tebiiğ olunur. Basın: 25936 ULUSLARARASI ENDÜSTRİ VE TİCARET BANKASI A.Ş. Halaskârgazı Cad. 360/A Şişli Istanbul Tel: 148 50 30/31 141 62 3 9 1 4 8 45 88
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle