28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
bf artilerle «Baskı gruplan» arasındaki ilişkller Uzerinde bir gözlemde oulunulabilir. Yasama işlemlerinin normal kökeni «Kamuoyu»dur. O halde kamuoyunu oluşturmakta Partilerle öbür baskı gruplan arasında ayınm yoktur. Tek fark sadece yasa önerismi verebilmekte toplanır. Bu nedenle partilerin, özellikle •Kamu niteligindeki meslek kuruluşlarunın uyarı ve önerilerini yasama görevindeki tekelciliklerine müdahale saymalan demokratık esaslara uygun değildir. Siyasal partüerimizin bir yanılgısı da kendilerini kamuoyunu yansıtmada «Temsilcilik tekeli.ne sahip saymalan olmuştur. Bu yüzden kuruluşlarla çekişmeye girenlere, o kuruluşları açılc ve dolaylı suçlamalarla süıdirmeğe çalışanlara rastlanmıstır. «Tek parti. değil, baskı gruplan ile takviyeli «Çok partili sistem» daha birleştiricidir. Sistemin bu niteligi acaba memleketimizde gerçekleşmiş midir? Fartilorımizin sadece "Temsil partisı» olması elbette beklenemez, fakat kitleleri şekillendirip onları bırbirinin karşısma yerleştirmek anlamında «Bütünleşme (Cephe) partileri»ne özenmek de doğru olmasa gerektir (bk. Kubalı, H.N. Anayasa Hukuku, İstanbul 1971, s. 298). Anayasamızın partilerin var oiabilrnek koşulu saydığı «Milletın bölünmezliği temel hükmüne uygun olmak zorunluluğu» ve ilkesi karşısında partilerimizin kendi kendilerini yenı bir değerlendirmeye başlamalan zamanı gelmiştir. CUMHURlm 2 İ Ook 1976 P OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Partiler, Baskı Grupları Prof. Dr. Faruk EREM gruplann varlıklanm her zaman hesaor. katmak ve onlann haklı isteklerini gözönünde «ulundurmak durumundadır. (Kapani, s. 186). O halde bu açıdan siyasi partileri, baskı gruplarını, sendikalan, böylesine bir anlayış içinde en önemli unsurlar sayan görüş (Kapani, s. 186193) isabetlidir. Kamuoyunun oluşumunda tekelcilik iddiası haklı değildir, çağdan düşmüş bir anlayıştır. «Gerçekten, sosyal gruplann siyasi iktidann keyfi bir şekilde kullanılmasını önlemek ve kamu hürriyetlerinin korunmisını sağlamak bakımından oynadıkları rolün önemi küçümsenemez. (Kapani, s. 186). Bu nedenle siyasi partilerle, baskı (özellikle fikirce baskı) grubu olmak açısından • Kamu niteliğindeki meslek kuruluşları» lAnayasa 122) arasmda, bir bakıma, fark yoktur. Siyasal partilerin «Kamu niteliğindeki meslek kuruluşları.na karşı tutumlarını <islâh> etmeleri mutlaka gereklidir. devamı sağlamak için bazı anlamsız tavizler hariç Halkçılıktan ayrılmama çabasmı yansıtır. Fakat bundan sonraki dönemde «Heykel Kıranlar» çıktı. «Atatürk'ü Koruma Kanunu»(!) gibi, bir «aciz vesikası» yürürlüğe girdi. Aydm kişilerde bir soru iç kemirmeğe başladı. Bu soruyu açıklamaktan çekinildi. Ben açıklıyorum : Demokrasi Atatürk düsmanlığının başarısı mı idi? Bunu Türk tarihine böyle mi «tescil» edeceğiz? Pemokrasiye geçişi sağlayanlar da, başlangıçta, halkçı «Atatürkçü. idiler. Bu geçişi, halkçılık anlamında Atatürk'ün devamı sayanz. Fakat bir dönem geldi ki her şeye karşı iktidann devamı halktan gayn güçlere dayandı ve Atatürk'e ihanet başladı. Bu ihanetin ekonomik ortarm zaten kuruluşunu, orada tamamlamıştı. Atatürk'e karşı koyma daima çıkarcı çevrelerden gelmiştir. «Çıkarcı çevre» deyimini en geniş anlamda kullanıyorum. Bunlann ortak niteligi bir şeyl sömürmüş olmalarıdır, aralarındaki fark neyi sömürdüklerinde toplanır. Bu nedenle örneğin «dinî inanç sömürücüleri» ile sınıfsal sömürücüler arasmda esasta ayınm yoktur. Atatürk «Medeni Adam»dı, fakat Batının kullanabileceği bir adam değildi. Atatürk Medeni Adamdı, fakat Tanzimat örneği Batı heveslisi değildi. «Düveli muazzama.ya yaklaşarak Batılaşma ile onlara karşı çıkarak eşitlik iddiası ile Batılaşma aynı şey değildir. Atatürkçülük her yönü ile «tahrip» edilmektedir. Tek yönden değil, bütün yönlerden yıkım çalışmalan örtülü. sinsice sürdürülmektedir. Demokrasinin «Atatürk>ü «tahrip özgürlüğü> anla Atatürk'ün ölümünden sonra înönü döneml mına getlrilmiş olmasının sorumîuiugumı, Mç olmazsa, benim mensup olduğum kuşak reddetmeliydi. Politik hırs bizim kuşağımızı da vefasız kıldı. Bugün «manzarai umumiye» şudur: Atatürk düşmanhğı doruğuna vardı. Ürün toplamağa başladı. Hiç bir resmî tepki gorülmemektedir. Sorumluların beyanları içtenlikten uzaktır, uygulamaya geçilmemesine «dikkat ve itina» gösterilmektedir. «Henüz kurtulmuş değıliz, atılan adımlar, bundan sonra atılması gereken adımların ba$langıcıdır. demışti, Atatürk. Şimdi adımlann ters yönde koşuya başladığını görmekteyiz. «Atatürkte birleşmek umudu. yitirilmiştir, fakat sınıra geldik. Ne yapabiliriz : «Atatürk en az kendi ülkesinde anlaşılmıştır» sözünü, sanki haklı çıkarmak için eski kuşak oy sağlamaya elverişli bir hoşgörüyü özgürlük gereği diye gösterebildi. Oysa «Etkisi dağımk, fakat yaygın bir yeraltı kuweti«nin fırsat beklediğini bilmemezlikten gelmemeliydik. Iç politika buna da razı oldu. Bu sayede dağınık etkenler kendi aralannda birleşecek odaklannı buldular. Bunlara «gerçek aydınlar. katılmadl, fakat «aydın benzerleri» suç ortaklığını benimsediler. Atatürkçülük, bir açıdan şöyle tanımlanabilir: Bağımsızlık (O'nun deyimi ile istiklâli tam) ve çağa erişme (Onun deyimi ile muasır medeniyet seviyesine gelmek ve öylece devam etmek) Bununla beraber Atatürk. bağımsızlığı dünya düzeni içinde eşitlik. olarak anlamıştır. Bu sebeple bagımsızlı*ın .siyasal yalnızlık» anlamına alınması olanagi yoktur. Sunu da söyıemek gerekir ki Atatürk bağımsızlığı sadece siyasal alanda kabul etmemiş, en geniş anlamda (ekonoml. savunma, hatta sanat'da..) lfade buyurmuştu.. Direniş ve Çözülüş.. SADUN TANJU nsanı zorlayıp, kendi inancının ve değer yargılannın karşısına çıkarırlar. 27 Mayıs'tan önceki dönemde Menderes buna «.Bİyasi fahişe hallne getlrmek» derdi. Politikadaki ilk ahlâksızhk marifetlerinî biz o dönemde gördük ve öğrendik. İnsanı önce kendi gözünde dUşürmek, ondan sonra da bütün kirli işlerde kullanmak metodunu bir gün Ismet Paşa bana Kurtuluş Savaşından bir örnek vererek anlatmıştı. Ben demişti, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin hem her yerde zolütn yapmalarını, hem de kuvvetlerini arttırmalarını bir tiirlö anlavamamışımdır. Günün birinde münasebet düşürüp, Ethemln ağabeyi Reşit Beye bunu nasıl yapıyorsunur diye sormuşumdur. Bana söyledigi şudur: Ril kuvvetlertmizle bir yere jrirdik mi paşa. orada vapacağımıı herşeyi bölrenin eli silâh tutan delikanlılarına, adamlanna yaptınrız, çıkıp giderken de onlar bizim peşimize takılu, orada duramazlar. Î Her toplum «Topluluklar topluluğu»dur. Bu deyimi «Plüralist Devlet anlayışı» açısından değil, sosyopolitik açıdan değerlendirmek, bir sosyolojik gözlem olarak ortaya koymak gereklidir (bk. Kapani, M. Kamu Hürriyetleri, Ankara 1964, i. 185). Anayasamız bu anlayıştadır. Sendika kurnak hakkını, parti kurma hakkını, kamu niteli;inde