Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 NÎSAN 1982 ouiouse Lautrec tt pik örnektir. Aİleden gelme «kont», aynı zamanda sakat btr tnsan. «Kont geUynr» diye, herhangl bir sar lona, resepsiyona girdiğini düşünun: Kambur, cüce bir adam. «Kont»tan beklenen görünüşe hiç de uygun degil. Ama Touiouse Lautrec böyle resepsiyonlara hiç gitmedi. Ondokuzuncu yuzyılla yirminci yüzyü arası çagdönümünde, dünyamn sa nat başkenti Paris'to, bir ressam oldu. FUanca Marki'nin resepsiyonuna değil, Moulin Rouge'a gitti. Sakat lığı elbctte bir handikapn. ama gene de en kolay burada geçîyordu. Toplumsal say gıdeğerliklerin kahnadığı, herkesin handikaplaruu sırt lamp geldigi, en yüksekle »n düşüğün diz dize otunıp içMsini içebildigi ve payla»acak bir ortak kultur kura bildigl Parls boheminde. KÖLTOR YAŞAM cBrlp dBA getirsinter; Bunu yaptıklan ölçüde, onlann her türlü kapristni çekerdi resmt toplum. Bir çesit deU idl aanatcit sahid deliden aynlan yanı resminde. ya» sında. müziginde, insanlan etkileyen evrensel şeyler söylemesiydi, fbunu yapıp yapmadıgını da resmi toplu ma «eleştirmenler» büdiriyordu). Işin tuhaft, sanatçı kendisi de uzun süre benim sedi bu «yan deli, yan bilge roiünü. Alkol serbest aşk, kuraldısıhk, her türlü değisik ya oantL Ve bütun bunlara hoş göru. Artistik bohem böyle sürdu. hem de uzun bir zaman; Derken, yirminci yüzyılda, galiba sanatçılar da aüoldı bundan. Çünkü bu da. sanatçı olmayı seçen kiSilerin, kendilerinden önce belirlenmiş oldugunu gördükleri bir dünyaydı. Sanat çı olmayı seçmenin cereme8İ gibi bir şey. Ostelik bohem de kendine göre kural lar. kalıplar yaratmıştı bu zamana kadar. Böylece sanatçılar yeniden topluma döndüler Batı dünyasında. Üstelik döndükleri bu toplum geçen zaman içinde öylesine atomlaşmıştı ki, ken di sanatsal yalnızhklannı ya şamak için herhangi bir özel yere kaçmalan gerekmıyordu. Tersine, öyle yerlere gittikçe kahplaşmak zorunda kalacaklardı. îşte bu nedenle. bugün Mont Martre'da yalmz şar latanlan ve bu adı bildikleri için buraya otobüsleriyle gelip portrelerini yaptıran turîstleri görürsünüz. Avru pa'mn birçok yerinde, eski bohemin mekânlan. şimdi turistik gelir kaynagı oldu. Sanatçılar ise, karmaşıklaşması süren toplumun daha derin girintilerine çekildiler. Çekildiler ama, bugünkü dünyamn koşullannda yapılannı değiştiremedıler. Onun içın yazmın başında •Touiouse Lautrec tipik ör nek» dedim. Bugün de sanatçı bir «kont», bir yanıyla. Ve bir yanıyla «kambur», «sakat». Onun için de «sanatçı». Ama ne kontluk, ne de kamburluk, dünyamn herhangi bir «bohemya»sroda gerçekten giderilemes. Cumhuriyot 5 T Zamanı geriye doğru okumak Ahmet OKTAY tnuraılbeigej M «Artlstik bohem» ondokuzuncu yuzyılın sonlanna doğru kuruldu. Peki, bundan önca nereda bannıyordu sanatçılar? Çok önceleri senyörlerin yamnda bir çesit serf gibi banndıklannı büiyoruz. Bu dönemde sanatçı sanatını ancak kültür yalamıg (kendisi gerçekten «yalamasa» bile gelenek ne deniyle çevresine sanatçı toplama gereğini duyan) senyöre satabiliyordu. BurJuvazinin doğuşu ile bîrlikte okur yazar sayısı artma ya, böylece sanatçınm hitap edebildiği çevre genişlemeye başladı. Bu dönem (sanatçının kitlesiyle içiçe yaşa dığı ilkel toplumdan beri) popülerleşmenin de başlangıcıdır. Kalemiyle geçinen ilk sanatçılar (<kalem> derken daha çok «edebiyatçı»yı kastetmış oluyorum, gerçek ten de, ilk bağımsızlaşanlar edebivatcılar oldu) onse kizinci yüzyılda görüldü. Ingiltere'de şair Pope İlyada'yı çevireceğini duyuruyor, kitabı için önceden topladıgı parayla belli bir süre rahat bir geçün sağlayabîliyor du, Bu dönemde sanatçılar Batı Avrupa toplumunun •mtimtaz kişileri» oldular.EtMli olabildiklerl İçin, senyör bağlantılanna değil, po litik bağlantılara gırdilen Ve aynı dönemde. «sanatçı muhitleri» kuruldu. Belli kahvelerde buluşur, birbirle rlnin dedikodusunu yapar, sanat ve kültür konulannı tartışırlardı. «Toplumdan ay n» değil. sadece «toplumdan üsttin» hissediyorlardı kendilerini. Bilgili, kültürlü ve etkiliydiler: Ondokuzuncu vüzyıi.. va «ndüstrl devriml bu düzeni bozdu. Bir yandan kentleşme ve işbölümü gelişti. insanlar arasmda anonun lliş kiler kurulmaya başlandi; bir yandan okur yazar sayısı arttı, ama bunlann okumak istedikleri şeyin nite ligi degiştî; sonuç olarak da öncü sanatçı, toplumun gsnel gidişınm dışında buldu kendini. Bu dönem, anlamlı bir bi çtmde, sanatçmın kendini hayatı yansıtan değil de. kendi içindeki dtinyayı dile getiren kişl olarak algılama ya başladıgı dönemdir. Yüz yıl başında ortava çıkan bu romantik sanatçılann bir kısmı, birtakım uzak mekânlarda yerii toplumlar kurmaya sıvandılar, Daha önceleri de Avrupa'da şu veya bu nedenle yerinde ba nnamayıp yeni keşfedilen topraklarda yeni bir hayat kurmaya gidenler olmuştu. Ama bu adamların niyetî ciddiydi. utopyayla uğraşacak hallen yoktu. Gittiler, ölüm kahm savaşı verdiler, ölen öldü, kalan kaldı. Ondokuzuncu yüzyılda ise ide olojik göçler başlar. Kimısi dinidir. Bir küçük tarikat Oyeleri kalkar Amerika'da bir komün kurarlar (Ama tarikatlerinde evlenmek yasak olduğu için zamanla ölup giderler). Benzer bıçimde. bazı aydmlar da falan okyanustaki adaya yerleşlp komün kurmak üzere yola çıkar. Bu seferlerde kaç ger çek deger kayboldu bilmiyonım ama, neyse k! çoğu yeterekll sanatçı Inat etme yip döndü. işine devam etti. «Komün» utapyası sona erdığinde. ondokuzuncu yüzyıl ssnatçısınm bir kaçamagı vardı gene rie: Doga. Doga, gunden güne «bayağılaşan» topluma karşı, sanatçmın içse| guçlennı yozlaşmadan yeşertebılece£1 bir yerdi hâlâ Bovlece ük Romantıkler dojrnnın kuca£ına kaçıp orada bırer «tarik1 dünya». hırer «münzevi» olmayı seçtılpr Ve tabii kafsdarlarıvla orada buluşup konustular. Ama bırkaç ktışak sonrasında aynı deneyi tekrarlamanın ımkânı kalmamışti; sadece bu hayat tarzının sı<ncı olmava bas.larnasmdan *turü de£il. sıgınabilecek do ganın da gittikçe küçülmesindpn ötürü. Böylece sanat çı yeniden kente tasındL Ama bu seferkt, bir hayli değismiş bir kentti artık. Yetertnce farkhlaşmıştı. Dogadaldnden cok daha çarpıa «dnsan!» heyecanlarla doluy du. Ostelik raslaeilan «nsan Artistik Bohemyanın yükselis ve cokusu Sanatçı, toplumla uyuşamamaya başlayınca kendine sığınacağı ve benliğini koruyacağı bir mekân bulmaya çalıştı. Sonunda bu mekânı, «artistik bohem»de buldu. lar, neredeyse kırlardaki ağaçlar kadar anonım, kayıtsızdı. Sanatçı burada. ken tin belli çevrelerinde. yadsıdığı toplumu çok başka nedenlerle yadsımış, ya da her hangi bir nedenle onun dışına düşmüş, olağanın dışında insanlarla karşılaşabıliyordu. Saygıdeğerlik peşinde bir küçük burjuvayla insanca ilişki kurması zordu, ama buradaki insanlar, toplum dışı olduklan ölçüde, kendisine hakaret etseler bile uısandılar, ilginçtiler. Böy lece ondokuzuncu yuzyıhn ikinci yansında sanatçı, «bohem»i buldu. «Soho»lar. «Ouartier Latin»ler serpildi. «Bobem»de öbür sanatçıları da buldu. Böylece, alkohklerin, orospulann, dolandı ncılarm, bu çevrede kim bu lunursa onlann anti toplum degerlerinl «negatif» bir biçimde paylaşırken, bir yandan da kendi gıbi katık sız bir sanat kaygısıyla oraya gelmiş başka aydm sanatçılarla «pozitif» bir biçim de düşüncelerini paylaşma imkânma kavuştu. Hem top lumun dışına çıktı, hem de bu dış toplumda bir başka toplulukla buluştu. tşi fiilen hâlâ öteki toplumla, resmi toplumla ilgiliydi. Ama resmi toplumda sanat saygısını sürdürenler, onu burada izlemeye çok da niyetli değillerdi. Bu bir özel hayatk, yalnızca «sanatçı ruhlu, sanatçı yaradıhşh» insanlara özgüydü. Resmt toplum, bu insanlara, onlan n varolus tarzma hoşgorüyle bakmaya razıydi: Yeter ki onlar da resmi topluma geçerli şeyler sunsunlar, resmi toplumun kaybettiği yaşantıyı, ugruna bin türlü acı çekerek, bulup biçimlen elth Cevdet Anday'ın ölumsüzluk Ardında Gılgamış adlı kitabı, çeşitli yönleriyle tacelenmesi, çözumlenmesi gereken bir yapıt. Kitabın özellikle ilgtmi çeken «öğle üykusundan üyamrken» başlıklı bölümü üzerine yazdığım yaaada, Anday'ın simya ve tasavvuf düşünoesiyle şiirsel düzlemede giriştiği Uişkiye dikkati çekmış, değerli şairin bu yoldan «yarstma» sorununu eşzamanlı biçimde kavramaya çalıştıgını söylemiştim. Bu yaratma ediminin ise, en yüksek biçimde ancak dil/söz'de gerçeklesebileceğinin Anday'ın temel bir düşüncesi oldugunu da beürtmiştim. Bir «İlk okuma»nın ürünU oldugunu özellikle Turguladığım o yazının, kitabın söylemsel düzlemde gelişti£l zaman kavramını yeterince irdelemediğini, ama bu irdelemenin mutlaka yapüması gerektigini beürtmeliyim. Melih Cevdet Anday'ın Eleştirl derjfisinde kendisiyle yapüan konuşmada 6ne sürdüğü düşünceler. daha da zorunlu hale getiriyor böylesi bir çahşmayı. Hemen belirtilmeli: Türk şiirinde gerektiği biçimde konuşulamamış, ama kimi şairin üretiminde nerdeyse «belirieyici» rol üstlenmiş bir olguyu, duygu ve düşünce ilişkisini de kesinlikle gündeme getiriyor bu konuşma. Bu soruna bir baska yazıda değineceğim, burada, Anday'ın «taman»la ilgili düşüncelerinin bende uyandırdığı kimi sorular üzerinde durmak istiyorum. Şiirsel değildir sorun. ÇUnkü zamandan söz etmek, tarfhten söz etmektir. Kendisi de yazdı kaç kez: Anday yapısalcı yönteme yakınlık duyan bir yazar. Şöyle diyor Eleştiri dergisindeki konuşmada: «Zaman geçmişten geleceğe doğru gitmez, gelecek ten geçmişe doğru da gıdebılir». üzun süredir tarıhi geriye doğru okuduğu açık şairin: Eski toplumlar, söylenler, slmya gibi bilimöncesi bilimler ilgisini çekiyorsa boşuna değil: Çünkü dîl ve toplum, Benveniste'î izleyerek söylersem «yoklukları duşünülemeyenı» olgulardır ve «her zaman için geçmişin bir mlrasıdırlar». Yani toplumun ve dilin olgulan «bll me» sürect içinde daima önceden verlhni? olduklan İçin, bas langıçlarmın kesinlenebümesi, tasarlanabilmesi olanaksızdır, ou yüzden ardarda sıralanarak okunamazlar, dahası: Bu «verili bulunmak» koşulu, toplumun ve dilin mümkün yetkinlıkte ancak geçmlş boyutunda ve birbirleriyle anlaşılabileceğini gbsterir. Şöyle diyor Anday: «Şimdiki zaman çok karmaşıktır. Geçmişi ayıklanmış olduğu için daha ıyi tamyoruz». Değerli şair, geçmiş'in, bilincin içerden yönelebileceği tek öge olarak bnemini vurgularken paradoksal bir cünıle de söylüyon «Geleceği kavramak belki de bızi geçmişe göttirebılır». Gelgelelim Anday'ın kullandığ; «gelecek» sozcuğü, burada bir zaman boyutu olarak beliremiyor yeterince. Çünkü besbelli: Toplumsal olgular Melih Cevdet'in deyişiyle «anakronik» iseler, tistelik «yapüar» şimdi/geçmiş boyutunda dnrallaşmışlarsa (brneğin at, işlevsel ve imgesel acıdan Ho Toplums&l ve insanal olgulan «geriye dogrn» okurken llerleme kavranum kuramsal bir zorunluluk olarak terkeden Anday, örneğin söylenlerin toplumsal belirlenlslni ve toplumdan topluma farklılaşmasının nedenini de önemsemiyor. Bu yüzden Gılgamış'ın, Odysseus'un, Troya'nın vb. kımı olgulan, dönemlerinin ve toplumsal kuruluşlarının baglammda sergilenmezler. Nesnel/tarihsel değıllerdır, düşlincenin nesneleridirler. Gılgamış'ın «öğle Uyknsnndan Uyanırken» başlıklı ikinci böJümünü anımsayalım: Şöyle dıyordu «söyleyen»: «Simya ozlere yönelık bir sanattır. Zamanı yenmeden başaniamaz.» Şıır de öyledir Anday içın. Çünkü ancak soz zamanla özdeşleşebilir. Zaman düşüncesi yalmz onunla ıletilebildiği, varolabıldıği için. Nesnelerin varhğından da tıpkı zaman gibi kuşkulanan Anday, düşünceyi tek Anday: «Zaman geçmişten geleceğe doğru gitmez. gelecekten geçmişe doğru da gidebilirl Geleceği kavramak belki de bizi geçmişe götürebilir.» meros*un, Cervantestn. Köroğlu'nun yapıtında aynı ya da benzer'dir; akıp gitmemiştır bunca uzun süre), kısaca şairin bir başka yerde vurguladığı gibi her şey «zamansız bir geçmiş bütünü» olarak görünüyorsa, ilerleme kavramına kuşkuyla bakmamız gerekir elbet. Zaten konuşmasında «ıaraan yoktur» derken vurguladığı bu Anday'ın, yoksa «saatin geçtiğinl» herkes kadar o da biliyor. Ama, Anday «geleceb» teriminl, son çdEumlemede yine geçmiş'm hızmetine sokmaktadır: «Gelecek» onu anlamanın/bılmenın olası bir uğrağıdır yalnızca. Buraya yeniden dönmek üzere şunu söyleyeceğim: Tarihsel maddeciliğin en radlkal terimlerinden biridir «Eelecek», bu yüzden, felsefl bağlamda reddinin siysssi sonuçlan olacağı söylenebilir. Oktay: «Nesneler yalruzca «bana göre» ve ilerleyen zaman da bir «yanılsama» ise, doğal ve insanî bir tarih olur mu?.. Bize yitik cenneti hatırlatan, ütopya'dır.» dayanak alıyor, dolayısiyle dili. Nesneler ya da gerçeklik ben'in düşüncesiyle var olabiliyor. Adnan Benk'in «görecedir diye inanmıyorsun» cümlesini «bana göredlr diye inanmıyorum» (Vurgulamalar bonim A.O) diye düzelten, daha sonra konuşmacının «sana göre'nin dışında, o nesnelerin bir gerçekliği olmadığına inanıyorsun» (.Vurgulamalar bemm A.O.) bîçimındeki açıklamasına «evet ona ınanıyoıaım» cürolesiyle katüan Anday, bir şiiiv' sorununu acaoa genelleştirerh.î «dış dünyamn varlığı» sorununa dönüştürmüyor mu? Nesneler yalnızca ba na göre ve ilerleyen zamanda bır yanılsama ise, doğal ve insanal bir tarih'ten nasıl söz edebilirizî Söylemek büe fazla: Taşın, ağacın, öteki insarun varlıgını ve gökyüzilnde olduğu kadar toplumlarda da bır O Bir dalga geldi, ts'" tdnbul'da dağ taş kebabçı oldu. «Adana*. «t/rfa», «Antep» ya da •Emmim», *Hemserim», «Öz Emmim». Hahiki Emmin» vb. Pakat tstanbul *Doğu» ile •Batunın teavuştuğu yer ya... Şim di birtakım karma dükhanlar görülür oldu: Hem «lahmacun», hem »pizza.» Bunlardan birinl geçen yaz Yeşilköy'de görmuştum. Hem *Ka radeniz Pidest' yapvyor, hem de «pizza.» Bu normal de. adını iyi seçmişti: »Trebon pidecısi.* Yani Karadenız pidesi niyettne girerseniz levhayı 'Trabzon» diye ofeuyabilirsiniz, *pizza» yiyecehseniz alın size *Trebon.» Ne denir. «Üaison» da yaparak, •Treziyi. trezıyi.» • Yalntz bu tür yemek yapan yerler değil, son zamanlarda ne var ne vok Batılılaştı. Cerrahpasa'nın oralarda dolaşırken bl le ra&ladım bunlara. Sozgelişı, «Otel Zümrüt», «Pastane Haylayf», Kuafor Bedri» ve daha neler. Yalnız arada bir tane de, «Arapkir Kıraathanesi» vardı. % insan adlarının da toplumda tııha,f dongulerı var. Bır donem gelir, seçkinLer çocuk lanna Osmanlıca ad~ lar takar: Şemsa: *Dilara*, »Perda» filan. Yavaş yavaş «ovam tabakası* ua on lan iztsr, Derteen hava değışir, bakarsvnız zengın çocufetor» «Ayse», •Patma». *AIU, Veli* olmuşlar. Bu böyle surer gıder. Ama son ytflarda tarih btr hızr landı ki, kimse ardından yetişemlyor. G«çenlerde anlattılar. Bir adanun ihl oğlu olmuş yetmişlerin son larında; adlarını «Eylem» ve •Devrim» hoymuf. Sonra, bir de altı ay önce bir oğlu olmuş. Ona da 'Husamettin* admı varmiş. Irkiltici görüntünün dışındaki insan sesi: Türkiye'de ne içilir? Ünsal OSKAY aşlarma metal kapaklar hastunlmıg elma, şeftali, kayısı ve armut, altlarındakl disk döndükçe dönüyorlar. Meyvalarm «şi" şedekl meyva snyu», Doğa'. nın «şişedeki Doğa» olduğu zaman tepelerine takılacak kapaklar bunlar: endüstri ürününün demirden simgesl. Ama yerli meyva suyu reklâmında, elma, şeftali, kayısı ve armudun doğal formu üstüne yerleştlriliyor. Böylece, doğaya ve Insana duyarlıksız blr «eko* nomik gelişme» anlayışınm dikkat edilmezse nerelerde kullanılabileceğinl sezinleten bir metafor İle karşılaşıyoruz. Metal kapaklan altmdakl meyvalarm bu ezik söylemi, modernleşme sürecınin henüK başlangı sıyla bizimle Baü arasmdacmdaki toplumumuzun kıı ki fark. «Akıl ve BUim Çalafe vermesi gereken bir şey ğı» adını vererek yaşadığımız bu çağda, insanla doğa ler anlatıyor. ve insanla İnsan arasındaDaha eskl blr zamanda, kl ilişkllerin büründüğü Ugerçekten kaba ve acıma kellik ve yabanlığı olağan sız yollardan geçerek var saymak İle olağan saymadığı nokta ile bu «modern mak arasındakl fark. Bu, leşme» kavrammı da yara yalnızca, aynı metanm rektan Batılı toplumlarda, do lâmda sunuünasınm farklıpal meyva ile endüstriyel hğı değil; kökleri, ikl hayat ürüne dönüştürülen meyva üslubuna kadar uzanıyor. yanyana getirilmez. Çünkü Reklâmlann yalnızca me tüketim toplumunun bilinç ta ya da hizmet değil, aynı altını biçimlendiren, ama zamanda toplumsal tarihin aynı zamanda oradaki te bir dönemindekl poütik kul mel yöneUmlere dikkat e türü de «sattıguu» biliyoden reklamcılar, bunun «l ruz. Çünkü, Istediğl meta tici» oldugunu billrler. Kül ya da hizmetl satmak için türü demokratıkleştirmek, o an toplumdakl egemen daha Iyi bir dünyamn hiç kültürün söylemlnden yadeğilse tasarlanmasını sağ rarlanmak zorunda. Bu açı lamak zorunludur onlar 1çln; bu kadar kaba bir biçimde «doğayı şişeye kapamannm sistemin lşleyişi İçin de yararlı olmayacağıra görürler. Bin bir güzelllği olan doğanm yerine yltirilmlş doğa demek olan metal kapak bu yüzden getirllmez tersine, şlşenin etiketi ya da reklâmı, meyva suyunun doğayla bağını hâlâ surdürdOğüne lnandırmaya çauşur tüketlciyl. B f\ madan Çark'ı anlamaK mümkün değiîdir> derken değlndiğl tarihdışı bir kül türden farkhdır. Tanpınar'ın işaret ettiğl gibi şüphesiz bizün toplumumuz da çauşan, gülen, seven ve yaşamaya tutkun bir toplum olacak. Kendi özgünlüklerinl koruyarak lnsanlığa bir şeyler katabilmek için başka blr yol yok çünku. Elma, şeftali, kayısı ve armut. ekranda, tepelerindeki metal kapaklarla dönüyorlar. Bu irkilticl görün tünün dışında bir insan se sl ardı ardına soruyor: «Tîir kfye'de ne Içüir?» Türkiye'de ne içilir?.. Türkiye'de ne Jçilir?...» Kent hayatmın başat du rumuna geçtlği günümüzde vapur lskelelerinde, otobüs ya da minibüs duraklarmda bekledikçe. bir yerlerden bir yerlere koşturdukça, ya da işliklerdekl. fabrikalardaki kısacık öğle tatillerinde lçimize azade ve özgür bir hayatın rüya lmgesi gibi akıversin dlye «tserin» mey va sulanmızı Içeceğiz elbette. Ama elmayı, şeftaliyi metal kapaklarla «eıme»yl gözlerden saklamayı bile düşünemeyen bir modernleşme sürecine sürüklenmemek İçin şeftalideki, kayısıdakl ya da tnsan'dakl Dogayı ve doğallığı her değerta flstflnde tutmayı; Doğa yı ve henüz tadamadığunız «doğalbgunızı» hayata llişkln lmgelerunlzde bir zenginleşme kaynağı olarak ko ruman unutmadan şeyler olupbıttıgıni Anday da biliyor. Ne var ki, bu büm« cle, yapısalcılıgm maddeci ögelerı de, yöntemın idealizmla hısımlığını bütunüyle ortadan kaldırrnaya yetiyor mu acaba? diye sormamak elde değil. Çiin kü ilkel düşunce ile bilimsei riıişünce. ıllcel toplum ile gtincei toplum arasında yapısal bic farklıhk olmadıgım, toplumsai va bıreysel sorunların çözümlenemeden korunduğunu (altın'm «metagiz» ve «güç» o l * rak orta çağ ile çağdaş toplura dakı ıkıli nıtelıği ve Gılgamıs, m ve günümuz insanının ölumv karşısındakı konumu gıbi) söy; lemek, tarıhi bır değişmezlfls olarak anlamak, kitlelerm devreden cıkanlmasını VR dünyanın donuşturulmesının boş de» ğilse bile umutsuz bır çaba olarak gorülmesıni gerektirml» yor ınu? «Avrupa düşüncesia nın ideolojik içerığine küçümsenemeyecek bır darbe indiren yapısalcılık, son kertede yina de şunu soylemıyor mu?: Ger çek gerçekür, her şey yapılandığı, okluğu gibıdır. Bu sonuç, zamanın, yani tarihin geriye doğru okunmasıyla elde edümektedır elbet. Bu noktada sormarnak elde değil: Nedır ınsanın geçmişi? Sürekli bir arayış, son kertede da sürek4 bır jenilgı. Kuşkusuz, bilimsei duşünce yenilgi ya da utku glbi terimlerle ilgüenmez: Tarihin bir amacı ya da öznesl yoktur. Yarın şöyle de olabllir, böyle de, Ne var ki, bunlan söylemek, geleceğin yadsıa masuu gerektirır mı? Burada, olsa olsa, geleceğin göreceligt açığa vurulmaktadır. Ama bu gorece yanıyla bile gRİeceği gör mezden gelen her türlü yaklaşımın, gelecek terimiyle birlüc te cok önemli bır kavranu da dıştaladığı söylenebilir: ütopia. Utopia bir «öz», verilmiş bir «erek» değildir elbet. AncaJc insanlar bilinçli pratikle rıyle. isteyerek edinebilirler bu toplumsal ya. da bıreysel utopıayt. Utopianın hor görülmesi, toplumsal kuruluşun çö> zumlenmesinda kullanılan bilımsel yöntemlerın ortaya koy duğu, kanıUadığı «görece özerk» yapıların varlığından kay naklanıyor kuşkusuz. Ama bir «karıştırma» kesinlikle önlenmelidır burada: Eilimsel düzeyın donanımıyla görece özcrk ideolojik duzeyın donaıırmı öa deşleşt.irilmemelidir, Besbelli: ideolojiye aittır utopia, insanm kıtlelerin ulaşmayı iste,vebüecekleri bir düş'tür. Onun reddi de, bu jHizden siyasamn küçümsenmesi anlamına gelir. Kitleler, kendilerine, uğruna mücadeleyl gerektirecek bir utopia edinmezlerse, dünyayı dönüştürmeyı bır gereksizlılc olarak göreceklerdir elbet. Dönüştürücü türden blr utopia U ise, kiüelerin sayısız le dolu olan geçmîşın ancak ileriye, yani geleceğe doğru d» okunabilmesiyle oluşturulabilir. Aksi halde. Idtlelerin reel yaşamlannı biricik mümkün yaşam olarak görmUs, kügıyı (.pratîği) değersizleştirmiş olmaz mıyız? Çünkü bize ytttk cennet'l ammsatan, hep utopia dır. Utopia yolta geçmiş zaman da yoktur. Melih Cevdet Anday'ın fconuşması, bunları düşündürdU bana. Yoksa, unutulması gereken sonılar ve sorunlar ma bua lsr? Bir acıklama Son zamanlarda sayfamızda yayınlanan bazı yazılara karşı mektuplar gelmege basladı. Doğaldır, yapılan her iş söylenen her soz eleş tıriyi davet edebilir. Öte yandan, okur tepkisine yer açmak benim de her zaman inandığım bır ilke. Ancak, bır yazıya verilen cevap sözkonusu tartışmayı gerçekten ilerletmiyorsa, bu gi bi yazılar yaymlamayı yararlı bulmuyorum, «Sekiz Sütuna Manşet» dizısi üstüne Ünsal , Oskay'm yazdığı yazı epey itıra7a vol açmışa benziyor. Bunlardan. yu kanda belirttiğim duru ma uyan. yani tartışma ya gerçekten yem bir boyut katan bir tanesini önümüzdeki hafta yayımlamak istiyorum. Bu aynı zamanda, sayfanın «karşıyazı» anlayışınm da ornegi olacakttr sanıyonım. S z Desent tsmafl GÜ1GEÇ dan bakmca, şeftalinin başına metal kapak bastıran İlkel reklâmcılık anlayışınm başvurduğu politik kül türle, böyle blr sunumla se yirciyl irkiltmemeyi düşünmek gereğini duyan Batılı reklâmcının yararlandığı po litik kültür arasında önem11 farklar olduğu görülür. Reklamcılar kendileri bunları uzun uzadıya biliyor ve düşünüyor olmasalar da, kültürleri seçeneklerini belirler. Bu ikl poütlk kültür arasmda elbette bir ortak pay da vardır. Batılı hayatın «inceliğinde» blzlm çektlğimiz «acılann» payı olması glbl. Ama doğal şeftalinin tepesine metal kapak bastırılmasmdan burkulmayan blr politik kültür, ekonomik gelişmeye yüzyıllardır «hasret kalmış» bir toplumda kabul edilebilir; öteki ise, vardığı yer nedeniyle oraya varış biçimini eleştlrme hakkım ve yetkinliğinl kazanmış, bütün aksaklıklarma rağmen hâlâ «uygarca yaşama» üslubuna sahip bir toplumdan çıkmaktadır. Bu Iklncisi, onüçüncü yüzyıldan beri habeaa corpus geleneğine sahip toplumlarm politik kültürüdür. Bu nedenle, yakın tarihlmizin en önemll düşünüru Ahmet Hamdt Tanpınar'ın, «Kölellğl anlamadan; onun sosyal hayatrmızda sadece düz anlamda kölelik değil, bir ikbal kapısı oldu&unu anla Blzde veya Batıda, şlçeye giren meyva suyu aynı mey va suyu sonunda. Ama doğal şeftallyl şlseye sokmaktakl acelemlz. süreci gostermektekl kıvancunız. «sa nayflesme» ve «rekonomik (rellsme»ye duyduğumuz bü yük açlığm kanıtı: uatellk Batı*nın geçlrdigl acı deneylmlerden dem eıkarma aatanna da sahlp olamadı BU K^DAR İÇME . 8APv4CIG)M OLUR