meslek kuruluşlannı kabul eden bir Ana'asa, devleti böyle görüyor demektir. Esasen ;ağdaş demokrasinin bir anlamı da budur. «Ferter devlet jçinde, belirli sosyal, ekonomik ve iyasi amaçlar etrafında birleşip teşkilâtlanmak uretiyle çeşitli gruplar meydana getirirler. Bu ruplar, ortak menfaatlerin topluca korunması naksadım güdebilir (meslek teşekkülleri, sendi:alar gibi), bazı fikir ve ideallerin yayılması ayesine dayanabilir (fikir ve kültür dernekleri ibi), belli bir siyasi programın gerçekleştirilmesi edefine yönelebilir (siyasî partiler), ya da daha aşka amaçlarla kurulmuş olabilirler, çağdaş jplum, ınsanın sosyal karakterinl beliriş şekilleınden biri olarak kabul edilmesi gereken bu sşitli birliklere ve gruplara kendi yapısı içinde er veren toplumdur. Devlet de, faaliyette buluurken ve lşlevini yerine getirirken, bu çeşit ÖKSE Milton Dank'm «tşbirlikçiler» romanmda «Lunel» adıyla Un yapmış bir direniş kahramanı vardır. Adı Jean Moulton. Geçen savaşta Alman işgalinde Marsilya'da Fransa'mn onurunu sa\aınanlardan biri. 1943 nisanında Gestapo yakalar Jean Moulton'u, üç gün işkence ederler ve sonunda çözerler adamı. Lunel «içini boşaJtır» ve tekli/le karşılaşır: Y« 8leceksin, ya da btzim hesabımıza çalışacaksın! İnsanlan büyütürken her toplumda namus, onur, erdem adına gerekirse ölmek öğretisi esirgenmez. Ama insanoğlu büyüyüp öz biHncme kavuştuktan sonra, kendi etrafında bu yargılarla nasıl alay edildiğini göre göre de şaşkına döner. Lunel, Gestaponun teklifi karşısında düşünür ve yaşamı seçer. Yanına Alman aianlar verirler ve onu Marsilya sokaklanna salarlar. O günlerde Lunelie karşılaşan bütün eski arkadaşlan birer birer yakalanıverir işgalciler tarafmdan ve 125 kişiyi ökseye kaptırdıktan sonra Pransız direnişçiler uyamrlar. Lunel bir karabasan olur onlar İçin. Bir Başka Konu Bizden sonra geleceklere, onlann dayanabileceği Atatürkçülüğü bir «sistem> halinde verebildik mi? Kendisinden evvelkini tartışabilmek konusunu bulamayan sonraki kuşak, sert dönüşlüdür. Başka sıstemler arar. Kusur ederse, sorum önceki kuşağındır. Bir sistemi, kurnazca yok etmenin en iyi yolu onu yozlaştırmaktır. Poütika bunu iyi basardı(î). «Halkçılık» nedir? Sorunlan halkın yaranna fakat ona karşın değil, onun desteği ile ve ona güvenerek çözmek. Bunun biiyük örneği Kurtuluş Savaşıdır. Atatürk aynı çizgide yürüdü. Bunun için ve bu anlamda Atatürk «Halkçı«dır. Atatürk Kalkçılığı şöyle tanımlar: «Halkçılık, sosyal düzenini, çalışmasına, hukukuna istinat ettirmek isteyen sosyal bir meslektir.» Umut Vardır «Bilelim kl, kazandığımız muvaffakiyet milletin kuvvetlerini birlestirmelerinden ileri gelmiştir. Eger aynı muvaffakiyetleri, zaferleri lleride de kazanmak istiyorsak. aynı esasa dayanalım» diyen Atatürk'Un bu sözleri O'nun yaşadığı dönemde bir «gerçek.tı. O dönemde inançta, duşüncede, kuşaklar arası kopmalar yokru. Tekrarhyorum; ben «Atatürk'te birleşmek» umudunu yitirmeden. açıklamak istediğim, mensup olduğum kuşağın. suçunu ikrar etmesini sağlamakü. Sayısı azalmış olsa da eski kuşağın «taviz kabul etmeyen Atatürkçü kesimi. güçsüzler arasına çekilmiş değildir. Çok sevdiğim bir oz&nın deyimi ile yazımı bitiriyorum: Selâm senelerce senelerce öteye. HANİ? Bütün bunlar bir uyumsuzluğun, bir büyük çelişkinin sonuçlandırlar. Kişisel ahlâkla, değer yargılanyla çatışan, «lUaşan politik ahlâk, ticari ahlâk, meslek ahlâkj, başan ahlâkı. yani teori ile pratik çellşkisi yaşamı çirkinleştiriyor. Oktay Akbal'm «Hiroşimalar Olmasıfl» kitabını okurken son yolculukta, bütün bu uyumsuzluklann, zıtlıklarm azaltıldığı bir dünyada ne zaman yaşıyacağız diye düşünüyordum. Oktay, birkaç yü önce yaptığı Japonya gezismde Hirosimayı da görmek istemiş ve 6 ağustos 1945 sabaht, dün. yanın o tarihe kadar görmediiH en büyük ışık ve sıcaklıgmda eritUen Wr şehir halkının öldüğiî yerlerde dola?mıştl 25 yıl sonra. Hani savaşın kurallan vardı? Hani çocuklara, ka. dınlara, yaşhlara dokunulmazdı? Hani savaş topyekun lmha, yoketme, yaşamı kökünden kazıma de&ildi? Hani, savaşta bile, bazan bir tek canlıyı kurtarmak için koskoca bir birlik harekete geçirilirdi? Hani saraş haksızlık değil de bir hakkm silfthla elde edilmesiydi? 6 ağustos 1945'de bir Japon kentinde olup bitenleri Banş Muzesinde seyrederken lnsanlann nasıl bir dehşet ve utanç içinde kaldıklarını şöyle anlatıyor Oktay: «Kimse konuşmuyor. Klmse ağzını açmıyor. Bir ölü sessizlik var burda. Arada blr Zenimoto relip kulağım» bir şeyler söylemese dünya dışında blr yerdeyim sanacağım kendimi. Koca bir kent cehennem çölü oluvermis. İnsanoğlu yapmıs bnnu. Bir bllim, blr uygarUk yapmış bu bHim dısı, nygarük dısı Isl. İçimden bir ses bnnu bir iıma yapama* diyor. Ooğanın blr korkunçluğudur biı.j» Futuklu, Insan Değil mi? >KTAY AKBAL Evet Hayır Acısıyla Yanmak öğrencilerin u t yirmi dört. Lıse son sınıftakı oglumla lise ıkıdeki kızım derse çalısıyorlar. Masanın ikı yanında, okudukian konuya dalmıslar. Benim elimde ıki günlük gazeteier. Birinden bir şeyler okuyor, bırakıyor, başka bırini elime alıyorum. Bir sure sonra onu da bırakıyorum. Oldürulen, vurulan öğrencileri düşünüyorum. Bir üci yıl önce onlar da lısedelerdı. Onlar da bu saatlerde, bir gün sonraki sınavlannın hazırlığına dalıyoriardı. Ya şimdilerde! Kvet şimdilerde! Derse çalısan oğiuma ve kuıma bakıyorum. Çalışkaalıklan sevecenliğimi arturıyor. Kanlı olaylar zuıcirinin halkalanndan biri olan Şükrü Buiuı'u düşünüp oğluına bakıyorum. Oğlum, yagmur yağdiramacian ölen. Bulut oluyor. Evet, verımını veremeden ölen Bulut oluyur. Ben, Şükrü Bulut un babası oluyorum. Sevecenliğim kadar, ağlamakhlığım da artıyor. Nuray Erenler'i; bo«azından tabanca mermisi ile yaralanıp bitkisel yasama giren, narkozdan sonra yüreği durup, sunl solunumla yeniden çalıştırılan Nuray Erenler'i düşünüyorum. «Bugün ŞUkrü'yü vurdular. Yarın hangünizin öldürüleceğini kımse bilmiyor» diyen ve bir gün sonra da vurulan Nuray Erenler'i diişünUyorum. llk yarıyıl notlarının hemen hepsi 100 olan Erenler'i düsünüyorum. Erenler'i düşUnüp, derse çalışan kızıma bakıyorum. Anlatamıyacağım düşüncelerin şimşekleri çakıyor beynimde, vüregimde. Kızun, Nuray Erenler oluyor, ben de, Nuray Erenler'in babası. Bey nimde ve yüreğimde çakan şimşekler daha da çoğahyor. Çakıyor ha babam çakıyor... Şimşekler durmaksızuı çakıyor. Beynim zonkluyor, yüreğim, kafesini zorluyor; bir kus gibi çırpmıyor.. Başını, kanatlarını kafesine çarpan bir kuş gibi pöğsüme çarpıyor, carpıyor, çarpıyor... Bir tuhaf oluyorum. Duygumu, düşüncelerimi anlatmsk güç. Hem de çok güç: Hele hele, baba olmayanlara... S BU CiNAYETlER, HEMEN HER GÜN ATATÜRK'ÜN CUMHURiYETi EMANET ETTiĞi GENÇLERiN ÖLDURULMESi CESiNDE PROTESTOLAR VE BU CiNAYETLERE «7080 kişfllk ranza bulunan koğuşlard3 150200 kişt kalaktadır. Koğuşların genişliği 6x20x4 m. olup adam başına 5 m3 hava fiüşmektedir. Ojsa cezaevi yönetmeliğine gön lam başına hava hacmlnin 9,5 m3 olması gereklidir. Tutuklar güa batımından giin dojuşuna kadar bu havasız yerlerde ılmaktadırlar. Tutuklulann çoğu beton yerlerde, çelik dolap. r üstünde veva ikişer, hatta uçer klşi yatmaktadırlar. Hama• nadiren gidllmektedir. Haraamda çamaşır yıkamak yssak. Koğnsta yıkama olanağı da olmadığından herkes pislik Inde kalmaktadır. Bunun sonucunda billenmenin önü ahnaunaktadır. Disiplin cezasın» çarptınlanlann dunımu ise daha fectdlr. ınlar penceresiz, harasız ve bir kösesinde içlnde farelerin it attığı bir helâ çukuru olan rutubetli hücrelerde sönlerce akılmakUdırlar. Buralardan s a | ve sağlam çıkmsk bir muedir. Yenemiyecek nitelikte yemek gnnde bir defa ve yiyen olkimseye yetmeyecek kadar az miktarda çıknıaktadır. Kenyemek pişirmek isteyenler için de pek olanak var nayılaız, çünkü 200 kişiUk kofuşa sadece bir gaz ocağı verilmekUr. Zaten sık sık sular kesildiğinden ne yiyecekleri. ne plan yıkama olanağı bulunmamaktadır. Susuzluktan bısta âlar olmak üzere feci bir pislik hüküm sürmektedir. Hastatesadüfen doktora çıkabilirlerse sudan ilâçlarla avutulmaklır. Doktora çıkma, hastaneye fönderilme herhangi bir düıe tabi değildir. Kadınlar bölümünde de durum aynıdır. Burada mutfağa tardan inen helâ borularından sızan sular yemek tezgâhına nlamaktadır. Artan ekmekler küçük bir dağ gibi bir köşeye ılmıştır ve içlerinde fareler koşuşmaktadir. Karanlık, haız ve rutubetli koğuşlarda betonlarda yatan tutukluiar en : ciğer hastalıklarına tutulmaktadır. Bunlardan çocufunu >isteyken doğuran ve ayni yatakta yatan Kezban Topal veli had safhaya erişince Nümune Hastanesine gönderilmiş, at bir süre tedaviden sonra yine kalabalık koğuşa dönmüş. Aynl cezaevinde kızı ile birlikte yatmakta olan Sabrire ışkan ağır hasta olduğu halde «Jandarma yok» gerekçtsiybir defa bile hastaneye gönderllmemiştir. Gülten adlı adam iirmekten tutuklu kadın ise, verem hastalığına yakalanmısve öbür mahknmlarla iç içe yaşamaktadır.» Ynsuf Küpeli'nin sağlık durumunu ele alan yazılar geniş uyandırdı. Tutuklarevinde hastalannıak. ölmek acı şeydir. : Hatice Alankuş, Harun Karadeniz olayları . Genç yaşında } giden bu kişiler kayıtsızlığımızın, acımasızlığımızın kurlarıdır. En azından bu kadar söylemek gerekir. Blle bile sei kalmak hasta tutuklulann öiüme doğru yaklasmasına, o nü hazırlamak, o ölüme ortak olmaktır. Yusuf Küpeli'nin ;lıklı» olduğu açıklandı. Hepimizin istediği bu. Araa ne li gerçek bu sav, orasını gelecek günler gösterir. Tutuklu ve Mahkumlarla Dayanıştna Derneği (TÜMAD DER) günlerde yayınladığı bildirlde şöyle diyon «Nice hiikümlü utuklunun aynı vahim sağlık sorunu ile karşı karşıya olduıı biliyoruz ve cezaevlerindeki sağlık sorunu ve sağlığı tehedici yasama şartlarına karşı gewl bir kampanyanın aynı ırlıkla açılmasını diliyoruz. Mücadeleyi, anzi değil de kli bir duyarlılıkla, bütün hapishanelerdeki sağlık sorundüzelinceye kadar ve Anayasanın cmrettiği üzere herkesi iayuıcaya kadar sürdürülmesinin gerekli olduğu kanıayız.» rÜMADDER'e göre sağlık sorunu cezaevindeld tiim tuu ve mahkumların en önemli sorunudur. Bu bildiride AnİMerkez Cezaevi, Sağmalcılar, Adana ve >'iğde Cezaevuzerinde tek tek duruluyor. En modern bir yapı olan nalcılarda bile durum iyi değildir. özellikle revirdeki msızüktan yakınılıyor: «Hiç bir ciddî denetim söz konusu Idir. TedaW amacı değil kâr amacı güdülmektedir. lki yakın tüberkülozlu hasta koğuşlara dağınık olarak ya»ktadırlar. Hastahanede bakım sıhhi duruma göre değil, duruma göre yapımlktadır» deniliyor. rÜMADDER bildirisi şu sözlerle bitmektedir: Vukardaki biljjiler çok kısa bir süre önce kurulan Dernete iletilen bilgilerdir. Yurdumuzdald cezaevi ve tutuklu ını ve bunlann benzer ve hatta daha kötü şartlar altınaşadıklarım düşünürsek, konunun bir hükümlünün tedaveya affı olmayıp, başta yurtsever ve devrtmcüer olmak ; sayılan hayli yüksek olan tutuklu ve mahkumlann soolduğu açıkça ortaya çıkar. )emokratik ve ilerici kuruluşların tutuklu ve mahkumlasağlık sorununun çözümlenmesi amacıyla geniş bir ksma yürütme kararı almalan gerektiğine inanıyoruı.» SORUMIU KiŞiLERiN SEYiRCi KALMASI KARJISINDA CiNNET DEREDÜJÜNÜYOR İNSAN Behzat AY ğırmamak için kendimi güctUcene tutuyorum. Oğlum, gözlerini ovuştunıyor. Dirildin ml diye sevinç çıgiığ* atmak üzereyken kendimi tutuyorum. Oğlum bana bakıyor ve, «Baba, yarın ikl dersten yazılı var; beni beşte uyandır da biraz daha göz gezdireyim,» deyip kalkıyor. Ben, söylemeye ramak kaldığım bir sözü, kendimi tutarak söylemiyorum. Nerdeyse, «Oğlum, ölüme niçin acele koşuyorsun?» diye avaz avaz bağıracaktım. öyle ya, yüksek okul ve üniversiteye öğrenci yollamanm, savaşa asker göndermekten kaldı mı bir ayınmı? Oğlum ve kızım yatak odalanna gittiler. Saatin tiktaklan beni sürükleyip götürüyor düşüncelere, tasanlara... Oğlum ve kızım, çoktaan uyumuş olsalar gerek, yorgunluk ve uykusuzluktan. Belki de bir düşün derinliklerin de terleyip duruyorlardır. Sınav sorularınm yanıtlannı kırk dakikaya sığdırabilmenin evecenliği terletiyordur onlar. Kaygılı, tasalı bir sınav düşünde kıvranıp duruyorlftrdır belki... Ben ise, düşünüp tasarladıklarımla bogusuyorum. Düjünup tasarladıklanmdan birine değinmek istiyorum. Belki olağana aykırı. garip, gülünç gelebilir bu düşüncem, tasarım. Duygu kütlüğü içindekilere böyle gelebilir. Gels:n! Üstelik, sürüp giden hangi olay, olağana aykın, garip, trajikomik değil ki? Söyleyin hangisi? Söyleyin babalar, analar, söyleyin! Söyleyin eğitimciler! Söyleyin yurttaşlarl Söyleyin... Düşünüp tasarladığım, değinmek istediğim şu: Cumhurbaşkanımıza açık bir mektup yazıp, gazeteye göndermek. Düşünce ve duygulanmı bir bir sıraladıktan sonra, bu mektubu, özetle »öyle noktalamak: «Bir baba. bir yurttaş olarak size duygu ve düsuncelerimi dilimin döndüğünce, saygıyla anlattım. Bireyıel bir protesto olalacak kararınu da yazıyorum: Bu cinayetler, öğrenci öldürmelerl sürüp giderse, ocak ayının son günü, bir bidon benzinle, kendimi İstanbul 11 binası önünde yakacağım. Zaten, öldürülen öğrencilerin acuiyle yanıp durmaktayım. Sürekli yanıp dur maktansa, bir keB yanıp bitmeyi yeğliyorum. Bu davranışım, bireyse! bir protestodur. Bu protestonun adı, «aeısiyle yanmak öğrencilerin». Derin saygılarımla» Olup bttenler demiyorum, sürüp giden kanlı olaylar, gencecik öğrencilerin öldürülmeleri, hem de kanıksanmaya baslanan bu cinayetler, bana bunlan düşündürdü. Beni bu tasanlara götürdü. Olağan ortamda olağan şeyler düşünülür. Olağana aykın ortamda ise, olağan düsünmemek, olağana aykın olmasa gerek. Bu cinayetler, hemen her haf ta. Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerin vurulup öldürülmeleri karşısında cinnet bile getirilir. Cinayet ve cinnet.. Evet, ikisini yanyana görcbilir, düşünebilirlz. Sigara dumanı içindeki, ülkem gibi sisli salondan balkona çıkıyorum. Gökyüzünde bir yıldız kayıp gidiyor; bir genç gibi.. Bir uçak gürültüyle yol alıyor; Türkiye'yi inceliyor gibi... Sonra bir tren çırpınarak akıp gidiyor; bir öğrencinin cenaze töreni gibi... Ayazda üşüyüp titreyerek, balkondan salona giriyorum. Ve ken dimi divana atıyorum. Saatin tiVc taklannı duyuyorum yamız... Masa, koltuklar, sandalyeler, sehpalar... sessiz. Tır'u, Türkiye'deki bUtün kurumlarla kuruluşların, öğrencilerin öldürülmeleri karşısında susmaları gibi... Eyy! öldürülen, /aralanan ve kan ağlayan öğrenciler; ogullanmız, kjzlarımız; en yakınlanmız; gençlerimiz; bağışlıyor musunuz bizleri? Nerdeee mi? diyoraunuz? Haklısımz. ÎNSAN OLMANIN TADI Bir rürlü insan olmanın tadını tam keyfince duyurmazlar bize. Sözler tutulsa, ıhanetler olmasa, yaşamı yücelten bütün kurallara uyulsa ne kadar mutlu sayardık kendimizi. Namussuz namuslu sgrünmese, haln vatanseverllk taslamtsa. korkak kahramanhk türküleri söylemese, bUtün bu aldat macalann tuzağına düşürttunesek ne kadar insanca vasardık. Carlo Lizzanl'nin «Mussolinl ölume Giaerken* filmini seyrederken, bu özlemi daha da dennden duydum. Korkuyordu diktatör. Her şeyin kaybolduğunu, elinden kaydığını görüyordu. Ama hâlâ güçlüymüş, umutluymuş gibi davranıyordu. Bütün siyasal hayatı Insan ve düşünce avı peşinde geçmiş olan «güçlü adam», şimdi kıstınlmış bir av hayvanımn korkulan içinde çırpınıyordu. Şu anda duyduklannı önceden bilebilseydi o kadar acı ve dehşet salac bllir miydi? Korkmuyormuş gibi çörunmenin büyük kotkaklığı İçinde kendi sonunu düşünürken, acaba milliyetçillği. vatanseverliği, namusu, erdemi yıllardır kendi siyasal •maçlan emrinde tutmaıun acısını duyuyor muydu? YAŞAMI BERBAT EDENLER Herşeye orUk olabildlğimiz filçüde mutluyuz: Elctnege de, moral değerlere de, çağın düşünceslne ve teknolojislne) 4e. Ne yazık kl, bugünün dünyasında bunlan paylaşamıyoruz. Kendüennl daha büyük hak sahibi sayanlar var ve bize verdikleriyle yetinmemizl istiyorlar. Kerim Korcan"ın «Tatar Ramaz*n»ındaki gibi, bir mapusane yaşamı içinde bile bu model uygulanmak isteniyor ve insan Şehir Tiyatrosundakı oyunu seyrederken, anüyor M, ulusai ve evrensel yasam çağına erişememiş yöneticiler yüzünden berbat edllU yor. NEREDEYDiNiZ? Tatar Ramazan genç bir kunduracı esnafıdır. Mert y». radüışlı, efendi Dir halk çocuğudur. Yaşamın çağdan çağa, toplumdan topluma bir özlem halinde aktarüan iyilik. doğruluk, mertlik, şeref, bak, merhamet duygulanna sahiptir. Bu yüzden de tatil olmuş, içerı düşmüştür. Nasıl tnsafsız bir bozuk düzenin kurbanı olduğunu anlamış ve kendini, uzun yıllannı geçireceği mapusane yaşamııu insanca bir düzene kavuşturma amacına adamıştır. Bu yüzden oradan oraya sürülür. Son geldiği mapusanede de, mahkumlardan dam çavuşu Abdullab ağanın kendi çıkanna acımasızca yürüttüğü düzeni bozmağa kalkışır. Yönetim, yanl devlet, yani tfim haksızlıkiarın namussuzlukların karşısma dlkilmesi gereken kuvvet yalnız bırakır Tatar Ramazan'ı ve iş, Kemazan'm Abdullahı bıçaklayıp öldürmesine vannca, karşısma tabancalanıu çekerek dikilen müdüre, gardiyanlara, memurlara bütün öfkesiyle bağınr Tatar Ramazan: «Daha Snce neredeydinir? Rütün bu namussuzluklar, alçaklıklar sürüp giderken, bütün bu millet zebun olnp inJerkeo neredeydinlz?» Elimdeki gazeteleri bırakıyorum. Bir süre öyle bekleyip duruyorum. Sonra derginin birini elime alıyorum. Dergiyi elime alıyorum. Dergıyi elime alıyorum ya, öyle uzun uzun okuyacak durumda degilim. Ruh halim, uzun uzun yazı okumama engel oluyor. Yatak odama da çekilemiyorum. Oglum ve kızım derse çalışırlarken, aynı evin bir baska odasına çekilip uyumayı doğru buimuyorum. Çalışanlann yanında uyumak ağıruna gidiyor. Hele de çalışanlar çocuklanm olunca... Kendimi zorluyor, derginin sayfalannı kanştırıyorum. Kısa da olsa, okuyacak bir şeyler anyorum. Bir şiirle karsılaşıyorum. Yazanna bakıyorum. Bir dost. Şiiri okumaya başhyorum. Ilgim yoğunlaçıyor. Bir bölümü okurken tüylerim diken diken oluyor: «Kiml kurfun nkar kimi cop salUr kaa ak»r okallarm kapılannda defteri kan kitabı kan tünaydını kan böyle mi doğmustn füne» Samsun'da.» Yine şimşekler çakıyor beynimde. Yüreğim burkuluyor. Şiiri bırakıyorum. Yeniden bakıyorum oğlumla kızıma. Sevecenliğim kabardıkça kabarıyor. İkisini de tutup öymek ve ağlamak geçiyor içimden. Birini Sükrü Bulut'un, birini de Nuray Erenler'in yerine koyup öpmek ve ağlamak geçiyor içimden. Sarsüa sarsıla ağlamak. Ağlamak ve boşalmak . Yoksa, bu dolu durumda ne uyuyabilirim ne de rahat edebilirim. Ama, bunu da yapamıyorum. Yapamıyorum, çünkü, öğrendiklerini de unutacak çocuklarım. Unuttuklan gibi huzurlan bozulacak, kafalan karısacak... Gücülcene kendimi tutuyorum... Kızım, Htaplarını, defterlerini toplamaya başlıyor. İlgi ile ona bakıyorum. Bir kurşunun boğazı n» doğru gelme: 3 olduğunu gönir gıbi olup kaUayorum ve ba CAfiOAS rAVINLARI ÇIKTI OKÎAY AKBAL DAHA İYİ.. Devrim adına kurban olan bütün yiğitlerin, çaresizligin büyük öfkesi ile gücünün ne olduğunu bilmeden toplumsal bozukluğu düzeltmeğe kalkan nlce İnsan hamurlu, onurlu ve yaşamağa lâyık insanoğlunun «neredeydlniz?» diye bağınşlannı duymadıkça çocukiarınıza sakm namus, görev, sevgi gibi şeyler öğretmeye kalkmayın. Bırakın ço. cuklar kendileri büyüsünler ve kendileri öğrensinler. Şükran Kordakul, «Onlann Çocukları»nda, babalan dev. rimci olduğu için, ta küçüklüklerinden berl acıyla ve hakSîziıklarla yoğrulmuş çocuk ruhlann oluşumunu anlatıyor. Küçük Adnan, babasmı görmek için gittiği Birinci Şube'de «Babam Hulusi Deniz'le görüşmek Isttyorum» deyince memur «Kim ulan Hulusi Deniz?» diye parlıyor ve çocuğun yanıtı üzerine «öyle söylesene ulan fırlama, feomünist çıkar. ması, öyle söylesene» diye, kafasında çakan bir şimşeğin aydınlığında avuçlarını oğuşturuyor: «Oğlun geldl derlz, göriişmek istlyorsan öt biraz, konuş deriz.» Ve böyle bir pazarhfı kabul etmediği için kendisıne gösterilmeyen babasını, herkesin boş bulunduğu bir sırada, nezaretin kapısına atılıp aralıyarak bir kaç saniyecık görebilen ve tokatlar tekmeler arasmda belleğine baba resimlerinia en güzellerini, en ylğitlerini çekiveren bir Adnan.. Boylesi daha iyi.. Hiroşima'lar Olmasın Bu kitap. 200 bin insanı bir anda yok eden atom bombası dramını, Hlroşima'nın o acıb günlerinl size yeniden yasatacak. «HlroşfmaHar Olmann»da avnca Sovyetler Birliği Te Yagoslavya gözlemleri, izlenünlerl ile 7er almaktadrr. Lal/an Kültür Merkezi İstanbul Yeni Dönem Italyanca Kursları 9 Şubat 1976 Pazartesi günü başlayacaktır. Fiyatı: 20 Lira Isteme adresi: ÇApDAŞ YAYINLARI Cağalöğlu HalkeviŞok. no: 3941 İSTANBUL Emperyalizm ve faşizm halkın kurtuluşunu engelleyemez (îtalya'ya burslar) Kayıtlar: Meşrutiyet Caddesi No: 161 Tepebaşı Beyoğlu Tel: 44 98 48 Cumüuriyet 6M HALKIN KÜRTÜLÜ§Ü 4 2 ŞUBAT ta CIKIYOR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle